Uzun yıllar önce, İspanya’nın Bescos kasabasının ücra mağaralarından birinde bir keşiş yaşarmış, daha sonraları Aziz Savinus olarak bilinmiş bu keşiş. O günlerde Bescos bir sınır köyüymüş, adaletin önünden kaçan haydutlar, kaçakçılar, fahişeler, kafa dengi arayan serüvenciler, iki cinayet arasında burada dinlenen katillerle dolup taşarmış. İçlerinde en kötüsü Ahab adında bir haydutmuş. Bu adam köyü ve çevresini kendi denetimi altında tutar, dürüst yaşamakta ısrar eden çiftçileri haraca kesermiş. Günün birinde Savinus mağarasından çıkmış, Ahab’ın evine gelmiş ve geceyi orada geçirmek istediğini söylemiş. Ahab gülmekten katılmış: “Sen benim bir katil olduğumu, yaşadığım yerde pek çok adamın gırtlağını kestiğimi, senin hayatının benim gözümde bir hiç olduğunu bilmez misin?” “Biliyorum” diye yanıtlamış onu Savinus. “Ama o mağarada yaşamaktan bıktım. Burada hiç değilse bir gece kalayım.” Ahab, azizin ününü duymuş, kendininkinden aşağı kalmıyormuş ve bu da onun hiç hoşuna gitmiyormuş, çünkü kendisinden başka kimsenin böyle ünlenmesini istemiyormuş. Bu yüzden adamı hemen o gece öldürmeye karar vermiş, amacı herkese oraların tek rakipsiz efendisinin kim olduğunu göstermekmiş. Sohbete başlamışlar; Ahab azizin sözlerinden etkilenmiş. Ama kuşkucu bir adammış o ve çoktandır iyiye inanmaz olmuş. Savinus’a yatacağı yeri gösterdikten sonra istifini bozmadan ama tehditkâr bir havayla hançerini bilemeye başlamış. Savinus onu birkaç dakika izledikten sonra gözlerini kapayıp uykuya dalmış. Ahab gece boyu hançerini bilemiş. Savinus sabah erkenden uyandığında Ahab’ı yanı başında sızlanır bulmuş. “Benden korkmuyorsun, beni yargılamadın da. İlk kez biri, benim iyi biri olabileceğime, gidecek yeri olmayan herkese konukseverlik gösterebileceğime inanarak geceyi evimde geçirdi. Sen benim doğru davranacağıma inandığın için ben de öyle davrandım.” Ahab suç işlemekten o gün vazgeçmiş ve kendini o yöreyi değiştirmeye adamış. Böylece Bescos haydut yatağı bir sınır köyü olmaktan çıkmış, iki ülke arasında önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş.
Uzun bir aradan sonra hem bloga hem de kendimize geri döndüren bir yazıyla birlikteyiz. 🙂
Gerçekten de bazen kendimizden uzaklaşırız. Kendimize yabancılaşırız. Kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, ne istediğimizi bilemez halde ortalıkta dolanır, bize yazılan kodları, rolleri oynar dururuz… Her ne kadar bunların birer rol olduğunu bilsek de yazılımın dışına çıkamaz, kabuğumuzu parçalayamayız. Çünkü görmemiz gereken bir şey vardır…
Modern bilim artık depresyonun bir tür uyarı mekanizması olduğunu, kişinin çözmesi gereken şeyleri halı altına süpürmektense çözmesi için onu kendisine geri döndüren bir işlevi olduğunu konuşmaya başladı. O nedenle kimseyi görmek istemiyor, evimizden dışarı çıkmak istemiyor ve tıpkı bir cenin gibi bükülüp kendimize geri dönmeye çalışıyoruz depresyonlarımız esnasında. Görmemiz gereken şey bazen sadece kırılganlığımızken bazen de çok derinlerde kalmış bir “karanlık” yanımız olabiliyor. Adına karanlık deme sebebimiz belki de sadece gün yüzüne çıkmayıp derinde kaldığı içindir… Eğer onu güneşe çıkarırsak ışığa dönüşecektir…
Ahab’ın hikayesinde olduğu gibi bazen sadece o karanlık yanımızın yargısızca görülmesine ihtiyacımız vardır. Kötü ve kendimize / başkalarına zarar veren yanımızın yargısızca başkaları tarafından salt izlenmesi bile bizi dönüştürmeye yeter. Kuantum fiziğindeki gözlemci etkisi bunu çok iyi açıklar. Sadece gözlemleyerek sonucu değiştirebiliriz ama bir insan hayatı söz konusu olduğunda nasıl gözlemlediğimiz önemli hale gelir.
Hiç bir tacizciyle ya da katille yan yana geldiniz mi? Televizyonda gördüğünüzde ne yaptınız? Ya da siz bir kötülük yaptığınızda kendinizi nasıl gördünüz? Kendinize nasıl davrandınız? Aslında kendimize ya da başkalarına nasıl davrandığımızın önemi yok. Hepsi de bir. Eğer birine yalan söyleyip bundan pişman olup kendinizi değersiz hissettiyseniz, yalan söyleyen birine bakış açınız da bundan farklı değildir. Onu değersiz görürsünüz. Yalan söyleyen kişi de ona olan bakışınızla birlikte kendisini iki kat değersiz hisseder ve madem ki değerli biri olamıyorum en azından değersizler kralı olayım der ve yalanı bırakmak yerine tüm hayatını bir yalan olarak yaşamaya başlar.
Karanlığın rengi koyulaştıkça uçlar da sivrileşir. Yargıladıkça yargılanırız ve ne kadar çok yargılarsak o kadar derinlerimize bir şeyler gömeriz. Karanlığımızı besleriz. Kimseye güvenmez hale geldikçe aslında kendimize güvenmez hale geliriz.
Peki çözüm nedir? Bildiğiniz gibi bu blog kuru felsefe yapmak yerine somut çözümlere odaklanıyor. Hep birlikte, hayatımızda uygulayabileceğimiz bakış açıları geliştirmeye çalışıyoruz. Çözüm için Ahab’ın hikayesine geri dönelim… Ahab herkes tarafından en kötü haydut olarak biliniyordu. Böyle bir ün yapmıştı ve bu onun için başarıydı. İnsanların onu öyle görmesi bu başarısını körüklüyordu. Oysa ki çok ufak bir itmeyle Ahab aslında içindeki ışığın ortaya çıkacağını biliyordu. Ama kimse o ışığı görmek istemedi. Haliyle kendisi de görmek istemedi. Ahab’a yargısız gözlerle bakan ve onun kötülüğünü de iyiliğini de yargısızca izleyen keşiş onun da kendisini izlemesini sağladı. Ahab kendi karanlığıyla yüzleşti. Aziz, Ahab’ın karanlığını kabul ettikçe Ahab da kendi aydınlığını kabul etti ve karanlığını ışığa dönüştürdü. Peki bunu nasıl yaptı? Gördüğünüz gibi bu blog artık neden sorusundan çok nasıl sorusunu soruyor. Çünkü artık nedenlerin bir önemi kalmadı. Aksiyon almak ve dönüştürmek için nasıl sorusunu soruyoruz. Taa ki artık hiçbir sorunun öneminin kalmadığı ana kadar bu sorular devam edecek, cevaplarla biraz daha büyüyeceğiz… Nitekim Ahab’ın dönüşümü de aslında bir tür büyüme, erginlenmeydi.
