Faust, Johann Wolfgang von Goethe’nin neredeyse bütün yaşamı boyunca yazarak tamamladığı bir öyküdür. Eser hakkında teknik bilgileri ilgilenenler araştırabilir. Daha çok hikayenin ne demeye çalıştığı üzerinde duracağız. İsterseniz 1926 yapımı çok başarılı bir filmi de mevcuttur ve esere bağlı kalarak çekilmiştir, izleyebilirsiniz.
Hikaye, orta çağdan yeni çağa geçiş dönemini kapsamaktadır. Oyunun baş kahramanı Faust, felsefeyi, tıbbı, doğa bilimlerini, teolojiyi araştırmış, gençlik ve olgunluk çağını yeryüzünün sırlarını çözmek için tüketmiştir. Bütün hayatının muhasebesini yapmakta ve sonuç olarak gerçeğe ulaşamadığını anlamaktadır, içerisinde asla dolduramadığı bir boşluk ve binlerce cevaplayamadığı sorusu vardır. Bu esnada şeytan, tanrıyla bir iddiaya girer. Şeytan; Faust’un içerisindeki ilahiliği, erdemi, maneviyatı söküp atacağını iddia eder, yani beşeri zevklerden artık haz alamayan Faust’u tekrar buna yönlendireceğini söyler, eğer bunu başarırsa tanrı ona dünyanın hakimiyetini verecektir. Goethe aslında hikayesine dini bir temelden başlamıştı, şeytanla tanrı arasındaki anlaşmazlığa ve insanın bu olaydaki rolünden…
Şeytan tüm ülkeye bir veba salgını yaymakla işe başlar. Masum insanlar vebadan ölmektedir ve hepsi de bilge Faust’tan yardım istemektedir. O güne kadar tanrısına inançlı biri olarak yaşayan Faust, veba salgını karşısında çaresiz kalmış ve yine tanrısından yardım dilemiş, dua etmiştir. Ama her zamanki gibi hiçkimse yardıma gelmeyecektir. İnsanın acizliğinin çok güzel bir tasfiridir aslında bu. DÜnyada savaşlar çıkar, soykırımlar olur, doğal afetler insanları acımasızca öldürür ama kimse yardıma gelmez, bir süper kahramanımız yoktur, eğer bir tanrı varsa sadece izliyor sanırım deriz ya da devran dönecek diye ümit ederiz. En sonunda bu düşünce sürecimizin vardığı nokta bu bir sınamadır olur. Ama ortaçağı çok iyi yorumlayan Goethe bu çağdaki insanların bunu tanrının cezalandırması olarak düşüneceklerini çok iyi biliyordu. Veba tanrının bir cezasıydı suçlu insanlara…
Faust dibe vurmuş durumdayken insan kılığına girmiş şeytan çıkar karşısına. Ona vebayı kaldırma karşılığında bir anlaşma imzalatır. Anlaşmaya göre şeytan onu tekrar gençliğine çevirecek ve ona hizmet edecektir. Anlaşma imzalanır, veba kalkar, faust yeniden genç olmuş ve dünyevi zevklerin peşine düşmeye başlamıştır şeytanla birlikte. Türlü kötülükler yaparlar, zevkleri tadarlar ama Faust gene mutsuzdur, içindeki boşluk halen ordadır.
Burada araya eski bir kızıldereli sözünü sıkıştıralım. Der ki bilge kızıldereli; Beyaz adamın içinde dipsiz bir kuyu, boşluk var ve bu kuyu tüm dünyayı içine alsa da dolmayacak. Gerçekten de öyledir, bazen her şeyimiz vardır, hiçbir maddi ya da manevi sorunumuz, bizi strese sokacak birşey yoktur, hatta yalnız bile değilizdir, dostlarımız yanımızdadır ama yine de kendimizi boşlukta, anlamsız bir can sıkıntısının içerisinde buluruz. İşte o dipsiz kuyudur.
Böyle bir noktada Faust bir kadınla tanışır ve ona aşık olur. Şeytan başlarda bunu cinsel bir haz olarak gördüğü için destekler bile. Bir süre sonra şeytan oyunlarını oynar ve tüm ülkeyi bu ilişkiye karşı getirir. Evde yan yana basılan faust ve sevgilisi yüzünden kadın yakılmaya kalkılır. Odunların arasında ateşe verilirken faust kadının yanına gelir ve birlikte yanarak ölürler.
