Kendinle Güreş

Ortalama okuma süresi 3 dk.

“Kişinin tek düşmanı vardır: Kendisi.”  -Zamanın Ötesi

 

“Yakup o gece kalktı; iki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı’nın sığ yerinden karşıya geçti. Onları geçirdikten sonra sahip olduğu her şeyi de karşıya geçirdi. Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti. Yakup’u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup’un uyluk kemiği çıktı. Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi.

Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı.

Adam, “Adın ne?” diye sordu.

“Yakup.”

Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail denecek” dedi, “Çünkü Tanrı’yla, insanlarla güreşip yendin.”

Yakup, “Adını söyler misin?” diye sordu.

Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı.

Yakup, “Tanrı’yla yüz yüze görüştüm ama canım bağışlandı.” diyerek oraya Peniel adını verdi.”

-Yaratılış: 32, Tevrat

 

Kimse size zarar veremez, kimse size acı çektiremez ya da “kötülük” yapamaz. Ancak ve ancak siz kendinize zarar verir, acı çektirirsiniz. Bu hep böyle ola gelmiştir fakat suçluyu dışarıda aramak doğamızda var.

Tevrat’ın Yakup’u sahip olduğu her şeyi geride bırakıp, yalnız kalıp kendisiyle güreşmişti çünkü kutsanmak istiyordu. Yani ilahi olmak, tanrının ışığı olmak, saf olmak, özü ile bir olmak istiyordu. Bu nedenle kendisinin ırmağın karşısına geçmesine engel olan yanıyla güreşmeye başladı. Güreşiyordu çünkü kendisinin kutsanmasını sağlayacak olan, kendisinin kutsanmasına engel olanla aynıydı ve kutsanmadan onu bırakmaya niyeti yoktu. Böylece Yakup güreşi kazandı ve “İsrail” ünvanını kazandı. İsrail kelime anlamı olarak “tanrı için savaşan / çabalayan kul” demektir. Yakup da güreştiği adama adını sorduğunda bazı kaynaklara göre şu cevabı almıştır: “Ben Benim”. Yakup tanrıya ismini söylememiştir çünkü bir şeyi isimlendirmek onu tanımlamak ve sınırlamak anlamına gelir. Sınırsız olan bir şey sınırlandırılamaz. 🙂 Adam ismini söylemeyince Yakup onu gördüğü yere Peniel adını taktı ve Peniel kelime anlamı olarak “tanrının yüzü” demektir. (Peniel ve Pineal kelimelerindeki benzerlik dikkat çekicidir.)

İlgili yazı:   Assassin's Creed Film Analizi

Tevrat’ta geçen bu meşhur kıssadan hisse Yakub’un tanrıyla güreşi olarak bilinir fakat bütün kutsal kitaplardaki bütün hikayeler gibi bu da bir alegoridir. Kutsal kitaplarda tanrı diye adlandırılan, bizden ayrı bir varlık değildir. Ekseriyetle kendimizizdir. Psikoloji diliyle üst benlik de denebilir…

kendinle güreş
Gustave Doré (1855)

Yakup gibi içten içe hepimiz kutsanmak isteriz çünkü o en saf halimize geri dönmek isteriz. Bu dünya üzerinde yaşarken başımıza gelenler ya da şahit olduklarımız yüzünden kendimizi kirletilmiş hissederiz. Bazen hayata yabancılık duyarız, kendimizi sevmeyiz, kendimizden uzaklaşırız. Yakup gibi biz de tanrı tarafından sevilmek isteriz. Yani kendimiz tarafından sevilmek isteriz, kendimizi sevmek isteriz. Kendimizi koşulsuz şartsız sevmek, kutsanmamız anlamına gelir fakat Yakup’un güreşinde olduğu gibi kendimizi sevmedikçe kendimizle savaşırız. “Sev beni sevvv” dercesine kendimizle güreşiriz.

Sıkıntı ve açmazlarımızın kaynağına, temeline indiğimizde gördüğümüz şey sevgisizliktir. Kendimizi sevmeme ve bu nedenle kendimizle savaşma hali… Kendimize karşı isyan, başkaldırı ve suçu başkalarında arama hali, bırakamamak, vaz geçememek… “Neden bunlar başıma geldi, neden bunu yaşıyorum, neden bana bu yapıldı…” Oysa insanın başına ne gelirse kendi seçimleri yüzünden gelir. Yaptığımız tercihlerdir bizi biz yapan ve sonuçlarıdır şu an yaşadıklarımız.

