Bir Zaman Makinesi Olarak; Şu An

Ortalama okuma süresi 3 dk.

Her zaman gerçekle algı arasında büyük farklar olmuştur. Bir bilgi ilk elden anlatıldığında bile karşınızdakinin algıladığı kadar gerçektir. Zaman algısı da böyledir. Zamanın gerçekte ne olduğunu kesin ifadelerle tartışmak yerine (çünkü kimse bilmiyor) algısını tartışmayı, algısına neşter vurmayı tercih ediyorum. Çünkü hep böyle olur, bir yasa geçer meclisten, yasanın gerçekte ne yasası olduğu ile halkın bu yasanın amacını algılaması arasında bir algı farkı vardır ve ne yazık ki çoğunlukçu toplum yapısında çoğunluğun algıladığı gerçek olur, gerçek olan değil. O nedenle değil midir zaten bir sürü doğru bildiğimiz yanlışlar olması.

Hayatı yorumlarken her birimiz önce zamanı tartarız. Standart insan hayatı üzerinden hayat görüşümüzü belirleriz belki de. Mesela insan ömrü ortalama 500 yıl olsaydı bu gün dünya aynı dünya mı olurdu ya da siz aynı insan mı olurdunuz?

Misal şu an 30 yaşındasınız. Ortalama insan ömrü 80 yıl diyelim. Kaza bela olmazsa geriye kalan yaklaşık 50 yıl üzerinden hayat görüşünüzü ve şu an yapmak istediklerinizi belirleyecek belki de bilmeden hayatınızı buna göre yaşayacaksınız. Çünkü emeklilik planları vs. hep zaman algısı üzerinden yapılır. Ama ortalama insan ömrü 500 yıl olsa tüm fikirleriniz değişecek, oysa her iki durumda da 30 yıl yaşamıştınız dünyada, gerçekte değişen bir şey yok ama algı değişiyor ve algı her şey demek.

Ne yazık ki her şey demek, oysa gelecek ve geçmişe göre değil şu ana göre yaşamak olsa insan sanal değerler üzerinden gerçek üstü planlar yaparak kısa ömrü boyunca stresli yaşamak zorunda kalmazdı. Çünkü geçmiş şu an bilgiden ibaret, gelecekse sanal. Gerçek olan şu anda ise sanal olan geçmiş ve geleceği düşünüyoruz,  o nedenle şu anı da “yaşayamıyoruz”.

İlgili yazı:   Sonsuzluğa Doğru...

Yukarıdaki 500 yıllık insan yaşamı örneğini bu sefer tersten alırsak, bu sefer de bir gün sonra öleceksiniz diyelim. Yani bir gün sonra trafik kazasında öleceksiniz ve bilmiyorsunuz, gece yatağa yattığınızda halen gelecek planları kuruyorsunuz. Çok ütopik bir örnek vermiyorum, tüm dünyada her gün binlercesi yaşanan bir örnek veriyorum çünkü her gün binlerce insan sadece trafik kazasında hayatını kaybediyor. Yani olmayan sanal bir şey hakkında kafa yoruyor ve belki de strese giriyorsunuz. Geçmiş için de gelecek için de bu böyle.

Peki çözüm nedir?

Şu anı yaşamak demek boş bir özlü söz gibi görünebilir çünkü hep süslü cümlelerle anlatıp içi boşaltılmıştır. Somut uygulama ise şudur; önce şu anı düşünmekle başlamak gerek. Önce dakikaları yaşamak gerek. 1 dakikayı yaşamak gerek. Bir dakika içerisindeki varlığınızı hissetmek gerek. Sonra saniyeleri kovalamak gerek. Çünkü anı yaşamak için zamanı yakalamak gerek. Zaman dinamiğin içerisindeki durağanlık, dinginliktir. Işık hızıyla giden bir uzay gemisinin içerisinde uyumak gibi. Saniyelerin peşinden koşup artık her saniyeyi yaşamak, her saniye içerisindeki varlığınızı hissetmek gerek. Bu noktadan sonra zaman kapsülüne binebilir, anın içerisinde yaşayabilirsiniz. Geçmiş yok, gelecek yok, sadece şu an var. Şu an ise canınız ne isterse onu yapabildiğiniz andır. Araftır. Bilirsiniz araf ya da spatyom boş bir alandır. Burada aklınızdan ne geçerse gerçek olur. Böyle bir ortamda kötü şeyler mi düşünmek isterdiniz yoksa güzel şeyler mi. Böyle bir ortamda toplum ön yargıları yoktur, gelecek kaygısı, geçmiş acıları yoktur. Şu an ne düşünürseniz o vardır.

