“İnsanlar tecrübeleri kadar değil, tecrübe kapasiteleri kadar bilgedir.” -Bernard Shaw
Bilmek, deneyimlemek, bildiğini deneyimlemek ya da deneyimlediğini bilmek…
Bir olguyu tecrübe etmek ve deneyimin özümsenmesi konusu mağara duvarlarına çizilen eserlerden bu yana binlerce yıldır edebiyatın işlediği, felsefenin üzerine tartıştığı bir konu oldu. Bu konudaki genel geçer bilgi şudur; insan deneyimlemeden o şey hakkında fikir sahibi olamaz… Ya da bildiğimiz şeyleri ancak deneyimlediğimizde özümsediğimizi düşünürüz. Nitekim şahsi kanaatim de bu yöndeydi fakat tefekkürlerim ve gözlemlerim sonucunda geldiğim nokta; bir olguyu özümsemek için deneyimlemenin gerekmediği yönünde… Çıkış noktam ise şu an dünya kültürünün gitmekte olduğu yön… Çünkü deneyimin tanımı değişiyor…
Bu yazımızda medeniyetimizin hangi yöne gittiğini ve bu gidişin deneyimlerimizi nasıl etkilediğini tartışarak zamanın ruhunu yakalamaya çalışacağız. Asıl çabamız ise zamanın ruhunun ötesine, zamanın ötesine geçmek olacak…
Konuyu somutlaştırmaya bilgisayar oyunlarından başlayalım. Twitch adında bir sosyal medya platformu var. Bu platformda bilgisayar oyunu meraklıları belirli oyunları oynarken ekran görüntülerini ve kendi görüntülerini yayınlıyorlar. İzleyiciler de böylece hem oyunun oynanışını hem de oyunu oynayan kişinin yorumlarını bir televizyon kanalı izler gibi izliyorlar. Bu platformdaki yayıncıları çokça gözlemleme imkanım oldu. Youtube’da da bu tarz oyun videoları var fakat bu canlı yayın yapan platformlarda farklı bir durum söz konusu. İnsanların giderek gerçek yaşamlarını bu platformlarda canlı yayınlamaya başladıklarını görüyoruz. Nitekim bu platformda sadece oyun videosu paylaşılmıyor, tv formatı gibi interaktif program formatları da yayınlanıyor. Bu konuya geri döneceğiz…
Tekrar oyunlara gelirsek; bir bilgisayar oyunu oynadığınızda sadece parmaklarınızla bir karakteri yönlendirir ve bazı olayların içine girersiniz. Bu en basit süper mario oyununda da böyledir, en son çıkan Assassin’s Creed Odyssey oyununda da… Hatta yeni çıkan teknolojileri de hesaba katarsak, sadece zihninizde düşünerek karaktere komutlar verebilir, klavyeye dokunmadan da bir bilgisayar oyununu oynayabilirsiniz. Oyun esnasında bazen birini öldürür, bazen ölürsünüz. Bazen bir yalan söyler, bazen de çok girift bir ilişkinin ortasında çözüm ararsınız. Oyun boyunca çeşitli maceralara atılır ve nihayetinde kahramanı oyunun finale taşırsınız. Kahramanla kendinizi özdeşleştirdiğiniz ve kahramana o komutları siz verdiğiniz için kahramanın yaşadığı zafer duygusunu yaşarsınız. Uzun çaba sarf edip sonuna yaklaştığınız levelin son anında ölüp oyunu kaybettiğinizde ise çok üzülürsünüz. Oyun esnasında pek çok duygu yaşanabilir. Geçen gece izlediğim bir Twitch yayınında çift evlerinde gece yarısı korku temalı bir bilgisayar oyunu oynuyorlardı ve o kadar korkmuşlardı ki; dışarıdan ya da evden gelen en ufak seste irkilip korktular ve bir süre sonra dayanamayıp oyunu kapattılar. Korkudan adamın omzu tutulmuştu. Oysa sadece ekrandan izledikleri bir bilgisayar oyununda bir karakteri yönlendiriyorlardı fakat karakterin başına gelen her şey kendi başlarına da gelmiş gibi korkuyorlardı.
Zamanın ruhunu yakalayamayanlar bu duruma şöyle bakabilirler: “İnsanın kendisini eve kapatıp zamanını bilgisayar oyunlarında geçirmesi kötü bir şey…” Fakat bu yargılamayı yapmadan önce sormamız gereken bir şey var. Neden insanlar gerçek hayat yerine bu sanal dünyaya meyil ediyorlar? Daha da genişletilebilir soru. Neden internet var? Neden dijital medya var? Neden gerçek hayattan daha çok ilgi çeken paralel bir evrene dönüştü dijital dünya? Önceki yazılarımı okuyanlar benim dijital medya uzmanı olduğumu ve internet reklamları, SEO konusunda çalışmalar yaparak Google yapay zekasıyla birlikte çalıştığımı bilirler. İnternet reklamları son zamanlarda o kadar etkili hale geldi ki, kriz filan dinlemeden her geçen gün daha fazla kişi internette reklam verdirmeye ve hakikatten de etkili geri dönüşler almaya başladılar. Şahsen yönettiğim tüm dijital medya reklamları etkili satışlara dönüşüyor. Bu denli etkili olmasında insanların dijital medyayı daha efektif kullanmasının etkisi var. Yani neden bu insanlar oyun oynayıp kendilerini sanal bir dünyaya kapatıyor ön yargısını yapanların interneti ne denli kullandıklarını da sorgulamaları gerek. Cadde üstü dükkanların kapanıp internet satış mağazalarına dönüştüğü bir geçiş evresindeyiz şu an.
