Arka fonda:
“Amaç görmek değil, kişinin o öz olduğunu fark etmesidir; ardından kişi dünyada o öz olarak gezinmekte serbesttir. Dahası: dünya da o özdendir. Benliğin özü ve dünyanın özü: bunlar birdir. Bu yüzden ayrı durmak, içe kapanmak artık gereksizdir. Kahraman nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın, kendi özünün huzurundadır. Çünkü görebilen kusursuz göze sahiptir. Ayrılık yoktur.” – Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Atiye Netflix dizi incelemesini yapacağımız bu yazı hem Atiye dizi analizi hem de Atiye dizisi üzerinden kahramanın sonsuz yolculuğunu çözümleyeceğimiz bir yazı olacak. O nedenle diziyi izlemeyi düşünmeyenler de yazıyı okuyabilirler. İzlemeyi düşünenler içinse bu yazı spoiler içerir.
Netflix’in ikinci orijinal Türk dizisi Atiye; yazar Şengül Boybaş’ın “Dünyanın Uyanışı” adlı kitabından uyarlama. Dizinin analizini yapacağımız ilk sezonu, senaryo olarak arka fonda Göbeklitepe’yi mekan olarak kullanmış. Çok da iyi yapmış çünkü dünya medeniyet tarihinin başladığı yer olarak tarih kitaplarını değiştiren Göbeklitepe keşfi bu sayede dünyaya bir kanaldan daha tanıtılmış oluyor. Dizideki oyunculuk, mekan kullanımı ve diğer ögelerden ziyade bu Atiye dizi incelememiz senaryoya odaklanacak. Nasıl ki blog boyunca sembollerin ve kavramların sadece tanımını değil nasıl yorumlamamız gerektiğini veriyorsak, konulara nasıl yaklaşmamız gerektiğini veriyorsak bu incelememizde de size balık değil balık tutmanın inceliklerini vereceğiz. Bu tür bir yaklaşım aslında blog sahibi olarak bana zarar çünkü hazır bilgiler vererek düzenli takipçi sayımı arttırmak yerine teknik vererek okur sayımı düşürüyorum ama olsun. Zamanın ötesine işlenen bu yazılar yıllar sonra tek bir kişiye bile ilham olacaksa değer. 🙂
Adım adım gidelim… Önce dizideki materyalleri çıkartalım.
Mekan: Göbeklitepe
Göbeklitepe Şanlıurfa’nın Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski tapınağı. 1994 yılında Alman Türk ortak bir arkeoloji ekibiyle ortaya çıkartılmaya başlanan kalıntıların keşfi dünya tarihini değiştirdiği gibi tarihe bakış açımızı da değiştirdi. Çünkü avcı toplumun tarıma başlamasıyla yerleşik düzene geçtiği düşünülüyordu. Göbeklitepe ve çevresinde yapılan çalışmalarda, yerleşik hayata geçmeye sebep olan şeyin tarım değil din olduğu ortaya çıktı.
Bulgular henüz tartışmalı da olsa şu anki en güçlü göstergeler Göbeklitepe çevresinde, taş devrinden bile 6000 yıl öncesinde yaşamış olan bu topluluğun medeniyetlerini bu tapınak etrafında kurduklarını gösteriyor. Çok daha detaylı bilgi için arkeolog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın sunumuyla Göbeklitepe kazı başkanı Klaus Schmidt’in notlarına şu linkten ulaşabilirsiniz. Göbeklitepe apayrı bir yazının konusu olduğundan uzatmıyorum. Sadece bu keşfin insanlığın bilinen inanç tarihinin başlangıcı olduğunu bilmemiz yeterli bu yazıdaki analiz için.
Atiye Dizi Sembolü
Atiye dizisinin sembolü için bir tür antik simyasal formül diyebiliriz. Dizi için ressam Mehmetcan Yaman tarafından çizilen sembolde aslında insanlık tarihinde rastlanılan en temel geometrik şekiller var. Bunlardan en sık görüleni kuşkusuz halkalardır. Simya sembolizmi açısından yorumlayacak olursak halka evreni, tüm kainatı yani varoluşu temsil eder. Halkanın ortasındaki nokta ise hem güneşi hem de benliği temsil eder. Maden olarak karşılığı ise altındır. Yarım daire kuşkusuz hilali yani ayı temsil eder. Ay sembolizm ve simyada karanlık yanımızı, bilinçaltımızı temsil eder. Eelmenti gümüştür. Atiye sembolünün ortası, zıt yönlere bakan iki üçgenin birleşmesidir. Yani ateş ve suyun birleşimi. Simya dilinde buna eril ve dişilin birleşmesi denir. Eğer halkaları çubuklarıyla birlikte ele alırsak Venüs ve Mars’ın birleşmesi olarak da okunabilir ki iki okuma da zaten birbiriyle uyumludur.