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

11 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Ne yazık ki modern dünya insanı bu kaygıların orta yerine çaresizce bırakıyor. Belki geçmişi düşünmeyi boş verebiliyorsun ama gelecek için kaygılanmamak çok zor; hele sürekli gelecekte güzel olacağını düşündüğün şeyler için çabalıyorsan. Yine de katılıyorum: Ne kadar zor olsa da, en azından zaman zaman insanın herşeyi unutup o ana odaklanması, kalp atışını hissetmesi, nefesini duyması algı açısından çok şeyi etkileyecektir.

    • Hem de çok şeyi… Kişisel olarak hep madde üstü bir deneyim yaşamak istemiş ama yaşayamamışımdır. Bunu sadece şu anı hissederek, aynı sizin dediğiniz gibi kalp atışlarımı algılayarak yaşadım. İnsanın insan olduğunu hatırlaması açısından da, benliğiyle kontakt kurması açısından da önemli bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Dediğiniz gibi geçmiş ve gelecek arasında ister istemez sıkışıp kalıyoruz ama insan olduğumuzu unuttuğumuz için, şu anın sihrini unuttuğumuz için belki de dünyadaki büyük buhranlar.

    • Şahsi görüşüm evet… Şimdiki an derken tam olarak andan bahsediyoruz. Bu öyle bir nokta ki boyutsuz, saniyenin milyarda biri filan değil, sonsuzda biri bir andan bahsediyoruz. Bunu layığıyla tam anlamıyla deneyimlememiz elbette zor ama bazen çok mutlu coşkulu ya da farklı duygyları çok yoğun bir şekilde yaşadığımız küçük anlarda bunu hissedebiliriz. Genel olarak anda kalmak, hayatı anda kalarak yaşamak ise bir nebze de olsa bu “zamansızlık” hissiyatını yaşatabilir…

  2. evet bizim dünyamızda anlık yaşanıyor belki dediğiniz gibi. Eylemlerimize ne oluyor peki, nereye gidiyor, onları zaman kavramına oturtmadan nasıl ölçeklendirebiliriz.

  3. Güzel soru 🙂 Zaman yoktur demiyoruz, aksine eylemler zaman algısını yaratır. Ama eylemler büyük oranda geçmiş ve geleceği algıladığımız yerde yani zihinde hafızada yer alır. Şu an ise hafızada yer almaz. Zihinsel bir şey değildir şu an… Eylemlerimiz hafızaya gidiyor, hayallerimiz de hafızaya gidiyor. Yani geçmiş ve gelecek hafızada. Peki şu anı hatırlayabilir misiniz?

  4. Eğer şimdiki zaman hafızada yer almıyorsa hatırlanamaz sonucu çıkar çünkü Hatıralar, anılar hafızaya kaydedilir lakin, zaman sanki durmuştu diye tabir ettiğimiz anlar en iyi hatırlananlardır. Birde şunu eklemek isterim, insan beyninin anıları kaydeden herhangi bir Bölümü’nün olmadığı bilimsel bir gerçek olarak kabul gördü bilim dünyasında. Bu tartışılabilir tabi. Benim naçizane fikrim ise, asıl benlik olgusu ile ilişkilendirerek cevap bulabileceğimizdir şimdiki anla ilgili sorulara

    • Doğrudur, beyinsel aktivite bazında hafıza kayıtlarına ulaşılamıyorç O nedenle psikoloji bilimi ancak hipnozla buna ulaşabiliyor. Tıp bilimi geçici hafızaya ulaşabiliyor ki yaklaşık son 24 saatlik hatıralarımızın depolandığı birim beyinsel aktivite gösteren bir bölgede. Ama bu geçici hatıralar kalıcı anılara dönüştüğünde beyinde nerede depolanıyor tam olarak bilinemiyor. Hafıza eterik bir oluşum yani akaşik kayıtlar denen enerjinin farklı bir formunda kaydedilen bilgilerden oluşuyor. İnsan zihni bu bölgeye bazı özel kurallar dahilinde girebiliyor ve vurgu yaptığınız gibi bu bölgeye yani eterik hafızaya ancak yüksek benlik girebiliyor. O nedenle zaten yüksek benlikle ilgili çalışmalarda nefes egzersizleri ile anda kalma çalışmaları yapılır…

