James Webb Bilinç Teleskobu

Ortalama okuma süresi 7 dk.

“Uzay (mekân) ve zaman iç içe girmiş durumdadır; zaman kavramı olmaksızın mekânı, mekân kavramı olmaksızın zamanı kavrayamayız.”

Kozmos, Evrenin ve Yaşamın Sırları, Carl Sagan

“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman ayarı insandır… Buda gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar

“Her zaman kendime sorardım: Neden noktaların, doğruların, eğrilerin; ister düzlem ister uzay şekiller olsun koordinatları var da daha mükemmel bir varlık olan insan ve onun ayrılmaz bir cüzü olan hayatın koordinatları yok?”

Tutunamayanlar, Oğuz Atay

James Webb Uzay Teleskobu’nun, dünyadan 4,5 milyar ışık yılı (ışık hızında bile gitseniz 4,5 milyar yıl sonra ulaşacağınız bir mesafe) uzaktaki bir galaksi kümesini çektiği fotoğrafı hepimizin malumu. Bu yazımızda, zaman ve mekan algımızı zorlayacak bir düşünce deneyine girişeceğiz ve her yerde paylaşılan bu fotoğrafa tersten bakacağız. James Webb teleskobunun; bizden 4,5 milyar ışık yılı ötedeki bir gezegende olduğunu hayal edip oradan kendimizin fotoğrafını çekeceğiz. Hadi bilinç teleskoplarımızı ayarlayalım ve ruhumuzun merceğinden evreni ve kendimizi gözlemleyelim!

Webb teleskobunun milyar dolarlık pahalı aynalarının üzerine düşen ve bu muazzam galaksiler topluluğunu görmemizi sağlayan ışıklar, ışık kaynaklarından yani kendi güneşlerinden / galaksilerinden yaklaşık ortalama 4,5 milyar yıl önce yola çıktılar. Yani biz aslında 4,5 milyar yıl öncesine ait bir galaksi kümesi görüyoruz. (100’den fazla galaksinin bir arada olduğu galaksi topluluklarına galaksi kümesi denir.) SMACS 0723 adlı bu galaksi kümesinin, evrenin bir köşesindeki bu mahallenin ışıklı fotoğrafı aslında nostaljik bir fotoğraf. 4,5 milyar yıl öncesinin fotoğrafı. Hatta öyle ki, evrenin daimi genişlemesinden dolayı bu gök ada topluluğu, şu an bizim gördüğümüz yerde bile değil. Birkaç milyar ışık yılı daha uzakta. Çünkü bu gök adaların ışıkları bize ulaşana kadar, bu 4,5 milyar yıl içinde evren biraz daha genişledi ve her şeyin arasındaki boşluk biraz daha arttı. Evrendeki her şey birbirinden biraz daha uzaklaştı.

(Kim bilir, belki de bu nedenle ayrılık diye bir şey vardır, evren genişlediği ve birbirimizden mütemadi uzaklaştığımız için, belki de o nedenle bu genişlemeye inat birlik ve bütünlük içinde olmaya çalışıyor, evrenin genişleyip bizi birbirimizden ve kendimizden uzaklaştırmasına kafa tutuyoruzdur. Entropiyi tersine çevirme çabamız da, ayrılık gibi sevdaya, varoluşa dahil. 🙂 )

Şu anda, yaşadığımız zamanda, fotoğraflarına bakıyor olduğumuz galaksilerin içerisinde yeni bir medeniyet doğmuş ve onlar da bir teleskop geliştirmiş, bize bakıyor olabilirler. Fakat işin ironik kısmı; onlar teleskoplarını bize doğrulttuklarında, Dünya gezegenini, daha yeni doğan ve üzerinde yaşamın mümkün olmadığı bir gezegen olarak görürler. Çünkü Dünya gezegeninin yaşı da 4,5 milyar yıl. Onlar da bizim samanyolu galaksimizin 4,5 milyar yıl önceki halini görecekler ve eğer bir sosyal medyaları varsa herkes storysinde, içinde bizim galaksimizin de olduğu galaksi kümesinin fotoğraflarını paylaşacaklar. Fakat o fotoğraflarda biz olmayacağız. Aynı şekilde bizim şu an gördüğümüz fotoğrafta da onlar yok çünkü o medeniyetin de 4,5 milyar yıl önceki halini görüyoruz.