İnsan içindeki karanlık yanını gördükçe büyür, olgunlaşır… Şu an hiçbiriniz Ahab gibi bir haydut değilsiniz. O nedenle hikayeyi kendinizle bağdaştıramayabilirsiniz. Çünkü biz kendi karanlık yanımızı yaşamayan, onu sadece bastıran, görmezden gelen bir hayat yaşıyoruz. Görmek için illa Ahab gibi karanlığımızı yaşamamız da gerekmiyor aslında. Sadece görmemiz yeterli…
Belki içimizde bir katil potansiyeli vardır. Vahşetle insanları öldüren bir cani… Nereden bilebiliriz? Seri katil filmleri izleyerek. Vahşet görüntülerine bakarak. İnsan kendi karanlığından korkar ve o nedenle onu bastırmak ister. Görmezden gelir… Korktuğumuz görüntülere bakmak bize bir tür katarsis yaratır ve hem korkularımızla hem de karanlık yanımızla yüzleşmemizi sağlar. Bir süre sonra artık bu görüntüler ne bizi rahatsız eder ne de onlara bakmaktan zevk alırız. Artık onlardan soyutlanmışızdır…. Tıpkı klostrofobisi olan birinin çok dar ve kapalı alanda geçen iç boğucu film sahnelerine bakması gibi. Ya da eğer karanlık yanımız duygusal bağımlılıksa, ağır romantik filmleri izleyebiliriz. Belki de aşk filmleri çıktığında köşe bucak kaçan, romantik ilişki hikayelerinden sinir olan birisinizdir. İçinize bir bakın… Nefret de bir bağdır. Üstelik bazen sevgiden daha güçlü bir bağ…. Bu bağı, bu enerjiyi simyasal olarak dönüştürdüğünüzde hayatınızda çok büyük bir ilerleme kaydedersiniz.
Çünkü bu, insanın kendi kendisine yaptığı bir erginlenme ritüelidir. 🙂
Peki sonra? Karanlık yanımızı gördükten sonra? Sonrası Ahab’ın hikayesinin henüz anlatılmamış detaylarında:
Ahab, Savinus’la karşılaştığı andan beri, konuştukları sürece hançerini bilemiş, ama bu, Savinus’u yatıp uyumaktan alıkoyamamış. Bütün dünyanın kendisi gibi düşündüğünü sanan Ahab, Savinus’a şu soruyu sormuş: “Kentin en güzel hayat kadını şimdi şu kapıdan içeri girse, onun güzel ya da baştan çıkarıcı olmadığını düşünmek gelir mi elinizden?” “Hayır. Ama kendimi tutmak gelir.” diye yanıt vermiş Aziz. “Ya dağlardan inip bize katılmanız için size pek çok altın vaat etsem, bu altına taşmış gibi bakmak gelir mi elinizden?” “Hayır. Ama kendimi tutmak gelir.” “Peki ya yanınıza iki kardeş gelse ve bunlardan biri sizden nefret etse, ötekiyse sizin bir aziz olduğunuzu görse, her ikisine eşit davranmayı başarabilir misiniz?” “Bana acı verse de kendimi tutmayı ve her ikisine eşit davranmayı başarabilirim.” Bu konuşmanın çok önemli olduğu ve Ahab’ı inancını değiştirmeye ikna ettiği söylenir. Ahab, Savinus’un kendisine benzediğini anladığında kendisinin de ona benzediğini anlamıştı. Her şey bir öz denetim sorunuydu. Ve insanın nasıl bir karar vereceği sorunu…
Karanlık yanınızı görmek ve onla yüzleşmenin ardından gerçek sınav başlar. Çünkü şöyle düşünebilirsiniz… “O hep korkup kaçtığım, derinlere ittiğim karanlık yanımla yüzleştiğimde onun cazibesine karşı koyamaz ve onun beni ele geçirmesine izin verir, o olursam?..” Bu noktada bir insanı insan yapan yegane değer devreye girer… O hep bahsi geçen yasak elma budur: “İrade” Aksi takdirde insan sadece bir robottur. Gerçek özgür iradeye sahip insan seçimlerinden sorumludur ve neyi seçerse seçsin arkasındadır. Kötüyü de seçse iyiyi de seçse bu benim seçimim diyendir. Ve insan doğası gereği iyidir. Çünkü iyilik yaratış, kötülük yok ediştir. Denge için bu evrende her ikisinin de vazifesi vardır. (big bang ve entropi döngüsü) Fakat doğamızın özünde var oluşumuzun gereği olarak yaratım vardır. Yaratım iyidir çünkü var eder. Meydana getirir… İnsan ÖZden gelen iradesiyle davrandığında iyiyi seçer. Öğretilmiş korkularıyla da kötüyü seçer. Neyi seçerse seçsin aslolan ise dediğimiz gibi sadece ÖZgür iradeyle yapılan seçimlerdir…
Her şeye rağmen insan bazen kendisi için neyin iyi olduğunu göremeyebilir. Karar veremeyebilir. Seçemeyebilir. Bunun da bir nasılı var. Yöntem basit: Neyin bizim için iyi olduğunu göremeyebiliriz ama neyi istemediğimizi her zaman net olarak biliriz… Hissederiz. İstemediğimiz şeyler ayan beyan ortadadır. Karnınız tıka basa doluyken bir tepsi börek istemediğinizi bilirsiniz. Sindirmek için kahve mi içseniz yoksa maden suyu mu içseniz bilemeyebilirsiniz ama bir tepsi börek yemeyeceğiniz barizdir. Karanlık yanınızı görüp istemediğiniz şeyleri ortaya koyduktan sonra geriye kalanlardan hangisini seçtiğinizin çok da önemi yoktur.
Somutlaştırmak gerekirse… İçinizde delicesine sahiplenen, kıskançlıktan ölen bir karanlık yan gördüğünüzde mevcut sevgilinizi artık kıskanmak istemediğinizi bilirsiniz. Çünkü bu kötüdür ve bu duygudan hoşlanmıyorsunuzdur. Geriye kalan seçenekler sizi kıskandırmak için her şeyi yapan bir sevgiliyse ondan ayrılmak ya da ne yaparsa yapsın kıskanmamak olabilir. Bunlardan hangisini seçtiğinizin önemi yoktur. Siz artık döngüyü kırmışsınızdır. Hem kendinize hem de başkalarına zarar veren kıskançlık duygusunu sevgiyle terk etmiş, onu hoşgörüye dönüştürmüşsünüzdür. Gerisi önemli değil. İster maden suyu ister kahve için 🙂
ÖZ’den gelen her duyguyu kucaklayan tüm okurlara afiyet olsun. Gönlünüz ışıkla, bu satırları zamanın ötesinden okuyan gözleriniz sevgiyle parlasın. 🙂
Bonus: Girişteki şarkının sözleri
Pin Floyd – Dark Side of the Moon / Eclipse
All that you touch
All that you see
All that you taste
All you feel
All that you love
All that you hate
All you distrust
All you save
All that you give
All that you deal
All that you buy,
beg, borrow or steal
All you create
All you destroy
All that you do
All that you say
All that you eat
And everyone you meet
All that you slight
And everyone you fight
All that is now
All that is gone
All that’s to come
and everything under the sun is in tune
but the sun is eclipsed by the moon.
“There is no dark side of the moon really.
Matter of fact it’s all dark.”