Bu sembol aslında o kadar basit bir birleştirmeyle oluşturulmuş ki, etkileyiciliği de bu basitlikte. Açıkçası diziden o kadar çok etkilenmedim ama sırf bu sembolle dizide anlatılmak istenen görselleştirildiği için hikayeyi çok sevdim. Çünkü tüm diziyi sadece bu sembol anlatıyor. Hem de katman katman açarak… O nedenle internet aleminin bu ücra köşesindeki sembolizm bloğu olarak buna değinmezsek olmazdı. 🙂
Ne demek istiyoruz? Öncelikle sembolü ortadan yatay ikiye bölerek tek tarafını inceleyelim. Malum simetrik bir sembol. Atiye’nin gölge benliği uykudadır. En alttaki yarım daireler yani hilaller bu uykuda olan ama bir şekilde Atiye’ye mesajlar ileten, onu anlamadığı bir şekilde güdüleyen bir hareket, bir sinyal halindedir ve Atiye’nin benliğini etkiler. Atiye’nin benliği yani alttaki halka bu güdülenmeyle hareket ederek sembolün ortasındaki noktaya doğru ilerlemeye başlar. Başlangıçta halkanın içinde nokta olmadığı için Atiye benlik karmaşası yaşamaktadır. Kim olduğunu bilmez çünkü merkezi kayıptır. Atiye yukarı doğru düz çizgi olarak hareket ettikçe mars sembolünü oluşturur. (Yukarıdaki çizelgeden sembolleri takip edebilirsiniz) Yani erile ulaşır. Dizideki Erhan karakterine. Karşılaştıkları yer tam da Atiye sembolünün merkezindeki noktadır yani Göbeklitepe’dir. Çünkü Atiye de Erhan da kendisini orada bulacak, kayıp benliklerini orada keşfedeceklerdir. Böylece Atiye gümüş elementini semir ve suyla karıştırıp ısıtarak kendi simyasal dönüşümünü yaratmış ve altına dönüşmüştür. Bu konu çok sembolik olduğu için detayına “Simyasal Evlilik” yazımızdan ulaşabilirsiniz. Süreci sembol üzerinden yukarıdan aşağıya Erhan için işlettiğinizde bu sefer de onun kendisini bulma süreci ve Venüs ile karşılaşmasını göreceksiniz. Sembolün karakterler için ilk yüzeysel yorumu bu şekilde olacaktır.
Atiye sembolünün bir de makro ölçekte, evrensel bir yorumu var dizinin senaryosu için. Semboller çok katmanlı olduğu için bu yorum da kaçınılmazdır ve diziyle birebir örtüşüyor. İçinde nokta olmayan halka evreni temsil ediyor demiştik. İki halka ortada bir kareyle birbirine tutturulmuş görünüyor Atiye sembolünde. Yani iki evren arasında bir kapı söz konusu. Kare toprağı ve dünya gezegenini sembolize eder. Dizideki karşılığı Göbeklitepe. Yani iki evren arasındaki kapı Göbeklitepe. Karenin ortasındaki nokta öz benliği temsil ediyor. O nedenle Atiye gerçek benliğini bulduğunda iki dünya arasındaki kapıyı açabilir hale geliyor. O nedenle sürekli doğru zamanda olmalı her şey diye üsteleniyor dizi boyunca. Eğer Atiye vaktinden önce kapının eşiğinde olsaydı hiçbir şey olmayacaktı, kapı açılmayacaktı. Bunun için de Atiye’nin o ruhsal buhranı yaşaması gerekti. Evlilik arifesinde ben kimim sorguları vs…
Sembol üzerinde daha çok okuma yapılır ama gerisini yine değerli okurların hayal gücüne ve idrak kapılarına bırakıyorum. İpucu olarak şunu vereyim: Sembolü iki evren ya da iki kişi değil de tek bir kişinin içinde olup bitenler olarak da okuyabilirsiniz. Sıradan, günlük hayatta varolduğumuz kişi ve gerçekte olduğumuz, kendimize bile göstermekten, yüzleşmekten çekindiğimiz daha üst benliğimiz…
