Bilinç & Zaman

Ortalama okuma süresi 3 dk.

Bu yazıda zaman algısına değineceğiz. Zamanı algılayış ve tanımlayış şekli üzerinde durarak zaman hakkındaki bazı paradoksal sorulara cevaplar arayacağız.

Sizden bir şey istesek? Bu gece yatağınıza yattığınızda yakınlarınızda, görebileceğiniz bir yerde bir saat bulunsun ve tam olarak uyuduğunuz anın saatini ertesi gün buraya yazın. Yatağa yattıktan kaç saat sonra uyuduğunuza da bakarsınız hem… 🙂 Olmaz değil mi, olmayacağını biliyoruz. Saniyesini geçelim, dakikasını bile hatırlamayız. Saat kaçta uykuya daldığımızı ne kadar farkında olmaya çalışarak “bilinçli” yatıyor olsak da hatırlamayız. Aynı bir rüyanın ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini hatırlamamak gibi. Olayların / durumların ortasından bulanık bir şekilde başlar rüya…

Tüm bu olaylar / durumlar silsilesini zaman kavramıyla nasıl bağdaştırabiliriz? Zor bir denklem gibi duruyor. Zamanı klasik anlayış gibi ele alalım ilk önce. Zaman düz bir çizgi ve bilincimiz bu düz çizginin üzerinde ilerliyor diyelim. Geçmiş denen olgu da bir yandan hafızamıza kaydediliyor. Ama gelecek henüz içimizden geçmediği için bilemiyoruz. O zaman bilincimizin kapalı olduğu durumlarda zaman bizim için ne ifade ediyor? Zamanı bilincimizle algıladığımıza göre bilinçli durumda değilken, mesela komadayken, baygınken ya da en basitinden uyuyorken zamanı algılamayı durduruyor olmalıyız çünkü böyle zamanlarda hafızaya malumunuz bir şey kaydedilmiyor.

Anketi açma sebebim bu konuydu. Bir kaza geçirmiş ve bayılmışsanız / baygın kalmışsanız bir süre ne dediğimi anlayacaksınız. Bizzat başımdan geçen bir olayla ne demek istediğimi açayım. Büyük, halk arasında “beşik” denilen çift taraflı salıncaklarda sallanırken küçükken, bir ara çok hızlandık ve ayağa kalkıp durdurmak istedim salıncağı. Ayağa kalktığımda o ivmeyle ayağım kayıp geriye doğru düştüm. Hafızamda sadece düşme anım var. Havada geriye doğru düşüşüm sanki giderek daha da yavaşlayan, yavaş çekim video gibi. Bu tarz bir kaza yaşayanlar (özellikle trafik kazaları) ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır. Olay ufkuna yani bayılmanın gerçekleştiği ana doğru zaman giderek yavaşlamış olarak hatırlanır. Kafamı yerde duran büyükçe bir taşa çarpıp yarım saat kadar baygın kalmışım ama kafamı bir yere çarptığımı hatırlamıyorum. Sadece ağır çekim olarak hafızamda havadaki halim var. Yani biri söylemese kafamı çarptığımdan bile haberim olmayacaktı ayıldığımda. Nitekim ayıldığımda neden yerde olduğumu bile hatırlamıyordum, giderek olaylar aklıma geldi ama baygın kaldığım süre ve öncesindeki kafa çarpma anı halen hafızamda yok. Peki o yarım saatlik zaman dilimine ne oldu? “Ben” dediğim olgu, benliğim o zaman diliminde neredeydi? Zaman çizgisinden mi saptı?

Olay şu ki, öncelikle geçmiş denilen olgu sadece hafızamızdır. Hafızası olmayan canlının geçmişi de olmaz, balıkların çoğu gibi… Yani geçmiş yoktur, sadece hafızaya kaydedilmiş görüntülerdir. Onları yeniden oynatmaya geçmiş deriz. Gelecek de yoktur çünkü bir dakika sonrasında ne olacağı şu an ne yapacağınıza bağlıdır. Haliyle, geçmiş ya da gelecek sadece birer kelimeden ibarettir ki, bazı kültürlerin dillerinde sadece geniş zaman vardır, geçmiş ve gelecek zaman kipleri yoktur. Yani insanın bu kavramlara da ihtiyacı yoktur aslında. Sadece şu an varsa o zaman zamanı bir çizgi olarak ele almayı bırakıp daha çok bir nokta gibi düşünmemiz gerek.