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Ekleme: Yazı hakkında daha fazla vaka üzerinde düşünmek isterseniz Müge Anlı programlarını aklınıza getirin. Orada yayına çıkan saf Anadolu insanının yaptığı, toplum içinde çok “uç” ve “aykırı” olarak nitelendirilen davranışları düşünün. Neden dışarı yansıttıkları saf şirin Anadolu insanı imajının aksine gizli kapaklı bu işleri çevirdiklerini (soğuk kanlılıkla işlenen vahşet dolu cinayetler, çoklu ilişkiler, çocuk tacizleri vs.) ve toplumun bu ortaya çıkan olaylara bakış açısını, tepkisini düşünün. Aslında bu tür programlar toplu halde bir tür katarsis yaşatıyor.
Güzel katkın için ben teşekkür ederim Buket 🙂 Aslında herkesin içten içe bildiği ama bazen tanımlayamadığı bazen de unuttuğu şeyleri dile getiriyorum. Nitekim sen de aslında nasıl bakman gerektiğini biliyormuşsun.
Yalnız şöyle bir ekleme de yapmak isterim; bu yazıda kastedilen sana tokat atana karşı diğer yanağını çevir görüşü değildir. Her ne kadar kişisel olarak kendimi bildim bileli bu yapıda biri olsam da bunun da bir dengesizlik yarattığını bilecek kadar çok okudum/yaşadım. Elbette bize zarar veren insanlara karşı kendimizi korumak adına bir tutumumuz olacaktır. Fakat aslolan bakış açımızdır. Senin üzerinden örneklemek gerekirse; vakti zamanında içindeki iyiliği görüp sonra karanlık yanını görünce kendisini terkettiğimiz insanlara gidip yeniden sarılın demiyor bu yazı. Sadece o kişinin sizin içinizdeki karşılığını bulun ve içinizde ona sarılın diyor. Böylece artık ona karşı hayal kırıklığı ya da nefret beslemezsiniz. Bu en başta sizi dönüştürür. Akabinde tekrar fiziken de ona sarılıp sarılmamaksa sizin özgür iradenize kalmıştır. 🙂
Yaşadığın şey ne bilmiyorum ama hayattan bir sürü işaret, cevap alıyorum. Buna karşın yazdıklarımın da başakalrına cevap/işaret olması muazzam bir denge, sistem. 🙂 Aslında bize cevapları verenin yine kendimiz olduğuna bir gönderme… Sanırım blogun ilk yazısı ve ilk sorusu olan “Nasıl Tanrı Olunur” sorusunun cevabına böyle böyle ulaşacağız. 🙂
Bizi insan yapan birkaç değer var. Yazıda da bahsi geçtiği gibi bunlardan biri irade, bir başkası da empati. Senin gibi, seri katillerle ilgili çokça okuyan, araştıran okurların olduğunu biliyorum. Onlar da bilecektir ki seri katiller empati yoksunluğu çekerler. Sırf bir şeyler hissedebilmek için bile birilerini öldürebilirler. Peki ne yapabiliriz? Onlara empati beslemek aslında yapılabilecek en doğru şeydir. Böylece hem kendi içimizdeki empati yoksunu duygusuz yanımızı görürüz, onla tanışırız ve saklanmasına mani oluruz hem de empati yoksunu olan birine empatiyi öğretmiş oluruz.
Bir hayvan zevk için öldürmez. Sadece açlık ya da savunma dürtüleriyle öldürür. Buna karşın insan hiçbir sebebi olmadan öldürebilir. Bunun sebebi hayvanda empati denen aracın hiç olmamasıdır. O nedenle empati yoksunluğu da çekmez. Yani zıttı da yoktur. Oysa ki insan varoluşu gereği empati sahibidir. Empati duyamaması onu bu tür şeylere iter. Çünkü aslında insanın yaptığı kötülüklerin, zarar vermelerin ardında içinde bulamadığı empatiyi hissetme güdüsü vardır. Onu arar.
Evet, uzun bir aradan sonra ne güzel bir Merhaba oldu.
Tam iki gün önce bunu düşündüm. Üyelikten mi düştüm acaba:)) diye sorguladım kendimi fakat en son mart ayında yazmış olduğunuz yazıdan sonra bloğa hiçbir yeni yazı eklenmemiş olduğunu da defalarca gördükten sonra artık buraları bıraktığınızı düşünmeye başladım. Hatta yorum kısmına da özlem ve sitem karışık Nerelerdesiniz serzenişli bir not bırakmak istedim dün ama nedense kendimi TUTTUM :)))) diyelim.
Şöyle düşündüm “sen daha bunca yazılmış olanları okuyup hakkını verdin de sanki…. Eğer gelmiyorsa burada bırakılmış olan onlarca çok güzel ve defalarca okusamda her seferinde yeni birşeyler idrak edebileceğim, içinde ilham pırıltıları olan ve beni tefekküre zorlayan birçok yazı var demek ki zamanı gelmemiştir deyip yorum kısmından çıktım.
Yorum yazmaksa birgün sonraya bugüne nasip oldu.
Hem de bir bardak çayın yanında ve çok beklenen güzel bir yazı eşliğinde. İyi ki de böyle oldu, hoşgeldiniz, hoşbulduk.
İlgin için çok teşekkürler 🙂 Zamanın Ötesi’nin instagramında ve buradaki yorumlarda pek çok kişi mükemmel zamanlama diye mesaj attı. Hoş, çoğu yazı hep doğru zamanda doğru adrese gidiyor. Her şey olması gerektiği zamanda oluyor.
Bunun yanı sıra dediğin gibi buradaki yazılar çok katmanlı. Tıpkı ikinci hatta üçüncü kez izlenen bir filmin yeni idraklar yaratması gibi tekrar okunan yazılarda daha farklı anlamlar çıkartılabilir. Çünkü buradaki yazılar dogmatik değil. Bir düşünceyi dayatmıyor. Herkes kendi süzgecinden geçirip yeni bir bakış açısına sahip olsun diye varlar. Sadece tüm sistemi 360 derece görmeye çalışıyoruz. O nedenle de zamanın ötesinden bakıyoruz. 🙂
Aslında yazacak çok fazla konum var. Bu bir tür ilham gelmeme sorunu değildi. Daha kişisel sebelerden ötürü yazmayı bıraktım. Benim de kendi içimde dönüştürdüğüm şeyler vardı. Böyle zamanlarda insan inzivaya çekilmek isteyebiliyor 🙂 Artık çok daha olgun ve zamanın yanı sıra mekanın da ötesine geçiren, daha hayatın içinden yazılarla yola devam edeceğiz 🙂
Elinize sağlık. İnsanlık tarihinin varlığından beri ve halen içinden çıkamayarak sorguladığı kendini tanımak bilirsiniz ki en çetrefilli uğraş.Özgür iradesi olmayan ve herşeyin genetik kodlar ya da kültürel edinimler ile davranış ve hislerimizin yönetiminde olan bir robot muyuz yoksa kendimize müdahale irademiz var mı??????. Yaşamda kalım için hangi yaşta ve ne zaman geliştirdiğimiz hakkında pek açık bilimsel bir bilgi olmamasına rağmen epey küçük yaş hayatımızda stratejiler edindiğimizi düşünüyorum. Her yerde kullanılabilecek geçerli stratejiler.Bu ilk seçimlerin ileride insan kişilik yapısı üzerine yapışarak zor değişebilir algılara dönüştüğünü.
Yazınızda konusu geçen yalan üzerine çok yakından tanık olduğum iki örneği burada paylaşarak yorumunuza bir fener tutama ukalalığımı bağışlamanız istemiyle.