Yakup burada güzel bir formül sunar bize: Kendinle yüzleş. Gerekirse her şeyini nehrin karşısına geçir; hırslarını, kariyerini, bağlılıklarını, herkesi ve kendinle yalnız kal. Kendinle baş başa kalıp kendinle hayat boyu güreşmek yerine bir defa güreş ve o güreşi kazan, böylece rabbin yani kendin tarafından kutsan, sevil…

Böylece güreşin bitsin, kavgan bitsin ve için huzura kavuşsun 🙂

Kendi Peniel’lerimize varmamız dileğiyle…

“Tanrıyla yüz yüze görüştüm ama canım bağışlandı…”

 

 

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

24 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Bir kaç saat önce bir rüya gördüm.. pek çok şey hakkında pek çok şey yaşandı… hatırlayamıyorum. Hatırladığım: rüyanın sonunda şöyle dediğim. İnsanın ilgilendiği her şey aslında Tanrı ile münasebetidir. Aradan bir kaç saat sonra karşıma çıkan yazı bu oldu!…
    “İsrail kelime anlamı olarak “tanrı için savaşan / çabalayan kul” demektir.” Bu anlama sonradan dönüştürüldüğü düşünüyorum. Çünkü “Tanrı ile dövüşen” yani tam olayı anlatan anlamda kullanıldığı yerler de gördüm..

      • Bayağılığın ötesinde konulara kafa yoran insanların çok karmaşık meselelerde eşzamanlılıkları sık yaşadıkları tespitinde bulundum. Bu kaynağa yakınlaşmaktan ötürü oluyor olsa gerek.

      • Kaynağa yaklaşıyor muyuz bilmiyorum ama sanırım aynı frekansta olmaktan kaynaklı. Kişisel hayatımda da çok fazla kişiye işaret veriyorum, çok fazla kişiden işaret alıyorum, eş zamanlılıklar yaşıyoruz…

      • Tabi, kaynak dendiğinde daha ötesi olmayan mutlak bir nokta anlaşılabilir. Kaotik düzen içinde benzer seviyede, yakın frekans tutturmak yani rezonansta olmak da denebilir. Böylece yakın veya aynı morfik alanların tesirleri alınabilir. Radyo alıcıları ve yayını yapan radyo istasyonu misali.

      • Bu karmaşık benzerlikler(eşzamanlılık) beni son zamanlarda aslında bir simülasyonda olduğumuz fikrini kabule zorluyor.. Varlığın tüm olasılıklarını aklımız alamaz. Zeka ve fizik yasalarının da bir sınırı olmamalı. Böyle düşününce içinde bulunduğumuz evrenin sonsuz varlık potansiyeli içinde çok cüzzi bir alana denk düştüğünü ve bunun daha üst boyutlar tarafından yapılmış bir anlaşma gereği olarak sınırlandırıldığını düşünüyorum son zamanlarda..

      • 🙂 hata gibi ama aslında hata değil. Simülasyonda farklı bir misyonu olanlar için bırakılmış işaretler..

      • Denizhan’ın söylediği şeyin üzerine çok kafa yormuşluğum vardır hatta bu konu çevresinde gezinen birkaç yazım da var blogta. Mesela semptomlar yazımı okuyabilirsiniz. Bir hata gibi görünen ya da sıradışı bir olasılık gibi görünen eş zamanlılıklar bilim tarafından açıklanabiliyor: kuantum dolanıklık. Parçacıkların aynı titreşim alanında olması fakat heisenbergin belirsizlik ilkesi ekseninde bunun nasıl gerçekleştiği tam olarak çözülemedi henüz. Bundan sonrası şimdilik felsefenin alanına giriyor, biz de bu tür bloglarda bunun üzerine beyin fırtınası yaparak potansiyelimizi ortaya çıkartmaya çalışıyoruz. İşte tam da bu noktada sorunuzun cevabı geliyor; nasıl bir misyon?.. Eş zamanlılık yaşandığında bu bir zincirleme reaksiyona sebep oluyor. Siz yaşadığınız eş zamanlılık ve aldığınız işaretleri paylaşmaya başladığınızda, benzer şeyleri yaşayan ama kimseyle paylaşamayan insanlar cesaret bulup içlerindeki verileri paylaşmaya başlıyorlar. Bence blogun; benim, yani naçizane yazarının ötesine geçip etrafa parçacıklar sıçratıp onlarca kişiye işaret vermesi de bundan kaynaklı olabilir. Bir tür frekans ayarlaması yapıyor çünkü blog açıldığından beri en çok aldığım mail ve yorum şu cümleler oldu: “Yalnız olmadığını bilmek güzel.” ve “Bilip de anlatamadığım şeyleri anlatmışsınız.” hatta hiç deneyimlemediğim şeyleri dahi deneyimleyenlerden daha iyi anlatmışım bazı yazılarımda. Bir tür havuz etkisi yaratmış olabilir blog. (Ben değil, ben vasıtayım) Neden bu kadar detaylandırdım bunu? Çünkü çok fazla eş zamanlılık yaratıyor artık her yeni yayınlanan yazı ve yazıları ilham girince yazıyorum sadece.

