Kuantum Tanrı (Kısa Öykü)

Ortalama okuma süresi 5 dk.
kauntum tanrı kısa öykü

Acına odaklandığında tanrını göremezsin…

Acı… Kadının tek hissettiği tarifsiz bir acıydı. Bir yandan bu dayanılmaz acıya katlanmaya çalışırken bir yandan da kâinatta her şeyin zıttıyla var olduğu gerçeğini bu denli iliklerine kadar hissediyor olmanın idrakini yaşıyordu.

Coşkusu, sevinci ve vecd hali ne kadar güçlüydü ise acısı da o denli kesifti şimdi. Bir zamanlar yanında kendi olma lüksünü yaşadığı adam şimdi bir yabancı gibiydi. Kendisi olmak bir lükstü kadın için çünkü hayatı boyunca kimsenin yanında kendisi olamamıştı. Hep kendisine biçilen rolleri oynamış, o mutluysa insanlar da mutlu olmuş, o üzgünse çevresi de üzgün olmuştu. O nedenle kendisinden bekleneni yapmak onda bir reflekse dönüşmüştü. Taa ki onu tanıyana dek…

Bu beklentisiz ilişki kadının önce kendisini en çıplak haliyle dışarıdan görmesine, daha sonra da gördüğü kendisini yaşamasına olanak sağlamıştı. Bunun verdiği hazzı hiçbir hazla karşılaştıramıyor, tarif edemiyordu, sadece yaşıyordu.

Ne olmuştu da bu hale gelmişlerdi… Neden! Neden! Neden! Diye haykırdı kadın zihin duvarları arasından. Sanki bir cevap bulsa rahatlayacakmış gibi hissediyordu zihni ama içi cevapların onu rahatlatmayacağını biliyordu.

Nerede olduğunu bilmiyordu, arabayla yolların gittiği ve bittiği yere kadar gitmek istemişti ama yollar hiç bitmemiş, sadece gitmişti. Taa ki arabasının camına bir kuş tüyü düşene dek… Turkuaz renkteki tüy onu sanki bir duvara çarpmışçasına durdurmuştu. Arabadan inmiş ve tüyü alıp yakındaki metruk eve girmişti elindeki şarap şişesiyle.

Ev bir zamanlarki hareketli günlerinden uzakta, soğuk ve ışıksızdı. Kadın evin resmen yalnızlık soluduğunu hissedebiliyordu. Kendi yalnızlığını kokluyor gibiydi. Verandadaki koltuğa oturup yaşadığı acının kökenine inmek, anlamak için üstadını aradı. Tasavvuf ehli olan üstadı belki ona bu acının başka alemlerdeki karşılığını, anlamını ve çözümünü sunabilirdi.

Telefon henüz çalmaya başlamıştı ki üstadı telefonun ucunda onu bekliyormuşçasına aniden açtı. Kadın konuşamadan ağlamaya başladı. Hıçkırıkları belki tarif edemediği acıyı anlatabilirdi… Üstadı neler olduğunu biliyordu:

“Zihnin de şu an önünde durduğun metruk ev gibi ve o eve girip girmemek senin elinde…”

Kadın ağlamalarının arasından cevap verebildi…:

“Dayanamıyorum hocam, neden….”

Üstadı ilimden, irfandan, alemlerden, esmalardan bahsedecek sanırken karşısında bir fizik profesörü buldu kadın.

“Sen…” dedi üstadı.

“Sen bir kuantum tanrısın ve her şeyi hep birlikte, bir olarak yaratıyoruz… Gözlemci deneyini biliyorsun. Eğer bir atom altı parçacığı gözlemersen, onu değiştirirsin. Nasıl baktığın parçacığın konumunu belirler. Sen o adama öyle bir baktın ki… Onun konumunu belirledin. O aslında sonsuz olasılığa sahip, her şey olabilecek bir kuantum tanrı, bir ışık fotonu. Eğer onu böylesine güçlü gözlemler ve sabit bir konuma koyarsan, gerçekten de sonsuz olasılığı tek bir gerçekliğe indirgenir. Ama o da bir kuantum tanrı, o da bir gözlemci ve sabit, tek bir konuma ve duruma sahip olamaz. Sıkışmak ve tek bir parçacık haline gelmek istemedi, dahası o da seni gözlemledi ve değiştirdi. O halen senin sonsuz olasılığa sahip olmanı istiyor, o nedenle seni gözlemlemeyi bırakıyor, yargısızca ve bir konuma koymadan sana bakmaya çalışıyor ama sen onu konumlandırmak istiyor, sonsuz ışık iken katı materyale dönüştürmek istiyorsun. O nedenle senden kaçıyor, kendi sonsuzuna erişmek istiyor…