Mekan, sembol ve ana hikayeye hakim olduğumuza göre artık Kahramanın Yolculuğu başlasın! Dizideki karakterleri Joseph Campbell’in 1949 yılında yayınladığı “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” adlı kitabında oluşturduğu şablon üzerinden anlatacağız. Campbell bu şablonu, dünya tarihi boyunca anlatılagelen masal, öykü ve mitlerin ortak özelliklerini çıkartarak oluşturmuş. Jung’ın görüşlerinden de etkilenerek (arketipler, kolektif bilinç vs.) 17 aşamadan oluşan bu muazzam şablonu meydana getirmiş. Günümüzde izlediğiniz çoğu Hollywood filmi bu şablonu kullanarak senaryolaştırılıyor. Fakat sadece bir senaryo yazım tekniği olarak görmeyin bunu. Gerçekten de insan olmanın ve yaşamın taslağı bu şablonda. Campbell resmen yaşamın haritasını çıkardı… Detaylı bilgi için “Zaman Yolcusu” yazımıza göz atabilirsiniz.
Ana kahramanımız Atiye, yukarıda gördüğünüz yolu izleyerek bir finale ulaşacak. Sadece Atiye değil. Oz büyücüsü masalındaki Dorothy; Harikalar Diyarı’ndaki Alice; Matrix’teki Neo; antik yünan tanrısı Prometheus ve daha nice kahraman bu yolu izleyerek hikayelerini yaşıyorlar. Kim bilir belki siz de kendi hikayenizi keşfeder ve haritada nerede olduğunuzu bulursunuz… 🙂
Atiye Dizisi İncelemesi ve Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Bütün hikayeler kahramanın sıradan dünyasında başlar. Bu sıradanlık dışarıdan bakan gözlemciye göre değil, kahramanın kendisine göredir. Yani biz izleyiciler için Atiye’nin avangard sanatçı hayatı sıradışı olabilir ama onun için sıradanlaşmıştır. Bir döngüde takılıp kalmıştır.
Bir gün… (evet masallar da hep bir gün cümlesinden sonra sıradışı olmaya başlar 🙂 ) sıradan hayatı sıradışı bir davetle rayından çıkmaya başlar. Tıpkı Harry Potter’a ısrarla gelen mektuplar gibi. Bu davet, kahramanın sıradan hayatı artık tökezlemeye, parçalanmaya başladığında gelir. Davet kahramanın iç dünyasından ya da dışarıdan gelebilir. Atiye’ye bu davet ilk bölümde dışarıda gördüğü yaşlı kadın halisülasyonuyla geliyor. Yani hem içsel hem de dışsal bir işaretle geliyor. Kahraman bu aşamada çağrıyı uzun süre reddeder. Görmezden gelir. Bunun üzerine doğaüstü güçler ya da rehberler devreye girer ve çağrıyı onaylarlar. Böylece artık kayıtsız kalamayan kahramanımız maceraya atılmış, yola çıkmış olur. Atiye’nin anneannesi halisülasyon değil de gerçek olduğunda artık Atiye’nin rehberi haline gelmiş ve ona yol göstermiştir. Bu aşamaya rehberle karşılaşma da denir.
Ardından sıra ilk eşiğin aşılmasına gelir. Yolda karşılaşılan ilk engel… Kahraman bu aşamada sıradan dünyayı geride bırakmak için ilk adımını atar. Bu aşamada eşik bekçileri devreye girerek kahramanı engellemeye çalışır. Eşik bekçileri genelde aile içinden gelir. Tıpkı bizim uzaklara gidip kendi potansiyelimize ulaşmamızı engelleyen bazı ebeveynler gibi… Kahramanı dış dünyaya karşı korumaya çalışırlar. Dizide bu rolü Atiye’nin annesi üstleniyordu. Atiye’yi anneannesinden yani rehberden uzak tutmak için onun aklını kaçırmasına bile sebep oluyordu. Atiye’nin GÖbeklitepe’ye gitmesine engel olmaya çalışıyordu… Atiye eşik bekçisini geçtikten sonra kahramanın yolculuğu şablonunda “balinanın karnı” denen aşamaya varır. Joseph Campbell bu aşamayı şöyle açıklar:
“Büyülü eşikten geçişin bir yeniden doğum alanına geçme olduğu fikri, dünyanın her yerinde rahim imgesi olan balina karnıyla simgelenmiştir. Kahraman, eşiğin gücünü ele geçirmek ya da onunla uzlaşmak yerine bilinmeyenin içinde kaybolur ve ölmüş gibi görünür.”
