Bağ Kurmak & Evrensel Bağlarımız

Ortalama okuma süresi 8 dk.

Şablonlardaki matematiksel tasarım gerçeğin arkasına gizlenmiştir.
Sadece nereye bakacağınızı bilmelisiniz.
Çoğu insanın kaos olarak gördüğü, aslında hareketlerin ince bir çizgide birbirini takip etmesidir. Galaksiler, bitkiler, deniz kabukları… Şablonlar gerçeği yansıtır.
Ama içimizden sadece bazıları parçaların birbirini nasıl tamamladığını görebilir.
Çin mitolojisinde Kaderin Kırmızı İpi adında bir inanış vardır.
İnanışa göre; Tanrı her insanın ayak bileğine kırmızı bir ip takar ve kaderleri birleşecek insanları bu ipler sayesinde birbirlerine bağlarmış.
Bu ip esner, kördüğüm olur, fakat asla kopmazmış.

Touch Dizisi (2012) – Jenerik

Bağ kurmak, bu blogta tartıştığımız diğer her konu gibi günlük yaşamda aslen çokça deneyimlediğimiz; buna karşın gerçek manası üzerine çok tefekkür etmediğimiz kavramlardan biri. Şu anda da deneyimlemekteyiz. Keza yazar şu an bu kelimeleri peşi sıra dizerken sen de okuyorsun ve yazardan çıkan fikirler senin bilincinde şekilleniyor. Böylece yazar ve okur arasında gözle görülmeyen bir bağ kuruluyor. Peki bağ kurmak iradi bir eylem midir? Biz bir şey ile ya da biriyle bağ kurmaya yeltendiğimizde mi gerçekleşir yoksa zaten o şey ya da o kişiyle aramızda bir bağ vardır da biz sadece bir ipin ucunu tutarcasına o bağı takip edip nereye ulaşacağına, ucunda ne olacağına mı bakarız?

Bu yazımızda sadece zihnimizi değil, tüm varlığımızı diğer tüm varlıklara açıyor, zamanın ötesine geçiyoruz. 🙂


***

Bağ kurmaktan bahsederken yukarıdaki Touch dizisinin jeneriğinde geçen alıntıyı yapmayı çok severim. Çin mitolojisinde ve daha pek çok kültürde geçen “Kaderin Kırmızı İpi” metaforu; tüm insanların birbirlerine ayaklarından kırmızı bir iple bağlı olduğunu söyle. Karşı karşıya gelmesi gereken iki insanın bu ipler sayesinde tanıştığını, kaderlerinin kesiştiğini ifade eder. Ben bu görüşü şöyle yorumluyorum: İnsanlar doğal olarak hayatları boyunca pek çok karar verir, eylemlerde bulunur ve hareket ederler. Tüm bu kaotik hareketler doğal olarak milyarlarca insanın ayaklarına bağlı iplerin birbirine karışmasına sebep olur. Muazzam bir kördüğüm takdir edersiniz ki… Bu muazzam karışıklıkta doğal olarak bazı ipler birbirine daha çok yaklaşır. Çünkü ipler karıştıkça kısalır. Böylece normal şartlarda asla yan yana gelemeyecek iki insan “kaderin garip cilvesi” gibi ifadelerle yan yana gelir. Bu karşılaşmayı sağlayan, aslında tanımadığımız daha pek çok insanın iplerinin “alakasızca” birbirine düğümlenmesi sonucu oluşmuştur. Belki de dünyanın farklı ülkelerinde iki insanın birbiriyle yazışması, bu yazışma esnasında bir fikir bulup bir site açmaları, o siteye sizin üye olup içerikler girmeniz ve girdiğiniz içerikler sayesinde size ilham olacak biriyle tanışmanız buna basit bir örnek.