İlgili yazı:   Sevgiyi Yaşamak (Kısa Öykü)

Çektiğin acının sebebi kendini de yargısızca gözlemlemek yerine bir konuma koyarak gözlemlemenden kaynaklı. Sen gözlemleyerek kendi kendini yaratan bir kuantum parçacıksın. Ve kendine bakışın kendini yarattı, bu yaratım halen devam ediyor ama sonsuz ve sınırsızca olmadığı müddetçe acı çekmeye devam ediyoruz. Sevdiğin adam da acı çekiyor çünkü o da kendi sınırlamalarına sahip ve kendini tek bir konuma hapsetmeden, kendi sonsuz potansiyelini bulmaya çalışıyor…”

Kadın zaten biliyor olduğu bir şeyleri yeniden duymanın ama bu sefer farklı bir şekilde anlamanın idrakini yaşıyordu. Tıpkı izlenen bir filmin ikinci kez izlenişinde farklı şeyler anlaşılması gibiydi.

“Evet” dedi kadın… “Bunu biliyorum, insan birini bir konuma koyduğunda onu astral düzlemde hapsetmiş olur, hele ki enerjisi yüksek, güçlü biriyse bu etki daha da güçlü olur. Ama ben onu hapsetmek istemedim ki, onu özgür bıraktım, istediği her şey olabilirdim, olabilirdi…”

“Ama yaşarken sonsuz olamadınız.” Dedi üstadı.

Telefon kapandığında kadın kafasında oluşan kargaşayı acıya yeğlemeye başlamıştı. Dolunayın aydınlattığı verandada gözleri sağ ayağına ilişti, ayağına dolanmış bir kırmızı ip vardı. Ayağa kalkıp ipi çözmeye çalışırken metruk evin kapısı aralandı. İçeriden turuncu bir ışık, kırmızı iplerin dolandığı mavi ayakkabısını aydınlatıyordu.

Kapıyı açan oydu… Gözlerine inanamayarak içeriden yayılan sıcak hava ve sevdiği adamın sıcak sevgisiyle yıkandı.

Metruk evin dışında, koyu mavi, soğuk son bahar gecesinin içinde ay ışığıyla aydınlanmış, mehtap misali rüzgarda dalgalanan saçlarıyla kadın, bu sonsuz olasılıklardan birinin gerçekleşmesine bakıyordu, adam ise sıcak renklerde, sade dekore edilmiş evde, güneş rengi tişörtüyle kapının pervazına dayanmış, kadının gözlerinden ay ışığını izlemeye çalışıyordu.

Adam, kadının elinden tutup büyük bir güçle içeriye çekti. İçerisi hiç de evin dışı gibi metruk değil, sevgi ve coşku dolu bir “yuva” idi.

İlgili yazı:   Işıkla Yazmak (Kısa Öykü)

Adam kadının gözlerine baktı uzun süre. Öylesine huzurlu bir bakıştı ki bu, tek bir kelime bile söylemeyen, sadece gözlemleyen, saf huzurdan oluşan bir bakıştı. Kadın aslında adamda neyi sevdiğini ve neyi özlediğini hatırladı… Kendi olmayı ve bu huzuru. Çünkü ancak ve ancak kimse onu bir yere koymadığında bu huzura erişebiliyordu ve adam onu hiçbir yere koymamış, sadece kendisi olması için, kuantum parçacığı olması ve sonsuzluğu yaratması için alan yaratmış, sadece yaratımın kendi kendini gözlemlemesi gibi saf gözlerle, hayranlıkla izlemişti.