Atiye’nin tek başına arabasına atlayıp Göbeklitepe’ye gittiği ve annesinin çılgına döndüğü an bu andır. Çünkü eşik bekçisini atlatıp ortadan kaybolur. Bu noktada Göbeklitepe’de yardımcılarla tanışır. Bunlardan bazıları ruhsal bazıları fiziksel yardımcılardır. Alnında yıldız simgesi bulunan kızın yolu göstermesi ve Erhan’la tanışma gibi. Ardından Atiye balinanın karnına yani Göbeklitepe’deki mağaraya girer. Orada kısa bir süre kaybolup geri döner.
Ardından sınavlar yolu aşaması gelir. Bu aşamada yeni engeller ve zorluklar çıkar. Annenin Atiye’nin akıl hastalığını kanıtlamaya çalışması, Atiye’nin nişanlısının babasının arka planda çevirdiği işler ve ilerlemelerine engel olması gibi… Fakat kahraman bu aşamada zorluklara meydan okur çünkü artık misyonunu farkındadır. Kim olduğunu bulmak, kendini bilmek… Bu aşamada kahraman yeni müttefikler edinir. Dost ve düşman daha da belirginleşir, saflar tutulur.
Sonraki aşama mağaranın derinliklerine iniştir. Yolculuğun ikinci eşiğidir. Yeni girilen bu bilinmeyen dünyanın merkezi, tüm yolculuğun kaderi bu aşamadadır. Kahraman yeraltı dünyasına canavarla savaşmaya iner. Atiye’nin Nemrut’ta yer altına inmesi bu aşamadadır. Kahraman canavarla karşılaşmadan önce tanrıçayla karşılaşır ve son rehberliğini alır. Nitekim Atiye de kendi tanrıçasıyla karşılaşmıştı yer altında fakat canavar nerede diye sorabilirsiniz. Olayın güzelliği de burada. Atiye’nin savaştığı canavar bizzat kendisi. 🙂 Geçmişi… Nefsi, bencilliği… Mitolojide bu aşamada kahraman genellikle ejderhalarla ya da yeraltı canavarlarıyla savaşır ama aslında o da bir metafordur. Çünkü o mitlerde kahraman genellikle ejderhayı ya da canavarı öldürmek yerine onu alt eder ve ehlileştirir. Hatta tarihte yazılı ilk eser olan Gılgamış Destanı’nda bu durum kahramanımız Gılgamış’ın savaştığı yaratıkla can ciğer dost olması olarak anlatılır. Atiye de kendi geçmişiyle yüzleşir ve karanlık yanını görüp onu ehlileştirir. Elbette bu kolay değildir. O nedenle bu aşamanın adı aynı zamanda büyük çiledir. Büyük acıların çekildiği yerdir…
Çile ne kadar büyükse elbette ödül de o kadar büyük olur. O nedenle sonraki aşama kahramanın ödüllendirildiği yerdir. Matrix’te Neo’nun büyük fiziksel ve ruhsal acılar çektikten sonra önce hakikate, sonra da sonsuz güce kavuşması, matrixin dışında dahi zamanı ve mekanı bükebilmesi gibi… Bir önceki aşamada çektiği çile yüzünden ölen kahraman bu aşamada değişmiş ve dönüşmüş olarak yeniden doğar. Simyasal olarak içindeki demiri altına dönüştürmüştür. O nedenle hayata karşı tüm bakış açısı değişir. Atiye’nin de Nemrut’taki yer altından çıkışı sonrası karakter değişimini Beren saat oyunculuk olarak çok iyi yansıtmış. Artık daha kendinden emin ve özgüvenli olarak bakıyordu. Rahatlamıştı. Aldığı ödül ise şüphesiz kim olduğunu bulması, ne istediğini bilmesiydi. Ki bence hayatta alınabilecek en büyük ödül de bu.