Hayatta görmediğimiz pek çok bağ var. Bu bağlar iki insan arasında olduğu gibi iki bitkinin, bitkiyle hayvanın ya da iki maddenin arasında da olabilir. Dünya ile ay arasındaki bağ gibi… Ay, dünyanın yörüngesinde kütle çekim etkisi yüzünden dönmekte. Fiziksel olarak aradaki bağı salyan şey, dünyanın kütlesinden dolayı uzay-zaman sürekliliğinde oluşan eğri. Bu kütle çekim etkisi ay ve dünyayı birbirine bağlı iki göksel cisim haline getiriyor. Fakat felsefik ya da göstergebilimsel açıdan bağ, sadece fizik kanunlarına tabi değildir. Örneğin, dünya üzerinde oturan bir insan, gece dolunaya bakıp dolunayın güzelliği ve kendinde yarattığı hisler sayesinde ay ile bir bağ kurabilir. Çünkü o hisler ve düşünceler içinde değilken, ay onun için hiç bir şey ifade etmezken, bu his ve düşüncelerle aya bakmaya başladığında ay ile kendisi arasında bir bağ meydana getirmiş olur. Bu bağ o kişiyi etkileyebilir. Dolunaylı gecelerde mehtaba karşı şarkılar, şiirler yazıp duygusallaşabilir. Benzer şekilde dünya ile ayın arasındaki bağ da dünyada bazı etkilere yol açabilir. Gel-gitler ve hatta bazı teorilere göre kadınların adet döngülerinde bile minimal de olsa etkilere yol açabilir. Ya da ay ile aramızdaki bu bağ kültürümüze sirayet edebilir. İngilizce’deki “lunatic” kelimesi luna yani ay kelimesinden geliyor. Lunatic deli, çıldırmış gibi anlamlara geliyor. Keza kurt adam efsanesi de dolunayda çıldırıp kurta dönen insanları anlatan bir efsane. Ya da antik çağlarda insanlar dolunaya bakıp aydan ruh eşlerini, ebedi mutluluğa erişecekleri partnerlerini dilerlermiş. İnanışa göre dileklerini dolunaya seslendiklerinde dolunay bir aracı olacak ve hiç tanımadıkları ruh eşleri dünyanın neresindeyse onları duyacak, böylece birbirlerini bulmak için bir yol oluşacakmış. Yani bir bağ…

İlgili yazı:   Zamanın Kaderi

Görüldüğü üzere dünya ile ay arasındaki bağ, zincirleme bir reaksiyonla pek çok yeni bağlar türetti ve yeni bağlar kurdurmaya da devam ediyor. Şimdi baştaki soruya geri dönelim… Acaba evren ya da insan, bağlar üretmek için bir iradede bulunuyor ve nesneler, canlılar arasında yeni bağlar mı oluşuyor yoksa zaten bu bağlar hali hazırda var da biz sadece ipin ucunu bulmak için ipi mi takip ediyoruz?

Farazi konuşmayı bırakıp konuyu örneklendirelim:

Diyelim ki yalnız bir adam bir gece terasa çıktı ve dolunay karşısında demlendi. Biraz efkarla, biraz sitemle ayla konuşmaya başladı. Bir ara alkolün de etkisiyle delirdi, bağırdı çağırdı ve sevip sevileceği biri olsa keşke yanında diye iç geçirdi. O gece dünyanın bir başka yerindeki bir deniz kenarında, dolunaydan ve dolunayın suya vuruşundan çok etkilenen romantik bir şair bir şiir yazdı. Şiiri dolunay ve aşk üzerineydi. Şiirini paylaştı ve çok sevildi, ünlü oldu. Bir süre sonra, şiirden etkilenen bir müzisyen şiiri bir şarkıya çevirdi. Dünyanın başka bir yerinde, dolunaylı gecelerde nedense uyuyamayan bir kadın gece internette gezinirken bu şarkıya denk geldi ve ertesi gün yapacağı konferanstaki sunumunun sonuna, etkileyici ve hoş bir final olsun diye bu şarkıyı ekledi. Ertesi gün kadın konferans verirken, dolunaydan sevip sevilmeyi dileyen adam da dinleyiciler arasındaydı. Şirketin zorunlu olarak gönderdiği ve hiç istememesine rağmen gitmek zorunda kaldığı konferansın sonunda adam kadının çaldığı şarkıyı dinledi. Dolunay ve aşk hakkındaki şarkı… Normal şartlarda yanına gitmeyecekken adam bunu bir işaret olarak algılayıp kadınla tanışmak ve dolunayla ilgili bu “hoş” rastlantıyı kadına anlatmak istedi. Konferans sonrası kadınla konuştu ve birbirlerinden hoşlanıp sevgili oldular.