“Sonsuz olasılık olduğunu anladığımızda, sonsuzu yaratırız ve bu yaratım sonsuz güzelliği ve sonsuz acıyı yaratır. Acıya da güzelliğe de müdahale etmediğimizde, yargısız gözlerle baktığımızda, sonsuzun bir parçası oluruz.” Dedi adam.

Evin üstünden turkuaz renkte bir yıldız kayarken, kadın ve adam ilk defaymışçasına sarılıyorlardı…

***

Kadının üstadı metruk evi polisle birlikte cep telefonu sinyalinden bulabilmişti. En son onu aramış ama telefonu açmasına rağmen hiç cevap vermemişti kadın. Kapanmayan telefon ve cevap vermeyen kadın sebebiyle endişeye kapılan adam polise ihbarda bulunup kadını aramaya başlamışlardı. Nihayet kadının arabasını metruk bir evin önünde bulmuşlardı ama görünen o ki kadın ortalarda yoktu. Tek buldukları bir telefon, bahçeye dökülmüş ve bir gül ağacını sulayan kırmızı şarap şişesi ve verandada kırmızı bir iplikti. Polis son arama kayıtlarına baktığında tasavvuf ehli üstadını değil, kadının kendi kendisini aradığını gördüler…

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

19 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. 🙂 Polisleri arayan kadının danışmak istediği üstadı. Telefonla onu aramak istemiş, nitekim telefon üstadını çevirmiş, üstadı da telefonu açmış ama ses gelmemiş. O nedenle endişe edip polisi aramış. Polisi arayan kadın değil. Özellikle isim kullanmıyorum kısa öykülerimde 🙂

  2. Çok ihtiyacım olan bi anda karşıma çıktı bu yazı. Çok güzel..

    • Ben de ilham geldiği bir anda yazdım diğer tüm yazılarım gibi. İlham geldiğinde yazılan yazılar ya da oluşturulan her türlü üretim mutlaka birilerine dokunuyor ve bu çok güzel bir şey 🙂 Teşekkürler geri bildiriminiz için.

      • Gerçekten de kendi gerçekliğimizi kendimiz yaratıyoruz. Bana şunu hatırlattı: “Be careful what you expect. Your expectations shape your reality”. “Bu niye böyle?” diye serzenişte bulunduğumuz ne varsa aslında biz onun öyle olduğuna kanaat getirdiğimiz için öyle. Dediğiniz gibi sonsuz olasılığı tek bir olasılığa indirgiyoruz. Çünkü kararımız davranışlarımızı etkiliyor, davranışımız da durumun kendisini yaratıyor,başka bi şans kalmıyor. Yargılamaktan,karar vermekten kaçındığımızda her şey değişiyor. Bir de bilmenin yolunun kesinlikten geçtiğini sanıyoruz,oyüzden sürekli bir adını koyma bir ne olduğuna karar verme peşindeyiz. Tüm bu bilme çabamız da temelde kendimizi bilmeye dayanıyor. Çok güzel yazmışsınız vesselam 🙂

  3. iyi hissetmek çok da iyi harkulade hissetmek çok önemlidir.ne acıyı nede endişeyi hatırlarsın her anda coşkuyla hareket etmesende varolduğunu hissedersin(sanki rahatlamış,gevşemiş gibi,ferahlamış yada tamamlanmış gibi…) ve tüm evren seni hayranlıkla hisseder:)))sorarlar benden farklı ne yapıyorsun diye:)))

    • Ne güzel tarif ettiniz 🙂 Kişisel olarak ben de iyi hissetmeye dikkat etsem de acaba derim bazen, iyi değilken de iyi hissetmeye çalışınca kendimi ya da tüm varoluşu en azından frekans düzeyinde kandırabilir miyim… Ya da bu bir kandırma mıdır yoksa yaratımın, kendi kendine yaratımın doğası mıdır….

