Arka fonda:
Aşk ne ünvan tanır ne zenginlik. Bir kraliçeyle kralı oynayan bir soytarı arasında da alevlenebilir. -Shakespeare in Love (1998)
Bazen en uzun yolculuk iki insan arasındaki mesafedir. -The Painted Veil (2006)
Gerçekten verecek çok fazla sevgim var ama verecek kimsem yok. -Magnolia (1999)
İnsan sevdiğini öldürür diye bir söz vardır ya. Aslında bakın, insanı öldüren hep sevdiğidir. -Fight Club (1999)
Sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın. Ama bir kadının karşısında hiç tamamen savunmasız kalmadın. Sana gözleriyle hükmedecek birini görmedin. Tanrı’nın seni cehennemden kurtarması için indirdiği melek olduğunu hiç düşünmedin. Onun meleği olmak nasıl bir şey bunu da bilmiyorsun. -Can Dostum (1997)
Sevmek insanın kendi kendini aşmasıdır. -Oscar Wilde
Eğer bir tanrı varsa, senin ya da benim içimde değil. Seninle benim aramdaki boşlukta. Bir büyü varsa, birini anlamaya çalışmanın ve paylaşımın içinde. Bunu başarmak neredeyse imkansız ama önemli olan bu değil. Cevap, bunun için çaba harcamakta. -Before Sunrise (1995)
Dünya tairihi boyunca üzerine en çok eser üretilen, en çok yazılan, en çok tartışılan ve savaşılan, ülkeleri yıkıp yeni devletler, medeniyetler kurduran tema: Aşk ve ilişkiler.
Üzerine bu kadar çok konuşulan ve artık günümüzde tüketilmiş bir duygu olarak zamanın ruhunda zuhur eden bu olguların (sevmek, sevilmek, ilişkide olmak, aşık olmak vs.) halen yeterince anlaşılmadığı, yüzeysel yaklaştığımız kanısındayım. Zamanın Ötesi blogunun bütünsel yaklaşımıyla bu en klişe konuların perde arkasını aralayacağımız, evrensel bağlantılarını çözümleyeceğimiz bu yazımızdan sonra geçmişinize ve gelecekteki potansiyel ilişkilerinize çok farklı bir gözle bakabilirsiniz. O nedenle bu yazı, yukarıdaki süslü ama bir o kadar da evrenin dilinden, insanın ÖZ’ünden kopagelmiş film repliklerinden de öte, kendi hayat filminiz hakkında spoiler içerebilir. 🙂
Konuya klişenini de klişesi; zengiz kız fakir oğlan meselesinden yaklaşacağız. Elbette vica versa yani tersi de geçerli. Bu noktadan bakmamızın sebebi hem bunun ilişkilerde en çok karşılaşılan tema olması hem de bu meselenin altında yatan, insanın dünyaya geliş amacı, ÖZ’ü, deneyimleriyle bu maddi hayat arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak.
Bir erkek bir kadına karşı koyamadığı bir sevgi beslemeye başladığında kendi içindeki duyguları yüzeye çıkmaya başlar. Bunu okuyan erkekler kendi deneyimlerini, kızlar erkek kankalarından, arkadaşlarından duydukları şeyleri akıllarına getirsinler. Bazen aşık olan bir erkek hissettiği karmaşık duyguları yakınlarına anlatmak ister. Anlatırken gözlerine hiç baktınız mı? Başlarını 45 derece hafif sol üste kaldırarak boşlukta bir yere bakarak gözlerinin içi parlayarak anlatırlar duygularını. Onu görünce hissettiklerini, görmeyince yaşadığı özlemi, onunla hayata nasıl yeniden bağlandığını… Zaman zaman karmaşık duygular da hissederler ki bu çok doğaldır. Sevgi; prizmadan geçen beyaz ışık gibidir. Aşk ise prizmanın kendisi… İnsan aşık olduğunda, tek ve bir olan sevgi diğer tüm renklere ayrışmaya ve insanda farklı duygular olarak tezahür etmeye başlar. Prizmanın yoğunluğuna göre yani insandaki baskın melekelere göre bazı renkler daha çok yansıyabilir… Kimi zaman hırs olarak tezahür eder aşk. Erkek sevdiği kadını daha çok sahiplenmek ister. Onu kıskanır, onu paylaşmak istemez. Sorunca da sevgiden olduğunu söyler, haklıdır da. Dediğimiz gibi sevginini bir tezahürüdür bu da. Fakat fazla olması dengesizlik yaratır, hem kadına hem erkeğe zarar verir.
