The Zero Theorem – Sıfır Teorisi (Film Analizi)

Ortalama okuma süresi 8 dk.

tumblr_mowp53vDMm1r746d6o1_500

Oldukça zor bir varoluşçu filmle karşınızdayız. Dahi ve sıradışı yönetmen Terry Gilliam’ın son filmi; “The Zero Theorem” yani “Sıfır Teorisi” .  Yönetmenin 1985 yılında çektiği “Brazil” filmini andıran bir teması olan yapım, bilim kurgu distopyaya varoluşçu gözlüklerle yaklaşıyor. Film hakkında kişisel görüşüm, görselliğin içeriğin bi tık önüne geçtiği yönünde. Film biraz daha uzun tutularak senaryo zenginleştirilebilirdi diye düşünüyorum. Ama yönetmen az diyalog çok sembolle anlatmak istediklerini resimlere aktarmış. O nedenle sinemada sembolizm meraklılarına tavsiyem filmi durdurup durdurup izlemeleri…

Terry Gilliam’ın bu film hakkındaki röportajını okuduğumuzda ve daha önceki filmlerini de hatırladıkça yönetmenin kişisel hayat görüşünü filmlerine de yansıttığını kolayca görüyoruz. Bu filmde de insanın gözüne sokulan detaylar vardı. Bunları ele almadan önce filmin ana temasını açıklamaya çalışalım. Film inanç ve inançsızlığın insan hayatına etkisini ele alıyor. İnancın ve inançsızlığın hayat anlayışını ve haliyle komple hayat dediğimiz komplike etkileşimli yapıyı nasıl etkilediğini ortaya koymaya çalışıyor. Ana kahramanımız Qohen bu filmde net olarak inancı temsil ediyor. Yönetimin (The Management) oğlu olan Bob ise ateizmi temsil ediyor. Ama ilginç bir şekilde aralarında birbirlerinin  hayat görüşüne saygı duyan bir etkileşim var. Qohen hayatında odağını kaybetmiş biriydi. Varoluşuna bir amaç arıyordu. Çünkü tüm bunların bir amacı olmalıydı…

Burada araya bir parantez açmam gerekirse, Qohen karakteriyle kendimi çok özdeşleştirdim. Hatta kendisinden bahsederken ben değil de biz demesi ile bu blogta yazarken çoğunlukla ben yerine biz kelimesini kullanmamı bile karakterle özdeşleştirdim. Benim biz diye yazma sebebim bu blogu, bu yazıları okuyan insanlarla yani sizle şu an, siz bunları okurken bir etkileşim içerisinde olmamızdandır. Bir yazıyı okumak yazıyı okuyanla onu yazan arasındaki bir iletişim türüdür ve interaktiftir. Bir fikri okurken siz de o fikri kafanızda irdeler ve yeni fikirler üretirsiniz. Böylece ortak bir bilinç gibi hareket ederek dünyaya fikirler yayarız. Bu benim değil, bizim fikrimiz olur çünkü her birey bir fikri farklı farklı algılar. Burada yazdıklarım da salt benim değil benim okuduğum fikirlerden etkilenerek yaptığım çıkarımlar sonucudur. Yani yazdığım her şey bireysel bir çabanın ötesinde bir grup zihni çalışmasıdır. Yazılar aracılığıyla birbirine bağlanmış zihinlerin ürünü… Yani ben değil, biz yazıyoruz. 🙂 Ben de neredeyse kendimi bildim bileli bir varoluş amacı arayışı içerisindeyim. Çünkü her şey öylesine anlamsız geliyor ki bir noktadan sonra ya böyle bir amaç olmalı deyip onun peşine düşüyorsun ya da Bob karakteri gibi bir nihilist oluyorsun. Yani hiçliğe inanıyorsun. “Hiçlikten geldik ve hiçliğe gidiyoruz o nedenle her şey anlamsız her kes istediğini yapıyor” görüşü ile “birden geldik bire geri döneceğiz ve her şeyin anlamı bu” arasındaki fark gerçekten de sıfır rakamı ve bir rakamı arasındaki farka benzer… Filmdeki “yönetim” ise sıfırın bire eşit olduğunu yani anlamsızlığın kanıtını aramaya çalışıyordu filmde. “Sıfır yüzde yüze eşit olmalıdır.” diye sürekli tekrarlanan söz, tüm varlığın hiçliğe eşit olduğunu kanıtlama çabasının sözüdür. Yönetim için inanç ya da inançsızlık önemli değil onun için filmin finalinde de söylendiği gibi hangisinin para ettiği önemlidir. Nitekim filmin başında siz de zengin olmak istemez misiniz reklamından hemen sonra aynı tabelada scientology gibi üretilmiş, ticari kaygı taşıyan dinlere dem vurup batman dini diye yeni bir dinin reklamı görünüyor. Yani zengin olmanın yolu dini kullanmaktır diyor tek sahnede yönetmenimiz. İşte sembolizm bu şekilde okunuyor filmlerde.