Akabinde geri dönüş yolculuğu başlar. Kahraman başladığı noktaya geri döner çünkü artık alacağını almıştır, yuvasına geri dönecektir. Dönüşmüş olarak… Kaldı ki kahramanın edindiği bu yeni yetileri çevresiyle ve dünyayla paylaşma, yayma misyonu da vardır. Fakat dönüş yolu da çetin geçer çünkü hayat kahramana edindiği yeni deneyimleri pekiştirme ve kullanma sahası açar. Bazen de kahraman bu sorumluluğu üstlenmekten imtina edebilir. Campbell bu bölümle ilgili şu örneği verir:
“Kahramanın macerası sona erdiğinde, maceracının yaşam değiştiren gezisinden dönmesi gerekir. Kahramanın; ödülün, topluluğun, ulusun, gezegenin ya da on bin dünyanın yenilenmesiyle sonlandırabileceği bilgelik tılsımlarını insanlar dünyasına geri getirmesi gerekmektedir.
Fakat sorumluluk sık sık geri çevrilmiştir. Buddha bile, zaferinin ardından, edindiği hakikat bilgisinin iletilebilir olup olmadığından şüphe etmişti.”
Atiye de geri dönüş yolculuğunda kardeşinin öldürülmesi engeliyle karşılaşır ve suç onun üstüne atılır. Eşik bekçisi anne dönüş yolculuğunda da (simetrik olarak) ona engel olur ve onun akıl hastanesine kapatılmasına sebep olur. Atiye hastaneden kahramanın yolculuğu şablonundaki “Dışarıdan Gelen Kurtuluş” ve “Büyülü Kaçış” aşamalarından geçerek kurtulur. Tanrıça bu aşamada Atiye’ye yeniden görünür ve içindeki gücü ona hatırlatır. Mistik bir güçle kapatıldığı yerden kurtulan kahraman artık gücünün daha da farkındadır. “The AI” (Yapay Zeka) filminden bir örnek verebiliriz bu bölüm için. Finalde çocuk robotu uzaylılar denizin altında sıkıştığı yerden kurtarıyordu…
Yolculuğunun son aşamasında kahraman artık iki dünyanın da üstadı konumuna gelmiştir. Yukarıdaki görselde farkettiğiniz üzere her eşikten geçişte kahraman iki dünya arasında gidip gelir. İlki hep var olduğu bilinen ya da sıradan dünyadır. İkincisi ise yolculuk sayesinde farkına verip fethettiği bilinmeyen ya da diğer adıyla olağanüstü dünya… Yolculuk tamamlandığında kahraman artık iki dünyada da bilinen ve iki dünyayı da bilen bir master olmuştur. Bu aynı zamanda kahramanın kendisini ve içsel bilgeliğini içselleştirdiği yerdir.
“Nasıl biri yıpranmış giysileri çıkarıp yeni olanları giyerse, gövdelenen Benlik de yıpranan bedenleri çıkarır ve yenilerini giyer. Silahlar kesmez Onu; ateş Onu yakmaz; su ıslatmaz Onu; rüzgâr Onu üşütmez. Bu Benlik kesilemez, yakılamaz, ıslatılamaz ya da üşütülemez. Ebedi, her şeyi kapsayan, değişmeyen, kıpırdamaz Benlik sonsuza dek aynıdır.” – Mahabharata Destanı / Bhagavad Gita Bölümü
Kahraman artık bir illüzyon değil, gerçek yaşamın, yaşamanın özüne, özgürlüğüne kavuşmuş bu sayede ölümsüz olmuştur. Dizinin birinci sezon finalinde ölen kardeşini zamanda geri giderek yeniden yaşama getiren Atiye artık zamana, mekana ve hatta ölüme hükmeden, yaşama ve yaşatma özgürlüğünü kazanan, kaderi kendi ellerine alan konumuna gelmiştir.
