Varoluşçu Filmler Listesi

Ortalama okuma süresi 5 dk.
varoluşçu filmler listesi, felsefik filmler
Varoluşçu Filmler Listesi / Felsefik Filmler – Truman Show filminden bir sahne

Her şey, her şeyin metaforudur…

Zamanın Ötesi

“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı….” Yuhanna incilinin ilk bölümünün ilk cümlesi bu sözlerle başlar. Kuran da oku emriyle başlar. Dini metinler ve kadim felsefe bize hep varoluştan önce, ilk önce söz ya da düşüncenin var olduğunu sonra varlığın tecelli bulduğunu öğütler. Gerçekten günlük yaşantımızda da bu böyledir. İnsan eylemlerinden önce hep düşüncesi, soyut tasarımı vardır. Sonra somuta dökülür, var olur…  Adına hayat dediğimiz olaylar dizisi de düşüncelerin, sözlerin eyleme dökülmesi sonucu meydana gelir. O nedenle yazmak önemlidir. Saf varoluştur, var ediştir… Sözler kitaba, senaryoya, filme dönüştükçe hayatın prototipleri ortaya çıkar. Bu prototipleri üzerinden hayatı irdelemek bize kolaylık sağlar. Büyük resmi küçük örneklemler üzerinden izleme olanağı sunar… Bu blog gönderisinde, okuyuculardan gelen istekler üzerine kişisel olarak etkilendiğim filmleri listeleyeceğim. Bir sonraki gönderide de kitaplığımı paylaşacağım. Eğer blog yazıları ilginizi çekiyorsa bu film ve kitaplar da ilginizi çekecektir. Varoluşçulukla ilgilenen herkese bu listeyi gönderebilirsiniz.

Varoluşçu Filmler Listesi – Felsefik Filmler Listesi

İlgili yazı:   Her Şey Her Yerde Aynı Anda Film Analizi

Şimdilik film önerilerim bu kadar, daha çok var ama çoğu zaten genelde bilinen filmler. Mesela Matrix ya da Inception gibi filmleri listeye almaya gerek duymadım onlar zaten hemen hemen herkesin bildiği ve izlemesi zevkli büyük yapımlar. Daha çok kıyıda köşede kalmış pek bilinmeyen yapımlarla değeri pek anlaşılmamış büyük yapım filmleri listeye almayı uygun gördüm. Liste daha sonra aklıma gelenlerle ve yeni filmlerle genişletilebilir. Detaylı film analizlerine yer verdiğim filmleri de listeye almadım onları da mutlaka tavsiye ediyorum zaten, izledikten sonra buradan analizine bakabilirsiniz onlar için.

Filmlerle ilgili birkaç şey söylemem gerekirse genel bir sıralamam yok hepsinin de izleme keyfi yüksek, izlerken asla ve asla sıkılmayacağınız filmler. Yüzde 80i başından kalktıktan sonra hayata bakış açınızı değiştirecek, genişletecek senaryolara ve diyaloglara sahip. Ama ilk 3 sırada aklıma ilk gelen 3 adet Jim Carrey filmi dikkatinizi çekecektir… Jim Carrey’i hem kişilik olarak hem de oynadığı karakterler yüzünden çok seviyorum. Dahası kendime yakın buluyorum. Oynadığı karakterlerde tarot bilenler farkedecektir, tarottaki sıfır numaralı kart olan Joker kartının bir imgelemesi var hep, belki de o nedenle seviyorumdur.Saf, heyecan dolu ve maceraya hazır, sürekli yaşadığı şeylerle içinde bir yolculuğa çıkan karakterleri oynuyor. Filmlerinde hep bir transformasyon süreci geçiren kişilikleri resmediyor ve çok iyi oynuyor, adeta yaşıyor. Bu bağlamda Truman Show filminin benim için yeri ayrıdır. İzlediyseniz bir daha izleyin, izlemediyseniz film izleyicisiyim bile demeyin kendinize, o kadar da iddialıyımdır bu film hakkında. Daha önceleri çeşitli sitelerde bu filmin detaylı analizini yapmıştım. Bu blogta yeni vizyona giren filmlerin analizini yapıyorum eski filmleri yapmıyorum ama isteyen olursa eklerim onu da çünkü üzerine kitap yazabilirim… Sembolik dilin dibine vurmuş bir film ve hayatımda en çok ard arda izlediğim filmlerdendir. Bir diğer Jim Carrey filmi Eternal Sunshine of the Spotless Mind ise sevginin ne olduğu, tanımı üzerine işlenmiş en iyi aşk filmidir. Öyle ki, ben kimim ya da insan deneyimi nasıl bir deneyimdir sorularına cevap oluşturabilecek bir derinliğe sahiptir. Kaç defa izlersem izleyeyim sıkılmadığım bir başka film de bu filmdir. Siz de izlerken film bitince durup finali hakkında biraz düşünün bu filmin…