Bilgisayar oyunu oynarken ya da sanal mağazalarda gezinirken deneyimlediğimiz olgular, hissettiğimiz duygular bize gerçek ve sanal arasındaki ayrımı neye göre yapacağımız konusunda sorgulamalar yaşatır. Eğer bilgisayar oyunu oynarken yaşadığım korkuyu, gerçek hayatta yaşadığım korkudan ayırt edemiyorsam ya da internette bir ürün aratırken o ürünle ilgili yorumları okuyarak ürün hakkındaki iyi ve kötü deneyimleri öğrenebiliyorsam sanal dediğimiz şey de bir gerçeklik içeriyor olmalı. O halde teknik tabirle “ortam” dediğimiz “şey” sadece bir algı meselesi. Bu, bir kadının sokaktan geçerken bir erkek tarafından sözle taciz edilmesiyle internette yazışırken bu tacize uğramasının bir farkı olmamasına benziyor.
Böylece tecrübenin ortamdan bağımsız, sadece düşünsel düzlemde gerçekleştiğini anlamış olduk. Çünkü oyunu yapanlar, oyunu oynayanlar, alışveriş sitelerini yapanlar ve ürünleri yorumlayanlar; hepsi de insan fikrinin bir ürünü. Deneyim dediğimiz şey de aslında fikirlerin beyan edilip etkileşime girmesi oluyor.
Twitch yayınlarında bir bilgisayar oyununu oynayan kişinin kendisini oyun oynarken yayınladığından bahsetmiştik. Binlerce izleyici de bu yayını izliyor. Oyunu oynayan kişi sanal bir ortamda bazı deneyimler yaşayıp kendince eğlenirken, izleyiciler de bu deneyimi izleyerek benzer bir katharsisi yaşıyor ve eğleniyorlar. Günün sonunda ise o oyunu oynamamasına rağmen, eğer o oyunu oynarsa hangi hataları yapmayacağını bilen bir sürü izleyici oluyor.
Şimdi tüm hayatımızın bir oyun olduğunu düşünelim. Yapmamız gereken görevler, atlamamız gereken leveller var. Fakat bu öyle bir oyun ki o görevleri yapmayabilir, aynı levelde kalarak da oyunun içinde durmaya devam edebilirsin. Fakat bir leveli atlamak isteyip atlayamadığında başkasının yaşamını izlersin. O yaşamdan yapmaman gereke şeyleri ve yapman gereken şeyleri çıkartır, ilham alırsın. Bunun sonucu bazı kararlar alır ve deneyimler yaşarsın. Bir sürü deneyimi de o hataları yapmayarak atlamış olursun.
Mesela bir iş kurmak istersin ve karşına senin işini kurmaya çalışıp başarısız olmuş biri çıkar. Neyden dolayı bu başarısızlığı yaşadığını gözlemler ve o hatayı yapmazsın ya da o deneyime girmekten tamamen vaz geçersin. Biri senin yerine deneyimlemiştir.
Makro ölçekte bakarsak, tüm deneyimler aslında kolektif bilinçte toplanırlar.
Yeni neslin, bu twitch gibi ortamlarda takılan ya da gerçek yaşamlarını Youtube vs. ortamlarda 7/24 paylaşmaya başlayan gençlerin kolektif bilince daha çok bağlı olduğunu düşünüyorum. (1990 sonrası doğan etrafınızdaki gençlere dikkatli bakın, pek çok şeyi yaşamadan deneyimlemiş kadar iyi bildiklerini göreceksiniz) Bu nedenle artık “gerçek hayat” dediğimiz ortamda yeni deneyimler yaşamak yerine sadece fikirden oluşan bir ortamda bilinçlerini çarpıştırmayı yeğliyorlar. Yeni nesli gözlemlediğinizde artık para kazanma, evlenip aile kurma, harikulade bir kariyer yapma ya da delicesine herkesle seks yapma gibi güçlü güdülerinin olmadığını göreceksiniz. Sadece terkiplerini yaşayıp “olma” eylemi içerisindeler. Hatta o nedenle absürt mizah 90’lardan sonra artarak yayılmıştır. Belirli bir amacı olmayan, hedef odaklı olmayan işler, eylemler, mizah gün geçtikçe artıyor. Eski nesil bu duruma anlam veremiyor çünkü tamamen hedef odaklı ve deneyim yaşama güdüsüyle dolu idiler. Oysa yeni neslin deneyim yaşama algısı / güdüsü çok farklı. Dediğim gibi yeni nesil kolektif bilince daha bağlı olduğu için artık bir şeyi anlamak için onu deneyimleyeyim kafasında değil, somut hayattaki deneyimler onun ilgisini çekmiyor. Yeni nesil sadece fikirlerden oluşan bir ortamda, fikirlerinin zamanın mekanın ötesine geçmesini yani deneyimi de atlamayı istiyor.