Öz ağabeyim, hayatını olabilecek en yanlış biçimde yaşayanlardan biriydi. Çok bencil, var olan tüm insanların sadece kendi hayatında rolleri olan figüranlar olduğunu düşünür, her olayın çıkar merkezinde olmayı hak görürüdü. Topu ayağına aldığında kimseye pas vermeden kaptırana kadar çalım atar, ihtiyacı olduğunda herkesin kendisine borç vermesini zorunlu görür, eve giderken aldığı kıymayı kendi yiyeceği olarak ailesinle bile paylaşmazdı. Tüm bunlara karşı belki başka çıkar yol bulamadığından her türlü eleştiriye açık tepki vermez ve kesinlikle yaptığı hiç bir eylemi savunma ihiyazı duymazdı. Kimseyle çatışmaz, torununun bile eleştirisini dinler, haklısın der geçerdi. Öylesine doğrucu ve yalandan uzaktı ki savunma stratejisi larak bu yolu seçtiğini anlar oldum. Sadece bu yalansız ve doğruluğu yaşadığı semtte en sevilen insanlardan biri olmasını sağladı.Hiç bir eyleminin sorumluluğundan kaçmadı ve hep açık oynadı.
Freud yen bir tahlile girişmek öyle zor olur ki gördüğüm en bencil kimlik yoksulların ve hayvanların o semtte bilinen en el uzatıcısı idi aynı zamanda. Bir de yakın bir tanıdığım var. Her konuda her cümlesi yalan ve uydurma olaran bir strareji sahibi. Yalanı söyleyip kendince sorunu atlattığı sırada inanılmaz bir zevk aldığını görüyor neredyse yüzüne yalan maskesi yapışıyorken o karşılaştığı sorunu basit bir hikaye ile geçiştirmekten büyük bir zevk alıyor. Sanırım böyle basit hikayelerle çok kolay kandırabildiği için kendisini etrafındakilerden müthiş akıllı olarak görme zevkine kapılıyor. saatlerce durumu kurtarmak için savunma yerine iki cümle ile işi geçiştirebilmekte gene o büyük hayatta kalma programı için kullanılan bir strarteji olmalı.
Günümüzde en akıllı olduklarını sandıkları için ülke yönetimine soyunan siyasilerin çoğu da bu iddiama uygun düşüyor sanırım. Yalan söyle geç nasılsa hepsi senden saf. ?
Yerinizi kullandım. Sağlıcakla kalın
Rica ederim, paylaşımınız için çok teşekkürler. Aksine bu tarz örnekleri her okurun paylaşmasını isterim. Bu sayede yazılanlar havada kalmıyor, somutta da karşılıklarını görebiliyoruz. Dahası tıpkı sizin de yaptığınız gibi fikri geliştirebiliyoruz.
Haklısınız, doğuştan itibaren kendi geliştirdiğimiz bazı kodlar da var. Kendimize seçtiğimiz savunma mekanizmaları ve kalkanlar. Bunlar kötü değil. Her insan birbirinden farklıdır ve bu farklılıklar da güzeldir. Bizi biz yapan şeyler önemlidir. Aslolan ne kendimize ne de etrafa zarar vermeyen bir denge durumuna gelebilmek. Aksi taktirde bazen bir yalan ya da bir bencillik bile resmin tamamına baktığımızda harika bir fırça darbesi olabilir. Açık fikirli olmak önemli ve siz de bunu görebilmişsiniz. Harkulade.
Bu gezegende yaşamı tehdit eden tek bir sorun kaldı o da insanın ta kendisi. doyurulamayacak, barındırılamayacak ve eğitilemeyecek kadar artan insan nüfusu. Tüm ilkelliği animal dürtüleri tetikliyor. Yaşam alanları ve olanaklarının azalması diğer hemcinslere karşı empatiyi bastırıp beni önceliyor. Gelişmiş ülkelere başlayan göçler virüs salgını gibi algılanırken NASAN nın Dünya nüfusunu 1 Milyar ölarak öngörmesi hakkındaki yorumlarınızın hümanist ya da faşit çizgide de olsa paylaşmanızı isterim. Saygılar
Bu konudaki bazı görüşlerime “Transhümanizm” başlıklı blog yazımda bir miktar değinmiştim pek çok referansla birlikte. https://zamaninotesi.com/2014/11/22/transhumanizm/
Konuya faşistçe yaklaşılmaması gerektiğini düşünüyorum. Toplumun genel sağlığını ve dünyayı, yegane gezegenimizi düşünmenizi, duyarlılığınızı anlıyorum ama kimse bir başka insanın ölüm ya da yaşam hakkını elinde bulundurmamalı. Bu hakka sahibim diyen kişi ya da kurumların ne kadar etik ve gelişmiş olduğunu denetleyecek daha üst bir merci yok. O halde benim görüşlerim hepinizinkinden daha doğru diyen cihatçı terörist ile nüfusu kafalarına göre azaltmayı hedefleyen bir güruh arasında ne fark olur?
Aslolan şey, yazıda da belirttiğim gibi bakış açımız… Bu “cahil” ya da “eğitilemez” olarak görülen insanlara nasıl baktığımız, kendimize de bakış açımızı belirler. Bir gün uzayın derinliklerinden çok üstün bir uzaylı ırk gelse ve siz hiç bir işe yaramaz canlılarsınız, hayvandan daha da düşülsünüz diyip bizi sivrisinekleri öldürür gibi öldüreseler onlara ne cevap veririz? Eğer biz de aynısını bu dünyadakilere yapmak istersek nasıl kendimizi savunabiliriz?
İnsan kendi cennetini kendi yaratır. Bir noktadan sonra toplumu düşünmeyi bırakıp kendimizi geliştirmeye çalışırsak aslında göreceğiz ki biz kendi üzerimizde çalıştıkça toplum da gelişecek. 🙂
SÖZ VERMEK&TEVBE her sabah uyandığımda söz veriyorum hiçbirkimse için ve hiçbir fiil harekete dair kötü düşünmeyeceğime…büyük bir azimle 12 yıl önce başladım söz vermeye,yıllar içerisinde herşey o kadar çok değişti ki arkama baktığımda ben ve çevrem o kadar değişmişiz ki anlayamıyor insan,insan demenin bu bedene enerji veren boyutsal bir kod olduğunu sizlerden ve üstadlardan öğrenmek çok ulvi birşey tam adını tanımlayamıyorum,insan koduyla bedeni harekete geçirmek ve bunu kusursuzlaştırmak için sevginin derinliklerindeki hoş görüyü,saygıyı,gülümsemeyi kucaklamayı düşünmek))herkesin bu şekilde hareket etmesiyle birlikte birşey yaptığınızı hissedebiliyorsunuz,maddi ve kişisel çıkarlar ortadan kalkınca hayat somuttan soyuta doğru adım atıyor,herşey bedavalaşmaya başlıyor,tüm promosyonlar kampanyalar bile basit kalıyor da öyle dostlar karşılıyor ki sizi herkes birbirini ağırlıyor))bu çok eğlenceli ve hayatın tadı süreklilik kazanıyor manalaşıyor manalaştıkça beden siz farkında olmadan kendini yeniliyor…
Merhaba,
Yaşadıklarımız ve karşımıza çıkan karakterler bizim kararlı, nötr, hale gelebilmemize hizmet ediyor sanırım. Fıtratımızda aşırıya kaçan negatif ve pozitif yönler, yaşadıklarımız üzerinden gerekli elektron alışverişini tamamlayarak nötr hale gelmeye çalışıyor. Nötr olmaya fıtratı aşmak, hiçlik hali yahut mutmain de deniyor; ancak benim için huzur… İnsan kendi gölge yanları ile yüzleştikçe uygun şartlar altında her insanin her seyi yapabilecegini anlıyor. Iyi- kötü kavramı da kalmıyor. Bizim kötü olarak nitelendirdiğimiz şey, özümüzle bir olmaya daha çok yaklaştırıyorsa Allah açısından bakıldığında bu kötü değildir. Öğrenilmiş duyguları terkedebilmek için dediginiz gibi irade gerekiyor. Ancak bir yerden sonra o cüzi irade denilen şeyin de aslında pek de denildiği kadar bile olmadığını anlıyorsun. O noktada neyi istemediğinden emin olurken o huzur halinin seni hicbir şey istememeye mahkum ettiği bir eşik var. Bu eşikte hicbir şey yapılamıyor. Çünkü artık neyi yapman gerektiğinin içsel bir bilgi olarak sana nasıl geldiğini anlamışsındır ve o komut gelmeden hareket etme lüksün yok. Vücut kimyan ve fiziki yeterliliklerin de değişiyor. Tez canlılar için bu süreci sabırla geçirmek biraz zor oluyor 🙂
Elinize sağlık.
