Hayatın Senaristi

Ortalama okuma süresi 7 dk.

Chronos_-_Naturmuseum_Senckenberg_-_DSC02291

Bu yazıda sinema dünyasının içine girip kendi hayatlarımızla özdeşleştireceğiz. Sinema üzerinden, filmler üzerinden insan hayatını ele almanın şöyle bir faydası vardır, her film hayat denen olgunun bir prototipidir. Daha küçük bir labratuarıdır. Bu sayede kendimize sinema perdesi penceresinden bakıp objektif olabiliriz. Aynı zamanda, zaman olgusu da hayattaki zamanın bir prototipi olduğu için üzerinde düşünce deneyleri yapabiliriz.

Önce sinemanın özüne yani senaryoya el atmamız gerek. Aslında her senaryo bir hikayedir. Her film temelde bir hikaye anlatır. Hikaye en kabaca tabiriyle yaşanmış ya da tasarlanmış bir olayı ya da bir durumu belirli bir kurguyla ortaya koyan kısa anlatılardır. Bu bağlamda yazılı tarihte keşfedilmiş ilk yazılı eser olan Sümerlilerin Gılgamış Destanı’nı ele alarak işe başlamamız gerekir. Gılgamış yazıtlarında gılgamışın başından geçen olaylar gılgamışın gözünden anlatılır. Gılgamış ölümsüzlüğü bulmak için tanrıların huzuruna çıkar, doğa üstü maceralar yaşar, en yakın arkadaşı sıradışı bir yaratıktır… Milattan önce 2500 ler kadar gerilere tarihlenen bir hikayenin nasıl olur da böylesinde olağan üstü, doğa üstü şeylerden bahsettiğini anlayamayız. O zamanlarda edebiyat bulunmuş ve kurgusal eserler yazılmaya başlanmış olarak mı düşünmeliyiz bunu yoksa birebir olarak ele alıp mecazi anlatım olduğunu düşünmeden gerçekten gılgamışın tüm bunları tam manasıyla yaşadığını mı düşünmeliyiz? İşte bana göre bu soru dünya tarihinin, mitolojilerin ve hatta sembolizmin, dinler tarihinin en önemli sorusu. Hepsinin anahtarı…

Mit, destan ve eski anlatılardaki olayların metaforik mi yoksa birebir gerçek mi olduğu sorusu geçmişten günümüze kadarki her hikaye için sorgulanabilir. Son çıkan ” Life of Pi ” ( Pi’nin Hayatı ) filmini izleyenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Bir olayı anlatmak için pek çok kurguyu seçebilirsiniz. Lakin olayın başlangıcı ve sonucu, en önemlisi ana teması ve verdiği mesaj aynı olduktan sonra nasıl anlattığınızın pek de bir önemi yoktur.

Bir de Adem ve Havva ve elma hikayesine bakalım. Adem ve Havva’nın gerçekten de cennetteki yasak elmadan  yiyerek tam anlamıyla cennetten atıldığını düşünelim. Yani hiçbir metafor ve mecaza girmeden gerçekten de gözümüzün önünde elmayı yiyen havva ve ademi canlandıralım. Lakin bir paradoksa düşüyoruz. Elma; havva ve ademe iyilik ve kötülüğü öğretiyor. Bilgelik elması olduğu için bilgiyi öğretiyor. Demek ki doğa üstü, büyü gibi bir etkisi var elmanın. Yani somut, mecaza girmeden olayı yorumlamaya çalışsak bile ister istemez olay metaforik bir hal alıyor… Ardından cennetten atılıp dünyaya “düşüyorlar”. Bu “düşmek” kelimesi çok öenmli. Çünkü onların düşüşü, şu an etrafımızda gördüğümüz pek çok sembolün sebebi.