Aslında… Boyut atlamak istiyor. 🙂
O nedenle zamanını bedeniyle sınırlanmamış bir ortamda geçiriyor. Çünkü üç boyutlu bedeni ona göre sınırlarla dolu. Sanal evrende ise sınır yok, istediği her şeyi kodlarla yapabilir, her şey herkes olabilir. Ki zaten oynadıkları oyunların adı da “role playing” yani rol yapma oyunudur. Tek bir etiketle sınırlı olmak istemezler, tek bir ünvanları olsun istemezler. Herkes, her şey olmak isterler… Oynayarak, izleyerek, okuyarak da deneyim kazanırlar çünkü empati yetileri çok güçlüdür. Bir hikayeyi okuyup o hikayeyi yaşamış kadar olurlar ve o deneyimi gerçek hayatta artık yaşamalarına gerek yoktur. Fikir dünyalarında her şeyi yaratıp yok edebilirler.
Özetle zamanın ruhu artık insanın eski deneyim mekanizmasının kırılması yönünde. Deneyim yaşama değil deneyimin kendisi olma; salt anda kalarak var olma yönünde ilerliyor. Zamanın ruhunun ötesinde ise bedenlerin olmadığı, sadece bilinçlerin olduğu bir bireysel enerji formu olarak yaşamak var.
Onun da ötesinde ise tek bir bilinç olmak,
onun da ötesinde yaratımın bizzat kendisi olmak var.
Ötesinde ise…
Hiçlik 🙂
İyi oyunlar.
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Yine harika bir anlatımla tam da içinde olduğumuz konu.”kiss me first” mini dizisi bu konuyu işliyor yeni izledik tavsiye ederim.enerjine sağlık Sevgili FM 🙂
Valla ne güzel okurlarım var, takip edemediğim yeni dizi filmleri öneriyorlar, benle birlikte herkes te öğreniyor. Çok teşekkürler, haberim yoktu diziden, inceleyeceğim 🙂 Anladığım kadarıyla yine eş zamanlılık olmuş, Zamanın Ötesi kollektif ağına bağlıyız :))
İlk iki bölümünü izledim ve neredeyse farkında olmadan dizinin analizini yapmışım bu yazımda. Oysa ilk defa sizden duydum şimdi dizinin ismini.
Henüz iki bölüm izlemiş olsam da ben de öneririm diziyi, zaten sadece 6 bölümden oluşan tek sezonluk bir mini dizi…
Anladığım kadarıyla yine bilincin sanal ortama yüklenmesi konusuna el atacak bir yapım. Bu tür yapımların çoğalması da yazıda bahsettiğim zamanın ruhunun gidişatını destekliyor. Bu arada bu gidişat için iyi ya da kötü yorumları yapmıyorum. Sadece olanın fotoğrafını çekiyorum.
Yazılarınızın tamamını okumuş biri olarak bir konuyu ele alış biçiminizi tamamen objektij aktarım olarak buluyorum bundan dolayı konu alti yorumları dışında kendi fikriniz olan yorumları ayrı,konu içeriklerini ayrı kategoride değerlendirdiginiz için takipçiniz 🙂 konuyu okuyunca gerçekten dizi yorumu ancak bu kadar anlatılırdı diye düşündüm ki , izleseydiniz zaten dizi önerisini yaparak konuyu burdan yürütürdünüz ilk kez duyduğunuzdan şüphem yok 🙂 kolektif bilinç eş zamanlılık konusunda iş başında.çünkü şu sıra olduğumuz faz itibariyle sorguda bu konuya odaklıyız.biz ne kadar gerçeğiz? Ya da sanal diyerek adlandırdığımız dünya ne kadar sanal? Gerçekliğimizi nasıl bileceğiz? Bir simülasyonun içinde tekamül adıyla deneyim toplama amacıyla bulunuyordak bu fikir bizi neden yaralıyor? Bilgide bile aidiyet diygusuyla hareket ediyor olmamızdan kaynaklanıyor olabilir.bildim hakikatim bu olarak kalsın güvencesi.diger yandan insan neden sürekli ait olmak güven duymak ister? Nasıl bir yokluk duygusu kodlanarak geldiysek hayata dogarken bile ağlamamız ve anne kucağında susmamızdan başlayan evre tüm hayatımızı ve seçimlerimizi etkiliyor.matrix’i kabule geçiren ve “tek başına güvende ve emindesin sevgi ise bizzat kendinsin”bilincini sindirdiğimizde ancak zaman,mekan,kişi ve duygu durumlardan bağımsız anın içinde sadece olma halinde hayatın tadını çıkarabildiğimiz ince bir sınırı geçme evresini kolektif bilinç deneyimi sindirmeye davet ediyor şu sıralar.