Bu kurguda ilk dikkat çeken şey çok fazla rastlantı var gibi görünse de aslında günlük yaşamımızda içinde olduğumuz durumlara dışarıdan, bir gözlemci olarak baktığımızda emin olun çok daha fazlasını göreceğinizi fark edeceksiniz. Keza yazarların da yaptığı budur. Olaylara ve durumlara başka bir boyuttan bakarlar. Okur da bazen rasyonalite aradığında bu kadar da tesadüf olmaz der. Ama çok meşhur bir söz vardır: “Gerçek hayat kurgulardan çok daha sıra dışıdır.” 🙂

İkinci olarak sorgulamamız gereken şey şudur: Acaba adam dolunaydan o gece dilek dilemeseydi yine de bu kadınla tanışmak için yanına gider miydi? Ortada bir işaret, rastlantısallık görmeyeceği ve adam konferansa ilgisiz olduğu için kadınla tanışmak için bir motivasyona sahip olmayacaktı.

Asıl sorumuz: Adam ve kadın arasında bir kırmızı ip vardı ve o kırmızı ip kısalıp adamı ve kadını bir araya mı getirdi? Yani adam ve kadın sadece iplerinin uçlarını takip ederek mi birbirlerini buldular? Yoksa adamın o gece anlamsızca dolunaydan bir dilek dilemesi iradi bir eylem miydi? Ve tüm süreci başlatan, bağ kurduran bu iradi eylem mi oldu?

kaderin kırmızı ipi

Kişisel görüşüm, evrende her şey arasında doğal bir bağ olduğu yönünde. Varoluşun, var olma dinamiğinin bir sonucu olarak (domino taşı gibi zincirleme bir reaksiyonla varoluş) “şey”ler arasında doğal bir bağ var. Aslolan mesele ise bu bağın nasıl kurgulandığı, nasıl bir yapıya sahip olduğu… Kuşkusuz annemiz ile aramızdaki bağ çok güçlü. Resmen kordon bağı diye bir bağla bağlanarak geliyoruz. Buna karşın dünyanın diğer tarafındaki hiç görmediğimiz bir insanla da aramızda bir bağ var (insan olmamızdan, aynı fizik kanunlarına tabi olmamızdan kaynaklı vs.) ama kuşkusuz o bağ daha zayıf bir bağ. Demek ki bazı insanlarla aramızdaki bağ daha güçlü. Mesafe olarak birbirimize yakın olduğumuz insanlar aramızdaki bağ anlaşılır ama dünyanın diğer ucunda hiç tanımadığımız biriyle nasıl oluyor da an geliyor hayatımızdaki herkesten daha yakın, daha güçlü bağlara sahip olabiliyoruz? Bu noktada iki görüşten bahsedeceğim ve okurun kendisine istediği görüşü seçmesini isteyeceğim. Yönlendirmek yerine özgür iradeyle böyle bir seçim yapılmasını tercih ederim. Elbette ikiyle sınırlanamaz. Siz de kendi görüşlerinizi yorumlarda paylaşın.

İlgili yazı:   Düşünce Gücü - (Okur Röprotajı)

Birinci görüşüm şu; birbirini tanımayan iki insan arasında önceden planlanmış güçlü bir bağ vardı ve zamanını bekliyordu. Yani bu iki insan zaten karşılaşacaktı. Sadece irade gösterip kendi ayaklarındaki ipin diğer ucunu takip ettiler. O nedenle adamın içine dolunaydan bir dilek dileme isteği geldi. (ilham, içe doğmak, sezgiler vs…) Peki neden başka insanlar değil de o kişiyle bir bağ vardı?