İlgili yazı:   Lucy Film Analizi

Yukarıdaki lisedeki filmler genel anlamda şu sorulara yanıt arayan filmler: Ben kimim?(Being John Malkovich, Angel Heart, Dark City, Angel-A) – İnsan nedir? (Artifical Intelligence, Metropolis) – Gerçek nedir? (Existenz, Waking Life) – Ölüm nedir? (Enter the Void, The Seventh Seal) – Hayat Nedir?  (Life in a Day, Cloud Atlas, The Fountain) – Zaman Nedir? (Mr. Nobody, The Fountain) Ahlak nedir? (Dogville, A Clockwork Orange) – Kıyam et Nedir? (The Quiet Earth) – Tanrı Nedir? (Bruce Almighty) – Aşk nedir, nerededir, insanın zihninde mi yoksa kalbinde midir? (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) – Din nedir? (The Sunset Limited, Dogma, The Man from Earht) – Tesadüf diye bir şey var mıdır? (Magnolia, Lola Rentt, Mr. Nobody) – İrade nedir? (The Signal) vb…

Sizin de eklemek istediğiniz film varsa yorum kısmına ekleyebilirsiniz, listemiz genişler.

YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

22 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. İslam Tasavvufuna,Budaya,Kabalaya bakmanızı haddim olmayarak öneririm.Hz.Mevlana,Ferîdüddin Attâr,Muhyiddin İbn-i Arabi gibi filozofları incelediğimizde insanın sahip olduğu enerjisinin maksimumunu kullanabilmesinin önündeki engelin tamamen micro bir bilinçte kalmasını sağlayan egosu (nefsi) olduğunu görürüz Tasavvuf dilinde buna ölmeden ölmek denir.
    Yani lucy’nin beynini kullanma oranı artıkça egosunun ve dünyevi zevklerinin yok olduğunu görüyoruz.Bizi paçamızdan çekerek microlaştıran egosal tutkularımızdan kurtulur,biz olmayı becerbilirsek’ki bu çok kolay bir şey değildir.o zaman kumaşımızda doğuştan var olan,Tanrısal becerilerimizin farkına vararak lucy’nin finalde söylediği gibi” her yerde” oluruz.Tasavvufta bunun adı “vahdet-i vücut” tur.
    Hallac-ı Mansur boşuna” En-El Hak” dememiştir.
    Sevgiyle Kalın.

    • İlginiz ve güzel katkınız için çok teşekkür ederim. yazınızda geçen kaynaklarla ilgileniyorum zaten ama güzel tavsiyeniz için teşekkürler. Tasavvuf ve Hallacı Mansur’un görüşlerinden etkilendim, yazılarıma da yasır bu etkilenme. Kabalayla araştırma boyutunda derinlemesine ilgileniyorum ve çok ilgimi çekiyor, uygulama boyutunda da ilgilenmek istiyorum. Hali hazırda da hayatı kabalanın 10 sefarotundan bakmaya çalışıyorum bazen, yardımcı oluyor.

      Yalnız ego konusu benim kafamı en çok kurcalayan konudur ve ne kadar düşünürsem düşüneyim çözememişimdir. İlginçtir başkalarıyla da bu konuyu tartışmışımdır ve siz de ego konusundan giriş yaptınız, sanırım hayatın gönderdiği bir mesaj gibi bir şey bu da. Neyi bilmek istiyorsan burada… Der gibi. 🙂 Benim ikilemim şu: Hayatı olduğu gibi yaşamalı ve deneyim kazanmalı mıyız, hayatın bize sunduklarını bir deneyim olarak görüp acı tatlı evet diyerek kabul ederek (kabala-kabul…) yaşamalı mıyız yoksa sufiler, budist rahipler gibi kendimizi bu kaotik kapitalist yaşamdan çekip çıkartıp dağlara tapınaklara gidip arındırmalı mıyız? O zaman ego ne isterse istesin ona istediğini vermeyeceğiz, bir nevi oruç gibi. Bu mu olmalı arınmak için yoksa hayatın içine dalıp kendimizi akışa mı bırakmalıyız… Sİzce?