Merhabalar yavaş yavaş azurah hocamızında dediği gibi şeffaflaşıyoruz sanırım:))belirttiğiniz gibi şimdiki nesil kollektif bilince bağlanmakta ve biraz sabırsızlar gibi leveli yukarıya doğru taşırken bu dünyaya bağlılıkları çok hızlı bitiyor peki ya biz onlara uyum sağlayabilecekmiyiz,biz derin sevgi sezgisiyle ilerlerken ya onların sezgileri ne şekilde işliyor acaba?aynı frekanstaki idraki zaman ve mekanlarını tutturabilecekmiyiz,çok hızlı vazgeçiyorlar sanırım hop oturup hop kaldıracaklar bizi sanırım:))
Sezgi meselesi girift bir konu. Yeni nesilin sezgileri güçlü ama onları kullanamıyorlar. Sezgileri kullanma bilgisine haiz değiller, nasıl kullanacaklarını bilseler de yönetemeyebiliyorlar. Bu durumu çok iyi anlıyorum çünkü ben de aynı dertten müzdaribim. Tüm kişilik analiz testlerinde sezgisel biri çıkmama rağmen pek sezgilerimi kullanamam. Yeni nesil de sezgisel olmasına rağmen kullanamayınca çareyi teknolojide arıyor haklı olarak. Neden? Çünkü içinde bulunduğumuz medeniyet, kadim sezgisel bilgeliği aktive etmemize imkan vermiyor. Nice Zamanın Ötesi blog okuru hiç bir kitap okumamış olmasına rağmen blog boyunca anlattığım bilgilere sahip olduklarını defalarca beyan etmişlerdir. Bu bilgilere sezgisel olarak deneyimleyerek haiz olmuşlardır fakat bu durum rastgele gibi görünen, kontrolleri dışında bir durumla ortaya çıkmıştır. Oysa yeni nesil kontrol edebildiği bir sezgisel bilgeliği istiyor. Çareyi de sınırların ortadan kalktığı dijital dünyada arıyor. Açıkçası ben de isterdim bir buda olup bedenimden dışarı çıkmayı, bir derviş, ulema olup üst boyutları deneyimlemeyi ve böylece beden kabrinden dışarı çıkmayı ama içinde bulunduğum kültür ve maddi hayat böyle bir tefekkürü deneyimlememi engelliyor. İnsan ev kirasını nasıl öderim diye düşünürken bedeninden çıkıp astral boyuta geçemiyor ya da mutlak koşulsuz sevgi deneyimini layığıyla yaşayamıyor. O nedenle teknoloji bir alternatif metod. Ön görüm şudur ki; ikisinin de gittiği yön aynı. Yöntemler farklı.
Hocam tekamül yolculuğu çok sıkıntılı acı verici aynı zamandada çok eğlencelidir,nefsi maddi ve manevi putlarımızı yıkarken çok acılar çekeriz,bu uğurda sevdiklerimizi kaybeder fakat eninde sonunda sevdiklerimizin de tekamül edeceğinden emin oluruz,bedenimiz-bedeni kontrol eden varlığımız-irademiz ruhumuza hizmet eder;koşulsuz sevgi,saygı,edep ve sadakat sözü(1-her hareket ve hal 2-görünen ve görünmeyenden doğru şekilde faydalanma 3- eşlerin birbirimi sürekli sevmesi ve yardımlaşması),hepimizin eşleri hepimizin kardeşi gibidir,hepimizin anne babası hepimizin anne babası gibidir…şüphesiz sonsuzluk tezimizi şüphesiz sürekliliğe çevirirsek daha iyi olur çünkü ilk vesvese(sizde sonsuz olmak istemezmisiniz)buradaki sonsuz kelimesi şeytanın bilinçaltı oyunuydu yani sürekliliğimiz engellenmiş oldu ve hep sonsuzluğa özlem duyarak hırs ve kibirle zamanı yarattık;enerjiyi sahiplenerek çıkarlarımıza kullandık ve yaşlandık, halbuki bilgi enerjisi yerinde kullanılıp bırakılsa hep gençtik.,şimdi gelelim bizi ve sevdiklerimizi nasıl gençleştirebiliriz;aslında yaptığımız enerjimizi harekete hareketimizi enerjiye çeviriyoruz sürekli bir döngü elde ediyoruz,hücrelerimiz kendini sürekli yeniler,şükretmenin zirvesini zorlarız diye düşünüyoruz))sezgi manadan bilinçaltımıza süreklilik olarak kodlanarak gelmesi lazım gibi,sürekli kendini yenileyen denizanası gibi))yaşamı boyunca çeşit çeşit türlere ve teknolojik aletlere şahitlik ediyor…bi heyecan bi heyecan big bang gibi))
Elinize sağlık. Şuan tezim için bir çıkış noktası buldum sanırım :))
Her ne kadar azalarak devam etse de sezgileri kontrol etme noktasında ben de sıkıntı yaşıyorum.Tanımlayamadığım bir şeyin peşinden gidemiyorum. EQ seviyesi yüksek insanlar bu sorunu yaşamıyor olsa gerek. Çözümü bilinçaltı temizliği yaparak başlamakta buldum. İnternetten öğrendiğim tekniklerl kendime uyguladım; çok işime yaradı. İstediğim şeyleri egom mu istiyor ruhum mu istiyor onu anlıyorum artık. Ama ruhumun sesi henüz istediğim kadar yüksek çıkmıyor. İlahi sistemin işleyişine dair bir teknik geliştirdim, şuan iyi gidiyor. Eksikleri tamamlayınca buraya yazacağım. :))
Hoşça bakın zatınıza.