İşte hikayenin şu noktası çarpıcıdır; Şeytan büyük bir gururla tanrının yanına gelir, gördün mü dediğimi yaptım, faustu saptırdım artık dünya benim der. Oysa yanılıyordur, birşeyi unutuyordur şeytan. Tanrı ona hatırlatır. Sevgi en büyük ilahiliktir der tanrı. Faust içerisinde o kadına olan aşkla, sevgiyle ölüme atladı. O nedenle hiç birşey başaramadın.
Gelelim daha derin analizlerine bu hikayenin. Benzer bir sonucu (maneviyatın yüceltilmesi) 1927 yapımı Metropolis filminde de görüyoruz. Daha o yıllardan adı konuşmamışken sanayi devrimini çözümlemiş bir film olarak karşımıza çıkmış ve şu mottoyla başlamıştır film: Ayaklarla başların uzlaştırıcısı kalp olmalıdır. Yani işçi sınıfıyla yönetici sınıfı arasındaki uçurumdan bahsetmiş ve hepimiz kalp, maneviyat karşısında biriz, aynıyız demek istemiştir. Tabi bu noktadan sonra faustta da vurgusu yapılan maneviyat ya da sevginin din ile ilişkisi ortaya konulmalıdır.
Faust’ta değistik bir yapı görüyoruz. Evet tanrının kuralalrına karşı geliyor ama içerisinde maneviyat ve sevgiyle ölüyor. Tanrı da bunu önemsiyor, ibadet edip etmemesini değil. Buradan konuyu Goethe’nin hayatına bağlayacağız. Goethe gül haç ezoterik örgütünün bir üyesiydi. Bu tür örgütler malumunuz deistik bir yapıdadır. Mesela mason locasına girmek için herhangi bir tek tanrıya inanma zorunluluğu vardır. Ateistseniz ya da birden fazla tanrıya inanıyorsanız giremezsiniz. Bunu bilerek yazıya devam edelim. Goethe; Faust üzerinden insanlığın içinde bulunduğu durumu anlatmış ve ardından çözüm önerisin sunmuştur. Evet, mükemmel olmayabilirsiniz, eksik olabilirsiniz ama içinizdeki maneviyatı kaybetmedikçe kurtuluş yolunuz hep açık mesajı vermiştir.
Sevgi ve özgür irade, yaşama hükmetme gibi kavramların tartışıldığı çok hikaye vardır ama bunun en belirgin örneği fausttu, günümüzdeki karşılığı için bir dahaki yazımızda “The Tree of Life” filmini inceleyeceğiz.
Bu böyledir demiyoruz, Goethe’nin varoluş anlayışı da buymuş diyoruz, ne kadar çok farklı bakış açısı olursa, gerçekliğin kaçış alanı o kadar daralır.
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Faust’u 11 yasimdayken okumustum. Kendi cocuk kitaplarimdan sikilip babamin kitapligina dadanmaya basladigim bir yildi. Babam kitabin bana agir kacacagini soylemisti, ben de “kacmaz, temel hazirliyorum.” demistim. Ne komiklik:) Bu yaziyi okuyunca Faust’un asik oldugu kizi bile hatirlamadigimi farkettim. Tek hatirladigim Faust’un seytanla konustugu, tartistigi, zaman zaman soyledikleriyle ve yaptiklariyla onu sasirttigi.
Tum genclik yillarini dunyadan ve insanlardan uzakta geciren birisi, amaci ne kadar ulvi olursa olsun, dogasina aykiri yasamis olur. Neredeyse butun filozoflar gercegi ararlar ve bunu dusunerek yaparlar. Normal insanlar da pek dusunmezler ve hakikati merak etmezler: hayati yasayarak tecrube ederler. Benim kisisel gorusume goreyse bir tek Socrates tanriyi dusunce ve eylemselligin karisiminda bulabilmistir.
Dipsiz kuyu… Ne guzel bir tanim! Duygusal entropiye verdigimiz isim. Hayatta her bir kucuk nokta yolunda ve olmasi gerektigi gibi olsa, insanoglu yine de bu duzenden sikilir ve duzensizlige kaymak ister. Cunku dunyaya gelis amacimiz “challenge”tan baska birsey degildir. Karincanin yolunda olmesi gibi… Faust da tum fikir celdirici-akil kaydirici sartlar altinda mucadele etmistir ve sonunda kararini sevgiden yana yapmistir. Gorev basarildi! 🙂
Ne güzel yorumlamişsınız.