      • Bana göre bu gezegende hayat domino taşlarıyla döşenmiş bir resim gibidir,bütün taşlar birbirine aynı mesafede ne çok yakın nede çok uzak tam da dokunma mesafesinde,sizce hangi taş daha değerlidir yada hangi taş daha değersiz? Bence bütün taşlar eşittir ve olması gereken yerdedir,herhangi birini bulunduğu yerden alırsanız resim tamamlanmaz.
        Belki çok basit bir tanımlama oldu ama bu gerçeği kabul edersek olduğumuz yerde arınmaya başladık demektir.Egonun ilk panzehiri sizinde altını çizdiğiniz gibi kabullenmektir.
        Yanlış yada doğru,iyi yada kötü yoktur anlayışın en yüksek seviyelerinden bakıldığında sadece “BİLİNÇ” vardır seçimler yapan ve yaşanılacak deneyimleri yaşayan.Kabala,Sufizim,Budizim hep aynı kapıya çıkar “Makro bilince” kendini bilmeye.
        “Kendini Bil…”
        Latincesi : “Nosce Te İpsum”
        Yunancası: “Gnothi Seauton” olan sözdür…Peki de biz ne anlarız kendini
        bilmekten?
        Delphi’de Apollon Tapınağı’n da Latince olarak, alınlık dediğimiz giriş
        mekanının hemen üzerinde yazılı olan cümle…
        Matrix filminde Neo’nun Kahin’i ziyarete gittiği sahnede, evde mutfak kapısının
        üzerinde yazılı olan cümle…
        Platon’un hocası Sokrat’ın öğretisinin özü…
        Efsanelerdeki, Atlantis’te, kadim Mısır öğretilerinde, Eski Şaman eğitimlerinde,
        Kızılderili kültüründe, Uzak doğu’da, Anadolu Tasavvuf okullarında, Sufi
        dergahlarında…
        Hemen hemen her yolda, her yolcuya söylenen belki de tek ortak nasihat. Bu
        sebeple de zamandan ve mekandan arınmış dolayısıyla da, yaşı olmayan bir
        söylem.
        Yine de en az var oluş kadar eski, en az bu gün, şu an kadar canlı…
        Derviş Yunus’un söyemindeki gibi” bende bir ben var benden içeru”içe dönüp bir bakmak lazım,ben kimim? ve kendini bilmek makro bilinci yakalamak için.

        Peki bunu nasıl yapacağız; Koşulsuz sevgi,önce kendimizi tüm geçmişte yaşanılan keşkeleri unutup bağışlayarak ve sonra evrendeki tüm canlı cansız ne varsa severek,sanırım ego bilinç yükselmesi ile yok olacaktır ve olmalıdır.
        Umarım haddimi aşmamışımdır ben böyle düşünüyorum.
        Sevgiyle kalın.

      • Yok haddinizi aşmıyorsunuz aksine kendimle konuşuyor gibi hissettim. 🙂 Blogumda yazdığım yazıları hatta bazı alıntıları birebir yazarak özetliyorsunuz şu anda. 🙂 Ben de aynı şekilde düşünüyorum hatta “Kendini Bil” adlı yazımda bu görüşü açmıştım. O yazıda da delphi tapınağından ve tasavvuftaki kendini bilden bahsetmiştim aynı yazdığınız şekilde.