Bilinçlerimiz ışık hızı gibi katı sabitelere uymak zorunda olmadığı için gelin SMACS 0723 galaksi kümesinde bulunan bu gezegene (adı ‘AYDÜN’ olsun) gidip orda neler olup bittiğine bakalım. Onların gezegeni de bizim gezegenimizle aynı zamanlarda evrimleşmiş olsun. Ne de olsa DÜNYA gezegeni ile AYDÜN gezegeni arasındaki mesafe 4,5 milyar ışık yılı ve gezegenimiz de 4,5 milyar yaşında. Biz, şu an bu yazıyı okurken üst bilinçlerimizle bu iki gezegene de aynı anda bakabiliyoruz. İki gezegenin de aynı anda soğumaya başladıklarını, aynı anda yer şekilleri, sular ve bitkiler oluşmaya başladığını gözlemleyebiliyoruz. Zamanla ilkel insanlar oluşmaya başlıyor ve medeniyetleri hızla gelişiyor. Zamanı ileri saralım ve birbirinden 4,5 milyar ışık yılı uzakta bulunan bu iki gezegenin üzerindeki insanların, 4,5 milyar ışık yılı uzaklıktaki gök cisimlerini görebilecekleri bir teleskop icat edişini izleyelim. İki medeniyet de aynı anda uzaya teleskoplarını fırlatmış olsun.

Şimdi… DÜNYA gezegeninde bulunan bir astronomun, James Webb teleskobuyla evrenin en uzak köşelerine bakıp, 4,5 milyar ışık yılı uzaklıktaki AYDÜN gezegenini gördüğünü görelim. (Halen bu iki gezegene aynı anda bakabiliyoruz.) DÜNYA gezegenindeki astronom, AYDÜN gezegenin 4,5 milyar yıl önceki halini görmektedir çünkü AYDÜN gezegeni oluşmaya başlayınca, ışığı 4,5 milyar yıl boyunca yol kat edip anca DÜNYA gezegenine ulaşmıştır. Bu nedenle DÜNYA gezegenindeki astronom, AYDÜN gezegenini, üzerinde hiçbir canlının olmadığı, çorak bir gök cismi olarak görecektir. Aynı manzarayı AYDÜN gezegenindeki astronom da DÜNYA gezegenini gözlemlerken görecektir. Biz aynı anda her yerde var olabilen bir bilinç olarak, ikisinin de birbirlerine baktıklarını ama birbirlerini görmediklerini görüyoruz. Buna karşın ikisi de varlar ve oradalar. Elbette bunda paranormal ya da metafizik bir durum yok. Sadece evrendeki mesafelerin, hayal gücümüzü zorlayacak ölçüde büyük olmasından kaynaklı bir dilemma var. Görme duyumuza hitap eden ve “gerçeklik” olarak adlandırdığımız olguları algılamamızı sağlayan ışık, evrendeki bu astronomik mesafeleri kat ederken bir hayli zaman geçiyor. Bunun neticesinde AYDÜN gezegeninin gerçekliği, DÜNYA gezegenindeki astronomun gözüne 4,5 milyar yıl gecikmeli (senkron kayması) olarak geliyor.

Düşünce deneyimizi bir ileri aşamaya götürelim… AYDÜN gezegenindeki astronomlar; DÜNYA gezegeninin 4,5 milyar yıl öncesini gördüklerinin farkında olarak, hem DÜNYA gezegenin gelecekteki potansiyel medeniyetlerine bir mesaj göndermek hem de komik bir kozmik şaka yapmak için (AYDÜN’lüler pek şakacı bir medeniyet olsun) gezegenlerinin önüne devasa bir ayna koysunlar. Böylece DÜNYA gezegenindeki astronomlar, ilk baktıklarında aynı AYDÜN’lüler gibi çorak bir gezegen görecekler fakat tekrar 4,5 milyar yıl geçtikten sonra yani DÜNYA gezegeninin 9 milyarıncı yaş gününde, AYDÜN gezegene baktıklarında devasa bir ayna görecekler. Aynada da DÜNYA gezegeninin 9 milyar yıl önceki halini görecekler. Böylece DÜNYA’lılar, aslında zamanda 9 milyar yıl geriye gidip 9 milyar yıl önceki dünya gezegenine bakabiliyor olacaklar.