İlgili yazı:   Doğum Günü

Filmin başından anlıyoruz ki ana karakterimizin evreninde dinler insanların inançlarını sömürerek daha fazla para kazanmak için üretilmiş şeyler… Bu cepte… Sonra yanmış bir kliseyi eve dönüştüren ana kahramanımız Qohen’in inancının ne olduğunu görüyoruz. Bir telefon araması bekliyor ve bu arama sonucunda telefondaki ses ona varoluşunun amacını söyleyecek. Ona ne yapması gerektiğini söyleyecek… Bu inancına öylesine bağlı ki evden dışarı çıkmak istemiyor. Çünkü çıkarsa o telefon aramasını kaçıracak belki de inancına itaatsizlik edecek. Ama bu inanç da ona yönetim tarafından verilmiş ve gerçek değil aslında. Filmin finalindeki yönetimin konuşmasından anlıyoruz ki Qohen’e verilen inancın amacı onun kendi hayatını anlamsızlaştırıp anlamsızlaştırmayacağını ölçmekti ve nitekim de öyle oldu. O telefonun gelmesini beklerken Qohen hayatı yaşamayı bıraktı ve paranoyak hastalıklı birine dönüştü. Hayatına bir anlam arayışı, hayatını anlamsızlaştırdı. Yönetim bir yandan hiçliği yani her şeyin sıfıra eşit odluğunu ispatlamaya çalışırken diğer yandan da inancı Qohen üzerinde denemiş ve onun da yani inancın kendisinin de bizzat boş ve sıfıra eşit olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı. Ama film burada bitmiyor ve filmin asıl ana teması bu değil… Şu yönetimin Qohen’e yaptığı şu konuşmayı inceleyelim:

“İnsan ırkının bir Tanrı’ya inanma arzusunun en üzücü yönü ya da başka bir deyişle, bu hayattan daha iyi bir amaç, bu hayatı anlamsızlaştırmasıdır. Gördüğün gibi, söz verilmiş sonsuzluk yolunda burası sadece bir köprü. Seni seçmemin nedeni projemin antitezini temsil ettiğin içindi. İnanç adamı! Gördüğün gibi, bir telefon çağrısının senin tüm hayatına anlam katacağı konusunda kararlıydın. O çağrıyı bekledin de bekledin ve sonuç olarak anlamsız bir hayatın oldu. Üzgünüm ama, artık hizmetinize gerek kalmadı.”

