Senkronizasyon

Ortalama okuma süresi 6 dk.

“Eşzamanlılık, doğanın kalbinde yer alan ve her birimizde sezgisel bilgi yoluyla tezahür eden büyük, yaygın bir zeka tarafından koreografe edilir.”

Deepak Chopra

“Sanki evrenin kendisi onların aşk hikayesi adına komplo kuruyormuş gibi, olaylar tuhaf bir eşzamanlılıkla olmaya başladı.”

John Mark Green / ‘Bir Aşk ve Sihir Masalı’ Romanından

“Eşzamanlılık, öznel ve nesnel dünya arasındaki anlamlı bağlantıları ortaya çıkarır.”

Carl Jung

Bu yazımızda zihin-beden-ruh senkronizasyonumuz ve bunun hayatı deneyimleme şeklimizle ilişkisinden bahsedeceğiz. Dahası senkron kaymalarını nasıl düzeltebileceğimiz üzerine birlikte beyin fırtınası yapacağız. Bu kısa ve ÖZ yazının sonunda, siz de kendi eş zamanlılık deneyimlerinizi ve bunları nasıl bir durumdayken, hayatınızın hangi dönemindeyken yaşadığınızı paylaşabilirsiniz. Başkalarına ilham olur. Hadi telefonlarınızın senkronizasyon ayarını açın ve zihninizi bluetooth’unu aktive edin.

Senkronizasyon başlıyor…

Senkron kelime kökü ve etimolojisine göz attığımızda karşımıza eski Yunancadaki “syn” ve “krono” kelimeleri çıkıyor. “Syn” kökü; birlik, birliktelik, eşlik ve karşılıklılık bildiren bir edat ve fiil öneki. “Krono” ise zaman demek. Yan yana geldiklerinde, basitçe “eş zamanlılık” anlamına gelen senkron kelimesi doğuyor. Peki eş zamanlılık gerçekte ne demek? İnsan anlağındaki karşılığı, kök manası nedir? Bunu anlamanın en iyi yolu kelimenin günlük hayattaki kullanımlarına bakmak:

Sinema-televizyon dünyasında bu kelime sıkça kullanılır. Hepimizin bildiği gibi video ve ses arasındaki denkliği ifade eder. Görüntü ile sesin aynı gitmesi için ikisinin de zamanlarının eşlenmesi, aynı zaman çizgisi üzerinde olmaları gerekir. Eğer videodaki konuşmacı, konuşmasının 33. saniyesinde “denge” diye bir kelime sarf ediyor, ağzından bu kelime görüntüde okunuyor fakat ses olarak “denge” kelimesi 6 saniye sonra duyuluyorsa; konuşmacının görüntüsü ile sesi arasında “senkron kayması” var deriz.  Çünkü videonun sesi, videonun orijinal zaman çizgisinden 6 saniye sonra oynatılmaya başlanmış ve bu yüzden 6 saniye gecikmeli gelmektedir.

Gelin bu basit teknik hatayı hayatlarımıza uyarlayalım… İnsan diye tabir ettiğimiz bütünsel yaşam formu olarak : Zihin (akıl, düşünce), beden (vücut, fiziksel yapımız) ve ruh (psişe, duygu ve hisler) olarak üç ana katmandan oluşuyoruz. Elbette bu katmanlar çoğaltılabilir, azaltılabilir ve tamamen farklı bir model oluşturulabilir. Günün sonunda hepsi de bir şeyleri daha iyi anlamamız için oluşturulmuş geçici hipotezlerdir. Şu an için bu hipoteze ve şablona göre düşündüğümüzde (ileride değişebilir bu şablonlar) hayatımızı yaşarken:

  • Düşüncelerimiz yapıp etmelerimize yön veriyor,
  • Bedenimiz düşüncelerimizin aksiyon almasını sağlayıp eyleme geçiyor,
  • Zihnimizle düşünüp bedenimizle yaptığımız şeyler sonucunda ruhumuz / psikolojik durumumuz, duygularımız etkileniyor ve yeni düşünceler, eylemler için bizi güdülüyor.
THE HEARTS OF MEN © Jonah Calinawan

Bu döngü sürekli işliyor ve nihayetinde zihnimiz, bedenimiz ve ruhumuz bir senkron içerisinde çalışıyor. Bu bağlamda bu üç ana unsur için üç zaman çizgisi tahayyül edelim ve kurgusal bir düşünce deneyinde bu konsepti test edelim:

İlgili yazı:   Evrensel Eşzamanlılık Makinesi (Kısa Öykü)

66 yaşında bir kadın düşünelim:

Bu kadının zihni, varoluşunun 66. yılında bir anda yeni bir ülkeye gitmek istesin, farklı bir kültürde yaşamayı hayal etsin. Çünkü bu kadının zihni çok aktif, çok yaratıcı ve sürekli keşfetmek istiyor. 27 yaşında bir gencin zihnine ve asiliğine sahip.