Kimi zaman da romantizm olarak kendini gösterir. Erkek sevdiği kadın için çok yaratıcı şeyler yapar. Başlarda maddiyat da gerektirmez bu jestler çünkü o ilk aşkın vuku bulduğu dönemlerde kadında bulunan yaratıcılık enerjisi erkeğin içindeki yaratıcılığı uyandırır. Prizmadan yaratıcılığın ışığı yansır. Fakat zaman geçtikçe bu ışık körelebilir. Erkek halen kadın için bir şeyler yapmak ister ama içinde ne o coşku vardır artık ne de yaratıcılık. Bunun yerine onu mutlu etmek ve sahiplenme güdüsünü tatmin etmek için daha maddi jestlere yönelir. Pahalı restoranlar, pahalı hediyeler gibi… Çünkü erkek aşık olduğunda yaşama yeniden topraklanmıştır. Artık çiçeklerin kokusunu alabiliyor, doğayı daha iyi hissediyor ve sevdiğiyle güzel bir yaşam için paspal ve düzensiz hayatından çıkıp işine daha iyi sarılıyordur. Fakat tıpkı istatistik eğrileri gibi bir noktadan sonra bu maddi hayata sarılma güdüsü baskın gelmeye başlar. Yeniden prizmadan geçen ışık renkleri dengesizleşir. Erkek işiyle daha çok ilgilenmeye başlar. Çünkü artık daha fazla kazanmak, daha başarılı olmak, sevdiğine layık olmak ister. Bu nedenle de çiftler birbirinden kopmaya başlar…
Başlarda belki de o kadar zengin olmayan, materyal olmayan, hatta kadınla aralarındaki gelir farkı yüzünden sorun yaşayan erkek artık daha materyal dünyaya sağlam basan biri olmuştur ama bu sefer de içindeki sevgi ışığı sönmüştür. Erkek bu ışığın neden söndüğünü anlayamadığı için çareyi başka kadınlarda arar çünkü nasıl ki başarının, maddiyatın, topraklanmanın tadına bir defa baktıktan sonra artık o durumdan kopamıyorsa; manevi hazzı, aşkı bir defa yaşadıktan sonra o hissi arayacaktır hep. Fakat gerisini tahmin edeceğiniz gibi bu bir kısır döngüye dönüşür erkek için…
Erkeğin perspektifinden duruma baktık. Peki kadının tarafında neler olur tüm bunlar yaşarken? Kadın da erkek gibi ilk aşık olma anında muazzam bir manevi haz içerisinde olur. Erkekten farkı, erkeğin yaşadığı şaşkınlığı yaşamaz çünkü aşk kadında doğuştan var olan, içinde hep hissettiği ama tezahür ettireceği somut birini bulamadığı bir histir. Onun için yabancı bir his değildir. O nedenle zaten çoğu kadın sadece kendi hayallerinde yaşayan, yüzünü hiç görmediği hayali birine aşık olabilir. Yüzü yoktur çünkü gerçek hayatta o kişiyi ararlar. Bulduklarında o yüzü hayale yerleştirirler.
Başlarda aynı erkek gibi kadının da içindeki yaratıcılık ateşlenir. Sevgisini en dolu dizgin yaşamak için yeni yollar keşfeder. Cesurdur, çocuktur kadın ilk aşık olduğunda. Kadının içindeki aşk prizması sevgi duygusunu daha manevi renklere dönüştürse de zamanla aynı erkek gibi daha maddi istekler ağır basar. Başlarda samanlık seyranlıkken zamanla kadının doğası gereği iyi bir evde oturma, iyi bir geçim, kaliteli bir yaşam tarzı gibi istekleri ağır basar. Bu bir yargılama sebebi değil, kadının yaratılışında, doğasında olan bir güdüdür. Tıpkı, erkeğin eve daha çok para getirmek ve eşine daha iyi olanaklar yaratmak için daha çok çalıştıkça ilişkiden kopması gibi, kadın da bu istekleri karşılanmadığında, sevdiği başarısız olduğunda sevgi yerini tartışmalara ve geçim sıkıntılarına bırakır. En kendisini manevi olarak tanımlayan kadında bile bu görülebilir çünkü bu çok içgüdüseldir.