Selam Anka,çok güzel geldin tebrikler(Bu eşikte hicbir şey yapılamıyor. Çünkü artık neyi yapman gerektiğinin içsel bir bilgi olarak sana nasıl geldiğini anlamışsındır ve o komut gelmeden hareket etme lüksün yok. )ve oğuz hocamında dediği gibi tüm canlılar birbirine görünmeyen iplerle bağlıdır sözüyle topu z.ö yazarına atmalıyız belkide))aklıma hz musa ve hz hızırın yolculuğu geldi siz bu cümleleri kurunca ;idrakinize yazan ellerinize sağlık,demekki hareket kabiliyeti var ve bu görünmeyen ipliklerin görünür olmasını yada şuan oluşmakta olan hissinin evrende bir yerde oluşması ve oraya vardığında hissiyatının duygularınla denkleştiğini gördüğünde…..z.ö top sizde,hayırlı geceler
Merhabalar. Katkınız için çok teşekkürler. Yorumunuzun sonu oldukça ilginç bilgiler içeriyor. Biraz daha açmanızı isteyebilir miyim sizden o kısmı? Neyi yapman getektiğini anlamışsındır ve o komut gelmeden hareket etme lüksün yoktur derken bu ruh halini biraz daha detaylandırır mısınız? Sebebini ve nasıl işlediğini?
Ne tarafından tutup anlatsam daha kolay anlaşılır, çok emin değilim. Çünkü anladım ki, sonunda aynı kavşakta buluşacak dahi olsak, yürüdüğümüz yollar hep farklı. O yüzden yaşadığım süreçleri hep özgün kabul ettim; herkes için aynı anlamı ifade etmeyebilir.Bu yüzden bazı kavramları kendi açımdan açıklayarak başlamam en doğrusu olacak sanırım.
Bir şeylere ay’ıp, bu zamana kadar bunu nasil idrak edememişim dediğim andan sonra nefsimin, egomun ve öz’ümün seslerini ayırt etmeye başladım. Kendimi bilmeye başlamanın ilk evresi olarak da söyleyebilirim.Burada nefis, doğumumuzla birlikte bizimle gelen, dünyadaki yasam gorevimizi yerine getirebilmemiz ve deneyim yasayabilmemiz icin gerekli olan itici güçtür.Buna esmalarin belli orandaki terkibinden oluşmuş fıtrat yahut kisinin kendi Rabbi de diyebiliriz. Ego’yu ise nefiste aşırıya kaçmak olarak nitelendirebilirim.Bu anlamda öğrenilmis duyguları da ego olarak kabul ediyorum. ÖZ ise hiç değişmeyen, sürekliligi olan tek hakikat… Duygular ve düşünceler zamanla değiştiğinden hakikat olamazlar. Işte, zihnimin bu değişen şeylere fazla zaman harcadığını idrak ettigimde, konusan zihnimi(ego) yakalayan bir tanık( nefis) ve tanığı da farkeden bir gözlemci (öz) vardi. Ancak kendinle yüzleşmeyle geçen bu süreç hiç de kolay değil. Ölmeden önce ölüm deneyimi yaşayanlar, kuantum alanından çıktıktan sonra kendi mahşerlerini yaşıyorlar. Özellikle kuantum alanında kendi cennetini yaşadıktan sonra burası tam bir cehennem, o zamana kadar yaşadığın şeyleri tersinden yaşamaya başlıyorsun. Kendini sevmeyi tekrar öğrenmen gerekiyor ve açıkçası benim başına gelmez dediğin ne varsa geliyor başına. Kendini gölge yanlarınla kabul edip sevmen gerekiyor ki diğer insanları yargılayamayasın… Işte bu süreçleri yaşarken bir aşamada egon ve nefsin bir’leniyor, aşırılıklar törpüleniyor. Aşırılıklar gidince çabasız bir çaba hali ortaya çıkıyor. Hareket ve düşünce israfı kalmıyor. Kendi rabbini tanıdıkça ne zaman ne yapıp yapmaman gerektiği net bir içsel duyuşla geliyor. Çünkü artık neyi egon söylüyor, neyi yaşam yolun için yapman gerekiyor anlıyorsun.
Elementsel düzeyden bakarsak kuantum alanı oksijen ise mahşer alanı magnezyum’dur. Magnezyum alanında ısıya(baskıya) yeterince dayanabilirsen, üçüncü gözü temsil eden 6. çakra alanındaki silisyuma dönüşürsün. Bugün iletişim sektöründe kullanılan silisyum gibi telepat yetileri kazanırsın. Fiziksel acıdan ise magnezyum alanı omurilikte C1-C5 olarak nitelendirilen 29-33 arası omurilik kemiklerini ifade ediyor. Boğazdan omurilik soganına kadar olan bu alana sırat köprüsü de diyebiliriz. Bu durumda magnezyum, cehennemdir, sırat köprüsüdür, Mars temsil eder, 5. boyuttur 🙂 nitekim her şey birbirine bağlıdır.
Çok teşekkürler talebim üzerine konuyu detaylandırdığınız için. Özellikle ilgimi çekti çünkü teslimiyet, akışta olmak gibi sıkça bahsettiğimiz, bilincin özel bir durumunu betimleyen ve gelişimimizde elzem olan mekanizmaların nasıl işlediği üzerine tefekkür ediyorum. Malum, anlamışsınızdır ki bu blog analitik bir yazar tarafından analitik olmayan, anlatılamaz denilen hisleri, durumları anlayıp çözümleyip anlatmak ve ilham olmak üzere kuruldu. O nedenle sizin bu konuya yaklaşımınız tam da benim yaklaşım tarzım.
Konuya dönecek olursak, kendiniz için yaptığınız tanımlamalar eminim yorumunuzu okuyan diğer okurlara da ilham olacaktır. Ego, nefs ve öz üçlemesini güzel tarif etmişsiniz. Bu konseptin kafamızda daha iyi oturmasına katkı sağlıyor. O halde şunu diyebiliriz sanırım: teslimiyetle akışta olmak demek; sadece hayat bize ne sunarsa koşulsuz şartsız kabul edip hayatla birlikte akmak değil de kendinden çıkagelen verileri yorumlayabilmeyle mümkün. Bu da kendini daha iyi tanımakla mümkün. Yazdıklarınızdan bir de şunu anlıyorum ki o noktaya geldiğimizde artık bunun için bir çaba sarfetmiyor, neyin bizim için doğru, neyin yanlış olduğunu içsel bir şekilde “biliyoruz”. Bu kısım halen benim için gizemli. Çünkü bunun tersine mühendisliğini yapamıyorum. Çünkü tarif ettiğiniz şey bir tür duygu. Ama en azından o duyguya ulaşmanın yollarını keşfediyoruz. 🙂 Tekrar teşekkürler.
