Assassin’s Creed Film Analizi

Ortalama okuma süresi 12 dk.

assassins-creed-film-analiz-zamanin-otesi

“Bir grubun bilinç seviyesi ne kadar düşükse, onu harekete geçiren fanatiklik de o kadar büyüktür. Bu nedenle ben insanlığı iki gruba ayırıyorum. Bir tarafta ne ve nerede olduklarını bilen bir avuç insan, diğer tarafta da bunu bilmeyen kitleler.”

“Dünyadaki en garip yaratık hiç şüphesiz insanoğlu. Bir kartal gibi uçmak istiyor ama kanatları yok. Bir aslan kadar kuvvetli olmak istiyor ama pençeleri yok. Onu ne kadar noksan yaratmışsın ey Tanrı! Üstüne üstlük bir de onu cezalandırmak için noksanlarını idrak etme yeteneğini de vermişsin…”

-Hasan Sabbah
Fedailerin Kalesi Alamut, Vladimir Bartol

Not: Bu yazı Assassin’s Creed filmi ve oyunu hakkında spoiler içerir.

Neredeyse 3 yıl önce yazdığım “Gerçeğin Ötesi” adlı yazımda Assasin’s Creed oyununun mottosunu paylaşmıştım:

“Nothing is true, everything is permitted.”

Haşhaşi tarikatının kurucusu olan Hasan Sabbah’a ait bu söz gerçek dediğimiz kavramın algısının manipule edilebileceğine dair bir göndermedir. “Doğru diye bir şeyin olmadığı yerde, her şey mübahtır…”

Bir doğru vardır, bir gerçek ve bir de hakikat. Doğru ve gerçek göreceli kavramlardır. O nedenle doğrulardan ve gerçeklerden bahsederken zamanın ruhu devreye girer. Misal ateist kelimesi ilk ortaya çıktığında katolikler protestanları tanımlamak hatta biraz da hakaret etmek amacıyla kullanıyorlardı. Oysa bugün hiçbir dini inanca mensup olmayanlar için kullanılıyor. Bu durum basit bir kelimenin anlam farkında görülebileceği gibi en temel ahlaki değerlerimizde de görülür. Ortaçağ avrupasında fal bakanlar yakılırken, bugün aynı coğrafyada doğal karşılanıyor. Ya da aynı zaman içerisinde farklı coğrafyalarda değer yargıları farklı algılanabiliyor. Amerika’da kara çarşafla dolaşmak terörist olarak algılanmanıza sebep olurken İran’da açık dolaşmak yasak.

İnanç ve kader konusunda kafası karışık olan genç Sabbah kendi hayatıyla bir deney yapıyor. Eğer bana zorla dayatılmaya çalışılan bu inanca göre yasak olan bir şeyi yaparsam, canımın istediğini yaparsam, hatta çok daha ileri gider ve tanrıyı oynarsam, insanların kaderini kendi ellerimle yazarsam tanrı beni engelleyebilir mi? Aslında tanrının kendisini engellemesini çok istemiştir Sabbah ama hiçbir müdahale olmamıştır genç çocukların beynini yıkayıp Selçuklu Devleti’nin yöneticilerini öldürmek için robotlar yaratırken.

Özetle gerçek ya da doğru diye bahsettiğimiz bu dünyevi algılar tamamen manipulasyona açıktı ona göre. Hasan Sabbah bunu farkedip kendi lehine kullananlardan biriydi ve kendinden sonra gelen terör örgütlerine de fikir verdi. Bugün terörün nasıl işlediğini anlamak için Hasan Sabbah’ın canice yöntemlerini ve bakış açısını okumak gerekiyor çünkü 1092 yılından beri doğan her terör örgütü onun sistematiğini taklit ediyor. Tek bir postüla kullanıyorlar: “Mutlak bir doğru yok en azından bu maddi dünyada. Herkes kendi gerçekliğini yaratıyor. O halde ben de kendi gerçekliğimi yaratabilirim ve beni hiçbir ilahi güç durduramaz.”

Assasin’s Creed filminin analizini yapmak için Hasan Sabbah ile ilgili bu girizgahı yapmak zorundayız çünkü aslında oyun ve film tamamen onun gerçekliğin göreceliği üzerine kurulu sosyal felsefesi üzerine inşa edilmiş durumda. Daha fazla bilgi edinmek isteyenler Haşhaşi örgütü ile ilgili yazılmış sayısız araştırma kitabına internetten ulaşabilirler ama sıkılmadan roman okur gibi okuyarak bilgi almak isterseniz kesinlikle ama kesinlikle Vladimir Bartol’un “Alamut” romanını tavsiye ederim. Bittiğinde bugün dünya üzerinde yaşanan olaylar hakkında çok büyük idrakler yaşayacaksınız.