      Katkınız için çok teşekkürler 🙂

      • kandırma yada yaratımın doğası bilemem ama biz güçlü ve kesin burada olma arzumuzun sonucunda buradayız!zamanımızın çoğu bilgi toplamakla geçti ve isteğimizin ne olduğuna karar verip ona odaklanmak ve kendimize doğru çekmek diye düşünüyorum.rahat ol katalog geniş ve sınırsız.haz ve aşkın enerjisini hisset frekansını ayarla özgür iradeni kullanmak için etkileyenlerden kurtul.ilham havuzun pırıl pırıl tertemiz olmalı.duyguya bürünmeye hazırlan çünkü düşünce belirmeye başladı hoşlanmalısın ve kusursuz hareketin gerçekliğin için şükretmeye dogru yol başladı bile:)))

    • Hayatta her şey metafor bana göre 🙂 Bu imgeleri hikayeye serpiştirsem de serpiştirmesem de hikayede pek çok metafor bulunabilir… Size bir sır vereyim, hiçbir yazar tamamen kurgusal bir şey yazmaz, yazamaz… Mutlaka kendi hayatından izler taşıyordur yazdıkları 🙂

  4. Bu nefis yazıyı okurken aklım ister istemez günümüzde bu denli ince düşüncelerle yaşanan karşılıklı bir ilişki olma ihtimalini sorguladım.

    “kadının gözlerinden ay ışığını izlemeye çalışıyordu.”

    Bu cümleyi çok yaratıcı buldum, aklına sağlık. İmkansız olarak düşündüğüm şey ise gerçek hayatta birine bakarken bu cümlede olduğu gibi birşeyi düşündüğünüzde karşınızdaki kişinin de size aynı frekansta birşeyler hissetmesi mümkün müdür ? Mümkündür fakat genelde toplumun ürettiği basma kalıp şeyleri yaparlar :/

    Gerçekleşmeyeceğine inancım yüksekte olsa umarım bu yazıyı yazdığınız gibi bir ilişkiniz vardır ya da bir gün yaşarsınız dileğiyle cümlemi bitirmek istiyorum.

    Teşekkürler.

    • Bu kısa öykü yaşadığım şeylerden esinlenerek bir ilham anında yazdığım bir kurgu. Lakin içinde geçen ve sizin dikkatinizi çeken betimlemeler gerçek. Kişisel olarak soruyorsanız gerçekten gökte ay olan bir gecede bir kadının gözlerine baktım ve oradan ayı görmeye çalıştım. Nitekim yıldızları fotoğraflayacaktık o gece ama ay yıldızları örtecek kadar çok parlıyordu, nitekim kadının da isminde ay kelimesi geçiyordu. Ay malum aynadır tasavvufta. Ben de aynama baktım, o da bir surete baktığının farkındaydı. Ay ve güneş döner dururlar semazenler gibi… Nihayetinde ikisi de bir suret olduklarını bilirler. Bu meczup dünyayı aydınlatmaya çalışırlar ancak anca birbirlerini aydınlatırlar. 🙂 Teşekkürler içten yorumunuz için.

    • :)) Bu yazı pek çok kişiye işaret oldu. Bana bir sürü mail yağdı bu yazı üzerine. Diğer yazılar gibi bu kısa öykü de plansız programsızca ani bir ilham gelişiyle yazıldı. Ben değil parmaklarım yazdı 🙂

  5. Çevremden gözlemledigim kadarıyla ve kendimden de pay biçersem , kötü olayları yaratma yetenegimiz daha fazla Ben bunun nedenini şuna bağlıyorum Mesela bana şan oyunundan büyük para çıksın diyoruz , bunu en fazla bir saat düşünüp imaj kuruyoruz Fakat sinirlendigimizde o olayı tam gün hatta uykuya dalana kadar düşünüyoruz Bedenimizde bu kötü düşüncelere destek veriyor Kalbimiz hızlanıyor , midemiz kasılıyor , başımız ağrıyor Müthiş bir titreşimle kötüyü kendimize çekiyoruz

    • Çok doğru. Bir isteğin gerçekleşmesi üzerine çok şey yazılıp çizilmiştir ama aslolan; isteğin sadece zihinden değil, tüm beden, zihin ve duyguların birleşiminden gelmesidir. Yani sadece kafamızdan şöyle olsa diye geçirdiğimiz şeyler gerçekleşmez. O isteği hissedebilmek de gerekiyor. Bu bağlamda öfke çok güçlü bir duygu yaratır. Hem zihnen hem de ruhen bu duyguyu beslediğimizde kötü duyguları çekmemiz kaçınılmaz… Katkınız için çok teşekkürler. 🙂

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)