Yukarıdaki paragraf adem ve havvanın hikayesinin direkt olarak yorumlanması idi. Görüldüğü gibi bir sonuca varamadık. Her verinin metaforik alt yapısını çözmeye çalışalım bir de. Adem ve Havva kuşkusuz kadın ve erkeği, insanın  orjinini temsil ediyor. Burada dikkat edilmesi gereken şeylerden biri de iki insan, iki farklı kişilik olması. Metaforik her yorumda bütünü görmemiz gerekiyor ve bütünü görmek için bazen çok çocukça ve basitçe bakmak gerekebiliyor. Bu iki kuvvetin bir etkileşimde bulunması gerekiyor. Aksi taktirde pasif, iç bir etkide bulunmayan varlıklar olarak devam edecekler. Bunun için de hareket, hareket için de bilgi gerekiyor. Elma burada zaten bilgiyi temsil ediyor. İnsanın kendisi hakkında bilgi. Pek çok filmde bu yasak bilgiyi şu kelimeyle anlatırlar: “The Truth” Düşündüğünüz gibi truth kelimesinin tam karşılığı “gerçek” kelimesi değildir. Truth; hakikat demektir. Matrixte hakikate ulaşmak isteyip istemediği sorulur Neo’ya. Kabul eden Neo, ilk önce Kahin’e götürülür ve kahinin kapı eşiğinin üstünde bir önceki yazımda bahsettiğim “Kendini Bil” cümlesi yazar. Truth, yani hakikat kendini bimektir. ” Cloud Atlas ” ( Bulut Atlası ) filminde de truth kelimesi onlarca kez geçer ve hakikate ulaşmayı engelleyen ve ona ulaşma arzusuyla yanıp tutuşan insanları anlatır film. Muse grubu şarkılarında “I want The Truth” diye bağırır. Sadece truth kelimesi üzerine sayfalarca yazı ve örnek film yazılabilir lakin burada bırakıyorum, elmanın hakikatin bilgisi olduğunu bilmemiz yeter şimdilik. Tabi sadece bir ısırık yani çok küçük bir bölümünü yedi Adem ve Havva. Aynı Apple logosundaki gibi. Buna sebep olan ise yılan kılığına bürünmüş şeytan idi. Zaten yılan, dünya tarihi boyunca hep bilgi ile simgeleştirilmiştir. Türk efsanelerinden biri olan Şahmeranda bile Şahmeranlar yer altında yaşayan bilge yaratıklardı. Aklımıza hemen şöyle bir soru geliyor, neden şeytan insana bu bilgiyi vermek istedi, çıkarı neydi… Elbette tanrı ile aralarında insanı yoldan çıkarma konusunda bir anlaşmazlık olduğunu biliyoruz, lakin şeytanın bu yolu seçmesi biraz kurallara aykırı gibi duruyor, tanrı meydana çıkan bu olumsuz durumu düzeltebilirdi, ama düzeltmedi. Böylece kendinden bihaberlerken, elmadan yierek ya da bir şekilde kendi bilgisi kendine aşılanarak insan kendini bildi, çıplak olduğunu farketti ve üstünü örttü. Sümer metinlerinde bundan iyilik ve kötülük ağacının meyvesi olarak bahsedildiği için iyilik ve kötülüğün bilgisine sahip oldu diye geçer. Demek ki insan bir şey öğreniyor ve ilahi kata yaraşır olmuyor. Aslında bir şey değil, iki şey öğreniyor. İyilik ve kötülük. Başta kadın ve erkek olarak birbirlerini birbirlerinden ayrı görmüyorlardı. Yani “Bir” idiler. Elmadan sonra “İki” oldular. İşte ikilik budur. Ying yang da budur.  Dualite de budur. İnsan ikilikler dünyasına hapsolmuştur bundan sonra. Çıkan tüm anlaşmazlıklar savaşlar kan yıkım hep bu ikilikten ötürüdür. Tasavvuf buna tekrar bir olmak diye yaklaşır zaten. Bir olmak demek iyilik ve kötülüğü kendi içinde yoğruşturmak ve birbirinden ayırd etmemek demektir.Denge demektir. Çünkü tanrı bile yapmamışken insan tekrar elmayı yemeden önceki haline dönemez, bu ikiliğin bilgisiyle yaşaması ve bu ikiliği bu haliyle teke düşürmesi gerekir. Bunun için de insanları ön yargısızca ele alması gerekir. En basitinden kötü bir insanın nasıl kötü olduğunu anlamaya çalışması gerekir. Aynı Peter Pan öyküsündeki gibi kötülük yaparak nasıl bazılarına iyilik de yapılabildiğini anlaması gerekir.