Assassin’s Creed (“Suikastçilerin Öğretisi” ya da “Suikastçiler Mezhebi” olarak çevirilebilir), tüm serisini oynadığım bir bilgisayar oyunudur. Oyunla 3 yıl önce tanıştığımda blogta yazmak istemiş ama okurların oyunu oynamamış olduklarını düşündüğümden filminin çıkmasını beklemiştim. Film elbette oyun kadar etkileyici bir senaryoya sahip değil. Ortalama 30 saatte biten bir oyun senaryosunu beyaz perdede 2 saatte anlatmak kolay değil ama sinemaya uyarlanmasını oyundaki bir fikrin insanlara yayılmasını istediğim için çok istiyordum:

Tarihi boyunca yaşamış her insanın genlerini şu an üzerimizde barındırıyoruz.

Konuyu anlatırken sadece film senaryosuna bağlı kalmayıp büyük resmi görmeniz açısından oyun senaryosuyla birlikte anlatacağım, nitekim film biraz vasat kaldı derdini anlatmakta.

Assassin’s Creed ana senaryosu aslında birazda Erich von Däniken’in kitaplarındaki uzaylı tanrılar görüşünden ilham alıyor. İnsanlık var olmadan önce, dünya üzerinde henüz ilkel yaratıklar varken gelişmiş bir medeniyet dünyamıza iner ve burada bir üs kurar. (Evet doğru tahmin ettiniz; Sümer’deki, Enlil ve Enki’nin hikayesine benzer bir yere gidiyor buradan sonrası) Dünyada yaşayan ilkel varlıkları genetik mühendislikle manipule edip onları özgür irade sahibi canlılara dönüştürerek bir tür yıldız tohumu ekmektedir bu gelişmiş medeniyet. Hatta bu grubun başında da Juno, Minerva ve Jüpiter adında 3 varlık bulunmaktadır. Mitolojiye ilgili okurlar bunun “Roma Kapitol Üçlemesi” olduğunu fark edeceklerdir, nitekim hikaye de mitolojiye paralel gider. Zamanı ve mekanı aşmış bu medeniyet; cennet elması adı verilen bir cihaz kullanarak genetik mühendislikle özgür iradeden yoksun hayvansı canlılara özgür irade verirler. Yeni bir medeniyetin köklerini salıp bu dünyadan ayrılırlar. Yine de gözleri bizim üzerimizdedir ve bizim ait olduğumuz zamana ait değillerdir. Bizde yüzbinlerce yıl geçerken onlarda henüz birkaç yıl geçmiş olabilir. Bizim gelişimimizi izlerken çoğu defa çuvalladığımızın farkındadır bu varlıklar. Her savaşlarla ve sömürülerle özgür irademizi kendimizi yok etmek için kullandığımızda bir resetleme işlemi uygularlar dünyaya…

İlgili yazı:   Corona Virüsü & Doğaüstü İnsan

assassins-creed-film-analiz-zamanin-otesi-juno-jupiter-minerva

Özetle cennet elmasının filmde çok detaylandırılmayan hikayesi budur. Elbette senaristler boşuna cennet elması dememişler. Saf olan insanın ilk günahı cennetteki yasak bilgelik ağacının meyvesinden yemesidir malum. İnsana özgür iradeyi veren de normalde yapmaması gereken bu eylemi, kendisine yasak olan bu eylemi yapmış olmasıdır. İnsanı insan yapan da nitekim bu yasağı kırma sonucu elde ettiği özgür iradedir. İnsan sahip olduğu özgür iradeye rağmen kendini yok etmeden kalabilirse o zaman tanrısal bilgeliğe ulaşacak ve hayat ağacına erişecektir.