Çarpıcı bir final diyaloğu… Terry Gilliam yaşlandıkça sanırım filmlerindeki mesajlarında daha cesur olmaya başladı. Yoruma gerek bırakmayan bir diyalog olsa da bu diyalogtan sonra yaşananlar bu diyaloğun altında yatan derin anlamlara bir kapı aralıyor. Yönetim bu sahnedeki büyük makinenin kaosu kapsüllediğini söylemişti. Dahiane bir fikir… Aklıma CERN labratuarlarındaki LHC yani büyük hadron çarpıştırıcısı geldi. Nitekim orada da atom altı parçacıklar ışık hızlarında çarpıştırılırken yeni mikro evrenle yaratılıp yok ediliyor. Big Bang simüle ediliyor… Ortaya saniyenin milyonda biri hızda var olup yok olsalar da kara delikler çıkıyor ve bu deneye milyar dolarlar yatırılıyor. İşte yönetim bu kara deliği bizzat elde etmeyi başarmış, bu makineye hapsetmiş… Yönetimin bu konuşmasından sonra diyalog yok, o nedenle görsellerle yorumlamamız gerek finali tamamen. Sadece şunu aklımızda tutalım, bu konuşmadan sonra Qohen yönetime kızıp “Seni şeytan!” diye bağırıyor. Küfür de edebilirdi ama senarist ve yönetmenimiz şeytan dedirtmeyi uygun görmüş… Ardından arkasında duran hiçlik makinesini parçalamaya çalışıyor çekiçle vuruyor filan ama etki etmiyor tabi ki, hatta sen yanlış alettin diyor ya Qohen çekice… Bu varoluşu bu hiçliği kırmak için çekiç değil başka bir alet gerekti çünkü… Zihin! Qohenin öfke nöbetinden ve Qohen hiçlik makinesinin borularını söktükten sonra borular kendi kendine yeniden yerlerine takılıyorlardı. Bunu şöyle yorumluyoruz: Qohen testi geçti ve makine diğerleri için, dünyanın geri kalanı için hazır… Makine kırılıp içindeki kara deliği gördüğümüzde anlıyoruz ki her kes bu boşluğa kendini bırakıyor. Bu noktada filmin afişindeki sloganı hatırlatmak gerekirse: “Nothing is everything.” Yani “Hiçbir şey, her şeydir.” Her şey hiçliktedir diye de yorumlanabilir… Kahramanımız da kendini bu kara deliğe, yani hiçliğe bırakıyor ondan kaçmak yerine… Böylece kendi gerçekliği yaratabildiği, her şeye sahip olabildiği kendi cennetine ulaşıyor. Hiçlikten geldiysek diyor film, hiçlikten her şey çıktıysa şu an gördüğümüz, deneyimlediğimiz, o zaman hiçliğe kendi bilincimizle hiçliğe dönerek kendi “her şey”‘imizi yaratabiliriz. Kendi gerçekliğimizi…

İlgili yazı:   Reiki & İnsan Deneyimi

The-Zero-Theorem

Gelelim derin çıkarımlara… Daha önce yazdığım yazılardan pek çok şey bulmak mümkün alt metinlerde. Demiurgos & Adem yazımı okuyanlar orada Adem’in, şeytana isyan edişi ve öfkelenişini hatırlayacaklardır. Aynı bu filmde kahramanımızın final sahnesinde yönetime öfkelenişi gibi… Ama Adem bu isyan sayesinde doğru olana, hakikate ulaşıyordu… Demiurgos evreninden çıkıp hakikate ulaşmak için zincirlerini kırıyordu. İnce bir detay var orada… Filmde yönetim her şeyi gözleyen büyük birader olarak gösterilmiş. Tüm dünyayı kontrol altında tutmaya çalışıyor… ve hiçliği kanıtlamaya çalışan da o zaten. Yönetimin zihniyeti eğer daha yüksek bir amaç yoksa ve her şey hiçse o zaman ben neden bu sirk alanının tanrısı olmayayım? Nitekim günümüz dünyası da böyle yönetilir. Hasan Sabbah’ın sahte cenneti ve fedaileri gibi… Hasan Sabbah gençleri toplayıp onlara haş haş verip kalesinin arka bahçesine götürürmüş. Haşhaşın etkisiyle öldüklerini sanan gençler kendilerini cennetten çıkma bir bahçede ve hurilerin etrafında görünce kendilerini cennette sanırlarmış. kendilerine geldiklerinde ve cennetten çıkarıldıklarında şeyhlerine yani Hasan Sabbah’a koşulsuz itaat ederler ve intihar suikastları düzenlerlermiş. Çünkü şehit olunca cennete gideceklerini bilirlermiş, gösterilmiş onlara çünkü… Sabbah’ın bu oyununu bilen yardımcılarından biri ona bir gün sorar… Neden bunu yapıyorsun? diye… Sabbah şöyle der: “Doğa üstü bir güce hep inanmak istedim ama şüpheci biriydim. Bana bir işaret gelmesi gerekti, kanıt istiyordum… Ben de sınırları zorladım, bakalım beni doğa üstü bir güç engelleyecek mi diye, böylece onunla bir deneyim yaşayabilecektim. Ama gördüğün gibi beni hiçbir şey engellemiyor. Yapıyorum, çünkü yapabiliyorum…” Hatta şu meşhur söz de ona aittir: “Hiçbir şey doğru (ya da gerçek) değildir, her şey mübahtır…” Hiçliğin olduğu yerde her şey mümkündür demek istemiştir ve bu düstur ardından gelen tapınak şövalyelerini ve günümüze kadar süre gelen pek çok gizli örgütü etkilemiştir. Antik ezoterik felsefede de benzer görüşlere rastlanır… Karakterleri tekrar özetleyecek olursak Qohen inanç, Bob inançsızlık, daha doğrusu nihilizm… Yönetim de şu an yaşadığımız dünyayı kurgulayan güç… Ve bir gelecek öngörüsünde bulunuyor film, bir kehanette… Bunun ne olduğunu izleyicilere bırakıyorum.