Rica ederim, bir nebze de olsa ilham olabildiysek ne mutlu 🙂
Evet EQ’su yüksek kişiler bu sorunu yaşamıyorlar ama onlar da bir denge sınavındalar. Onlar da senin benim gibi insanları bulup fikir alışverişi içerisine girme güdüsünde oluyorlar çünkü bu deneyimlerini topraklamak, belli bir zemine oturtmak istiyorlar…
Blog okurlarından bazıları bana yaşadıkları doğa üstü deneyimleri anlattıklarında ve ben de bunları objektif bir şekilde yorumladığımda, bir süre sonra kendimi bir tür terapist gibi görmeye başladım çünkü insanlar bu yorumlarım sayesinde bir nevi “Oh be, deli değilmişim, bilimde ve kadim bilgelikte bu yaşadıklarımın karşılığı varmış, sebebi şuymuş, başka yaşayanlar da varmış…” moduna giriyorlardı. Ama en önemlisi anlaşılma güdülerinin karşılanması oluyor. Buna karşın ben de sezgisel bilgelik hakkında bazı geri bildirimler alarak sezgimi nasıl yönetebileceğim hakkındaa veri topluyorum. Karşılıklı bir alışveriş oluyor 🙂
Çok isteriz, teorinizi tezinizi bizle paylaşın. Şimdiden teşekkürler.
Kastettiğim tez yüksek lisans teziydi. Bu yaşadıklarımdan sonra yazdığım 70 sayfayı sildim. Ve şimdi dünya bir uluslararası ilişkiler tezinin big bang’ten başlamasına tanıklık etmeye hazırlanıyor.
Şans dileyin.
Harika! Makro bilinç iş başında! Size bol şans, ilham yanınızda olsun. Akaşik kayıtlara bağlanıp tüm ihtiyacınız olan verileri alırsınız umarım 🙂
Yazını okumaya başlarken acaba man from earth 2 den mi bahsetcek dedim. Ama değilmiş. Derinlemesine bakamayanlara, 90dan sonra doğanları eskilerin hor görmesine karşı bir savunma gibi görünse de, yeni dünyayı yaratan yeni neslin bakış açısını görmeye çalışmışsın.
Çoğunlukla deniz altında geçen Subnautica adlı oyunda da ben, tıpkı twitch’de izlediğin çifte benzer tepkiler veriyorum. Fakat klostrofobi korkusu olan ve mağaralara girmeye korkan ben oyunda deniz altındaki karanlık mağaralara girebiliyorum, üstelik bazen ışık çok azken. Korkumun mağara kanaklı olduğunu da zaten deneyimlemeden, bir kitap okurken(James Dashner –Sanal Ağ serisi) farketmiştim. Telefonumda kitap okurken kitapta karakterin bir mağaraya girmesiyle mağaraya sanki ben girmişim gibi raatsız olmuş, boğuluyorum sanmıştım. İlginçtir; bir minibüs dolu insanın arasında bu rahatsızlığımı gidermenin tek yolu da Youtube dan deniz videoları izlemek gibi gelmişti- işe yaradı.
Subnautica oyununda, deniz altında bir araç içinde değilsem oksijenimin bir sınırı var ve bir süre sonra yüzeye çıkmam gerekiyor. Son 30 saniye kala beni uyarıyor oyun. Ben yaptığım şeylere dalmışken uyarı gelince hemen karakteri yüzeye döndürüyorum ve şunu fark ettim, yüzeye dönünceye kadar ben nefesimi tutuyorum (ben nefesimi tutunca oyundaki karakterin oksijeni daha çok dayancakmış gibi) ve karakter yüzeye çıkıp derin bir nefes alınca, oyundan o ses gelince, ben de nefes almaya başlıyorum.
Bu sadece fare klavye ekran ve hoparlörden oluşan bir makinadaki deneyim. Yakın zamanda bir videoda, eline taktığın eldivenle pcde gördüğün şeylerin dokunma hissini sana veren bir sistem gördüm. Vr gözlüklerle birleştirmişler ve harika bir deneyim olmuş.
Labirent serisi filmlerin uyarlandığı kitapların yazarı James Dashner’in Sanal Ağ serisini tavsiye ediyorum. Ready Player One filmi aslında neredeyse bu serinin kısaltılmış kopyası.