İkinci görüşüm ise: birbirini tanımayan iki insan arasında önceden planlanmış bir bağ yoktu. Sadece kendi özgür iradeleriyle içlerinde oluşan boşlukları doldurmak adına bir istekte bulundular. Bu istek bir bağ yarattı ve o an, o iki kişinin de isteğine ve birbirlerine en uygun bağ doğal bir akış içerisinde yaratıldı. Bu bağı sağlayan da diğer insanların istekleriydi. Yani yukarıdaki örnekte şairin içine bir şiir yazma isteği gelmesi, müzisyenin kayıtsız kalmayıp şiiri şarkıya dönüştürmesi ve böylece oluşan yeni bağlar nihai bağın oluşmasına bir zemin hazırladı.

Görüldüğü üzere iki görüşün temel noktalarından biri özgür iradeyken diğeri belirlenilmiş bir yolu işaret ediyor. Fakat bu temel dilemmanın da altına baktığımızda aslen bir ortak yan görüyoruz: oluşan ya da oluşacak bağ için irade gösterme.

İster ayaklarımıza önceden bağlanmış ipler olsun ister biz yeni ipler bağlayalım; günün sonunda ipler birbirine dolanacak. Dolanan ipler kısalıp bizi birileriyle karşılaştıracak. Peki amaç?

Amaç o dolanan ipleri çözmek, iplerden özgürleşmek ve hatta… İplerin kendisi olmak. 🙂

Eğer her ipi, kurduğumuz her bağı bir ışık çizgisi olarak zihninizde imajine ederseniz, her şeyin birbiriyle bağ kurduğu bir evrende, birbiri içine giren o kadar çok fazla ışık çizgisi görürsünüz ki, artık çizgiler de kalmaz. Her şey saf ışık haline gelir.

Taa ki o saf ışıktan yeni bir bağ doğana, bir çizgi çıkana dek.

Ol denilene dek… 🙂



YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

18 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Yüreğine sağlık. Ne tesadüftür ki bende bu konuyla yakından ilgili bir yazı yazmaktaydım. Evrimde olasılıkların sınırlandırılması üzerine. Sen de aynı meseleyi iplerin dolaşıp kısalması şeklinde ifade etmişsin 🙂

    • Denizhan çok teşekkürler. Artık biliyorsun şaşırmıyoruz bu eş zamanlılıklara 🙂 Her yazıda mutlaka oluyor. Bu da aradaki “bağ” dan olsa gerek

      • Evet. ve sanırım bir şey keşfettim. Sıradanlığın ötesinde sınır konulara yöneldikçe bu konularla ilgili olanları sayısı bir hayli azalıyor. Ama buna paralel olarak birlikte yaşanan eşzamanlılıkların sıklığı da artıyor. Maalesef bu konuyla ilgili olumsuz bir tecrübe de yaşadım. Felsefe öğretmeni olan bir arkadaşımla zamanla oldukça derin konulara dalmıştık. Çok sık eşzamanlılıklar yaşamaya başladık ve bu onun gerçeklik algısını bozmaya ve normal yaşamını olumsuz etkilemeye başladı. Ayrılmak zorunda kaldık ruh komşumla.

      • Bahsettiğin olumsuz tecrübeyi anlayabiliyorum. Bu zaman zaman bende de oluyor. Bu blogta yazarken de buna dikkat etmeye çalışıyorum. Bazen her şey bir bütün ya da her şey bir hiç, illüzyon gibi felsefik söylemler tehlikelidir. Tek başına söylendiğinde gerçeklikten kopma eğilimindeki kişileri olumsuz etkiler. İnancını derin yaşayan ya da inançsızlığını derin yaşayan bazı insanlarda da görürüz. İnancı ya da inançsızlığı hayattan kopma için bir sebep olarak kullanabilirler.