        İyi ve kötü diye bir şey yoktur fikrini benimsiyorum ya da en azından benimsemeye çalışıyorum bunun ciddi bir anahtar olduğunu biliyorum. Ama egonun tamamen yok olması zor bir süreç. Bunun için düşmanı iyi tanımak gerekiyor, burada da bilgi devreye giriyor, en azından benim için. Ama yine de insanın hayatında öyle sıradışı oaly dizileri gerçekleşiyor ki bazen ardı ardına, şöyle düşünüyorsun: Evet şu an bir şey öğretiliyor bana, hayır diyip bu dersi almayabilirim, evet diyerek bu deneyimi de yaşayabilirim ama egomu tatmin etmiş olur muyum ya da şu an konuşan ego mu, kararımı hangi bilinçle veriyorum, makro mu yoksa mikro mu… Çok ince düşünceler dalıyor insan kısacası. Matrix’te Neo hayatı daha doğrusu matrixi maddi olarak değil de sıfır ve bir lerden oluşan kodlamalar şeklinde görmeye başladığında artık gerçek benliğiyle bütünlemişti, bir olmuştu. Benim de amacım üst benlikle bütünleşmek. O olmak… Bunun arayışındayım.

  2. “Gizler dünyasından indim yeryüzünün düzüne,ne bir av bulabildim yanımda götürmeye değecek,ne bir insan gizlerimi paylaşacak”.Ferîdüddin Attâr

    Evet bu yol oldukça zor,gezegenimizden geçen milyarlarca insanı sayamazken,iz bırakanları sayabiliyoruz.Tüm var olan insanlığı ortak bilgi birikimine göre olasılık methotları kullanarak hesapladığımızda iz bırakanların daha çok olması lazım,karbon moleküllerinden oluşmuş 46 kromozomlu dna yapısı belli olan insanı biz yaratmış olsak milyarlaca insanın hemen hemen tamamına yakını birbirine benzerdi.
    Oysa iz bırakanlar çok az yani sizin deyiminizle üst benlikle bütünleşmek oldukça zor peki bu neden böyle ? maniplasyonmu var seçilmişlermi? yoksa yukarıda üstadın bahsettiği gibi bir gelip gitmemi var? Neden siz ve ben egoyu masaya yatırıken bazıları hiç umursamaz ego’nun doruklarında gezer.
    Bir üstadın dediği gibi “BENİ BIRAK’Kİ SENİ ANLAYASIN”

    Muhtemelen Hz.Mevlananın şemsi tebriz-i ile hikayesini duymuşsunuzdur,kendisini Şems ile eleştirenlere ben onu tanımadan önce üşürdüm üstüme yeleğimi alırdım ve ısınırdım,acıkırdım bir lokma ekmek yerdim ve açlığım geçerdi.Ama onu tanıdıktan sonra üşümemde açlığımda geçmez oldu demiştir,nedeni sorulduğunda ise dünyanın neresinde bir aç varsa bende açım neresinde birisi üşürse bende üşürüm demiştir.
    Yani Bir olmuştur gezegenin tüm rezonansına dahil olmuştur.Şems onda kalan son ego kırıntılarınıda yok etmesine sebep olmuştur,egoyu öldürmüş ve hiçlik mertebesine ulaşmıştır.
    Bunu bilimsel olarak nasıl açıklarız bilemem mavi tozumuz’da olmadığına göre elmizdekiler ile yetineceğiz ,evrene daha çok sorular göndererek sizin tamda bloğunuzda yaptığınız gibi cevap kesinlikle gelecektir.

    • Üstadın söylemini eksik yazmışım özür dilerim tamamı şöyledir; “Bir av bulup yeniden yükselmek için,gizler dünyasından indim yer yüzünün düzüne,ne bir insan bulabildim gizlerimi paylaşacak;Nebir av yanımda götürmeye değecek.” Ferîdüddin Attâr

  3. Belkide eckhart tolle n dediği gibi havayı soluduğumuzda ak ciğerlerimizin genişleyip büzülmesi kalp atışların genişleyip büzülmesi evrenin genişleyip sonra büzülmesi egonunda çocukluktan büyüp yaşlandıkça küçülmesi gibi dünyadaki egoda küçülüyor sanırım onca katliamı kendi kendine yapan değilde kendini seven yeni bir türmü doğuyor bilincin farkında tanrısal bir tür.