Asıl ben teşekkür ederim, yazılarınız kendisini tanımaya çalışan bizler için çok ipucu barındırıyor. Açıkçası içimi de rahatlatıyor. 🙂
Ancak şunu da belirtmek isterim; bu süreçleri kendim bile isteye yaşamadım. Sadece birgün kalbim kırıldı ve kendimle tanışmaya başladım. O ana kadar da hayatı gerçekten yaşadım; cesurdum, ataktım. Aklımda hiç akışta kalmak, teslimiyet kavramları yoktu. Sadece kendi değerlerime uygun yaşayan, sosyal bir insandım. Zannediyorum ki öyle yaşadığım için sonrasında teslimiyet ve akışın ne olduğunu yaşayarak öğrenme fırsatım oldu. Çoğu insan bunlara ulaşmak için -mış gibi yapıyor. Herkesin tekamül sürecinde geçmesi gereken aşamalar var, o aşamaları geçmeden pratikle ulaşılabilecek bir şey degil teslimiyet. Herkes çok heves ediyor; ancak hiç oraya ulaşmak için geçilmesi gereken acıdan bahsedilmiyor. Teslimiyet acının sonunda, hiç dogmamışcasına ortadan kaybolma isteğinin sonunda gelen bir hediye gibi. Bu alanda o kadar bir oluyorsun ki dua bile edemezsin.Ancak kalıcı degilsin burada, Sırat’ı geçip 6. alana gelmen gerekiyor. Daimi cennet denilen yer orasi… Mutmain olduktan sonra herkes surecin bittigini saniyor ama seytan asil bu surecten sonra uyaniyor. Seytanini musluman eden 6. boyut algisinda daimi kalabiliyor.
Herkesin döngüsünde kendi zamanı var. 1. boyut veya şeriat algısıyla doğan, yahut 2 boyutta tarikat algısıyla doğan birinin bunu yaşaması da mümkün değil. Şeyhler de tarikatlarını, müritlerini, eşlerini bırakmadan mutmain olup tam teslimiyete geçemezler. Mutmain olmak için, yani kuantum alanına geçmek için, ölmeden önce ölmek için her şeyden vazgeçip O’na yalnız gidebilmen gerekiyor. Kozmik enerjiyle eşgüdümlü ilerleyen bir bilinc duzeyin varsa bu da en erken 28 yasinda gerceklesebilir. Öncesinde mümkün değil.
Vuslata erdikten sonra, geçtiğin tüm boyutları ve nefs metrelerini hızlıca tersi yönde tekrar gözden geçirecek şekilde yaşaman gerekiyor. Kendini bilme aşaması Allah’la da gercek bir tanisma sagliyor. Hz. Muhammed’in “Allah’ı aranızda en çok tanıyan benim; ama O’ndan en çok korkan da benim.” sözündeki korkunun, her şeyi bildikten sonra O’na yanlış yapmaktan korkmayı anlattığını anlıyorsun. Kendini bildiğinde, o eşikte, Yaratıcıyla bir aktin oldugunu anlıyorsun.
Aslında nefs mertebeleri tamamiyle fizik kanunları ile alakalı. Siz bunu çözebilirsiniz; teşekkür ediyorum tekrar. 🙂
Gününüz güzel geçsin.
Evet anka çok güzel açıklamış ve sizinde pratikleştirmeniz harika))benimde çoğu kardeşimiz gibi ifade eksikliğim çok tam aktarmada yetersizim maalesef))tevbe ile geçen ilk 5 yılda herşey o kadar üstünüze geliyorki adeta sabır taşı çatlıyor,hangi konuda tevbe etseniz o konuyla ilgili kişi ve olaylar çevrenizi sarmalıyor;bir siyasetçi birşeye hayırr dediği vakit o olaylar daha çoğalır ülkede ve dünyamızda fakat iş pozitife döndüğü vakit yani söz vermeye(sağlıklıyım huzurluyum herkes çok iyi…vb)olumsuz kişi ve olaylar olumlaşıyor ve herkes pozitifleşiyor ve o yönde hayat akıyor ve şükrediyorsunuz sürekli ;7. yıldan itibaren bilinçaltı otomatikman kendisi karar veriyor en iyi anlarda olmanıza ve hiçkimse ve hiçbir olay hakkında şüpheye düşmüyorsunuz(sevdikleriniz kusursuzca hayatına devam ediyor onları dahi olumsuz birşey yakalamıyor)..10.yıldan itibarende sürekli lucid rüyalar ve astral seyahatler görüyorsunuz ve gece de ortadan kalkıyor sürekli gündüz aydınlık bir hayat sürüyorsunuz neredeyse lusid ve hayatınız birbirine geçmeye başlıyor ve eğlence 11ve 12. Yılda başlıyor))lucid ve astral seyahatlerdeki genç dinamik eğlenceli haller buradaki hayatınızada yansıyor,biliçaltı sürekli sizi 33 yaşında tutuyor ne 1 yaş aşağı ne 1 yaş yukarı,işin ilginç yanı sevdiklerinizide genç tutuyorsunuz,hayal kurmanıza gerek kalmıyor fırsat bırakmıyorlar her an bir şen her an bir üst nesil huzur seviyesindesiniz..içsel bilgi yi tanımlıyacaksak illa ki evrenin heryerine ve tek yerinde,zamansız mekansız ve suretsiz olarak heran cereyan ediyor ve bilinçaltınız filitreleyip sizi en iyi olan ana çıkarıyor bu aşamadan sonra karşınızdaki kişi derviş evliya peygamberde olabilir bilemeyiz ama hissedersiniz(simasından ve sesinden)gerekli yönlendirmeyi yapıyorlar zaten ve o komutun sizi daha yukarıya çıkaracağından şüphe duymazsınız…şimdilik bu kadar…))
Sevgili ZERO, ilk yazmaya başladığından beri yorumlara, muazzam şeyler yaşadığını, hissettiğini biliyordum. Gördüğün gibi bunları dile dökmek çok zor. Ben açıkçası senin gibi dile dökmekte zorlanmak ama buna karşın bunları hisseden olmak isterdim. Ben, sen ve sen in gibilerin aksiyim. Hissedemiyor ama ironik olarak çok iyi bir şekilde dile döküp aktarabiliyorum. Bu da zaten bu blogu sihirli yapan ve bizi suretsiz bir ortamda bir yapan şey :)Teşekkürler paylaşımın için.