        O nedenle ulaşılan sonuçların reel hayattaki karşılıklarından ve nasıl bir fonksiyonellik gösterdiğinden bahsedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela tüm gerçeklik aslında zihinde gerçekleşen bir illüzyon derseniz bu insana hiçbir yeni bakış açısı katmaz. Ama tüm gerçeklik bizim bakış açımıza göre şekillenir, böylece karşımızda muazzam bir tuval vardır ve bu tuvalde yaratıcılığımızı kullanarak içimizde keşfettiğimiz potansiyelleri yaratabilir, hayatın bizzat kendisi haline gelebiliriz dersek bu hakikatten de yaşamın muazzam bir yönünü gösterir insana. Ve keşfetmek için daha çok tutunur insan hayata, gerçekliğe.

        Bağ kurmak hakkında bu yazıyı da biraz o nedenle yazdım. İster önceden ayarlanmış bağlar olsun ister biz yeni bağlar kuralım, hayatın bağları karşısında bir irade göstermek gerek gibi görünüyor. Ben bu iradeyi çok mu iyi gösterebiliyorum, çok mu iyi bağlar kurabiliyorum? Hayır. 🙂 Ama zaten burdan fark ettim. Kendimdeki bir eksiklikten. O nedenle düşünsel yolda ilerlerken şu an yaşamakta olduğumuz hayatın gerçekliğini de es geçmemek gerekiyor.

      • Haklısın. İstisna anomaliler haricinde hayatlarımız büyük oranda ortak gerçeklik zeminine bağlı. Yataktan kalktığımda ayaklarım bir zemine basacak mı bunu düşünmem.
        “gerçeklik bizim bakış açımıza göre şekillenir” yaklaşımına katılıyorum. Fakat bazılarının bunun sorumluluğunu taşımaya hazır olmadıklarını gördüm. Bahsettiğim arkadaşım, başlarda yaşadığı garip olaylar karşısında olumlu bir yaklaşım gösteriyordu. Sürpriz hediye almış bir çocuk gibi şaşırıyor ve seviniyordu. Ama sonraları bu durumları realizasyon olarak tanımlamaya başladı. Yani tam da senin bahsettiğin gibi tuvali boyamada kendi iradesinin payı olduğunu kabullendi. Radikal bir değişim geçirmeye başladı. Başlarda çevresinden gelen baskılara direnebiliyordu ama sonra fiziksel şiddete varıncaya kadar baskının şiddeti artınca geri çekilmek durumunda kalmıştı.
        Bağ kurmak kadar eski bağları da düzenlemek ve gerektiğinde koparabilmek önemli yani.

  2. “Asıl sorumuz: Adam ve kadın arasında bir kırmızı ip vardı ve o kırmızı ip kısalıp adamı ve kadını bir araya mı getirdi? Yani adam ve kadın sadece iplerinin uçlarını takip ederek mi birbirlerini buldular? Yoksa adamın o gece dolunaydan bir dilek dilemesi iradi bir eylem miydi? Ve tüm süreci başlatan, bağ kurduran bu iradi eylem mi oldu?” Tam şu sıralar bunu düşünmekteydim, zamanınötesiyle bağımızın kopmamasına aşırı sevindim!

    • Her zamanki gibi okurlarla eş zamanlılıklar devrede 🙂 İlham gelince yazdığım için oluyor. Yani o ilhamı bekliyorum. Belki bu ilham ve ilhamın kaynağı üzerine de bir yazı yazılmalı. Ama bu sefer beklemeden. 🙂 Teşekkürler katkın için.

  3. Kısa bir süre önce bağların olduğunun farkına varmamı sağlayan şeyin, o bağın kopmasıyla gerçekleştiğini söyleyebilirim.
    Ve filmi geriye sarıp baktığımda bu bağ nasıl oluştu sorusuna henüz cevap bulamasamda, tesadüf gibi görünen onca olayın hiç de tesadüf olamayacağını bir kez daha anladım.
    Belki de o kırmızı iplerin içinden birini seçip kendime doğru çekmiş olabilirim. Ve karşı taraf kısalıp yaklaşmaya karşı ipin ucunu bırakmış ve ya gevşek bırakmayı seçmiş olabilir…

    • Evet Hülya. İrade’nin altını çizmek istedim ben de senin gibi. İpleri, bağları keşfetmek bir şey fakat o ipin ucunu tutup ilerlemek, bunu seçmek başka bir şey. Yani kader varsa bile sanki yine de özgür irademiz var gibi görünüyor.