Fotoğrafı çektiğimize göre karşısına geçip bu manzarayı yorumlayalım… Neden böyle olmakta ve nasıl bunlar aşılabilir? Aşılmalı mıdır?…
Öncelikle kadın ve erkek kavramlarını salt fiziksel cinsiyet olarak almayın. Eril ve dişil demek daha doğru ama kafa karıştırmamak ve olayı daha net anlatmak için bu kelimeleri özellikle kullanıyorum. Eril ve dişil daha doğru bir tabir çünkü önceki yazılardan da hatırlayacaksınız ki (Eril Evren ve Simyasal Evlilik yazıları) ister erkek ister kadın olsun her insanın içinde eril ve dişil yanlar vardır. Bir erkekte dişil melekeler baskın olabilir, vica versa. Yani yukarıdaki örnekte sevdiği erkeği sahiplenip ve onu mutlu etmek için materyal dünyaya daha çok bağlanıp, sevdiği erkekten kopan bir kadın da mümkündür. Ya da sevdiği kadının kendi potansiyelini kullanmadığını, materyal dünya için çabalamadığını görüp maddi istekleri yerine gelmediği için sevdiği kadından kopan bir erkek de mümkün. Cinsiyetçilik ve genel geçer genellemeler yapmadığımı vurgulamak için bu kadar uzun yazıyorum. Buradaki yorumlar daha çok sembolik. Sonuç itibariyle kadın ve erkek diye iki kavram ve iki sembol var bu yaratımın içerisinde. Bunların dinamiklerini ve yaratımla ilişkilerini anlamak için iyi tanımlanmış olmaları gerekiyor.
Erkek ve kadının materyal dünya ve yaşadıkları aşkla ilgili bu açmazının altında madde ve ruh ilişkisi var. Kadim medeniyetlerin yazıtlarına ya da ezoterizm kaynaklarına baktığımızda hep şu ifadeyle karşılaşırız: maddeye düşmüş ruh. Nitekim neredeyse bütün dini ekoller de bu basit felsefe üzerine kurgulanmıştır. Madde ve ruh ikilemi gerçekten de pek çok şeyi çok rahatça açıklar. Bilim dünyasında henüz bunun bir karşılığı yoktur ama bu blog kurulurkenki ana postülalarından biri olan Arthur C. Clarke’ın şu sözü bize yerimizde saymayıp hep ileriye, zamanın ötesine bakmamızı öğütler: “Yeterince gelişmiş bir teknoloji büyüden ayırt edilemez.” Kişisel inancım ruhun da bir gün bilim tarafından keşfedileceği yönünde. Zihnen ruhun bilimsel konseptini anlayabiliyorum ama bunu anlatabilecek terimler ve kavramlar henüz icat edilmedi. Anlatmaya çalışan kitaplar ve ekoller de çok karmaşık ya da deli saçması olarak görülüyor toplum tarafından. Çünkü bizim perspektifimizden gerçekten de karmaşık. Ama doğru kavramlara haiz olsak basit. Mesela 4 boyutlu bir evrende yaşıyoruz. 3 fiziksel boyut ve 1 zaman. 5. boyut ya da daha üst boyutlar fizik ve matematik bilimlerince kağıt üstünde kanıtlanabiliyor, hesaplanabiliyor. Ama fiziksel gözlem yapamıyoruz. Hatta üst boyutlar o kadar kanıksandı ki bazı mühendislik hesaplarında ve bilgisayar yazılım biliminde kullanılıyor. Eğer bu hesaplanabilir kavramı deneyimleme imkanımız da olsaydı ruh konseptini anlayabilirdik. Aynı anda iki yerde olma gibi fenomenleri daha iyi idrak edebilirdik. Bu konuyla ilgili ilerleyen zamanlarda ayrıca, oldukça devrimsel bir yazı yayınlayacağım, takipte kalın.
Maddeye bedenlenen ruh konseptini anladıysak devam edebiliriz. Ruh beden içerisinde rahat değildir çünkü kısıtlanmıştır. Kendisini daha iyi ifade edebilmesinin yollarından biri sevgidir. Ruh sevdiğinde kendi ışığını yansıtma imkanı bulur, ki bu da yukarıda bahsettiğimiz “aşk prizması” sayesinde olur. İnsan sevdiğinde bu denli manevi hissetmesinin sebebi budur. Fakat ruhun materyal bedende olmasının da bir sebebi vardır. Sevgiyi yani saf beyaz ışığı (bu kavramları metaforlaştırmak için kullanıyorum, temcit pilavı spiritualistlerin kitaplarından devşirme bilgiler değildir, o nedenle kelimelerin kendisine değil taşıdığı anlamlara odaklanın 🙂 ) maddeye indirgeyebilmek. Böylece yeni alt boyutları üst boyutlara taşıyabilmek…
Bu tür deneyimler hiç yaşamadım ama bana deneyimlerini anlatan onlarca farklı blog okuru farklı bir boyutu yaşama hissini tarif ederken (yaşadıkları doğa üstü trans durumunu analatırken) ortaklaşa anlaşmışlar gibi hep sevgiden bahsettiler. Hissettikleri en güçlü duygu saf sevgi haliydi o esnalarda. Nitekim ister kabalist ister mutasavvıf ister aziz isterse aborjin kabilesi rahibi olsun, bu farklı bilinç durumlarını tarif ederken hep sevgiden bahsederler. Şu an deneyimleyemediğimiz hatta hayal dahi edemediğimiz beşinci ya da altıncı boyutları görmemizi / deneyimlememizi sevgi sağlıyor. Koşulsuz sevginin dünyadaki tezahürü ise aşk. Farkettiğiniz gibi aşk koşulsuz değil. Sevginin farklı bir yorumu diyebiliriz aşk için 🙂 Ki o nedenle şems aşkı tasvip etmez mevlanaya… Yine de aşk, sevginin maddeye indirgenmesinde bir deneyim kapısı.