Günaydınlar,evet bilmekle hissetmek yaşamak çok farklı,bizzat olayların içinde olmak deneyimlemek harkulade bambaşka bir his,son 1 yıldır içinde yaşadığım lucid rüyaların ve astral seyahatlerin yapısını nasıl çalıştığını halen izliyorum;burada olaylar bizim bildiğimizin tersine işliyor yani önce cam kırılıyor daha sonra taşı atıyorsunuz yada çocuğunuz balerindir eğitim sonradan alınıyor;Burada gençsiniz yaşlıysanız genleşiyorsunuz;kendimden örnek vericek olursak luciddeki denizde yüzerken köpekbalığıyla yüzdüğümü gördüm(kurt kuzuyu tanır misali))aradan 3 ay sonra altınoluğa tatile gittim,ne göreğim köpek balığı akvaryumu,70₺ karşılığında akvaryuma girip köpek balığıyla yüzüp okşayıp fotoğraf çektirmek olağan üstüydü,su kayağı yapıyorsunuz arkasından kendinizi izmit sepetçide buluyorsunuz)))telefirik sistemi var(the north cable park),gene70₺))kendimi adada görmüştüm yataktan kalkmamla pegasusun 1₺ ye kıbrısa bilet kampanyası gidiş geliş gene 70₺ Ye bi fixlendim))asgari ücretle çalışıp 20 günlük tatilde yurtdışı yurtiçi tatil yapmak mağrifet ama çok şükür yaptırıyorlar))bu külli iradenin yapısı çook ince partiküllü enerjiyle kaplı hareket kabiliyeti mükemmel ve hep sonuçtasınız hangini anlatayımki ama enazından sistemi bu anlattıklarımdan çözer ve yeni yazınıza ilham olur))
Yazabileceğim çok şey var,yutkundum ve yazmadım.Geri döndüğüne sevindim,tekrar hoş geldim.
Merhabalar, teşekkürler güzel yorumun için 🙂 Daha önce yorum yapmış mıydın hatırlayamadım ama sessiz okurlardan biri olmalısın. Düşüncelerini paylaşmanı isteriz. Gördüğün gibi yorumlar yazılanları geçiyor. 🙂
Elanur çok teşekkürler ruh ikizi deneyimini paylaştığın için. Eminim diğer yorumlar gibi bu da pek çok kişiye işaret olacaktır. Ruh ikizi yazısının altında yüzlerce yorum yapıldı, ben de yorumlarımla yazıya eklemeler yaptım, tekrara düşmek istemem ama daha önce de dediğim gibi ruh ikizi deneyimi çiçek böcek olmuyor her zaman. 🙂 Zor bir karşılaşma. Tüm zorluğuna karşın sizi çok fazla olgunlaştıran, dönüştüren bir ilişki. Bir sihir söyleyeyim bunla ilgili… Kalpten, çok içten istemekle bu karşılaşmayı yaratabilirsiniz 🙂
Diğer konuya gelince, Olasılıksız romanını blogun açılışından yıllar sonra okudum. Daha önce de yazmıştım yorumlarda, blogun ismini neden Zamanın Ötesi olarak seçtim tam bilmiyorum. Bir tür içgüdüsel seçimdi. 7 yıl kadar önce çeşitli forum sitelerinde yaptığım yorumlar çok ilgi çekince, dağınık yazmaktansa derli toplu olsun, bir blogum olsun dedim ve bu ismi seçerek yazmaya başladım. O zamanlar zaman konusu üzerine çok araştırma yapıyordum. Hem fizik bilimi çerçevesinde hem sembolik olarak hem de felsefik anlamda zamanı çok irdeliyordum. Ondan olabilir ama inanın neden özellikle Zamanın Ötesi ismini seçtim bilmiyorum. Hatta arkadaşlar arasında blog bu ismi kendi seçti diye şaka yaparım. 🙂
Evet sevgili kardeşim yazılarını takip ettiğim günden beri ilk kez uzun bir ara verdin gezegende bu günlerde herşey çok hızlı tüketiliyor zamanda böyle.İzninle bende yazını okuyunca aklıma gelenleri aktarmak isterim konuyla tam ilgili olmayabilirse affola.
İnsan bu gezegene ait değildir,çünki gezegende var olan insan dışındaki tüm canlılar bir düzen içerisinde varoluşlarını sürdürebilirler, yeni doğan bir memeli hemen memeye ulaşır,yumurtadan çıkan bir yavru kısa sürede hayata tutunabilir ama ya insan; bir ebeveynin uzun süren bir desteğine muhtaçtır.
Kısaca özetleyecek olursak insan dünya gezegeninin yaşam düzenine uygun değildir diğer canlılara göre eksiktir. İnsanın bu eksik parçaya olan arayışı putları, tanrıları ,tanrıyı ve dinleri yaratmıştır.
İnsan bu gezegene bir şekilde bırakılmışmıdır,yoksa primatlara müdahale edilerek melez bir türmü yaratılmıştır onu şimdilik bilemiyoruz bidiğimiz tek şey insan denen bu türün gezegenin sonunu getirebilecek güce sahip olması gerçeğidir.
İnsanı bu denli tehlikeli hale getiren diğer canlılardan farklı özelliği iradesi olmuştur.diğer canlılar içgüdüleri ile yaşamaya programlandığı halde insan kendi iradesiyle yaratıp üreterek yaşamaktadır.
Dünya insan türünün geliştirilmesi için seçilmiş bir mekan gibidir diyebiliriz.
Yalnız arkeologların,bilim insanlarının bulgularına baktığımızda gezegen tükendiğinde bir nevi hasat yapıldığını ve sonra yeniden tohumlandığını görüyoruz binlerce yıllık buluntular artık bu tezi kanıtlıyor.
Kısaca insanın bu gezegendeki serüveni mikro bilinçden makro bilince bir eğitim yolculuğundan ibarettir.
Tabiiki bu eğitimin platformunda tüm zıtlıklarıyla her yaşam formunun bulunması gereklidir “katil,sapık,şizofren,manyak,yada tam zıttı kahraman,bilge,filızof,bilim insanı vs.”
pilotaj eğitimi yapan adayların similasyon cihazlarındaki eğitimine benzetebiliriz oradada tüm olasılıklar similasyona yüklenmiştir. Dünyadada yaşam insanlar için bir similasyon gibidir.
Enistain’ın dediği gibi enerji yoktan var edilemez var olan enerji yok edilemez sahip olduğumuz karbon moleküllerinden mamul beden gezegene aittir ama onu yaşatan ruh enerjiden ibarettir ve hiç bir zaman yok olmayacak ama transfer edilebilecektir kısaca similasyon sonlandığında insan tekamül edecektir.
Bu durumda biz insanlara düşen gezegende geçen zaman içinde farkındalığımızı maksimum yükselterek en az hasar ile bu süreyi bitirmek olacaktır.
Sıklıkla paylaştığım bir görüşümü yine izninizle paylaşacağım. Yaşamda iyi,kötü,doğru,ve yanlış yoktur Anlayışın en üst seviyelerinden bakıldığında ,sadece”BİLiNÇ”vardır seçimler yapan ve yaşanabilecek tüm deneyimleri yaşayan.
Yine izninizle geçen yıl yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Eşimle beraber benim kullandığım otomobille bir hasta ziyaretine giderken,dikiz aynasına baktığımda geriden hızla gelen bir otomobilin iki araca çarptıktan sınra bizim aracımıza doğru hızla geldiğini fark ettim eşime koltuğunda sıkı durmasını söylediğim anda araç bize yandan çarpıp sıyırtarak ilerlemeğe devam etti, arkasından takip ettip peşini bırakmayacağımı anladığında yolun sağına çekerek otomobilini durdurdu.
Aracımdan inip yanına gittiğimde yan koktukta 5lt.bir viski şişesi vardı ve içiyordu kendisine geçmiş olsun dedikten sonra bana diğer iki otomobilden yol istediğini onlarda yol vermeyince “bizde geri vites yok ağbi çarptım ……lere suçlarını bildiğinden beni takip edemediler ….ler. bu arada direksiyona hakimiyetimi kaybettim malesef sanda çarptım abi dedi ve banada viski ikram etti ben almayacağımı ve otomobil kullanırken bu yaptığının doğru olmadığını söylediğimde cebinden bir kağıt çıkardı bana verdi kağıtta bir yarı açık ceza evinden 2 gün izinli çıktığı yazıyordu. Kendisine sorduğumda cinayetten tutuklu olduğunu evli ve 8 yaşında bir kız çocuğu olduğunu öğrendim.