Görüldüğü üzere sadece hoş vakit geçirmek için izlediğimiz bir dizide bile yaşamın en derin gizemlerine dair hakikatlerin ana hatlarına, anahtarlarına ulaşabiliyoruz. Aslında çok da şaşılacak bir durum değil çünkü insanlık tarihi boyunca üretilen tüm eserler; ister istemez insanı insana anlatma misyonu taşıyordu. Eğer bakış açımızı eğitebilirsek, hatta eğitmeye bile gerek duymadan saf gözlerle filtresizce ÖZ’ü görebilirsek tüm eserler ve tüm sanat bizi bize anlatıyor, kendimizi buldurmaya yardım ediyor.
Nasıl ki Atiye’nin hikayesi burada bitmemiş ve aksine yeni evrenlere açılan yeni bir maceranın startını vermişse (Atiye’nin kolyesi iki halka ve birbirine bakan iki evrendi, sembolde de iki evren vardı) kahramanın yolculuğu da başlayıp biten bir yol değil aksine sonsuz yolculuktur. Çünkü yolculuk başladığı yerde biter gibi görünse de aslında ne mekan ne zaman vardır. Sadece kahramanın kendisi vardır. Kahraman da başladığı yere bambaşka biri, dönüşmüş biri olarak geliyorsa; yol aslında kendi kuyruğunu yiyen bir yılan ya da helezonik bir spiraldir. Tıpkı dizinin finalinde semboldeki halkaların spirale dönüşmesi gibi… 🙂
Yolculuklarımız karanlıktan aydınlığa olsun… Ex umbra in solem 🙂
İyi yolculuklar 🙂
E-Mail ile Takip Et
Her ufuk açıcı yeni yazı yayımlandığında e-mailinize bildirim almak için mail adresinizi kaydedin:Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Sembolü ilk gördüğümde, kök çakradan gelen kundalini enerjisi ile üst çakralardan gelen kozmik enerjinin 4. çakrada, yani kalpte, birleşmesinin sembolize edildiğini düşündüm. Dizide eril-dişil enerjinin birleştiği anı ise mağarada mahsurken bir yılanın ortaya çıkmasıyla betimlemişler. Yılan ile birlikte başlayan yolculuk ve yüzleşmeler ile de kundalini enerjisi beyin sapına kadar ulaşan insanların bilinçaltı rüyaları görmeye başlamaları ve bu suretle bilinçaltının ortadan kalkması işlenmiş.Ancak sizden farklı olarak dikey alanda birleşen şeylerin Venüs ve Mars olduğunu düşünmüyorum. Venüs ve Mars içsel gezegenler olduğundan, eril ve dişil enerjiyi temsil eden şeyin kundalini olduğunu ve bunların kök çakrada birlikte, yanyana, yer aldıklarını düşünüyorum. Bu ikisinin kalp çakrasına yükselmesi ve orada 13. çakradan gelen kozmik enerji ile bütünleşmesi ÖZ’e olan yolculuğu başlatıyor. Venüs 2. çakra bilinci ile ilişkilendirilirken, Mars 3.ve çoğunlukla 5. çakra bilinci ile ilişkilendirilir. Dolayısıyla 2.,3. ve 5. çakra bilinçleri ÖZ’ü anlamak için yeterli idrak düzeyini sunamıyor. 13. çakranın olaya dahiliyeti şart.
Dizi, ÖZ’ e ulaşmada yaşanan süreci sistematik bir şekilde ele aldığı ve benim gerçekliğimle birebir uyuştuğu için ben de bir değeri var. Ancak sistematiğe göre 2. sezonda yeniden ölüp yeniden dirilmesi gerekiyor. Bu kısmı merakla bekliyorum 🙂
Elinize sağlık, yorumunuzu çok beğendim.
Değerli katkınız için çook teşekkürler. Bu tarz daha derin ve sembolik bakış açıları ile analiz zenginleşiyor. 🙂 Haklısınız çakra ve enerji bağları tarafından baktığımızda kadüse sembolündeki gibi iki yılanın yukarı doğru yükselişi söz konusu hem dizi sembolü hem de senaryo açısından.
İkinci sezonda kahraman kuşkusuz yeni bir yolculuğa çıakcak ve bence bu sefer salt benliğin ölüp yeniden dirilmesi değil evrensel bir ölüm ve yeniden doğum seramonisi gerçekleşecek. Çünkü kahraman her yeniden ölüp dirilmede daha büyük bir hakikate kendisini açar.
ek bilgi olarak ; bir internet dizisi olan “kanaga” ya göz atmanızı isterim.aynı konu ve yine mehmet günsür başrolde yalnız dizinin tarihi 2014 ve cekimleri 4 yıl sürmüş yani esinlenilen kitaptan önce yayınlanmış bir dizi.