    • Kesinlikle çok yerinde bir tespit Mustafa. Yeni nesil vurgusu pek çok kaynakta da yapılır ve “Star Seed” yani “Yıldız Tohumu” kelimeleriyle ifade edilir. Bunu en iyi anlatan film kuşkusuz “2001: A Space Odassey” filmi ve o filmin efsanevi finalidir. Aslında yeni nesillerin, her yeni doğanın bu potansiyeli oldukça yuksektir ama bulundugu cevre yuzunden resmen köreltilir. O nedenle ben aile kavramini cok sorgularim… cocuklar anne babalarindan daha yuksek erdemlere sahip oluyor cogu zaman ama anne baba ustune sacma egitim sistemiyle birlikte tam egoist bir insan yetisiyor. Resmen tum egitim ogretim icimizde olan yuksek benligi baskiliyor. Ben bu hine kadar hic kavgaya karismadim mesela, dayak da yemedim atmadim da. Bunu birine soyledigimde yadirgiyorlar. Insan sevgisinden bahsettigimde toy oldugumu insanlarin bencil ve cikarci oldugunu soyluyorlar. Bakin cevre resmen bizi kodlamaya calisiyor. Herkes gibi ol, cizginin disina cikma, cikarsan suruden ayrilirsin… nitekim de oyle oluyor, insan yalnizlasiyor, tanri gibi… Watchmen adli filmde bu yalnizlasma guzel tasvir edilmistir. Bizim gibi insanlar yaziyor zaten bu senaryolari da…

  4. Beden ölümlü ve bir sonu mutlak vardır ama ruh ölümsüzdür,ve tekamül etmek durumundadır her yeni nesil bir önceki nesle göre fizksel ve ruhsal olarak evrimleşerek gelmiştir.Muhtemelen bunu biliyorsunuzdur bilim adamları laboratuar çalışmalarında deney faresine peynire ulaşacağı zorlu yolu altı ay gibi bir sürede öğretebilirken aynı farenin yavrusu 15 günde öğrenebiliyor,evlat babanın veya annenin mesleğini daha çabuk örenebiliyor,Bu konuda “indigo çocuklar” diye çıkan kitaplar vardı çok net olarak yeni nesil tabiiki evrimleşerek bizlerden daha farklı olarak bedenleniyorlar.Sizin yazınızda bahsettiğiniz gibi bende hayatımda hiç kavga etmedim hep muhtemel kavga oluşumuna aklımla bir çözüm getirmeye çalışmışımdır.Tasavvufda bir inanış vardır mutasavvıf mutasavvıf doğar derler.
    Sevgiyle kalın.

  5. farkındalığa uyandıysanız, ben kimim ? Allah kim ? Sistem ne ? demeye başladıysanız benim gibi tüm öğretilere, tüm dinlere, bilime hızla giriş yapanlardansanız, herşey ilginizi çeker oluyor.
    Siteniz çok ilgi çekici henüz inceleyip okuyamadım.
    evrenfilmleri.blogspot.com adlı film bloğumda sistemi anlatan filmleri kısa öz yorumluyorum. Film arayışındayken buldum sizi. Ve önerdiğiniz filmler vaha gibi geldi bana:) insan aynı algı ve anlayış frekansında insanlarla karşılaştığında ne yalan söyleyeyim çok mutlu oluyor. çokkk büyük bir kesim muhtemel film yorumlarıma ” uçmuş bu insanlar basit bir filmden neler çıkarmışlar” diyordur. Ama ben bu filmlere, subliminal içeriklere hayranım. İnsanlar sistemi çözeli yıllar olmuş. Gerçi büyük çoğunluk şekilci inançta dünyada…. Film önerilerinizde ilgimi çeken TRuman show oldu. Filmi ilk çıktığı yıllar seyrettiğim ve o günkü farkındasızlığım ile bugünkü farkındalığım arasında dağlar olduğu için detayları hatırlayamıyorum. Yönetmenin Tanrı rolünden gayrı aklımda kalan yok. Tekrar seyredeceğim. Ama sizin yorumlarınızı da merak ettim. Bir kaç sitede yorum yazdığınızdan bahsetmişsiniz, linkleri paylaşırsanız okumak isterim. Takipçiniz olacağım.Saygılar Ayşem