Kendi seçimi sonucunda bir eş ve 8 yaşında bir kız çocuğuna sahip olduğu ve yine kendi seçimi doğrultusunda katil olup yıllardır ceza evinde eşinden ve ona tamda ihtiyaç duyacağı yaşta bir kız çocuğunu babasız bıraktığı halde aldığı iki günlük izinin her saniyesini neden ailesi ile geçirmediğini sordum.Büyük bir şaşkınlıkla abi ben alkol,ve hap aldım ama sendeki bu kafaya ulaşamadım bana sana çarptığım için tepki vereceğine bana aileme davranışım için nasihat veriyorsun söyle ne içtiysen bende içeyim dedi. Kendisine bu kazanın tesadüf olmadığını duyması gerkenleri duyduğunu ve bundan böyle hayatını dizayn ederken yaptığı seçimlerle mutlak birilerinin hayatına dokunmadan bu gezegende yaşamasının mümkün olamayacağını ve bu dokunuşların daima kendisinin olduğu kadar bütününde yararına olması gerektiğini aksi halde sonuca göre otoriteden yada hayatın kendisi tarafından bunun bir karşılığının olacağını ve bu karşılığın bazen çok ağır olabileceğini söyledim. Bana özgür kaldığında mutlaka uğrayacağını ve eğer kabul edersem hasar gören otomobilimin yenisini alabileceğini para sorununun olmadığını söyledi ben kaskomun bunu karşılayacağını ve buna gerek olmadığını söyleyerek vedalaştım.Tahliye olduktan sonra abi seni mutlaka arayacağım dedi.
Kıssadan hisse tüm canlılar görünmeyen iplerle birbirine bağlıdır kimin bize ne zaman dokunacağını bilemeyiz zıtlıklarla ve renklerle acıyla tatlıyla birlikte varız.
Tüm gezegende yaşam domino taşlarıyla yapılmış bir tablo gibidir her taş bir diğerine dokunma mesafesindedir ne yakın ne uzak ve hepsi sonderce gerekli ve duruduğu yer ve konum ne olursa olsun eşittir herhangi bir taşı oradan alırsanız ilk taşa dokunulduğunda resim tamamlanmaz eksik kalır.
Sevgi ve ışıkla kalın.
Oğuz bey yine her zamanki gibi çok güzel bir katkı yaptınız. Teşekkürler. Yaşadığınız olay, yazıda geçen Ahab’ın hikayesine birebir örtüşüyor. Böylece bu tür örneklerin hayatın akışı içerisinde aslında ne kadar çok yaşandığını da görmüş oluyoruz.
Güzel yorumun için teşekkürler Halenur 🙂 Bahsettiğin kitabı ve yazarını ilk kez duyuyorum. Araştıracağım ben de. Teşekkürler katkın için 🙂
Yeni güncellemenizle birlikte ingilizce çeviride gelmiş))hayırlı olsun dileklerimizle tebrikler))evrende nereye dönerseniz dönün birşeyin manası kodu itibariyle türkçe ingilizce almanca….hangi dil olursa olsun hep aynıdır,yani buradan afrikaya gittiğimizde fil gördüğümüzde ingilizsek elephant almansak elefant olarak bize yansır,fil dişimiydi erkekmiydi,hangi renkti))görüntüsü şuan bilinçaltı dünyamızdan geldi bile,yani zamanın ötesinde de durum böyledir hiç tecrübe etmediğiniz birşeyle karşılaştığınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz,sizde o bilgi kayıtlı sadece açığa çıkmayı bekliyor.not:.o an iççektiğseniz ve dur birsüre tadını çıkartayım deyip kodlayayım derseniz sonsuzluk,(rahman(29)boyutundan kopabilirsiniz))
Merhabalar Zero, evet sitede birkaç yeni güncelleme ve ekleme yapıyorum. Tamamlandığında yeni yazımla birlikte yeniliklerden bahsedeceğim. Bu arada sitenin ingilizce versiyonuna hem https://zamaninotesi.com/en/ adresinden hem de http://beyondoftime.com/ adresinden ulaşılabilir.
Kesinlikle, kelimelerin ötesinde bir mana var. Kelimeler sadece o manayı sembolleştirmeye çalışıyorlar. Ki zaten bu nedenle söz kutsaldır tüm ekollerde.
Sayfanızı yeni keşfettim ve yazılarınıza bayıldım. Karanlıkla ilgili nacizane bir kitap paylaşmak istiyorum. M.Scott Peck “kötülüğün psikolojisi”
Hoşgeldiniz. 🙂 İlginiz ve güzel yorumunuz için çook teşekkürler. Kitap yorumunuzu hemen okuma listeme ekliyorum. Diğer ilginizi çeken yazılarla ilgili de yorumlarınızı eksik etmeyin 🙂
Merhaba
Bana bu sayfaya ihtiyac duyan benliğime teşekkür edip, sizlere bir minettar olduğumu söylemek istiyorum kendimden anlatmam gerekirse sizlere göre bayağı genç bir yaştayım tecrübem az fakat çok ilgi duyduğum konuları anlamam ve idrak edebilmem icin defalarca okuyorum, sizden ricam bana tavsiye verebileceğiniz kitapları önermeniz, Bir kez daha kendimden bahsedecek olursam çevremde ki insanlara göre çok farklıyım sosyal medya hesabımdan tutun yaptığım davranışlar ve baktığım bakış açısı ve gerçekten düşünüp konuşmam onların fazlasıyla ilgisini çekiyor, beğeniyorlar konuşmak istiyorlar, tabi ki eleştirenler vardır ama yüzüme karşı pek söylenmedi ki ben onlara göre evinden çıkmayan yalnız bir insanım. söyleyemezler de 🙂 yetişrilmiş olduğum çevre gerçekten kitap okumayan, bilgi edinmeyen başı boş emretmeyi seven, ağır abi rolün de olanlar (ailem ve çevresi de buna dahil) hayatlarını sadece 1 gün 1 hafta 1 yıl ve yıllarca aynı şekilde devam ettirip ölmeyi düşünen insanlar dolu, inanın ki ben onlardan değilim, onlara göre entektüel, fazla kibar, düşünceli, çocuklarla iyi anlaşan, ve yakışıklıyım sadece bunlar… ve bunlar onlara göre gerçekten kötü, ve öyle bakmaları vardır, sizi çok rahatsız ediyorum sessiz okuyucularınızdanım ve not tutanlardan: fakat icimi açmak ve gerçekten yardım almak istiyorum, neden bura ve neden yardım almıyorsun diyecekseniz, çevremin aileme ” Oğlun mu delirdi ? ” baskını önlemek icindir, ki benim böyle düşünen yargısız infaz yapan insanların deyişleri söylemlerine karşı umursamazlığım benliğim de savunma aracıdır. ailemin de rızasını alıp tüm zorluklara karşı bilinçli olup şehir değişmeyi ve hayatıma devam etmeyi düşünüyorum.
eğer yorumum onaylanırsa lütfen cevap verin. şimdiden çok teşekkürler
[…] Güven üzerine şu yazının başındaki kısa hikayeyi okumanızı öneririm: https://zamaninotesi.com/karanlik-yan-irade-erginlenme/ […]