Hmm bilmiyordum o diziyi. Anlaştık, göz atalım. Bazı oyuncuların hayatları boyunca oynadığı rollerle kendi karakterleri arasında özel nir ilişki olduğuna inanıyorum. Henüz ham olan bu düşüncem biraz daha pişince bir yazıyla taçlandırırım. O zaman Mehmet Günsur’a da bir bakarız 🙂 Çok teşekkürler katkın için Burçin.
Sevgili zamanın ötesi lütfen çok rica ediyorum “fringe” dizisini inceleyebilir misiniz.. tüm konularla ilgili en iyi film olduğunu düşünüyorum sevgiler..
Merhabalar Kamile, güzel yorumun için çok teşekkürler. Fringe dizisi aslında benim hayatımda çok önemli bir yere sahip. Kendimi bildim bileli bilim ve doğaüstünü aynı potada birleştirmeye ve açıklık getirmeye çabaladım. Fringe bu anlamda karşıma çıkan ilk dizi oldu ve Walter Bishop karakteri tam da benim ruh ikizim gibi bir şey oldu 🙂 Tam beni yansıtıyor o karakter. Blogu açarken bana ilham veren yapımlardan biri de buydu daha pek çok başka şeyin yanında. (Bİlenler bilir blogun ana teması ve bu blogun açılmasında beni en çok güdüleyen şey bilim kurgu yazarı (üstadı) Arthur C. Clarke’ın şu sözüdür: “Yeterince gelişmiş bir teknoloji büyüden ayırt edilemez.” )
Diziyi 2008 yılında yayınlanırken izledim. Blogta yazmaya ise 2012 yılında başladım. O nedenle blogu yyaınlamaya başladığımda bu dizi çok popüler değildi ve izlememin üzerinden de zaman geçmişti. Şimdi analizini yapabilmem için tekrar izlemem gerek ama ona çok vakit bulabilir miyim bilmiyorum. Ama emin olun tüm blog aslında Walter Bishop’un kafasının içi gibi. Eski yazılarımı okursanız ne demek istediğimi anlarsınız.
Yine de sadece film ve dizi analizleri ile ilgili oluşturacağım bir blogta dizinini özellikle son iki sezonunu masaya yatıracağım. Teşekkürler ilginiz için, sevgiler 🙂
Özellikle yeraltına iniş ritüeli, ölmeden ölmek, yeniden doğum gibi sembolik anlatımları güzel işlemişler… Ben çok başarılı buldum. Sembolizm üzerine kayda değer bilgiler işlenmiş. Geçenlerde bir yerde duymuştum, söylenene göre Göbekli Tepe’nin topraklarının kutsallığı yöre halkı tarafından bilinmekte; öyle ki o yörede hasta ve ya herhangi bir nedenle şifa arayanları bir gece orada geçirtirler, bir karara varmadan önce o topraklarda uykuya (rüyaya) yatarlarmış. Vehasıl kelam çok başarılı bir dizi.
Evet Minerva, sembolik anlatımlar çok barizdi. O nedenle dizinin analizini yapmak yerine sembolizm açısından bir taslak olarak kullanıp bunun üzerinden kahramanın sonsuz yolculuğunu anlatmak istedim. Böylece daha anlaşılır oldu.