Buna karşın, çok sağlıklı bir hayat yaşamadığı için bedeni çökmüş ve fazla hareket kabiliyeti vermeyen bir durumda olsun. Bedeni bu yeni duruma ayak uyduramayacağını belli eder sinyaller veriyor. Keza bedeni 72 yaşında bir insanın bedenine sahip ve enerjisi düşük.

Kadının ruhu ise yeniden hayata kök salıp kendini bulduğu 40’lı yaşlarında. Hem olgun, ayakları yere basan hem de yeniliklere açık bir bilgelikte. Buna karşın yukarıdaki zihin-beden senkron kaymasından etkileniyor ve düşüncelerini hayata geçiremediği için modu düşüyor. Umutsuzluğa kapılıyor, bilge ruhu ile bu içinde bulunduğu hal uyum sağlamıyor.

Zihin-beden-ruh zaman çizgilerinin, farklı hizalarda olmasından kaynaklı olarak; düşünce, görüntü ve nihayetinde videonun düzgün (dengeli) çalışmadığı ve videodaki mesajın karşı tarafa etkin iletilmediği bir durum gözlemliyoruz düşünce deneyimizde.

Peki çözüm nedir? Bu üç zaman çizgisinin aynı hizaya gelmesi için zamanı iyi anlamamız gerekiyor. Zaman derken… Zaten fizik yasalarınca bile göreceli olduğu ispatlanmış bir konsept. O halde kendi içimizdeki göreceli zamanı nasıl senkronize edebiliriz ki?… Cevap (internetin ücra köşelerinde bu kaçık blog yazarının öznel ve kendisini bağlayan bakış açısına göre) Adobe After Effects adlı video editleme programında… Ya da “timeline” özelliğine sahip herhangi bir video montaj programı… Merak etmeyin, programı öğrenmek ya da kursuna gitmek zorunda değilsiniz. Bir ekran görüntüsüyle izah etmeye çalışacağım:

Bu tür video montaj programlarında farklı ses, görüntü, efekt ve yazıları üst üste birleştirebilirsiniz. Mesela “Interstellar” filminden bir sahnede, kızın babasına söylediği replik hem kızın ağzından görsel olarak dökülen bir cümle, hem işittiğimiz bir ses hem de farklı diller için altyazı olarak kelime formunda. Anlam hepsinde de tek tek aynı ama bu üç anlam formunun aynı anda servis edilmesi gerekiyor yoksa kakafoni oluşur.

Ekran görüntüsünde görünen üç çubuğun en üsttekine video katmanı, altındakine ses katmanı, en alttakine de altyazı katmanı diyelim. Bu üç katman üst üste konduğunda ses, görüntü ve altyazıdan oluşan bir video elde ediyoruz. Bunların aynı hizaya gelmesi için bu üç çubuğu fare imleci ile tutup sağa sola kaydırmamız gerekiyor. Eğer altyazı konuşmadan daha sonra gelirse yabancı izleyici repliği anlamaz. Ya da kitaplıktan bir kitabın düşme sesi tam da kitap düşerken gelmeli, aksi takdirde kitabın düşme sesi anlamını yitirir. Bu şekilde çubukları doğru zamanlara kaydırarak video senkronizasyon işlemini tamamlıyoruz.

İlgili yazı:   Evrensel Eşzamanlılık Makinesi (Kısa Öykü)

Burada dikkat edilmesi gereken ana tema, tüm bu hizalanması gereken çubukları kimin tutup sürüklediği, aynı hizaya getirdiğidir. 🙂 Keza kendi zihin beden ruh çizgilerimizi aynı hizaya getirmek için önce tüm bunlara karşıdan bakan bir üçüncü göz olmamız gerekiyor. Birinin fareyi tutup, tıklayıp, imleci sürüklemesi gerekiyor. Çoğu zaman kendi zihnimize, bedenimize ya da ruhumuza hapsoluyor, sıkışıp kalıyoruz. Birilerinin gelip beden çizgimizi ya da ruh zamanımızı yeniden senkrona oturtsun, bizi bu dengesiz halden çekip çıkarsın istiyoruz. Fakat böyle bir durumda, biz başkalarının editlediği, kurguladığı bir film haline geliriz. Ki tüm bu anlattığımız şeylerin aslında tek kelimelik bir karşılığı var: Özgünlük. ÖZgün kalmak için kendi zihin beden ruh filmimizi kendimizin editlemesi ve tüm zaman çizgilerinin senkronunu sağlamamız gerekiyor. Elbette bazen başka bir video kurgucusundan yardım alabilir, onun teknik donanımını kendimize katıp kendi tekniğimizi geliştirebiliriz. Fakat günün sonunda kendi filminizin montaj masasında yine siz oturuyorsunuz.