Filmdeki esas kadının adının Sofia olması boşuna değildir. Sofia çok ama çok sevdiğim bir isimdir. Aynı gül sembolü gibi içerdiği anlamlar kendisini aşar. Sofia bilgelik demektir ve her zaman dişidir bu kelime ama sembolizmde asla bir kişiliği temsil etmez. Sofia bilgeliğin kendisidir. Her şeyin ve hiçliğin bilgisini taşır. Kabalada ikinci sefiraya karşılık gelir, henüz anlayış küresi üretilmemiştir o nedenle anlaşılamaz bilgelik. Tasavvufta ise fena fillah kavramına denk düşer. Arayışta olan Sofia’ya aşık olur. Oysa asla kavuşamayacağı, kavuşsa da ondan geçmek zorunda olacağı bir yarendir Sofia. Çünkü hiçliğe varmadan önceki son kapıdır ve sadece içinden geçilir. Muhtemelen devam filmi geleceği için Sofia ile esas adamın hikayesine çok değinilmedi filmde ama oyun senaryosunda karakterler hakikate varabilmek için hep büyük acılarla bu Sofia kapısından geçmek durumunda kalmışlardır. Sofia; Lynch’in içindeki bilgeliği animus sayesinde uyandırandır…

Peki nedir animus? Animus latincede irade ve ruh anlamlarına gelir. Psikanalizin öncülerinden Carl Gustav Jung bu kelimeyi psikoloji literatürüne katmıştır. En genel tabiriyle kişinin dışarıya gösterdiği personasından ayırt etmek amacıyla iç benlik anlamında kullanmıştır. Erkek bilinçaltındaki, dışarıya direkt göstermeyip karşı cinsi üzerinden yansıttığı feminen içsel kişilik anima olarak; kadındaki maskülen içsel kişilik de animus olarak tanımlanmıştır. Kişi, kendi cinsiyetine özgü vasıflarını korumak için gündelik hayatta bu içsel kimliğini gizler fakat derinlerde yaşayan karşıt cinse özgü kimlik rüyalarda ortaya çıkar. Jung’a göre; kişinin sosyal kimliği ve iç kimliğini dengede tutması yani özündeki anima veya animusu öldürmeyip yahut yüzeye vuracak kadar beslemeyip dizginleyebilmesi de mühimdir. Örneğin içindeki animasıyla (feminen yönüyle) bağlantısı kopmuş kaba / maganda erkekler veya tersi örneklemle animusundan (maskülen yönünden) uzaklaşmış pembe bulutlarda yaşayan aşırı duygusal kadınlar gibi… Ruh ikizi denen olgunun içimizde gizli olduğu, tamamlayıcının bilinçaltımızda saklı olduğu çıkarımı da yapılabilir bu görüşten.

111
İlk Assassin’s Creed oyununda haşhaşi tarikatinin amblemi olarak gösterilen labirentli logo

Yani animus gizli iç benliğimizi temsil ediyor. Nitekim filmde ve oyunda bolca geçen kartal sembolizminin anlamı da iç görüdür. Kartalın gözleri o kadar iyi görür ki, görünmeyenin içini dahi görebilir ve kartal içgüdüleriyle ilerler, yol gösterir kahramana… Filmdeki animus cihazı da bu iç benliğimizi bir projeksiyon aleti gibi dışarıya yansıtıyor. Nitekim insan da günlük hayatta anima ve animusunu sürekli projekte eder. Sanki bir şey arar gibidir insanoğlu da… Kim bilir belki kendi yasak elmasını…

Abstergo vakfı da insana sahip olduğu özgür iradeyi veren genetik kodun peşindedir. Amacı sömürmek istedikleri insanların özgür iradelerini ellerinden alarak birer robota dönüştürmektir. Bahanesi de şiddeti engellemektir. Bu bakımdan filmi izlerken aklıma sürekli “Otomatik Portakal” filmi geldi. Orada da şiddeti engellemek için insanların programlanması eleştiriliyordu.

Abstergo bu amaçla animus cihazına tarihsel izlerini sürdükleri insanları koyar ve genetik kodlarında gizli anıları izlerler. Henüz animus cihazı üretilmemiş olsa da bilimsel olarak bu kanıtlandı. Atalarımızdan sadece biyolojik kodları değil hafızaya ilişkin kodları da alıyoruz. Siz en zararsız böcekten bile anlamsızca korkarken yanınızdakinin eline bir akrebi alacak kadar cesur olması ya da sebepsizce kapalı yerlerde kalmaktan korkmanız atalarınızın sahip olduğu bazı travmaların size geçmesinden kaynaklı olabilir. (İnsanlığın büyük bölümünün yılandan korkması çok daha derinlerdeki bir arketip enerjisiyle ilgilidir ama bu apayrı bir yazının konusu olur) Bunu tedavi eden psikoterapistler de var. Hatta bazılarını geçmiş yaşam terapistleri olarak biliyorsunuz. Geçmiş yaşamlardan bugüne aktarılan karmalarınızı temizlemek için terapiler yaparlar. Yani reenkarnasyon denen şey atalarımızın genlerinde saklı bulunan bilgiler olabilir.