  5. Beyin sadece bedeni kontrol edebilen düşünceleri bedenimizin eyleme dönüştürmesine yardım eden bir organdır.
    “Daha yeni yazılan bir tıbbi makalede ölen bir hastanın yaklaşık 15-20 dakika süren yeniden hayata döndürme çabalarından sonra hayata döndüğünde tüm olanı biteni tamamen ayrıntılarıyla birlikte anlatması sonucunda doktorlar şaşkınlık içinde ruhun şuurlu bir enerji olduğunu tespit ediyorlar.
    Çünki beden tamamen ölüyken tüm organlar çalışmadığı tespit edilmiş ken gerçekleşen bu olayın başka bir açıklaması olamadığını kabul etmişlerdir.”
    Sonuç; Hafıza adına ruh dediğimiz şuurlu enerjide bulunuyor.

  6. “Zaman makinesi” ve bu yazınızı okuduktan sonra katkı sunabileceğimi düşündüğüm bir konuda yazmak istedim. Bütün yazılarınızı henüz okuyamadım; ancak okuduklarımdan yola çıkarak yaklaşımlarınızda gördüğüm nacizane bir eksiği paylaşmak istiyorum (belki de eksik değildir, ben henüz okumamışımdır.).

    Benim varoluş yolculuğum yaşadıklarımı anlamlandırmaya çalışmam üzerine başladı. Buna “ölmeden önce ölmek” yahut bilimsel adı ile DNA aktivasyonu deniyor. Yani kundalini enerjisinin omurlardan kafama kadar çıkış anını yaşadım. Açıkcası yaşadığımda bu kavramların adını dahi bilmiyordum.Meğer, insanlar meditasyonu da bunun için yapıyormuş. Ruh bilgisine ulaşmak, ruh ile bağlantıya geçebilmek, kendini onun yönlendirmesine tamamen açmak için DNA aktivasyonuna ihtiyaç duyuluyor. Aslında bu aktivasyon kısaca kalbinin ve egonun sesini ayırt etmeye yarıyor.İşte birlik duygusu, Tanrı olduğun hissi bu noktada zuhur ediyor. Geleceğini belirleyebildiğini farkediyorsun. Sizin sayfalarca emek emek araştırarak yazdığınız şey bana his olarak geldi. Sizinle paylaşmak istediğim kısım ise şu; Peki, ben nasıl oldu da insanların usta usta gezip aktive etmeye çalıştığı şeyi doğal akış içerisinde yaşadım?

    Aslında ölmeden önce öldüm, yani hayatınızda öyle bir dip nokta yaşıyorsunuz ki , tüm suçları üzerinize alıp egonuzu öldürüyorsunuz bir nevi, karadelik gibi kendi içinize çökerek yok olup gitmek istiyorsunuz. Kimse yaşamasın diyeceğim ama sonrası çok güzel 🙂

    Eksik olarak gördüğüm nokta ise şu; atomaltı parçacıklarının davranış seyrini etkileyen şey gözlemcinin düşüncesine yüklediği duygular, hisler. Yazılarınızda genel olarak eksik gördüğüm durum bu, duyguların yarattığı frekans etkisinin gözardı edilmesi.Aslında duyguların kendi kaderimizi belirleme gücü iyi-kötü, sevap günah algısı ile olumlu yönde etkilenmeye çalışılıyor. Şöyle ki, aynı eylemi yapan iki kişinin eylemlerindeki niyete bağlı olarak
    cennet-cehennem ehli olacağı belirtiliyor. Aslında buradaki cennet cehennem kavramları, düşünceye yüklediğimiz duyguların kendi kaderimizi şekillendirmemizde belirleyici bir unsur olmasından yola çıkılarak oluşturulmuş.İyi-kötü algısına sahip olmayan bir “öz” insanlara kendi cennet ve cehennemlerini yaratma olanağı vermiş.Bu olanağın bugüne kadar açıkça anlaşılamama sebebi de insan zekasının yeterli düzeye gelememiş olması.Ancak anlatılamasa da dinlerde cennet cehennem kavramları ile insanlar yönlendirilmeye çalışılmış.