ÖZetle sanırım sihir dışarıdan bakabilmekte. Kendi senkronumuzu yani eş zamanlılığımızı yaratmak için bizi biz yapan her şeye dışarıdan bakıp yeniden programlayabiliriz. Bazen her şey senkronize iken bile sırf keyfine ya da kendi özgünlüğünüz adına filminize bir efekt verebilirsiniz. Mesela başınızın üzerine bir ışık hüzmesi efekti koyabilir ya da yolda yürürken devasa bir ağacın yapraklarını sizin üzerinize yağdırması efektini ekleyebilirsiniz. Hepsinde de ortak tema, tüm hayatla senkron içinde olmak. Çünkü ancak hayatla senkronize olduğumuzda bu efektleri verebilir hale gelir, tarif edilemez coşku ve hisleri yaşayabiliriz. O hep aradığımız mutlak huzur ve mutluluk nihayetinde bu senkronizasyonda saklıdır ve kendimizi evrenle sekronize etmek mümkün.

Kendimize dışarıdan bakıp tüm yaşadığımız olumsuzluklara üçüncü gözümüzle bakarak. Görerek.

Severek.

🙂

Senkronizasyon tamamlandı…  


YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

6 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Sacayağının kendi içinde uyumlandırılmasında komuta’nın aklın elinde olması gerek; diğer durumlarda kaosun sebep olacağı anarşik çatışmaların dinmeyen depresif buhranlara yol açması muhakkaktır diye düşünüyorum. Kendimize üçüncü göz olarak bakabilme fikrinize sonuna kadar katılıyorum, yoksa üçlü koalisyonun üyelerinden birini kayırmak işten bile değil. Bunu bizzat deneyimlediğim ve sürekli faydasını gördüğüm için rahatlıkla salık verebiliyorum; ayrıca bunu başaramayıp dövünmek ise kendimizi yok yere yıpratıp arabesk ruh haline sokmaktan öte bir netice vermez. Aklın rehberliğinden yoksun bir yapı, devlet otoritesinin hüküm sürmediği bir topluma benzer. Her bir üye kendi düşüncesinin mutlak doğru olduğunu ileri sürebilecektir, ancak sağlıklı bir ortak yaşama durumu için hepsinin hizalanması, tümünün üzerinde yer alan bu üst iradeye yine tüm bireylerin uyma konusunda fikir birliğini peşinen kabullenmesi ve ona itaat etmesi ile mümkündür.

    Verdiğiniz örnekte uyumsuzluğu doğuran ana aktör zihin/akıl olunca, yukarıda bahsettiğim komuta zincirinde komutan’ın elebaşı olması çelişkili gibi gelebilir. Bunu netleştirmek adına zihni iki bölüme ayırmak gerek : birinci bölüm, örnekteki olandır, yani rutinimizi yürüten ve sacayağındaki diğer partnerler ile iş birliği yapan kısım. İkincisi ise yine ilkinin temeli üzerinde yükselip mümkün mertebe ondan soyutlanabilen ve üste çıkıp objektif üçüncü göz olarak tepeden, makul ve hakkaniyetle bakabilen bir nevi bütünsel ve tanrısal göz yapısındaki zihindir.

    Not: “Aksi takdirde” yerine “aksi taktirde” yazdığınız için 10 puan kırıyorum 🙂

    • Ayhan bey değerli katkınız ve samimice düşüncelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim. 🙂

      Akıl ve zihin ile ilgili göndermelerinize katılıyorum, keza söz konusu bilinç olunca, bu halen net bir cevabı bulunamamış bir soru olarak insanlık kolektif bilincinde havada asılı duruyor ve bambaşka bir yazının konusu olur. Ki bilinç üzerine çokça düşünce deneyi ve yazı paylaştık, paylaşmaya da devam edeceğiz blog boyu. O nedenle koyduğunuz şerhe katılıyorum. Bu konseptlerin tanımlarının iyi yapılması gerek.

      Buna karşın blog boyunca net ifade ve ibareler koymadan, yazıyı okurun zihninde soru işaretleri uyandırıp tefekkür etmesini sağlamak adına bir miktar ucu açık bırakıyorum. Çünkü nihai cevabı ben de bilmiyorum, belki sizin gibi kıymetli bir okur yeni bir bakış açısı sunar bize ve öyle de oluyor. 🙂

      “İkincisi ise yine ilkinin temeli üzerinde yükselip mümkün mertebe ondan soyutlanabilen ve üste çıkıp objektif üçüncü göz olarak tepeden, makul ve hakkaniyetle bakabilen bir nevi bütünsel ve tanrısal göz yapısındaki zihindir.”