  4. o zaman düşünelim bakalım. Aslında kısa cümle kuracak olursak, yazı içindeki yaklaşımların cevabı ve düşündürülmesi istenen ana yön yazının son cümlesinde saklı “Taa ki o saf ışıktan yeni bir bağ doğana, bir çizgi çıkana dek.”
    Haaa ama biraz cümle kuralım dersek 🙂
    ** şöyle bir açı getirebiliriz belki de; dünyaya geldiğimiz kendi ruh ailemiz ve diğer ruh aileleri ile bağımızı düşünecek olursak, aslında bağın ucu taaa beden öncesine dayanıyor diyebilir miyiz? Dünyaya gelmeden acaba nasıl anlaşmalar yapıyoruz elimize hangi kırmızı yumağı alıp doğuyoruz da dünyaya gelince yumağı sara sara kısaltıp yolları kesiştiriyoruz? İrade burada mı başlıyor yoksa taa o ana çekirdek ruhun eril dişil olarak 2 ye bölündüğü ve mensubu olduğu ruh ailesinde mi başlıyor? peki tüm o ruhlar 2 ye bölünmeden önce geriye doğru gidince hangi tek çizgide bir oluyor?
    **Veya; karma tabanlı düşünecek olursak, bu hayatta öğrenmemiz gereken dersi, yaşamamız gereken duyguları bize kim öğretecekse ya da biz kime ne öğretecek isek, kimden alacaklı, kime borçluysak bir önceki hayattan karmamızla beraber yumakları alıp geliyor olabilir miyiz? Bu durumda irademiz ile dileyerek, düşünerek enerjiyi çekiyor gibi gözüksek de aslında kadersel olarak bağlar sıklaşıyor ve bu nedenle diliyoruz ve yollar kesişiyor olabilir mi? Aslında yaşam ve bağların tek amacı deneyimlememiz gerekenler mi?

    a) Öyle ya da böyle başlangıç olarak Özgür irade bir yerlerde var (mı)
    b) İstemeyi de isteten başka bir irade (mi) var
    c) zaman kavramının dışına çıkarsak tek bir nokta (mı) var.

    • Figen çok teşekkürler konuyu açtığın için. Bilerek dar tutmuştum okur kendi açsın ve konu kısıtlanmasın diye, çok iyi oldu katkın. 🙂 Evet şu deneyim konusunun altını çizmek istiyorum ben de yorumunda. Deneyimlemeye geliyoruz görüşü bende bir miktar daha hakim şimdilik. Deneyimin çok ama çok önemli olduğunu ve kilit olduğunu düşünüyorum.

      Soruların muazzam. Evet bazen en iyi cevap bir soru olabiliyor. 🙂

  5. Bu dünyaya gelirken anlaşmalı olarak geliyoruz tekamülümüz için o insanları hayatımıza biz seçiyoruz yani bir hayat tiyatrosu hazırlıyoruz ve buna da kader diyoruz. Hayatı deneyimleyerek farkındalığımızı arttırıp tekamül yolunda ilerlerken ..anlaşmalı ruhlarda zamanı gelince hayatımıza giriyor.. ya ebedi dostumuz ya da ezeli düşmanımız oluyor…yani figüranlar…Eğer figüranlar ile verdikleri hayat derslerinden öğrenip, teşekkür eder bağlarımızı da temizlersek esas oyuncular sahneye gelecek Yani NE İSTİYORSAK ONU DEĞİL NE İSEK ONU HAYATIMIZA ÇEKERİZ.bağlarımız olan kişileri temizlersek yeni bir kader oluştururuz ..Kün feyekün….

    • “Ne istiyorsak onu değil, ne isek onu hayatımıza çekeriz.” vurgun çok netti Sevim. Değerli bakış açın ve katkın için çook teşekkürler. 🙂

      Söylediklerin üzerine zaman zaman düşünmüşlüğüm vardı ama bağlarımız olan kişileri temizlersek yeni bir kader oluştururuz söylemin çarpıcı. Üzerine düşüneceğim.

