Annihilation – Yok Oluş film analizini “Zamanın Ötesi” ‘nden bakarak yapacağımız bu yazımıza başlamadan önce yazının bir hayli spoiler içerdiğini söylemem gerek. Filmi izleyenler ya da hiç izlemeyi düşünmeyenler rahatlıkla okuyabilir. Diğer zamanın ötesi film analizleri gibi bu yazı da sadece filmin özetini yapmıyor, varoluşumuza sıra dışı bakış açıları sunuyor. O nedenle filmi izlemeyi düşünmeyenler de okuyabilir ama izlemenizi tavsiye ederim.
Arka fonda (Annihilation film müziklerinden biri) :
Burada yapmaya çalıştığımız film analizleri diğer bloglardaki gibi sadece filmin özetinden ibaret değil, o nedenle öznel bir film okuması olabilir. Film pek çok farklı okumaya açık, nitekim bu tür filmleri de konu etmeyi seviyorum. Böylece tek bir gerçek olmadığını, tüm gerçeklik algımızın realiteye farklı bakış açılarımızdan ibaret olduğunu gösterebiliyorum. Çünkü filmler bir tür mikro kozmos olarak büyük resme küçük pencerelerden bakabilmemizi sağlıyor.
Direkt konuya girmem gerekirse aslında film boyunca bir tür yaratılış ve havva ile adem hikayesi izledik. Fakat film çok katmanlı, o nedenle pek çok farklı okuması yapılabilir ve biri diğerinden daha doğru ya da daha yanlış olmayacaktır.
Size bir soru: Bu film bir bilim kurgu / uzaylı filmi mi yoksa kocasını aldatan bir kadının vicdan azabını anlatan duygusal film mi? 🙂 Aslında bütün filmler benzer bir hikaye anlatıcılığı tekniğiyle işlenir. Temelde çok basit, hayatımızın içinden ve bize dokunan bir konu anlatılır. Koskoca Inception filmi mesela bir çiftin yaşadığı tutkulu aşk ilişkisini ve kadının başına gelenler yüzünden adamın yaşadığı vicdan azabını anlatır. Mr. Nobody filmi, içinde onlarca fizik ve metafizik konu geçmesine rağmen aslında sadece annesi ve babası boşanan bir çocuğun yaşadığı ikilemi anlatır. Interstellar filmi temelde bir baba ve kızı arasındaki ilişkiyi anlatır. Bu baba ve kız arasındaki ilişkiyi bir gemide de, bir çölde de , uzayda da hatta bir kara deliğin içinde de anlatabilirsiniz. Sinema sanatının sonsuz sınırsızlığının güzelliğidir bu. Aslında sinemadan da öte hikaye anlatıcılığının özü budur. Onca mitolojik öykü, canavarlar, prensler vs aslında çok basit bir şeyi anlatmak için varlar: İnsan olma serüvenimiz. Nitekim bu konunun detaylarını kahramanın sonsuz yolculuğu ile ilgili yazım olan “Zaman Yolcusu” yazımda anlatmıştım.
Annihilation film analizinde de aslında göstermeye çalıştığım şeylerden biri özde bu filmin bir kocasını aldatan kadının vicdan azabı hikayesi olduğu. Bu konuyu işlemek için kullanılan yan hikaye aslında muazzam bir yaratım hikayesine götürüyor bizi.
Lena (Natalie Portman) ve Kane (Oscar Isaac) karakterlerinin havva ile ademi temsil etmesini açıklamadan önce annihilation kelimesinin ne anlama geldiğini açıklamamız gerekiyor. Annihilation ingilizcede “tamamen imha ve yok oluş” anlamlarına geliyor evet ama ikinci bir anlamı daha var. Fizikte annihilation şu demek: “Maddenin enerjiye dönüşmesi, özellikle bir parçacığın ve bir antiparçacığın elektromanyetik radyasyonla karşılıklı dönüşümü.” Yani bir nevi E=mc2 ‘yi anlatıyor annihilation kelimesi.
Bu sahne annihilation kelimesinin tam karşılığıdır aslında, enerjinin dönüşümü ve bu yolla bir tür insan yaratma makinesi:
Uzaylı formu dünyaya bir ışık hüzmesi olarak geliyor. Aslında belirli bir kütlesi yok da daha çok enerji formunda gibi algılıyoruz. Nitekim güçlü bir fiziksel çarpışma yaratmıyor dünyaya gelişi. Deniz feneri devrilmiyor bile.