    • İlginiz için çook teşekkürler 🙂 Blogunuzu inceledim ve aynı duyguları paylaşıyorum. Blogum vasıtasıyla tanıştığım az sayıda ama sizin gibi değerli insanların bana sanki anlaşmışlar gibi söyledikleri ortak bir cümle var: “Yalnız olmadığını bilmek güzel…” Efsane X-Files dizisinin mottosu olan “I want to believe.” gibi bu yalnız olmadığını bilmek güzel cümlesi de buranın mottosu olacağa benzer. (Bu arada gizli dosyalar aynk ekiple yeniden çekiliyor, heyecanla bekliyoruz 🙂 ) Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim, yalnız olmak da kötü bir şey değil. Pek çok inisiasyon süreci yalnızlıkla başlar. Çünkü insanın önce kendi bireyselliğini keşfetmesi akabinde bu bireysellik ve öz farkındalıkla özüne ulaşması ve bütün olması gerek. O nedenle sürüden ayrı olmak önemli. Yalnızlık bir talihsizlik değil bu bakımdan bakılınca bir şans. Bütün mitolojilere bakın, yalnızlık sürecinden geçmeyen yalnızlaşmayan masal kahramanı bulamazsınız. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu yazımda buna kısmen değmiştim, kahramanın yolculuğu film yorumlamada bana çok yardımcı oluyor tavsiye ederim. Çünkü yönetmen ve senaristlerin gidiş yolları bu şablon. Truman Show’a gelince ne yazık ki eski analizlerimi bulamadım ama eski filmeri analiz eden ayrı bir blog açacağım orada detaylı analizine yer vereceğim ilk film olacak Truman Show. Şunu söyleyebilirim, o filmdeki yönetmen sadece tanrı rolünde değildi aslında matrixteki mimara denk düşüyor Truman Show daki yönetmen. Filmi tekrar izlerseniz yeni bakış açılarını rahatlıkla yakalarsınız ben her izlediğimde yeni bir şey öğreniyorum. Matrixteki mimar insanların kendi yarattıkları bir programdı ve nasıl olduysa kendi yarattıkları program kendilerini köleleştirdi. Bu bağlamda tanrı ile Demiurgos arasındaki ayrımı iyi yapmak gerek. Demiurgos yani ara tanrı… Mutlak tanrı değil yani yönetmenimiz. Yönetmenin ayda yaşaması ve trumanın tüm duygularıyla oynayabiliyor olması beni en büyüleyen şey… Ay sembolizmde duyguları yönetir. Luna ay demektir, ingilizcede lunatik kelimesi çıldırmış gibi bir anlama gelir. Dolunayda kurtadama dönüşenleri şimdi daha iyi anlayabiliriz. Ayrıca kadınların dolunayda ruh halleri değişir. (bir erkek olarak bunu yaşamasam da objektif olarak gözlemliyorum :D) Yönetmen trumana bir korku verir. Deniz korkusu. Denizin üzerinde duramaz truman çünkü yönetmen küçükken babasını denizde kaybettirdi ve bilerek ona bu fobiyi verdi. Denize açılıp bu yapay setten çıkmak istemesin diye. İşte bu da sizin blogunuzda da bazı filmlerde değindiğiniz bilinçaltı korkularımız. Bunlar bizi bu yapay gerçeklikten, matrixten, ilüzyondan çıkmamıza engel olan korkular. Truman gibi bunu aşabildiğimizde bu dünyadan çıkıp gerçek dünyaya gidebiliyoruz. Bu nasıl mümkün? Farkındalıkla. Beni büyüleyen bir başka sahne ise trumanın bazı şeylerin saçma ve garip olduğunu keşfetmeye başladığı o büyülü an… Arada açıp youtubeden bu sahneyi o müthiş müziği eşliğinde izlerim. Size o sahneyi atmayacağım izlerken farkedersiniz. Truman şehrin meydanın durup farklı bir gözle gelip geöen insanları izlemeye başlar… Veee tabi ki filmin finalindeki bu blog yazısının da kapak resmi olan suyun üzerinde yürüyen Truman… İşte sırf bu yüzden bile bu film bir şaheser. Biliyorsunuz İsa bazı mucizeler gerçekleştirmiş efsaneye göre ve bunlardan biri de suyun üzerinde yürümesi… İsa sembolizmde güneş ile sembolize edilir ve film boyunca pek çok yerde güneş resmi görürüz, trumanın çalıştığı yerin logosu filan… Truman gece yarısı kameralardan kaybolur onun nerde olduğunu kimse bilmemektedir ve yönetmen let there be light yani ışık olsun der ve güneşi doğurur. İsa da 21 aralık günü en uzun gecede ölür (kaybolur) ve 3 gün sonra yeniden doğar. Truman da gemide yönetmen tarafından alabora edilir ve ölmek üzereyken kurtulur (hatta bir ara ölü bedenini gösterir kamera) ve o geçilmez duvara ulaştığında her şeyin yapay olduğunu kendi gözleriyle görür, deneyimler ve bu bilince eriştiğinde artık İsa ya da Truman suyun üzerinde yürüyebilecek kadar hafiftir…