      Yani sen aslında hem önceden belirlenmiş bağlarımız, kadersel iplerimiz olduğunu hem de bunlardan arınılabileceğini söylüyorsun.

  6. Kaleminiz çok daha akıcı hale gelmiş, ara ara konudan kopup büyüsüne kapıldım. 🙂 Teşekkürler.

    O kırmızı ipi yakın zamanda bir dizide görmüştüm, ruh eşlerinin serçe parmaklarına bağlanmıştı ve tabi ki üzerine düşündüm. :))

    Alternatif olarak sunduğunuz 2 seçenek de geçerli. Çünkü birincisini yaşadığımda kendimin farkında değildim ve o durumları benim kontrolüm dışında gelişen “bir takım kadersel durumlar” olarak yorumluyordum. İkincisinde ise her şeyin farkındaydım. Göz göre göre oldu. Aslında birinci ile ikinci arasındaki en temel fark, farkındalık. Farkındalığın olmadığı yerde kader aktive oluyor, farkındalığın olduğu yerde irade…

    Konuyu şöyle örneklendirebilirim, daha iyi anlaşılması için: “İlk aşk” deneyimimi yaşadığım dönemde hayatın bana verdiği mesajları okuyamadığım için bana neyi idrak ettirmeye çalıştığını da bilmiyordum. Birisine aşık oldum, acı çektim, idrak ettim. Bunun adı kaderdi.

    İkincisinde ise Allah’ın benimle olan iletişim dilini çözmüştüm. Neye ihtiyacım olduğunu biliyordum veya sırası geldiğinde neyi öğrenmem gerektiğini şıp diye anlıyordum. İçsel olarak kararlı hale geldiğim bir anda, ne istediğimden tam olarak emin oldum. O eminliğin bilincimde açığa çıkmasıyla eş zamanlı olarak kendime şunu dedim: Bu istediğim şey kesin olacak, bana geliyor. Çok kısa bir zamanda da oldu. Ve ben neyi idrak etmem gerektiğini bildiğim için sorunlar benim için zıplayıp duvarı aşabilmeme yardım eden bir trambolin işlevi görmeye başladı. Böylelikle “kadersel” diyebileceğimiz büyük olaylar yaşamadan küçük küçük uyarılarla sistemin bana öğretmeye çalıştığı şeyleri içselleştirmeyi alışkanlık haline getirdim. Ve açıkcası irademi ilk defa kullanmaya başladığımı farkettim.

    (Aslında ilkinde de içten içe istediğim şey olmuş. Ama o bilincimde açığa çıkmadığı için benİm için iradi değil, kadersel. O yüzden şah damarımdan yakın olduğuna şahidim.)

    Ancak bir noktayı da es geçmemek lazım. Herkesin bir yaşam görevi var ve yaşam görevine göre geçmesi gereken ve durması gereken duraklar var. Yaşam görevimiz en son hangi durakta duracağımızı ve o durağa ulaşana kadar hangi duraklardan geçeceğimizi belirliyor. İrade ise bir duraktan diğerine giderken hangi güzergahı kullanacağımızda devreye giriyor. Eğer sen hangi durağa gitmen gerektiğini bilmiyorsan, ortada dolaşıp duruyorsan zamanı geldiğinde seni o durağın önüne bırakan şok edici kadersel olaylar da yaşayabilirsin. Kadersel diyorum, çünkü öngöremiyorsun.

    • Halime çok teşekkürler ilgin ve beğenin için, evet kuşkusuz yazım dili de her şey gibi zamanla evrimleşiyor. 🙂 Nerdeyse 10 yıldır blog aktif ve yazıyorum. 10 yıl önceki yazılarıma baktığımda yazım dili olarak muazzam bir amatörlük görüyorum. Ana okulu öğrencisinden hallice :)) Ama bilerek silmiyorum ya da eski yazılarımı redakte etmiyorum. Çünkü okur da ben de bu gelişimi görsün isterim. Hem fikirsel hem de dil olarak bu evrim gözler önüne serildiğinde böylece dogmadan bağımsız bir bakış açısı sergilenmiş olur. Yani “bu blogta yazılan hiç bir şey dogmatik değildir, yazarın yazım üslubu da fikirleri de zamanla değişebilir, bu da kanıtı” demenin bir yolu. 🙂