Bizler ise üst bilinçten tüm olan biteni şöyle izliyoruz:

Bundan 4,5 milyar yıl önce, birbirinden 4,5 milyar ışık yılı uzaklıkta iki gezegenin doğuşuna şahitlik ediyoruz. Akabinde 4,5 milyar yıl geçiyor ve ikisi aynı anda gelişip, üzerlerinde yaşayan canlılar aynı anda birbirlerine bakan bir teleskop yapıyorlar. Birbirlerine bakıyor ama birbirlerini görmüyorlar çünkü gördükleri ışık, birbirlerinin 4,5 milyar yıl öncesinin ışığı. Sonra AYDÜN gezegenindekiler devasa bir ayna yapıp gezegenlerinin önüne koyuyorlar. DÜNYA gezegenindekilerin bundan haberi yok tabi bu esnada… 4,5 Milyar yıl daha geçiyor ve DÜNYA gezegenindeki astronomlar, DÜNYA gezegeninin 9 milyarıncı yaş gününü kutlarken teleskoplarında bir şey fark ediyorlar. AYDÜN gezegeninin önüne devasa bir ayna konduğunu fark edip aynaya zoom yapıyorlar ve aynada kendilerini yani DÜNYA gezegenini görüyorlar. Hem de 9 milyar yıl önceki halini…

Daha yeni yeni oluşmaya başlayan ilkel DÜNYA gezegeninden çıkan ışık 4,5 milyar yılda AYDÜN’e ulaşmıştı. Aynı ışık AYDÜN gezegeninin önündeki aynaya çarpıp geri yansıyor ve 4,5 milyar yılda gerisin geri kendisine geri dönüyor. Böylece DÜNYA gezegeninin doğuşunun ilk ışıkları, 9 milyar yıl boyunca uzayda ileri geri gidip kendine geri yansıyor.

Gördüğünüz gibi bu ayna şakasını sonsuza dek sürdürüp, Dünya gezegenin ilk oluşma anını dondurabilir ya da zamanda ileri geri oynatabiliriz. Bu sadece optik bir oyun diyebilirsiniz. Dünya gezegeninden çıkıp aynalardan yansıyan ya da tekrar gözümüze giren fotonlar gerçek ve tüm gerçekliği bu fotonlar sayesinde algılıyoruz. Teleskop kullanarak, çıplak gözle Jüpiter gezegenine ya da herhangi bir uzak cisme bakan tüm okurlar ne demek istediğimi anlayacaktır. Jüpiter’in fotoğraflarına internetten bakabilir, detaylı videolarını izleyebilirsiniz fakat teleskobun merceğinden yansıyan ve göz bebekleriniz içine giren Jüpiter’in bizzat kendi ışığı, sizde tarifsiz bir his yaratacaktır. Çünkü Jüpiter’in üzerine çarpıp onun kimyasal bileşenleriyle yeniden şekillenen fotonların sizin gözünüze çarpıp durması, ciddi manada büyülü bir andır.

Özetle, bu durumda hepimiz birer zaman yolcusu oluyoruz… Dünya gezegeni üzerinde yaptığımız şeyler, seslerimiz, ışıklarımız ve varoluşumuzdan çıkan tüm fotonlar uzay boşluğunda yol alıyor. Kim bilir, belki bir gün başka bir gezegendeki astronomun teleskobuna çarpıp duracak ve onun göz bebeklerinden içeri gireceğiz. Güneşimiz ve yıldızlarımız, soluk mavi gezegenimizden çıkan ışık, bizden 4,5 milyar ışık yılı uzaktaki bir varlığın sosyal medyasını süsleyecek. Ya da bir aynaya çarpıp sonsuza dek uzay-zamanda seyahat edeceğiz.