Beden ve zaman sınırlamasından bilincini kurtarmış, bilinç olarak an da varlığını sürdüren hakikat ehli kimseler özlerinde bulunan bilgiyi oluşturan veriyi(mekânı) neden ve sebep olmaksızın görüntü ve ses olarak algılayıp, dışa projekte etmek sureti ile seyredip, kendi bilincini o mekânda bulabilir ise karşılaştıkları kişiyi/kendilerini hologram beden olarakmı algılarlar yoksa içsel bir sezgi ses niteliğindemi algılarlar?manayı mı yaşarlar?mânâ alemi – ve harf ve dizilimlerinden tamamen bağımsızdır. Zaten aynı mânânin değişik dillerde değişik kelimelerle ifadesi de bunu gösterir. Kelime denen şey, belli bir harf (veya ses) diziliminin belli bir mânâ ile ilişkilendirilmesi, ve zamanla özdeşleştirilmesidir. Başka bir ifade ile, kelimeler, mânâ özü veya ruhunun harf (veya ses) dizilimi kılıf veya bedenine girmesi ve bütünleşmesinden oluşur. Zaten yeni bir dil öğrenen bir kişi de aynen bunu yapar: Bir harf veya ses dizilimini bir mânâ ile ilişkilendirir, ve o mânâ o harf veya ses diziliminde parlayıncaya (veya ruh bedene girinceye) kadar tekrarla onu pekiştirir.bizim üstatlardan öğrendiklerimiz bunlar; manayı bilinçaltına kabul ettirmek deyim yerindeyse roket gibi olmak gerekir:içsel bilgi( ilham-sezgi-hissiyat)-=idraki zaman ve mekan…
Yakında dil ve kelimeler üzerine oldukça derin bir yazı yazmayı planlıyorum. Üzerine tefekkür ediyorum. Nitekim işaretler de geliyor veri olarak dışarıdan bu konuyla ilgili. Bu yorumunuz tam fa yazmayı düşündüğüm yazının altına girilecek bir yorum olmuş aslında 🙂 Yani henüz yazmadığım blog yazısının yorumunu şimdiden, zamanın ötesinden yapmışsınız 🙂 Şimdilik bir yorum yapmayayım, görüşlerimi o yazıya saklayayım. 🙂
Hissiyatımı özet geçmek çok istiyorum. Buna belki gerek var belki de yok.Mükemmel bir tutku ile yolculuğa devam etmektesiniz ve istirahat ettiğiniz kervanlar da tıka basa dolu gibi.
Yorum yapmadan evvel çıktım sayfadan. Üşendiğimden değil de ” öğrenilmiş çaresizlik efor” etkisinden ötürü 10 sn içerisinde karar verdim. Caydım ve kaldım.
Konuşulanların çoğuna katılıyorum diyemem yine de harika bir platform.
Evvel zaman fırsatını yakalayamamış çocukları, Doğu bölgelerine el uzatıp, görsel ve işitsel olarak önce İstanbul daha sonra da Göbeklitepe turu düzenlemek arzusundayız, gönüllü arkadaşlarımla birlikte.Bu tur sadece onlar için değil bizler için de feyizli olacak buna şüphem yok. Velhasıl kelam sembolizmi ve manalarını, dilimiz döndüğünce iletmeye çalışacağız.
Farkındalık,üretkenlik, vizyon ve misyon üzerine atılacak temellere göğüs gerdiğiniz için teşekkür ederiz..
Selametle
Yorumun için teşekkürler sevgili Sefa 🙂 İlk paragrafında yazdığın cümle çok ilginç: “Mükemmel bir tutku ile yolculuğa devam etmektesiniz ve istirahat ettiğiniz kervanlar da tıka basa dolu gibi.” Bu cümleyi açmanı istesem senden? Belki bana ya da bu satırları zamanın ötesinde okuyan başka bir okura işaret / ilham olur.
Projeniz için de tebrik ederim. Kesinlikle hem size hem de çocuklara çok ufuk açacaktır bu tür bir gezi. Kendimde en çok sevdiğim şeylerden biri kültürlerarası yetişmiş olmam. Köyde büyüdüm, okul hayatım ilçede geçti ve iş hayatım büyükşehir merkezinde. Çoğunlukla da bu sosyokültürel katmanlar iç içe geçti hayatım boyunca. Misal bir gün sabah İzmir’in en zengin iş insanlarıyla İzmir’in merkezinde büyük bir otelde kahvaltı yaparken aynı günün akşamında eve dönüp köyde yer sofrasında köy ahalisiyle yemek yedim. Bunu görmek ve deneyimlemek öncelikle hoşgörü melekelerini uyandırıyor insanın. İkincisi yaptığın işlerle ilgili de ilham veriyor. Siz önce İstanbul sonra göbeklitepe diyince de aklıma bu geldi. Dijital medya ayağında gönüllü olarak yapabileceğim bir şey olursa iletişim kısmından bana ulaşabilirsiniz. Sevgilier, iyi çalışmalar.
Türk sineması olarak değerlendirmek doğru mudur bilmiyorum. Ancak Türk sineması için yeni bir kapı aralayan bir dizi bence. Umarım açılan bu kapıyı tercih edenler artar…