      Buradaki tanımınıza ben (şimdilik) üst benlik ya da yüksek bilinç demeyi seviyorum. Açıkçası yüksek bilince inanan biriyim. Bu spritüel bir kavram gibi görünse de bazı psikoloji ekollerinde tartışılan bir konsept. O nedenle aslında bakış açımız aynı, belki kullandığımız kelimeler farklı. 🙂

      Kelime demişken… Hemen düzeltiyorum ilgili yazım hatasını. 🙂

  2. Düşüncelerimiz o denli kesişiyor ki üstüne yazmak bencillik olur. Ucu açık bırakma yönündeki yaklaşımınız açıkçası zihnin rahatlığını ve doğal seyrini izlemesini sağlarken yaratıcılığını, verimliliğini ve özgün fikir üretme kabiliyetini de cilalıyor. Bu sitede zaten hiçbir fikir sahibinin diğerleri üzerinde tahakküm kurma ve üste ya da baskın çıkma gibi bir kaygısı bulunmadığından egodan arınmışlık ve doğallık şiar edinilmiş durumda, bu nedenle sitenin ruhuna bu yönde katkıda bulunan her üyeye teşekkür etmek isterim.

    Olguları isimlendirme noktasında kelimeleri asla kişisel dokunulmazlık ve kutsallık mertebesine koymuyorum ki bu husus iletişimde ciddi polemiklere yol açabiliyor. “Soyut” söz konusu olduğunda bunlara isim vermenin kişi bazında farklılaşması son derece doğal, zira parmak izi ölçüsünde algılar ve bunları dile getirme biçim ve içerikleri de değişmektedir. Maddeye dair bilinmezlikler konusundaki açığımız ortada iken matematiksel kesinlikte ifade edilemeyen soyut ve madde ötesi alanında kelimeleri sabitlemek, doyurucu ve herkesçe aynı anlama gelebilecek içeriğe kavuşturmak ne mümkün 🙂

  3. ruh (psişe, duygu ve hisler) Olarak tanımlamışsınız; Ruh, en üst alemden, emir alemindendir. Ruh toprak, madde malzemesinden yaratılan bedenini giydiğinde, madde ve cisimlerin dünyasında var olur. Gerçeği ve hakikati bu madde dünyası olur. Nar, kuant malzemesinden yaradılan enerji bedenini giydiğinde, enerj, dünyasında var olur. Gerçeği ve hakikati bu enerji dünyası olur. Nur, takyon malzemesinden yaradılan bedenini giydiğinde süper uzayda, misal aleminde var olur. Gerçeği ve hakikati bu alem olur. Ruh hangi dünyanın, alemin malzemesinden yaratılmış bedenine binerse, o bedenini giyerse, Giydiği, bindiği bedenin malzemesine ait olan duyu organları o dünyayı, alemi ruha gerçek, hakikat olarak algılatır, gösterir, inandırır. Ruh, hangi aleme ait bedeni giyerse o alemin hüküm ve kurallarına bağlanır. O alemin ona verdiği güçleri, imkanları kullanır. Ruh öylesine kavranılamaz, hayal edilemez latif, ince, soyut bir cevherdir ki, madde malzemesinden yaratılan bedenini nasıl katı, sert algılıyorsa, maddeden çok ince ve lafif olan nar bedenini, nardan çok daha ince, lafif, soyut olan nur bedenini de öylesine katı ve sert olarak algılar. Mânâ ruh, lafız is cesettir. Demek bir harf dizilimi, ancak bir mânâsı veya ruhu olduğu zaman bir kelimedir. Yani kelimeler de insanlar gibi bir bakıma “canlı” varlıklardır, ve onların ruhları mânâlarıdır. Mânâsını kaybeden bir kelime, ruhu giden bir insan gibi ölür ve dağılıp gider. Yeni bir kelimenin doğması için de önce mânânın oluşması lazımdır. Sonra bu mânâya uygun bir lafız bulunur. Mânâ ile lafız zamanla özdeşleşir, ve cilt ile beden gibi birbirinden ayrılmaz olur. Mânâlar değişik bir alemdendir – mânâ alemi – ve harf ve dizilimlerinden tamamen bağımsızdır. Zaten aynı mânânin değişik dillerde değişik kelimelerle ifadesi de bunu gösterir. Kelime denen şey, belli bir harf (veya ses) diziliminin belli bir mânâ ile ilişkilendirilmesi, ve zamanla özdeşleştirilmesidir. Başka bir ifade ile, kelimeler, mânâ özü veya ruhunun harf (veya ses) dizilimi kılıf veya bedenine girmesi ve bütünleşmesinden oluşur.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)