Sanal dünyayı daha gerçekçi kılma adına bir sürü proje var. Bu daha iyi mi olur yoksa daha az geribildirimle (sadece göz ve kulak mesela benim pcdeki gibi), geri kalanı insan beyni yaratıp daha kişisel bir deneyim yaşamak , kişisel gelişimimiz açısından daha verimli mi olur tartışılır.
Anlıyorum, aslında biraz da şunu diyorsunuz. O mertebeye ulaşan bir kişi zaten o olgunluğa gelmiştir, bir şey yapmasına gerek yok. 🙂 Doğru. Elbette mesele herkesin ordan oraya ışınlanabildiği bir hale gelmek değil. O da mümkün ama çok uzak bir gelecekte. Onun olması için kollektif bilincin topluca yükselmesi gerek. Mesela orta çağda Avrupa’da fal bakan biri cadı deyip kazığa oturtulup yakılırken şu an insan haklarının beşiği Avrupa. Bu da kolektif bilincin evrilmesiyle mümkün oldu.
Ama evet şimdi düşündüm de… İnsanın isteyip de bilincini yükseltememesinin sebeplerinden biri de içinde bulunduğu, dahil olduğu kolektif ağdır. Coğrafyan kaderindir diye klişe bi söz var malum. Elbette bu tür şeyleri kendimize bahane etmemeliyiz ama kuşkusuz süreci uzatan engellerden biri.
Ama anladım, özetle ego belli bir olgunluğa erişmeden kıçını da yırtsa insan boyut atlayamaz :)) onun için de bu işin aslında bir tekniği yok…
Siyah kedi geçti say sen onu 😀 😀 Mükerrer yorumu sildim. No problema… Gördüğün gibi teknoryumda her şeyin bir çözümü daha kolay var 🙂
Yazınıza katılmakla beraber şunu da eklemek isterim. Maalesef dijital hayata geçiş sürecinde sosyolojik ve psikolojik hatta pedagojik sıkıntılar yaşıyoruz. Keza tüm dünya yaşıyor. Bence bu sıkıntıları en aza indirgemek ve bu dijital pazardan pay alabilmek için bizde harekete geçmeliyiz. Özellikle oyun pazarı şu gün çok iyi para getiren, bacasız sanayi. Aynı şekilde film endüstriside bu pazara dahil. Bu dijital pazara ayak uydurup bizde bir ucundan tutmaz isek gelecekte ne söz sahibi olacağız ne de nesillerimizi kontrol edebileceğiz. Güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık.
Size kesinlikle katılıyorum. Başka yapay zeka ile ilgili yazılarımda da çokça verdiğim bir örnek vardır… İnsanlar artık yapay zekanın tekniğini bitirip etiğini tartışırken biz halen neleri tartışıyoruz, sanki başka bir gezegendeki başka bir ırkın meselelerini dinler gibi dinliyoruz… Dünya marsta kolonileşip gök taşından maden çıkarmanın hazırlıklarını yapıyor (bakın tartışmasını değil, hazırlıklarını yapıyor) biz ise planlı bir gerileme sürecindeyiz. Elbette bunda da bir sebep vardır büyük pencereden bakıldığında. Doğduğun yer kaderindir derler… Belki de güzel ülkem sınırları zorlayanlar için bir kuluçka makinesi 🙂
Hocam filmi izledim,filden bazı teplikler üzerinden gitmek istiyorum…’hiçbirşey olmak zorunda değil,teslim ol!egonu sustur gücün yükselsin’:Ego aslına bakarsak ben sizden üstünüm, ben basit biri değilim, beni küçümsemeyin psikolojisinin getirdiği bir durumdur. Yani ego kişide, farklı özellikleri oluşundan değil, eziklenme korkusundan doğan bir durumdur. Kişi, küçük, başarısız, beceriksiz olmadığını ispatlama çabasına girer. Bundan dolayı kendinden bahseder sürekli, iyi taraflarını dile getirmesi yanı sıra kötü yanlarını da iyi bir işmiş gibi yücelterek anlatır. Aslında hedefi kötü huylarını veya kötü işlerini temize çıkarmaktır. Yersen!egoya bağlı olarak hırs kıskançlık ve nefretle zaman kavramı doğar bu yüzden zaman bir aşağılamadır der.’diğer hayatlardan üstün tek bir hayatı kurtarmak için kariyer yaptın,kendin için yaşadın,şişirilmiş egon ölüm dahil herşeyi kontol edebileceğini sandığın hayal dünyana geri dönmek istiyorsunki onu kimse kontrol edemez,ölüm korkun ve kibirin seni yüce yaradana hizmet etmekten alıkoyuyor’:yani bütün nefsi maddi ve manevi putlarımızı yokedemedikçe ve sevdiklerimizi kaybetme korkusu ölümü bilinçaltından silmiyor ve boyut atlamamıza engel oluyor)))ne dediğimi bende anlamadım))çok tuhaf bir yazı oldu))