  6. sistem böyle çalışıyor zaten değil mi ? çekim gücü 🙂 benzerlerin çekim alanı 🙂
    fikirdeş olduğumuz için her satırınıza katılıyorum. Farkındalık, yalnızlık, anlaşılamamak ve bunu umursamamak, azınlık olmak bunu da umursamamak 🙂
    filmle ilgili yorumunuz bana bugüne dek gözümden kaçanları farkettirdi. Evet ciddi sembolizm kullanımı var aslında filmlerde. Ben tamamen bunu görmezden gelmişim. Ve siz yazınca trumanshow daki sahneleri de hatırladım. Ama sadece o film değil ne sembolik vurgulu filmler var aslında. Bakış açımızı derinleştirmek gerekiyor 🙂
    bu tip mecralarda birbirimizi okumak dahi mutluluk verici. fikir birliğinde olan herkese selam olsun.

  7. ne güzel bir blog bu, ‘insan olma deneyimi’ üzerine düşünürken karşıma çıktı, okudukça kendimden bir çok düşünce buldum, size sevgilerimi ve saygılarımı yolluyorum.

    • Hoşgeldin Emel 🙂 İlgin için teşekkürler. Sanırım blogun mottosu yakında şu olacak: “Yalnız olmadığımı bilmek güzel” 🙂 Yalnız değiliz.

      • Jim carry in 3 filmi için yorumlarınıza yürekten katılıyorum. aktörün yaptığı bu filmleri, düşünce olarak da desteklediğini şimdiki yaşam tarzından anlamak mümkün zaten. artık o bir “deli” kartı figürü değil; “münzevi” çünkü. ..
        herşeyi aşmış ve çözmüş gibi.
        aynı şeyi Robin Williams için de düşünürdüm maalesef rahmetli oldu!
        sonu benzemez inşallah.
        Robin Williams ın Aşkın Gücü ve Balıkçı Kral filimleri de bu listede olabilir.
        bizim yörelerden de bir film olsun dersek;
        Rosso İstanbul .

  8. Sevgili Fatma, Zamanın Ötesi’ne hoşgeldin! 🙂 Yazılar ÖZ’den gelerek yazıldı, o nedenle şöyle yaklaşabilirsin; içinden gelen ya da rastgele bir yazıyı okuyabilirsin. Bir nevi fal bakmak gibi. Eminim yüzlerce okur gibi sana da tam ihtiyaç duyduğun zamanda cevaplar sunacaktır yazılar 🙂

  9. belki de ateşle barut gibi, suyla toprak gibi, havayla ateş gibi, birbirini tamamlayan ve yükselten ruh eşi gibi, mana eşi gibi, burada ki eş bilinen anlamda değil de bahsettiğiniz mevlana ve şems gibi manevi anlamda birbirlerinin eksiklerini gideren, yüksekliklerini patlatan, başka bi gönül sayesinde, mananın resmine farklı bi açıdan bakmayı kolaylaştıran bi eş lazımdır bilgiye ulaşmak için..bi insan ne kadar öğrenici olsada kendi tecrübeleri, birikimi ve algısı derecesinde ilerlerken illa atladığı yada eksik kalan bişiler olabilir..bi iletici gönül bi algılayacı gönülle denk gelirse o sinerji faydalı olabilir. frekanslar konusunda bilginiz varmıdır bilmiyorum, benim yok 🙂 o konuyla ilgili bi yerlerde okumuştum, tam çıkaramıyorum şimdi ama frekanslarla da ilgili bişi. büyük ihtimal ifade etmekte zorlandığım şeyi umarım siz anlıyorsunuz..yolunuz açık olsun..

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)