        Sorunuza dönersek misyon kolektif bilinçte insanın kendinden kendine giden bir yarık, bir yol açmak olabilir. Eş zamanlılıklar da bu yoldaki işaret tabelaları. Yolu açan greyder ise iletişim 🙂

      • Evet denizhan,simülasyonda olduğumuzu ve bu similasyonun sınırlandırıldığı kesin,bu sınırları korumak için çevrendekiler sürekli geçmişini ve adını kullanarak (herkes neden aynı yemeği yer ki)seni geriye düşürmek isteyeceklerdir,hatta sen daha da şüphelenecek ve bakışlar tedirginlik yaratacak fakat kendi gerçekliğinde onları koşulsuz sevginle kabullenerek bu tedirginliği ortadan kaldıracaksın,daha üste çok daha üste tırmanışlarda hissettiğin konuların içinde buluvericeksin kendini ve….şaheser gibi çevrene ve gerçekliğe yön vereceksin..instagramdan yabancı kişiler seni eklemeye başlıycak ve bizim ilgilendiğimiz konularla uğraşan kişiler daha çok şaşıracak şüphelerin gerçeğe dönüşecek:))bol şanslar yeni yolunda

      • Söylediklerin gerçekleşiyor Zero. Bende aynen senin dediğin gibi bu alanda insanlarla ilgili karşılaştığım zorlukları ancak sevgi ile aşabileceğimi anlamış bulunuyorum. Bunu sizden duymam da pekiştirdi. Teşekkür ederim..

      • Rica ederim nedemek,hepimiz bir iz sevgiyiz,saygıyız,sadakat sözüyüz:)daha üst tırmanışlar daha heyecan verici ki imgelediğin yada bir konu hakkındaki düşüncelerin çevrendekiler tarafından okunmaya başlıyor ve açtığın tv programlarında konuşulmaya başlıyor,hah gene eş zamanlılık yaşıyorum diyeceksin ve şaşıracaksın ama eş zamanlılık değil işte:))sanki program bir yazılım atıyor ve o kişiler öyle konuşacağını biliyorlar istemeden bu sefer sende ne düşünüp imgeleyeceğine dikkat ediyorsun:)

  2. Merhabalar; Tamda bu yorumlara cevap olacağını düşündüğüm Hz.Mevlananın Hz.Şems ile dostluklarına istinaden yapılan yorumlara yine Hz.Mevlananın cevabı var muhtemelen tasavvufla ilgilenenler biliyordur.
    O Mevlana ki,
    “ne buluyorsun bu meczup dervişte?sen hocaların hocasısın,Şems’ten öğrenecek neyin var?”sitemlerine şu cevabı verir.:
    “Ben ondan bir şey öğrendim oda bana yetti;
    Şems’i tanımadan önce ben,acıkınca bir kap çorba içer,doyardım.
    Üşüyünce de ocağıma iki odun atıp ısınırdım,Fakat şimdi,dünyanın bütün çorbalarını içsem doyamam.
    çünkü biliyorum ki dünyada açlar var.
    Dünyanın bütün odunları yansada ocağımda ,artık beni ısıtmıyor.
    Zira biliyorum ki yeryüzünde üşüyenler var.”

    Evet sevgili yorumcular;
    yüreğiniz koşulsuz sevgi ve farkındalıkla dolduğu zaman taşıdığınız tanrısal enerjinin rezonansı yükselerek sizi farklı sistemlere bağlar,sizinle aynı rezonansta olan ruhlarla,Telepati,eşzamanlılık, duru görü,telekinezi,vs,gibi var olan nitelikleriniz çalışmaya başlar.Bu blog Şemsin Mevlanaya dokunup onu irşad edişi gibi bizlere de dokunmaktadır.
    sevgi ve ışıkla kalın.

  3. Buradaki yazıları ve yorumları okudukça kendimi evimde hissediyorum. Ne iyi oldu burayı keşfetmem. Ahmet Bey’e ve herkese çok teşekkürler ve sevgiler…

    • Bu sanırım blogun sloganı olacak: “Kendimi evimde hissediyorum.” 🙂 Ne güzel ki çoğu okur aynı histe ve aynı cümleleri kuruyorlar. Bir ara da şu çok söyleniyordu: “Yalnız olmadığımı bilmek güzel.” 🙂 Kelimeler “ÖZ” ‘den dökülünce, bilim ve inanç, zihin ve kalp aynı telden konuşmaya başlayınca sanırım orası “yuva” oluyor 🙂

  4. Yakup’un savaşı egosuyla idi.
    Eşler ve çocuklar mecazi anlamda dünyasal tutkulariy dı.
    ” Tutkularını birak kendinle yüzleş ”
    Israil’in anlamı Tanrı yi kabul etmek onun yoluna yönelmek olarak yazar bazen.

    Tevrat’ta melekle güreşen diye geçer. Tabi bazı yerler şaibeli .

    Fakat peniel ile pineal onu tam anlayamadim. Iki benzer isim geçmiş. Peniel tanrinin yüzü diye yazmışsınız. Peki pineal ne anlamda ? Yoksa onun anlamını farketmemiş olabilirmiyim. Tekrar yazılar üzerinden geçtim.

    • Sevgili zamanın ötesi, pineal kelimesine tekrar baktım yazınızda ama göremedim. Onun ne anlama geldiğini gerçekten merak ettim. Ondan bahsetmiş olmanızı açıklarsanız sevinirim çünkü ona takmış durumdayım ☺
      Neden derseniz ikisi arasında benzerlikten bahsederken pekinel in tanrının yüzü olduğu ifadesi getirmişsiniz ama benzeri olan pineal in ne olduğunu yazmamışsınız.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)