Yeni yılınızı kutlar yeni yılda zamansız suretsiz sevgi dolu enerjisel hayat dileriz,dün gece kahvehanede oyun oynarken dışarıya çaylarımızla birlikte sigara içmeye çıktığımız anda yazınıza uygun olay yaşandı))tam çayımızı içerken hoş sohbet sırasında biranda caddede 7-15yaş grubu çocukların kartopu savaşı içerisinde buluverdik kendimizi hayliyle kartopundan nasibimizi aldık ve çay bardaklarımız telef oldu,arkadaş biraz sinirlenir gibi oldu derken haydi bizde katılalım dedik birsüre sonra bütün kahvehane de çıkmış bulundu sokak tam anlamıyla büyük muharebe alanına döndü,yani çocukların savaş yaratımına bizzat zorunlu dahil olduk))güzel ve eğlenceliydi)))
Hocam şimdi “Hiçlik, Tanrının yüceliği ve bilgisi karşısında, O’na hayranlık ve saygı duyarak, kendi küçüklüğünün farkındalığını yaşama hali ya,hani şüphesiz sürekliliği ve koşulsuz sevgiyle birleştiriyoruz ya o anda boşluk ta kalıyoruz hani))ha tam tadacaktım seyirden tatmaya katılma anında elimizden kaçıveriyor,gülsemmi kafamı mı vursam anlayamadım şükürler olsun hamd Allah’a iyikivarsınız))
Aslında duygularıma, oldukça derin düşüncelerime, olduğum yerden farklı yer ve zamanıma eşlik edecek şarkı ararken aklıma düştün, birden geldim buraya; aylar sonra yazılarına yeniden göz gezdirdim. Sanırım bu sessizliğini bozacağım, kelimelerini okumayı özleyen insanlar için yeni bir yazı bekliyorum.
Eş zamanlılık… 🙂 Tam da yeni yazı başına geçmiştim 🙂
Sanmıyorum, sanmıyorum. Yeni yazının ilk kelimesini veren ilham, bu kadar uzun zaman bekletmezdi son kelimesini görmek için. Belki kelimeler küstü gerçekten yazamayacak kadar yoğun veya belki kelimelere küstün gerçekten yazmayacak kadar yorgun olduğun için. Kim bilir?
Bazen kelimelere ihtiyaç yoktur ilhamın gelmesi için;parmağını şıklattığın anda oluşunun içindeki için içine sığmayan pırıltılı belli belirsiz görüntünün somuta dökülmesini arzuluyorsun ya doğruluğun dürüstlüğün iyiliğin kötülüğünü bile algılamadığın o kal geldiği an boşver o duvarı geçme bizce))sürekliliğin tadını çıkarmalısın
Bütün blog yazılarım kendi kendilerini yazdırdılar bana. Hiç müdahale etmedim ve tamamen ilhamın gelmesine özen gösterdim. Aslında hiçbir yazıyı ben yazmadım demek yanlış olmaz. Konular kendi kendilerine geliyor, kelimeler peşi sıra… O nedenle pek bir şey diyemiyorum uzun süre yazı gelmediğinde. Bekliyorum sadece 🙂 Ama dediğim gibi kaosumu düzene çevirmekle de mükellefim… Dengeyi bulacağız.
Her ikisi de… Kaos ve düzen… Bu naçizane blgoun naçizane yazarı kaosun gayri meşru çocuğudur ve kaostan düzen doğurmaya çalışır. O nedenle hiç bir şeyi düzenli değildir ama her şeyi düzen getirir. İlham gelmişti o an için ama kelimelere dönüşmedi. Kaosa dönüştü kelimeler o an. Bazen kaostan düzen yaratmak çok yorucu olabiliyor ve kendi kaosumdan kelimeleri düzene sokmaya sıra gelmemişti uzun süredir. Artık vakti gelmiştir… 🙂 İlham onun da yolunu bulur getirir.
Bir önceki yazınız olan yapay zeka ile bağlantılı olarak gelen her yeni nesil somut dünyadan ve bedenlerinde biraz daha özgürleşmeli ki bilincin yeni ve farklı katmanlarına hazır olsunlar. Eskiler, eski kafalı olan ve her şeyin somut olarak yaşanması gerektiğine inananlar tıpkı bu dünyadan (somut dünyadan) göç edenlerin ardında bıraktıkları gibi bilinçleri de geride kaldığından; onlar yeni nesil bilince yükselene kadar deneyimlerini somut olarak yaşamak zorunda kalacaklardır. Bu da eski öğretilerden olan reenkarnasyon mekanizmasının neden hala devrede olduğu anlaşılır bir durumdur.
Dr. Strange filminde Kadim kişi, Kaecilius ve Dormammu arasındaki ilişki daha çok dikkatimi çekmişti.
Yorumları okurken yine aklıma gelen başka bir şey ise yakın geçmişte ve bugünlerin geleceğe dair öngörülerinde ışık insanlar(!) dedikleri aslında geleceğin dijital ve sanal bilinçlerin bu tanımına ne kadar benzediği. Hatta 2018’in sonlarına doğru vizyona giren “Başlat: Ready Player On” filmi yine buna güzel bir örnek bence.