Konuya bayılma üzerinden gittik ama rüyalar üzerinden gidersek de aynı sonuca ulaşırız. Rüya zamanı gerçek zamandan farklı işler. Birkaç saniyede birkaç günlük olay yaşayabilirsiniz rüyanızda. Bu da aynı duyu organlarımızın manpule edildiği gibi zaman algımızın da manipule edildiğini gösterir. Mesela LSD deneyleri göstermiştir ki, bu tür maddeler alanlar dünyayı farklı görür, algılar. Yani gördüğümüz herşey aslında beynimizin içerisinde gerçekleşen algılardır. Zaman algısı da manipule edilebildiğine göre zamanın tanımını baştan yapmak gerekecektir.

Yanıtlar bireyseldir, gerçekler özneldir, siz de baygın olduğunuz zamanları, aslında olmayan o anları düşünün. Uykudayken neredeydiniz? Siz kimdiniz uykudayken, hangi zamanı yaşıyordunuz? Zaman içimizden geçen bir şey mi yoksa biz zamanın üzerinde sabit oturanlar mıyız? Siz zamanın akıp gittiğini söylerler. Akıp giden biz olmayalım? 🙂

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

2 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Aslında zaman algısını bu örnekler üzerinden irdelerken insan ister istemez “ben”in ne ifade ettiğini sorguluyor. Eğer “ben” aynada gördüğüm organizma ise uyurken ya da baygınken zamandan bağımsızlığım söz konusu bile değil. Çünkü uyurken başkaları hala beni görebiliyor ya da her hangi fiziksel bir etki bedenimi es geçmeyecektir. Yani zamandan soyutlanamam.

    Diğer taraftan, eğer bilinci “ruh” olarak tanımlar ve bedenden izole olarak da düşünüebilirsek, o zaman yazdığınız gibi, uyku/koma vs. durumlarda “ben” zamandan soyutlanırım.

    Dolayısıyla cevap epeyce “ben” kimim/neyim sorusunda yatıyor.

    • Kesinlikle haklısınız. Bu konuda tasavvufun bizi pek çok cevaba götürebileceği kanaatindeyim.

      Bir şeyi anlamanın pek çok farklı yolu vardır. Bunlardan biri de karşılaştırma. Ben denen olgu mecazi anlamda bir yerdeyse, onu anlamak için aynı yerdeki diğer şeylere bakıp karşılaştırabilir, hatta çatıştırabiliriz. Burada anahtar kelime çatışma, iç çatışmalarımız mesela.

      Bir şeye karar verirken çok fazla iç çatışma yaşadığımız olmuştur. Mesela o şeyi yapmak istemiyoruz ama içimizdeki başka bir şey yap diyor. Ya da yapmak istiyoruz ama bizi engelleyen bir şeyler var. Benlik olgusu ya da kişisel varlığımız tek bir şeyse, tekillikse neden bu çatışmaları yaşıyoruz?

      Görünen o ki, o yasak elmayı yemekle sadece iyi ve kötünün ayrımını yapabilecek bir düzeye gelmemişiz, içimize bir başka şey daha girmiş. O içimizdeki diğer şey, ego, nefs… adına her ne derseniz diyin beni anlamak için karşılaştırabileceğimiz o diğer şeydir. Her yaşadığımız iç çatışmada onunla konuşuruz, savaşırız. İşte onun karşısındaki şey bendir ama bu çift kişilik, insanın doğasında buşunan genlerine işlenmiş salt bir psikolojik beyinsel rahatsızlığı mı (Froyden görüş) yoksa biyo elektrik süreçlerin ötesinde metafizik bir varoluş mu. Psikoloji ve inancın çatıştığı bir alan 🙂

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)