    Egosunu öldürmüş insanın frekans düzeyi artar, uyumlanmayı araf döneminde tamamlayıp(aktivasyonun tamamlanması) kendi mahşer alanına geçtiğinde ise frekans düzeyi çok arttığı için düşündüğü her şey çok kısa zamanda gerçekleşir. Aslında bedenen dünyada olsa da ruhsal boyutta seviye atlamıştır.Kadim bilgilerde de
    bu durum çakra seviyeleri ile açıklanır. Toplamda 7 boyutludur. 5. alan mahşer alanıdır. Ancak 1. boyutta ölmeden önce ölüp mahşere geçenle, 4. boyuttan ölüp mahşere geçen arasında da yine frekans farkı vardır.Buna tasavvufta tekamül seviyesi deniyor. Dinde takva seviyesi olarak açıklanan şey bilimde frekans, halk dilinde de aura olarak geçer.

    Şuan 5 i geçip 6. boyuta ulaşan dünyada çok az insan var. 6. boyut üçüncü göz enerjisi ile ilişkilendirilir.Birini tanıyorum; bir gün geçti zannediyorum ama 5 gün geçmiş oluyor demişti.Ruh ile bütünleşebilmekle alakalı bir durum sanırım.

    Dinlerde kurtarıcı, mehdi, mesih olarak geçen kişi de benim tahminime göre dünyadayken 7. boyuta ulaşabilen ilk insan olacak olması;yani insanın en gelişmiş modeli. Onun 7. boyutta bütünleşmeyi yaşaması, tüm dünyayı etkileyecek bir frekans yaratacaktır diye düşünüyorum. Kısaca kendini kurtararak insanları kurtaracak.

    Umarım size ilham olacak bilgiler sunabilmişimdir.

    Keyifle okuyorum.

    Teşekkürler emekleriniz için 🙂

    • Sevgili Anka;

      Değerli katkın için çok teşekkürler. Bu blogun yarısı Zamanın Ötesi blog yazılarıysa yarısı da yorumlardır ve okurlar yorumlardan inanılmaz ilhamlar alıyorlar hatta bazen kapılar açıyorlar kendilerine…

      Tespit ettiğin eksiklikte haklısın, sadece şunu eklemem gerek. Bu altına yorum yazdığın yazı yani “Bir Zaman Makinesi Olarak Şu An” yazısı 25 Aralık 2012 tarihli bir yazı. Eski yazılarımı, eski fikirlerimi de blogtan silmiyorum ya da değiştirmiyorum ki bu sayede hem ben hem de okur gelişimimi görebilsin. Hiçbir bilginini dogma olmadığını da anlatmış oluyorum böylece.

      Yani evet o zamanlardan bu zamanlara bende de bilinç olarak bir şeyler değişti ama yazılarımda duyguyu eksik bulmanızda biraz da terkibimin etkisi var. Başka yazılarımda bu yaptığınız eleştiriyi birebir aynen kendime yapmışımdır ve keşke ben de hissi kablel vuku biri olabilsem demişimdir ama kendimi bildim bileli analitik bir zekam var.

      Ve yine bu yorumunuzda yazdığınız bir şeyi başka yorumlarımda birebir yazdım. Dedim ki: “Tüm bu yazdıklarımı, hiç bir kitap okumadan, araştırma yapmadan hatta tefekkür bile etmeden deneyimleyen insanlar var ve bana blogtan ulaşıp deneyimlerini anlatıyorlar. Ben de bu deneyimlerin neye karşılık geldiğini onlara anlatıyorum ve ben o şeyi deneyimlememiş olmama rağmen deneyimleyenden daha iyi anlatıyorum. Daha doğrusu daha iyi ifade ediyorum.”

      Siz kendinizi çok iyi ifade eden birisiniz ve deneyimlerinizi çok güzel anlatıyorsunuz yukarıdaki yorumunuzda olduğu gibi ama bazen bu kundalini yükselişi ya da farklı boyutlara geçme deneyimlerini yaşayanlar; yaşadıkları şeyleri ifade etmede zorlanıp tıkanıyorlar. Ben kundalini yükselişi, farklı bir boyutu deneyimleme ya da halk tabiriyle paranormal hiçbir olay yaşamamama rağmen bunları yaşayanlardan daha iyi anlatabiliyor ve açıklayabiliyorum bu olguları. Bunun nedenini çok sorguladım zamanında ama artık sorgulamıyorum. Sadece akışa bıraktım kendimi. Belki de benim deneyimleme şeklim böyledir 🙂

      Menzil tek ama menzile giden yollar sonsuz.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)