Kesinlikle… “Ready Player One” filmi bu yazıda anlatılmaya çalışılanlar için çok güzel bir örnek. Katılıyorum, geleneksel yaklaşımda dijitalleşmeye karşı bir tepki var, bu tepki de anlaşılır bir tepki çünkü dijitalleşmek isteyen yeni neslin her şeyi artık daha gelip geçici yaşadığı, özü kavrayamadıkları hissiyatındalar. Belki de gerçekten öyle ama öyle de olsa bu, kendi içinde tutarlı yenş bir paradigma yaratacak zaman içerisinde. Doğru diye nitelendirilen şeyler değişecek, değer yargıları değişecek… Sistem işlemeye devam edecek. Gelişim kaçınılmaz, dolayısıyla değişim de kaçınılmaz.
Bir de sezgiyle alakalı olarak bir sezgi insanı olarak sezgilerimle çok genç yaşta tanıştım. Sezgilerinize ne kadar saçma da olsa güvenmeyi bilmezseniz onunla hiç etkileşime giremeyebilirsiniz.
Kendimden ufak bir örnek vermek gerekirse. Lise yıllarımda özellikle havanın erken karardığı dönemlerde oldukça ıssız denebilecek yoldan gitmek durumundaydım. Özellikle havanında bulutlu olduğu karanlık ay dönemlerinde oldukça ürkütücüydü benim için. Neyse, o yolu kat ederken çocukça bir şekilde (dedim ya ne kadar saçma da olsa) kendimi görünmez bir balonun içinde, benim herkesi gördüğüm, ama beni kimsenin görmediği bir kalkanın içinde hayal ederdim. Aradan yıllar geçti ve bilgisayar yaygınlaşma başladı, internet popülerleşti, gün be gün yeni bilgilere erişir olduk. Ve bilgisayar çağıyla birlikte spiritualizm de yaygınlaşmaya başladı, adeta bilgi bombardımanına tutulmuş sürükleniyorduk bilgi deryasında -ki bana göre bilginin en temiz olduğu yıllardı o zamanlar. Bir kitapta bir bilgiye rastladım; ben aslında lise yıllarımda sezgilerimle kendimi gerçekten de bir koruma kalkanı olurşturmuşum. Ve bu bana sezgilerimi takip etmem konusunda referansım oldu.
Her insanda var olan “sezgisel” lik bedenle baglantınızın durumuna göre şekil alır. Günlük yaşamda zihninizi ne kadar çok kullanıyorsanız bedenle bağınız zayıflar dolaysıyla sezgilerinizi duyumsamanız da zayıflar çünkü sezgiler bedenseldir zihinsel değil. 90 yıllarda doğan iki cocuk annesi olarak şimdiki gençlerin daha merhametli, daha şevkatli ve barışcıl olduklarını görüyorum. Fakat gelişen tenoloji ile birlikte zihin-beden dengesi de biraz bozulma eğiliminde. Beden aleyhine bozulan bu denge onandığında sezgilerinizi hayatınızın her alanında kullanacağınıza eminim.
Kesinlikle katılıyorum. Zihin – beden – ruh üçlemesinin tıpkı bir gitarın akordu gibi aynı rezonansta hizalanması gerek ki beden enstrumanımızdan doğru notalar çıkartabilelim. Fakat bazı kişisel özellikler doğuştan geliyor. İşaret ettiğiniz gibi nesillerle ilgili. Bu doğuştan gelen bedensellikten uzaklaşma durumunun da bir şeye işaret olması gerektiğine inanıyorum. Yani nesiller boyu meydana gelen bu değişimin de bir sebebi var ki bu bedenden ve maddi hazlardan uzaklaşan nesiller gelmeye başlıyor. Bu bağlamda sezgiselliğin belki de yeni bir tanımının yapılması gerek. Mesela benim sezgilerim çok zayıf olsa da analitik bir zihinsel bağ kurma yetim sayesinde olayların, durumların ya da kişilerin arka planını çözümleyebiliyorum. Sezmek de belki böyle bir şeydir. Bağlantısallık.
BİLİNÇALTI DENEN MEKANİZMADA BÖYLE İŞLİYOR. YAŞADIĞIMIZ BİR OLAYI KAFAMIZDA KENDİ YAZDIĞIMIZ SENARYO İLE HATIRLIYOR VARSAYIYOR ÜSTÜNE GELECEK SENARYOLARI YAZIP SONRA OYNUYORUZ. BUNU FARKETSEK BU YETENEĞİMİZİ ACABA NEYE KOYARDIK? 🙂 BİZE VERİLEN ANA HİKAYE İLE NE YARATMAK İSTEDİĞİMİZİ BİZ SEÇİYORUZ BİLİNÇ SEVİYEMİZ KABIMIZ KADAR. BENDE FARKLI BİR YORUM BIRAKTIM 🙂 YAZIYI OKUYAN VE ANLADIĞINDAN YORUMLAYAN OLARAK SEVGİLER