Bu yaşam formunun yeteneği; annihilation kelimesinin karşılığı olan maddeyi enerjiye dönüştürebilmek. Bu sayede madde üzerinde muazzam değişimler yaratabiliyor. Aslında bu filmdeki uzaylı form, “Demiurgos & Adem” yazımızda bahsi geçen demiurgos kavramına birebir uyuyor. O yazıda demiurgosun doğru algılanması için çok çabalamıştım, bu filmde birebir örneğini görüyoruz. Bu uzaylı form maddenin öz yaratım enerjisine direkt müdahale edip maddeden başka maddeler yaratabiliyor. Yoktan var etmiyor, burası önemli. O nedenle mitolojik tabirle bir tür “yarı tanrı”.
Bu uzaylı; “Nasıl Tanrı Olunur” adlı yazımda da belirttiğim evrimin nihai aşamasına yaklaşmış bir yaşam formu. Öyle ki artık benlik kavramından kurtulmuş ve hatta belki de artık kendini görmek istiyor. (Tanrı kendini görmek istedi, bunun için insanı kendi suretinden yarattı.) Amaçsızca bu dünyaya kendini fırlatan bu düşmüş melek bildiği tek şeyi yani enerjiyi dönüştürerek yaratmayı yapıyor. Kendini belki bu yollar yeniden görebilir diye… Bunu da canlılardaki yaşam enerjisini kullanarak yapıyor. Genleri alıp onlardan farklı mutasyonlar yaratıyor. Filmdeki söz konusu çeperin etrafında elektromanyetik radyasyonun bu denli güçlü olma sebebi bu. Annihilation kelimesi, elektromanyetik radyasyonla parçacığın dönüşümü anlamına geliyordu. Bu uzaylı form da bunu kullanarak canlıların DNA’sından yayılan elektromanyetik radyasyonu mutasyona uğratıp onlara ya da başka canlılara yansıtarak yeniden ve yeniden yaratıyor. O nedenle insanların içinde bitkiler çıkıyor ve başka hayvanlar başka hayvanların özelliklerini kazanıyorlar.
Her ne kadar kurgu gibi görünse de aslında bu teorinin gerçeklik payı var. DNA’mız da diğer her şey gibi elektromanyetik radyasyon yayıyor. Eğer bu ince, çözülmesi zor frekans dekode edilebilirse karşı etki olarak kullanılabilir ve birinin DNA’sını ona sadece frekanslar göndererek değiştirebilirsiniz. Ki bu konuda SCIO gibi henüz geçerliliği kanıtlanmamış cihazlar da var ama bu cihazlara karşı temkinliyim. Yine de gelecekte bu tür cihazların hastanelerin yerini alacağına inanıyorum.
Uzaylı form kendini görmek ve kendini deneyimlemek için dünyadaki çeşitli formları değiştirmeye ve yaratımını test etmeye devam ederken Kane karakteri karısının kendisini aldattığını öğreniyor ve o kadar kötü oluyor ki bu kamikaze görevine gönüllü katılıyor. Ölse bile umrunda değil çünkü sevdiği kadın onu aldattı. Lena kocasının neden bu intihar görevine bilerek katıldığını anlıyor ve o da katılmak istiyor. Bir tür kendini cezalandırma davranışı diyebiliriz buna. Vicdan, insanın kendi kendisine uyguladığı çok güçlü bir işkence aletidir. Lena, bu içgüdüyle yolda karşılaştığı hiçbir engele aldırmadan deniz fenerine varıyor.