Taa ki, biz ışığın da ötesine geçip o üst bilinç olana dek…

Karanlığın ve ışığın, uzayın ve zamanın ötesinde, ex umbra in solem…


YAZARA KAHVE ISMARLA!
Kahve bahane, zamanın ötesine geçmek şahane! Blogtaki özgün içeriklerin entropiye bile karşı gelerek sonsuza dek internette var olmasını istiyoruz. Bunu sağlamak için web site hosting barındırma giderlerine destek olmak isteyen herkesin katılımını sağlamak adına farklı bağış rakamları belirledik. Her bağış size özel sürprizler içeriyor. Detaylar aşağıdaki butonda! 🙂
Become a patron at Patreon!

Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

1 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Aşağıların aşağısındaki bu iki boyutlu evrende, hiçbir yer, yukarıda, yüksekte, üste değildir. Madde ve cisimler alemi olan iki boyutlu bu evrende, gittiğimiz, gideceğimiz, gördüğümüz, göreceğimiz, bütün yıldızlar, galaksiler, kitabın iki boyutlu sayfası gibi olan, bir tabakanın, bir kabuğun, örümcek ağı dokusu benzeri şişen bir balon zarının yüzeyindedirler. Kitap sayfasının benzeri olan bu iki boyutlu yüzey, tabaka, zar düz değildir. Üzerindeki yıldızların ağırlıklarına göre, burularak bükülerek, çukurlaşarak, sahte, aldatıcı bir derinlik, yükseklik algısı verir. Ayrıca, ışık, gölge sayısız ayrıntılar, öylesine mükemmel, öylesine hassas ayarlanmışlardır ki, dışarıdan gelen ışık dalgaları, iki boyutlu mekanı, uzayı, yani evreni, insanoğlunun duyu organlarına, yükseklik algısıyla birlikte üç boyutlu olarak gösterir, algılatır. Duyu organlarının algıladığı yükseklik sahte ve aldatıcı olmasına rağmen, o kadar güçlü bir inandırıcılık taşır ki, mekanı, uzayı, evreni üç boyutlu olarak biliriz ve buna inanırız. Günümüzde, bilim benzer yöntemleri taklit ederek geliştirdiği simülatörlerde, üç boyut algısını, yapay gerçeklik olarak oluşturabilmektedir.Bir iğne ucu küçüklüğündeki zerrecik, binlerce kere, yüz binlerce kere, milyonlarca kere, milyarlarca kere parçalandığında, yani içinin içine girildiğinde, aşağıların aşağısında olan iki boyutlu yüzeyden, tabakadan, o kadar yukarıya, yükseğe, üste çıkılmış, gidilmiş olunur.Afak’tan enfusi ufuklara, görünenlerden, görünmeyenlere doğru o kadar yol , o kadar mesafe alınmış olur. Bu destansı yolculuğu yapan kuantum fiziği, yaratılan kitabın enfusi ufuklarına yazılmış olan ayetleri zerrelerin içinden yukarıya doğru isimlendirerek okuyor. moleküller, elementler, atomlar, elektron, proton, nötron, kuarklar, boyutsuz enerji noktacıkları olan kuantlar, tek boyutlu süper sicimler ve, evrenin büyüklük bakımından yanında çölde bir yüzük halkası kadar kaldığı, evrenin bir üstündeki on bir boyutlu olan, ışık hızından çok daha hızlı titreşen tek boyutlu tünellerden var edilen komşu alem süper uzay, devamında daha yüksekliklerde, yukarılarda, üstlerde olan, yüzlerce boyutlu, binlerce boyutlu, milyonlarca, trilyonlarca boyutlu yedi kat alemleri, ve aşağıdaki bütün alemleri kuşatan, trilyonlarca boyutlu kürsi’yi, sonsuz boyutlu arş’ı, fizikomatamatiğin diliyle insanoğlu seziyor,izlerini görüyor,inceliyor

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)