Meditasyon teknikleriyle ilgilenenler meditasyonda zihni tek bir noktaya odaklayarak boşaltmanın esas olduğunu bilirler. Zihin tam bir hiçlik anı yaşamalıdır, bu ne kadar başarılırsa etkilerinin o kadar güçlü olduğu söylenir. Belki bu fikir de filmden bir şeyler çıkarmanıza yarayabilir…

Clipboard02

Siz de filme dair eklemek istediklerinizi yazabilirsiniz.

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

6 yorum yapılmış, sen de yazsana :)


  1. …Benim biz diye yazma sebebim bu blogu, bu yazıları okuyan insanlarla yani sizle şu an, siz bunları okurken bir etkileşim içerisinde olmamızdandır. Bir yazıyı okumak yazıyı okuyanla onu yazan arasındaki bir iletişim türüdür ve interaktiftir. Bir fikri okurken siz de o fikri kafanızda irdeler ve yeni fikirler üretirsiniz.
    …zengin olmanın yolu dini kullanmaktır diyor tek sahnede yönetmenimiz.
    İşte sembolizm bu şekilde okunuyor filmlere.
    …Üzgünüm ama, artık hizmetinize gerek kalmadı.”

    filmi izlememiş biri olarak, sadece sizden yansıyan tezahür üzerine yazdığımı belirterek
    belli ki bizler de Qohen gibi yazanların/yazıcıların
    META+KORTEX YAZILIM ŞİRKETİNİN
    olası NEO(korteksleri) NEO’suyuz
    o halde FABRİKA’ya aitken
    beri taraftan da fabrikanın TEHDİT unsuruyuz,
    ……………………………………..fabrika bunu biliyor
    mesele de zaten bizim bilmememiz meselesi

    • Çok sevdiğim asi yönetmen Lars Von Trier’in şöyle bir sözü vardır: Bazen şeytan ile birlikte şeytana karşı savaşmak gerek… 🙂

  2. izlemediğim bir filmin tezahüründen hareketle
    bu bahsedilen BÜYÜK BİRADERLER’leri
    AJAN’larla ilişkilendiriverdi zihnim ister istemez
    lakin ben konuya TERSİNDEN 1 bakış AÇISIYLA yaklaşacağım

    hayata engelli olarak başlamasadıysam da
    İŞİTME ALETİ kullanmaya başladığım ilk günlerde
    insan ve PROTEZLERİ üzerine afilli bir sinopsis yazdım
    amacım senarist olmak değil;
    protezle birlikte hayatıma giren SORUYU
    nereye kadar görürebileceğimi görmekti
    zira bu ilk protezin tetiklediği yaratıcı ilhamla
    İNSANIN en son neresi kalana kadar;
    İNSAN olarak kabul edileceğini?
    hemen ardında da ONAYLAMA merciinin olası standartlarını sordum

    insan nerede biter PROTEZ=ROBOT nerede başlar?

  3. 5 duyunun kimisini, ve iskeletinin kimi paydalarını kaybetmiş oldukları halde
    PROTEZE karşı duran
    CÜZZAM gibi bir salgın hastalık sonrası
    İNSAN’ın yüzdeleri üzerine sınıflandırıldığı
    % kaça KADAR insan kaldığının sorgulandığı bir toplumda
    protezlerin sorgulanmaması gerektiği üzerine TARTIŞAN
    ve kendilerini yen bir TÜR olarak tanıtıp
    onaylanmayı REDDEDEN’lerin perspektifinden
    varOLUŞ’un
    arayüzlerine
    baktım

    ben SIFIR TEORİSİ filmini izlemedim
    siz de dilerim, %100. protezsiz,
    %100 ORGANİK İNSAN tabiyatine bitişik haldesinizdir
    ………………………………………………………işte 1 ile SIFIR

    diyelim ki birimizin protez yüzdesi o kadar yüksektir ki artık
    İNSAN’ın en son neresi İNSAN’ olarak KALIR” sorusunun olası cevaplarını
    özgün OKUMANIZDAN alabilirim….

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)