İlgili yazı:   Nergis

Görüldüğü gibi metaforik yorumdan hayata dair pek çok anlamlar çıkıyor. Dini metinleri, hikayeleri ve filmleri de buna göre yorumlamak gerekiyor. Hatta sembolleri de demiştik. Mesela insanın düşüşü bu yasak elmayla başlıyor cennetten. Düşmek fiilini en basit ifadeyle hangi çizimle betimlerdini? Elbette aşağıya doğru ok. Yükselme ise tam tersi, yukarı doğru ok. Peki kadın hangi sembolle gösterilir? Aşağı ok. Erkek ise yukarı doğru ok. İnsan ise bir yıldızla temsil edilir. Çünkü yıldız sembolü başı, kolları ve ayakları olan insana benzer. Aynı zamanda yıldız, yukarı ok ve aşağı okun üst üste birleşmesidir. ABD başkanlık seçimlerinde Romney’in seçim afişlerinde kullandığı yıldız aşağı bakarken, Obama’nın afişlerindeki yıldız yukarı bakmaktaydı. Yıldızın yönü de insanın düşüşü ve yükselişiyle ilgilidir. Bu metaforik dil filmlerde görsel olarak çok fazla kullanılır lakin hayatın kendisi de bir film gibidir. Mesela bir filmdeki bir şeklin o anki ana karakterle ilişkisini anlayabiliriz. O şekil o karakteri temsil edebilir. Aynı şekilde gerçek hayatta da kendimizin ya da daha büyük çapta düşünürsek ülkemizin karakteristiğini çözümleyebiliriz. Mesela bayrağımızdaki ay ve yıldız. Ay malumunuz doğu ülkelerinin kullandığı bir semboldür. Geçmişten bu güne çoğu kez önünde yıldız olmadan hilal sembolünü pek çok orta doğu ülkesi kullanmıştır. Yıldız ise batı ülkelerinin kullandığı bir semboldür. Çünkü doğu, bin yıllarca dişil ay kültüne tapmış, buna karşın batı ise eril güneş kültüne tapmıştır. Güneş de bir yıldız olduğu için batının sembolü haline gelmiştir. Ülkemiz ise hem hilali hem de yıldızı barındırdığı için hem doğudan hem de batıdan bir şeyler almıştır. Zaten karakteri de öyledir. Doğu ve batı arasında bir köprü olmuştur hep.

Görüldüğü üzere hiç bir şey görüldüğü gibi değildir. 🙂 Dini metinlerden destanlara, ülke bayraklarına kadar hepsinin de metaforik bir anlamı vardır. Sanki koca bir film setinin içinde yaşıyoruzdur ve bu filmin senaristi filme bir çok sembol ve metafor yerleştirmiştir. Her filmde, filmin başrol oyunucusunun yani kahramanımızın başından türlü olaylar geçer. Başta gayet mutlu mesutken durduk yerde başına bir bela musallat olur, onla savaşır, asla yapmam dediği şeyleri yapar ve filmin sonunda artık başka biridir. Artık bir sloganı vardır, bir sembolü vardır, bir karakteri vardır, film boyunca bunlar ona yapışır, aynı yolculuk yapan bir bavulun üzerine yapışan stickırlar gibi…

İlgili yazı:   Entropi & Zaman

Son olarak; filmin zamanı ise kahramana bir şeyler öğretecek kadar zaman verir, lakin senarist bunu filmin en başında doğrudan da yapabilir, o kadar uzun olaylar yaşanmadan da kahramanı amacına ulaştırabilirdi. Peki neden 2 saat boyunca kahramanı koşturdu, oyaladı?… Zaman gerçekten de bize bir şeyler mi öğretir yoksa hakikati saklar mı? 🙂

Hepinize iyi düşünmeler.

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

6 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Film diye seyrettiğimiz zaman çerçevesine hapsolmuş hikayeler, bizlerin hayatından alıntı değil midir? Yaşama değen değil midir, seyredilmeye değer olan… Bir film festivalindeyiz 🙂 senarist çok, yönetmen çok.. Fark senaristlerin başrol oyuncusu olması bu festivalde. Yazan da, oynayan da, zamanı koyan da aynı figüran.. hakikati yaratan senariste, zaman sanalı çok şey öğretiyor sayın yazar 🙂 öğretiyor, oynattırıyor ve seyrettiriyor.. hem oynayan hem keyifle seyredenlere, hayat oscarlık film 🙂

    • Ne güzek dediniz sayın okur, yazan, oynayan, yöneten, çeken, montajlayan, kurgulayan ve izleyip üstüne eleştirisini bile yapan hep tek, bir… Bundan tam 3 yıl önce yazdığım bu yazıyı şimdi tekrar okuyup hatırlayınca ne kadar zamansız ve kendime, geleceğe not gibi yazdığımı anladım. Hep derim, insan işarerleri takip ederken bir yandan da işaretler verir ve en çok da kendinde işaret veriyor. Tabi bakmasını bilene…

  2. elmanın da kendi içinde yazılı bir senaryosu vardı
    bir ihtimal tutunduğu ve içinde NEVTON yazan SOYağacı meyvesiydi
    ve bünyeye değer değmez doğmasını gerektiren kimyaları tetikledi
    öyle bir ağaçla tekrar başbaşa kalmamak için şimdi yer çekerken dala sıçramamız gerekiyor:))

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)