Animusa giren denekler cennet elmasını bulmak için suikastçiler denen bir tarikatin üyelerini izlerler. Çünkü tarihsel kayıtlara göre cennet elması son olarak onların eline geçmiştir. Bu noktada Hasan Sabbah’ın hikayesine geri dönüyoruz. Yıllardır avrupa tarihi ve tapınak şövalyeleri hakkında okumalar yaparım. Çünkü ezoterik batıni doktrinleri incelerken hangi taşın altına elinizi atsanız tapınakçılarla karşılaşırsınız. Tapınak şövalyelerinin kullandığı teknikler incelendiğinde Aytunç Altındal gibi Türk araştırmacılar da Texe Marrs gibi yabancı araştırmacılar da bir konuda hemfikirdir: Hasan Sabbah’ın Haşhaşi tarikatiyle benzerlik gösterir. O kadar ki Haşhaşi tarikatinin çöküşü ile Tapınak Şovalyeleri oluşumunun doğumu yakın tarihlere denk gelir ve tapınakçıların haşhaşilerden ilham aldıklarını gösteren belgelere bile rastlanır. Hal böyle iken bu iki grubu Assasin’s Creed oyununda neden karşı karşıya getirdikleri kafa karıştırıcıdır. Tabi yüzeyde…

assassins-creed-film-analiz-zamanin-otesi-mason-sembol_2

Masonluk ve tapınak şövalyeleri gibi grupların felsefesini iyi anlamak gerekir. Bu tür oluşumlara halkımız kahvehane ağzıyla yaklaşıp israilin oyunu, pis yahudiler ya da zenginler kulübü gibi sığ yargılarla yaklaşırlar. Öyle ki pek çok mason bile masonluğun gerçek anlamını bilmez. Onlar bile bunun sadece birbirlerine iş bağlamak için kurulmuş bir zenginler kulübü olduğunu düşünür. Haksız da sayılmazlar, Türkiye’de bu tür oluşumlar yalnızca bu amaçla kullanılır. Bir de arada bir vicdanlarını rahatlatmak için yardım kampanyaları yaparlar. O nedenle zaten diğer adları “hayırseverler”’dir. Sanmıyorum felsefesiyle ilgilenenlerin olduğunu. İçlerinde değilim ama sırf kütüphanelerine girebilmek için bu oluşuma inisiye olmak isterdim 🙂 Ancak fakir insanları almadıklarını biliyorum her ne kadar tapınak şövalyelerinin armasında “İsa’nın Fakir Askerleri” yazsa da… Malum modern bankacılık sistemini kuran bir oluşumdan bahsediyoruz. Bu tür oluşumlar dualite prensibini kullanırlar. Bunu anlamak için bundan 2000 yıl kadar önce yazılan “Ölü Deniz Yazmaları”’ndan ilham almak gerekiyor:

“Bir ışık kaynağından Doğruluk kökünü almaktadır,

Sapkınlık ise karanlıkların kaynağından.

Işık Prensi’nin elinde doğruluk oğullarının hükümdarlığı vardı,

Işık yolundan yürüyorlardı.

Karanlıklar Prensi ise sapkınlık oğullarının hükümdarlığını elinde bulunduruyordu,

Ve onlar Karanlıkların yolundan yürüyorlardı.” (Kurallar 3, 19-20)

Ölü Deniz Yazmaları’na göre, Tanrı insana iki tür ruh vermişti. Biri doğruluğun yolundan giderken ötekisi sapkınlık yolunu izliyordu. İyi güçlere hükmeden güç topluluk tarafından “Işık Prensi” diye adlandırılmaktaydı. Onun emrindekiler ise “Işık oğulları” diye adlandırılmaktaydı. Onların karşısında ise kötü güçlere hükmeden “Karanlıkların Prensi” ya da “Belial” vardı. Emrindeki güçler ise “Karanlık Oğulları” olarak adlandırılıyordu.

Burada dikkat edilmesi gereken, Işık ve Karanlıklar Prensinin iyi ve kötü tanrılar olarak düşünülmemesi gerektiğidir. Çünkü her ikisi de Tanrı tarafından insanlar için yaratılmışlardır.

“Fakat Tanrı, Sapkınlığın sonunu önceden belirlemiştir.

Bu onun gizemi ve bilgeliğinin zaferidir.