      “Farkındalığın olmadığı yerde kader aktive oluyor, farkındalığın olduğu yerde irade…” ifadeni çok değerli buldum. Çok güzel ifade ettin, üzerine düşüneceğim. Yeni bir blog yazısı bile çıkar bundan. 🙂 TEDx sunumumda bahsettiğim labirentteki adam sembolünün felsefesine yakın buldum bu görüşünü. Orda da bir yol olduğunu, o yolu her halükarda gideceğimizi ama yol boyunca aldığımız virajlardani dönemeçlerden edindiğimiz deneyimin farkında olmanın bizim bir tür özgür irademiz olduğunu söylemiştim.

      Durak ve güzergah metaforunu da çok sevdim. Bazen bildiğimiz bir şeyin çok daha anlaşılır ifadelerle anlatıldığını gördüğümde çok etkileniyorum. Yani bir süre sonra bilginin kendisinden ziyade, bilginin aktarım şeklinden etkileniyorum. Ki bu da sanırım tam da bahsettiğin metafora uyuyor. Yani bilgi orda bir yerlerde var ama o bilgiye nasıl ulaştığımız, bilgiyi nasıl aktardığımız önemli hale geliyor. Bu konuyu en iyi anlatan filmlerden biri “Big Fish”.

      Bu arada bahsettiğin dizinin ismini de merak ettim.

  7. “Durak ve güzergah metaforunu da çok sevdim. Bazen bildiğimiz bir şeyin çok daha anlaşılır ifadelerle anlatıldığını gördüğümde çok etkileniyorum. Yani bir süre sonra bilginin kendisinden ziyade, bilginin aktarım şeklinden etkileniyorum. Ki bu da sanırım tam da bahsettiğin metafora uyuyor. Yani bilgi orda bir yerlerde var ama o bilgiye nasıl ulaştığımız, bilgiyi nasıl aktardığımız önemli hale geliyor.” İkizler burcu musunuz? 😀

    Alma(Gumiho-Kore Dizisi) verme (Big Fish) dengesi güttüğünüz için teşekkürler. Ancak bahsettiğim o diziyi bitirebileceğinizi zannetmiyorum. Ben sıkılmıştım. Kırmızı ip ise son bölümlerde ortaya çıkıyor 😀

    Ama benim gibi Kore kültürünü merak ediyorsanız belki dayanabilirsiniz :))

  8. Kalp ve aklın yolu birdir derler bizim bahçede)) evrendeki her şey aynı gitarın tellerinden çıkan farklı notalar gibidir. Farklı frekanslarda titreşen evrenin notaları(sicimler) madde varlıkları oluşturarak sonuçta evrenin müziğini/senfonisini oluşturur. Bu notalar, her an birbirleri ile iletişim ve bütünle etkileşim halindedirler. Bütün ile kesintisiz bağlantıyı ve koordineyi sağlayan ortak hafızaya sahiptirler. Evrendeki her şey ve her türlü hareket, sicimlerin birbirleri bağlantılı olması nedeni ile sistemin bütünü tarafından algılanır, hissedilir ve ona bir cevap verilir.herşey uyumlu ve koordinelidir yani.beynimiz bu senfoniyi algılamaya başladığında bağ ipliği görülmeye ve çözülmeye başlar;aslında tüm notalar aynı anda aynı yerdedir;burada önemli olan bedenselliğimizi bertaraf ederek paralel evrenleri yani alternatif olasılıkları fark ederek en iyi çıktıyı almamızdır…şuan kalbimde oluşturmakta olduğum hisle duygularıma yön vermeye başladığımda aynı frekanstaki kişiyi/nesneyi kemdime doğru bağ ipliği ile çekmeye başlayabilirim ve an içindeki mucizem zaman içinde oluşacağındanda eminimdir çok şükür))

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)