Lena ve Kane burada yasak elmadan yiyen Havva ile Adem rolündeler çünkü Havva ilk yasak elmaya uzanan ve Adem’i ayartandı. İlk günah metaforu… Akabinde Havva ve Adem cennetten atıldı. Cennetten atılma ise filmde uzaylı formun yaşam alanının içine girme olarak sembolize ediliyor. Adem ve Havva dünyadan ayrılıp, o her şeyin öldüğü ama aynı zamanda başka bir şeye dönüştüğü kubbenin altına giriyorlar… 🙂 Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta bu yargılamayı bir üst gücün yapmadığı, bizzat Lena’nın kendi cezasını kendisinin verdiği. Yani cennet ve cehennemi yaratan, ilk günaha “günah” adını veren de biziz. Vicdan ve kendini affetmek işte bu nedenle tüm disiplinlerde bu kadar kritik rol oynuyor…
Tanrı, yani uzaylı, enerji formuna girip ademin de havvanın da içinde kendine hayat buluyor. Bunun için önce onları anlıyor. Bu bir sıfırdan yaratım hikayesi değil de bir tür revizyon yoluyla yaratım hikayesi olduğu için, uzaylının önce onları anlaması gerek… O nedenle bu taklit etme seremonisi gerçekleşiyor ve nihayet onların tüm beden ve gen dizilimiyle birlikte bilinçlerine de sahip olup bir insan formuna girebiliyor. Havva, uzaylının kubbesini bir cehenneme çevirip, orayı yakıp yok edip cennete çıkıyor ama aslında dışarı çıkan havva değil. Uzaylının bizzat kendisi (cehennemden cennete çıkan da tanrının kendisi).
Böylece kubbe yani dünya yani cehennem yıkılıyor ve tanrı kendini insanda görüyor. Havva ve ademde, Lena ve Kane’de… Kolektif bilince sahip uzaylı form artık 1 iken 2 oluyor. Annihilationn film müzikleri arasına seçilen ve ilk videoda paylaştığım parçanın sözleri de bu minvalde çok manidar. 🙂
Velhasıl kelam biz tekilliğe ulaşmaya, BİR’e varmaya çalışaduralım filmin yönetmeni ve senaristinin çizdiği uzaylı form aksine çokluğa varmak için can atıyor. Nitekim bizim sonumuzu da bundan farklı görmüyorum.
Tanrı kendini görmek için tekrar ve tekrar yaratacak ve yok edecek. Dahası, tıpkı annihilation kelimesinin anlamı gibi yaratım ve yok oluş her zaman, her an iç içe.
Keyifli yaratım ve yok edimler! 🙂
E-Mail ile Takip Et
Her ufuk açıcı yeni yazı yayımlandığında e-mailinize bildirim almak için mail adresinizi kaydedin:Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Sevgili Ahmet kardeşim merhabalar; Filmi izlemedim en kısa zamanda izleyeceğim, ama sen yine her zaman olduğu gibi güzel yorum yapmışsın bu yazıyı okuyunca size daha önce bahsettiğim Feridüddin Attarın Mantıku’t Tayr adlı eseri geldi,izninle bununla ilgili olduğunu düşündüğüm bir alıntı paylaşacağım.
Her şey Tanrıdır,Tanrı herşeydir.
“Feridüddin Attar 12.yüzyılda İran’ın Nişapur kentinde doğan bir adam. Çok önemli adamdır. Mevlana’nın fikir babası ve Sufi geleneğinin öncülerindendir. En önemli eseri Mantıku’t Tayr(Kuş dili)dir Eserde kısaca şu anlatılır. Kuşlar bir gün kendilerine padişah seçmeye karar verir. Sonra Hudhud kuşu gelir ve der ki sizin padişahınız da tanrınız da Simurg kuşudur der. Onu arayın der. Kuşlar da Simurg’u aramak için yola çıkar. Kısa kesicem sayfalarca süren seyahat ve metaforik olaylardan sonra (yolda ölen ve geri dönen kuşların da olduğunu belirtelim) 30 kuş Simurg’a ulaşır(Simurg da farsça 30 kuş demektir burda kelime oyunu var) Simurg onlara kendileri gibi gözükür. Onlar Simurg’a bakınca kendilerini görürler kendilerine bakarlar. Simurg der ki buraya 30 kuş geldiniz size 30 kuş olarak gözüktüm 40 kuş gelseydiniz 40 kuş gözükürdüm. Attar burda şunu anlatıyor. Tanrı ve kuşlar birdir. Her şey tektir. Her şey tanrıdır ve tanrı her şeydir. Bu görüşün adına Vahdet-i Vücud denir. Bu metaforik bir anlatım. Attar’dan önce bu görüşün mücidi Hallac-ı Mansur’dur. En el Hak(Ben tanrıyım) demiştir. Yunus Emre de Vahdet-i Vücutçudur. Yaradılanı severim yaradandan ötürü derken aslında söylemek istediği şey tekliktir. Hepimiz tanrıyız(onun bir parçasıyız) Attar sufizme giden bu tasavvufi görüşünü yıllarca anlatmış ve tabi ki tepki çekmiştir. Mevlana da bu düşüncededir.”