Ve Tanrı yeniden geldiği vakit doğruluk sonsuza kadar hükmedecektir.”

Kişilerin Işık Oğullarına ya da Karanlık oğullarına katılmaları tamamen Tanrı’nın önceden yaptığı bir seçim olarak belirlenmiştir. Karanlık oğulları sonsuza kadar böyle kalacaktır. Işık oğulları ise yanlış yollara da sapabilirler. Ancak “Tanrı ve Işık Prensi bütün Işık oğullarının yardımına geleceklerdir.” (Kurallar 3, 24-25) . Böylece toplulukta Tanrı’nın onları kurtaracağına dair her zaman bir güven hüküm sürmektedir. Bu güven daha sonra Hıristiyanlık’ta da, İslam’da da karşımıza çıkacaktır.

Peygamber Enok’un Kitabı Önsözü / Erhan Altunay

Bu alıntıyla birlikte filmde bahsi geçen suikastçi mottosu olan: “Işığa hizmet için karanlıkta savaşırız.” Sözü daha iyi anlaşılıyor. Bu tür gruplar yani haşhaşiler, tapınakçılar, masonlar vb. iyi ve kötü kavramlarını varoluşun bir doğal sonucu olarak görüp yaratımı sürdürmek için, dahası düzeni sağlamak için sistematik olarak kaos yaratırlar. İdraki zor, kelimelere dökülmesi yanlış anlaşılmaya mahal verecek konular ama yine de anlatmaya çalışacağım. O kadar ki kendi içlerinde bölünüp ışık oğullarını ve karanlık oğullarını oluşturabilirler. Tüm bunlar bir tür ritüel olarak kendiliğinden gerçekleşir ve bir döngüye tabidir. Sürekli olarak bir grup kaos yaratacak, insanları özgürlüklerinden mahrum bırakmak isteyecek, köleleştirip sömürmek isteyecek, karşıt grup ise buna engel olmaya çalışacaktır.

İlgili yazı:   Madde - Sevgi ilişkisi & Aşk Prizması

Brahma ve Şiva’nın sonsuz yaratım ve yok edim dansı gibi…

Neden bu kadar detaylı anlatıyorum… Çünkü Assasin’s Creed oyunu sadece bir oyun değil. Oyunu yaratanlar tapınakçı ve oyun tapınakçı sembolleriyle dolu.  Tapınakçılara karşı savaşıyoruz oyun boyunca ama bu esnada tapınakçılarla ilgili de çok şey öğreniyoruz. Gerçek tarihi verilere dayandığı zaten oyun açılırken başında yazıyor her defasında. Farkındaysanız insanlığı köleleştirmek isteyen bir bilim yaratılıyor algısı var medyada ve sinema sektöründe. Bize çip takacaklar, insanların her anını gözetleyecekler, robotlara dönüştürüleceğiz… Bir de bunları bize anlatıp buna karşı koyun ve özgür iradeniz için savaşın diyen gruplar var. Sinema sektörü son yıllarda artarak bu ikilemi empoze ediyor bize. Daha da ilginci bizim özgür irademizi elimizden alacak olanlar ile bizi uyaranlar aynı. Tıpkı Hollywood sinemasının kendi ülkelerinin hem iç hem de dış politikalarını çok ağır eleştiren filmler yapması gibi. Umarım anlatabiliyorumdur derdimi. Sistematik bir uyandırma hareketi… Baskılayan da özgürleştiren de bir…

Westworld – Person of Interest – Matrix – The X Files – Sense8 – Black Mirror – Flash Forward – Clockwork Orange – Eyes Wide Shot  ve daha nicesi…

Tüm bu yapımların tek amacı özgür iradenizi elinize alın demektir. Ama bunu yaparken bir yandan da sizin gazınızı alırlar. İzler ve yaşamlarınıza geri dönersiniz. Tıpkı içinden geçtiğimiz günler gibi… Olan her şey aynı anda hem sizi uyandırmayı hem de uyutmayı amaçlar.

Seçim sizin.