Sevgi ve ışıkla kalın.
Oğuz bey, her zamanki gibi yine tam da bam teline dokunan bir örnekle süslediniz yazıyı. Filmi izlememiş olmanıza rağmen simurg hikayesindeki altını çizdiğiniz detay filmin alt metinlerinde anlatılmaya çalışılan şeye tam uyuyor. Uzaylı formun Lena’yı birebir taklit ettiği sahneden sonra sorgu odasında Lena bu durumu anlatırken şöyle diyor: “O bana saldırmadı, o beni yansıtıyordu, ben ona saldırmıştım.”
Filmdeki uzaylı bizi temsil ediyor. Dünyadaki pek çok türü kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda değiştirdik!..
Ben de “Yaradan dan başka hiç bir şey yoktur” görüşünü kabul edenlerdenim. Yaratan sırf yaratma potansiyeline sahip olduğu için yaratmıştır; kendisini görmek için değil. Yarattığı her şey O’ndan dır ama bu her şey O’değildir.
Filmi izledim Ahmet bey,güzeldi “Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,gerisi etten ve kemiktensin gül düşünür gülistan olur diken düşünür dikenlik olursun “demiş Hz.Mevlana filmde de insanlar düşünceleri ve korkuları doğrultusunda bir son yaratıyorlar kendilerine.Evren size sizi yansıtan bri aynadan ibarettir.
Tüm insanlığın bu gezegendeki serüveni doğumdan ölüme kadar geçen sürede mikrodan makro bilince bir yolculuktur,bu nedenle filmi izleyenler kendi ruhsal planına göre filmde olduğu gibi farklı yorumlar çıkaracaktır,ihtiyaçları ve ruhsal kredibilitesi doğrultusunda.
Yine muhteşem bir analiz ve leziz yorumlarla tamamlanmış bir yazı.Teşekkür ediyorum 🙂
Hoşgeldin Ayferanim 🙂 Ben de senin beğenilerin ve yorumundan sonra bloguna baktığımda benzer eş zamanlılıklar yaşadım. Zaman üzerine senin de tefekkürlerin olmuş çokça. 🙂 Yazılar hakkında düşüncelerini görüşlerini paylaşırsan çok mutlu oluruz. Bilgiye 360 derece her yönden bakabilmek büyük lüks 🙂
Harika bir film analizi ve çok güzel bir yazı olmuş. Filmi de en kısa zamanda izlemeyi düşünüyorum. Bu bakış açısıyla izlemek çok daha keyifli olacak benim için… Teşekkür ederim… Yaratıcı var olan her şeyin içindedir, ve onu yüzde yüz tecrübe eder… bu yüzden tüm taneciklerde bile ne kadar küçük olursa olsun bilinç vardır.. biz de yaratıcıdan ayrı değiliz, onu her gün ve her an deneyimliyoruz.. bir parça bütünü şekillendirebiliyorsa o zaman evren de böyle demektir ve her parça birbirine bütün olarak bağlıdır. emeğinize sağlık
Her zamanki gibi muhteşem çözümleme ve yorumlar için sana ve herkese teşekkür ederim. Bu arada The Circle 2017 filmini seyrettin mi merak ettim.
bu arada kitap bitti 🙂
herkese sevgiler …
Bir dijital medya uzmanı olarak the circle filmini izlemezsem olmazdı 🙂 İzledim ve filmin çok net bir gelecek ön görüsünde bulunduğunu söyleyebilirim. Dijital devlerin tröstleşmesi ve tek bir merkezden yönetilmesi google ın hali hazırda yapmaya başladığı bir şey. Zaten circle firması google ı temsil ediyor filmde. Aslen globalleşmeye karşı değilim ama her devrimin iyi ya da kötü yanları vardır. Sosyal toplum bazı şeylere hazır değilse ya da globalleşmeyi yöneten unsurlar hakkaniyetli olmazsa, akılcı davranmazsa çok fena çuvallarız önümüzdeki dijital devrim sürecinde. Ben pozitif düşünmeye devam edeceğim 🙂
Siyasal Bilgiler Fakültesin’de ilk yılımda, öğrendiğim ilk şeylerden birisi ” Bütün sistemler teoride mükemmeldir. Onları sorunlu hale getiren pratikteki “İnsan” faktörüdür” cümlesiydi.