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

8 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Kollektif bilinç 🙂 Tüm insanlık bir tür sanal networkle birbirine bağlı ve burası da malum bir sanal network. Sen ve benin olmadığı bir bütünlük içinde kimliksizce yazılanları okuyoruz o blogtan bu bloga. Ben de bazen sizin hissettiğiniz hisleri başka bloglarda yazılarda hissediyorum ve bunu hissetmek çok güzel 🙂

    • dün yazıyı okumuş olsam etkisinde kalmışım der bu yüzden zihnim bana okuduğum bilgileri tüm veritabanımdaki eksik parçalara sentezleme yapıp kayıt ediyor diye geçiştirirdim. fakat ilknur hanımın yorumu okuyup üstüne sizin kollektif bilinç diye mütevazi cevabınız dikkatimi iki katına çıkardı ve yorum yazma gereğim kaçınılmaz oldu. böylesine karmaşık anlaşılması zor fenomenleri,bilgileri böylesine berrak böylesine anlaşılır bir dille hayat vermeniz taktire şayan gerçekten emeğin için teşekkürler.

  2. fırtınalı denizde kağıt gemi
    dilerim hiç bir şey empoze etmeden yazdığınız bu satırlarda
    NEO’nu kahine yönlendirdiği o HAYATİ soruyu hatırladım
    -sana güvenebileceğimi (yani onlardan olmadığını, onlar gibi yöntemlerle zihnime kumanda etmediğini”demek istiyor Kahine) nasıl bileceğim
    gülümsüyor hani Kahin: Bilemezsin” derken
    🙂 böylesi bir akıcılığı sadece 1 başka yerde DAHA gördüm
    ve bir ihtimalin varlığı kendini ortaya koydu
    vay acaba?
    Türkçe’nizden gurur duydum

  3. noksanlıklarını idrak etmek cezalandırmak olamaz. Asıl idrak edememek cezalandırmak olurdu. Uçamadığımızı idrak ettiğimiz için uçak yaptık, aslan kadar güçlü olmadığımızı idrak ettiğimiz için zırh ve silah yaptık. Bu sözü söylerken kafası başka yerdeymiş belli. Ya da belli olan yaratıcıya karşı bir hırsı veya garezi olduğu için bu saçma cümleyi kurmuş veya kurdurulmuş. bence asıl ceza kendisinin noksanlıklarını idrak etmesinin insanlığın cezalandırılması olduğuna inanmasıdır. peki asıl soru sana yazar, sen de hasan sabah gibi mi düşünüyorsun ki bunu yazdın?

    • Hitler hakkında yazan bir tarihçi Hitler gibi düşündüğü için mi Hitler hakkında tarihi bir yazı yazar? 🙂 Ben onun görüşünü savunmuyorum. Böyle böyle bir adam varmış, bunu söylemiş diyorum. Neden kızgınsınız? 🙂

  4. Yazınızın başına, yazınıza temel oluşturacak bir sözle giriş yaparsanız bunu kötü birinin hayatını, kitap yazarak eleştiren birinin, onun gibi düşünmek zorunda olmadığı örneğiyle açıklayamazsınız. Güzel bir yazı yazmışsınız ama başındaki yanlış bakış açısı kaynaklı söz sizin yazınızı yansıtmıyor. Demek istediğim o idi. Sabbah’ın bu şekilde düşünmesi de kendisini bağlar. O adama karşı düşüncelerim nötr çünkü hakkında bir araştırmışlığım veya bilgi kaynağım yok. Dolayısıyla kızgın olduğum da yok. Tamamen düşüncelerimi anlatış tarzımdan kaynaklanıyor sanırım. Kusura bakmayın 🙂

    • Yazının başına bu alıntı ile başlama sebebim; yazımda da belirttiğim gibi tarihteki ilk terör örgütünü oluşturan adam olarak bilinen bir kişinin düşünce yapısını daha iyi anlamamız adınadır. Assassin’s Creed oyunu ya da filmi de bu tarihi kişilik ve olaylardan esinlenmiştir. Konuya 360 derece bir perspektiften yaklaşmayı seviyorum ve bu şekilde yazmam biraz da blog boyunca oluşturduğum yazı formatındandır. Hep alıntılarla başlıyorum. Dediğim gibi bir yanlış anlaşılma olmasın, kitap tavsiyeleri yazımda da bahsettim. Tavsiye ettiğim kitap ya da filmlerde anlatılan şeyleri savunmuyorum ama genel kültür ve bakış açısı olarak bilinmesi gerektiğini düşündüğüm referanslar veriyorum.

      Rica ederim, kusura bakmak söz konusu değil, asıl soru sana yazar diye girince siz cümleye acaba dedim bi yanlış anlaşılma mı var. Özgür yorumunuz için teşekkürler 🙂

  5. rica ederim, yazı için ben teşekkür ederim. Güzel bir blog kurmuşsunuz, başarılarınızın ve yazılarınızın devamını dilerim. 🙂

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)