Hazır olmadığımız her bilgi bizim için zehir haline geliyor maalesef… tıpkı voltaj fazla geldiğinde yaşanan patlama gibi…
Ben de pozitif düşünüyorum 🙂
Harika haber kitabının bitmesi. Yayınlandığında röportaj yazının altından bize duyurursun. 🙂 Merakla bekliyoruz. 🙂
Büyük bir memnuniyetle 🙂 sevgiler
Yayınlanış müjdeni bekliyoruz sevgiler 🙂
Gerçekten çok orijinal bir bakış açısı bu filme karşı 🙂 Öncelikle o alanın içine girmeye gönüllü olan kişilerin bahsettiğiniz gibi sorunlu insanlar olmasını ben girenin bir daha dışarı çıkamadığına yormuştum. Yani intihara meyilli insanlar o alana giriyor. Yoksa yaşama sevinciyle dolu insanlar o alana girmeye gönüllü olmuyorlar. Ama sizin bakış açınızdan yorumladığımızda da bu mantıklı bir açıklama buluyor. Çünkü intihara meyilli, yaşama sevincini kaybetmiş insanlar bu kötü alışkanlıkların bağımlısı oluyorlar. O alanın içine girip ya orda ölürsün (hem de en büyük korkunla öldürülürsün) ya da mücadele eder ve oradan farklı bir insan olarak çıkarsın… Değerli katkınız için çok teşekkürler 🙂
Bir hafta önce bilim kurgu üzerine yazmayı düşündüğüm bir çalışmanın sinopsisini yapmıştım. Ve çalışmanın metnini gören bir kaç kişi de ana tema olarak adem-hava ilişkisini gördüklerini, düşüncelerimizin kendimiz, çevremiz ve dünyamız ile ilgili önemli belirleyiciler olduğunu ve yüzleşmelerimizin farklı bir dünyada nasıl gerçekleşeceği gibi izlenimler edindiklerini ifade etmişlerdi. Kurgumda bilim insanlarından oluşturulan bir ekipte vardı. Ekibin hepsi kadınlardan oluşmuyordu. Ama burada yönetmenin bilincini görebiliriz. Bir önceki filminde de feminen öğelere fazlasıyla vurgu yapmıştı. Burada adamın aldatılması da aslında bir feminen öğe içerisinde çerçevelendirilmiş gibi. Feminen denilince akla kadınların haklarını savunma geliyor ancak bir erkeğin de aldatılması ve acı çekiyor olması feminen terapi açısından bakıldığında önemli ve dikkat edilmesi gereken bir olgu olabiliyor. Neyse filmi bugün tesadüfen izledim. Yorumlara da şimdi baktım. Aslında metin yazarlığı ve devamında gelecek senaryolaştırma evreleri ile neden ülkemizde de böyle yapıtlar çıkmasını hissettiren bir gün oldu. Paylaşmak istedim.
Merhabalar Oğuzhan. Değerli katkın için teşekkürler 🙂 Katılıyorum. Ülkemiz bu açıdan zengin. Yaratıcı ve bilim kurgu meraklısı üretken çok insanımız var fakat biliyorsun bu konu biraz da arz talep ilişkisi. Sinema salonlarına ve çok satan kitaplara baktığında genel janra belli… Romantik komedi ve içi boş kitaplar… Bu tarz filmler, eserler üretildiğinde maddi karşılığını bulamadığı için insanlar üretmekten de imtina ediyorlar. Oysa hepimiz hollywood ya da diğer bağımsız yapımları deli gibi bekliyor, izleyecek ya da okuyacak kaliteli içerik arıyoruz… Bu işin maddi boyutu nasıl çözülür bilmiyorum fakat film olmasa bile yazınsal anlamda ülkece kendi tarzımızı oluşturmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
Anladığım kadarıyla bu filmden habersiz olarak sizin yazdığınız kurgu ile bu film arasında benzer temalar olduğunu farketmişsiniz ve sonra da bu yazıya denk gelmişsiniz. Zamanın Ötesi blogunda pek çok eş zamanlılık olur 🙂 Kulübe hoşgeldiniz 🙂
[…] ufuk açıcı film analizleri için The Lighthouse Film Analizi | Proteus ve Prometheus ve Annihilation | Yok Oluş Film Analizi yazılarımızı […]