Kadın ve erkek aşık olduklarında, yaşadıkları sevginin dünyaya indirgenmesi için mücadele verirler aslında. Çoğu sağlıklı ve dengeli ilişkinin birlikte bir şeyler ürettiklerini, birlikte iş kurduklarını, birlikte sanat icra ettiklerini vs. gözlemlemişsinizdir. Çünkü böyle bir güdüye sahiptirler. Eğer bir şeyler üretmede başarılı olurlarsa sevgileri de daim olur. Dikkat edin, işte ya da para kazanmada değil bir şey üretmede başarılı olmak… Çünkü maksat daha çok kazanmak ve belli bir hayat standardını elde etmek değil. Görevimiz sevgiyle bir şeyler üretmek ve ürettiklerimizin de başkalarına ilham olması. Elbette bu demek değil ki her çift birlikte iş yapsın… Tamamen farklı şeyler yapıp üretseler de birliktelikleri birbirlerine güç ve ilham veriyorsa bu karşılıklı alışveriş hem sevgilerini hem de dünya ile olan, materyal ile olan ilişkilerine katkı sağlar.
Özetle zengin kız fakir oğlan yoktur, geçim sıkıntısı yüzünden ayrılma yoktur, az votka vardır… :)) Değil elbette. Aslolan insanın önce kendi içinde dengeye gelebilmesidir. Nereden mi biliyorum? Hayatım boyunca ilişkilerinde hep materyal dünyaya topraklanamamam yüzünden kaybetmiş biri olarak en iyi bildiğim şeyi yazıyorum. İlkokul yıllarımdan beri, birini çok sevsem de aksiyon alamadım. Aşık olmak beni daha atak, daha girişken ya da sevdiği için maddi dünyada daha çok şey yapmaya hevesli biri yapmadı. Hep kendi yağında zar zor kavrulan ve anca kendine bakabilen, ona bile pek bakamayan biri oldum. Bu da beni haliyle yalnızlaştırdı. Kızların benden uzaklaşmasına sebep oldu küçüklüğümden beri. Üst alemleri, insan ruhunun inceliklerini, en manevi duyguların nasıl yaşandığını öğrenmek için çabalasam da çok para kazanmak için hiç çabalayamadım. Muhtemelen benim de deneyimlemem gereken budur fakat tüm bunların sebebi kendi içimdeki madde mana dengesini bulamamam oldu. O nedenle hayatım boyunca suçlayacak kimseyi bulamadım. Zaten öyledir, suçlanacak kimse yoktur. İnsan ne yaparsa ya da yapmazsa kendinden ötürüdür. Bunu anlatma sebebim, yukarıdaki sık karşılaşılan örneklerin aksine, eğer aranızda benim gibi manevi hislerini maddi aleme indirgeyemeyenler varsa yalnız olmadıklarını bilmelerini sağlamak. Çünkü aksi sık rastlanan bir şeydir. Erkek sevdiği kadın için dağları deler, çok çalışıp yüksek kademeli bir iş sahibi olur ama günün sonunda eşini kaybeder. Kimisi de bizim gibi hiç bu atraksiyonlara giremez ama sonuç aynı olur. Çünkü iki uç da dengeden uzaktır.
Pek çok blog gönderimde yazdığım gibi: İnsan en çok kendisinde ihtiyaç duyduğu şeyi öğretir. Bazen de yazmak insanı şifalandırır. Kim bilir, belki de ben de böyle şifalanıyorumdur. Hep birlikte şifalanıyoruzdur. 🙂
Bu arada bloga birkaç ekleme yaptım, artık daha sık yazılar paylaşacağım. Bu yazı gibi yorum ağırlıklı yazılar gib i farklı kategorilerde tematik yazılar da olacak. Etimoloji, bilimsel gelişmeler ve kozmolojik karşılıkları, semboller gibi yazı kategorilerinde daha sık yeni yazılar paylaşacağım. O nedenle halen maille abone olmadıysanız mail adresinizi kaydedin ve sosyal medya hesaplarından takip edin. Bu sayede yeni yazılar yayınlandığında haberiniz olur.
Eklemelerden biri Patreon hesabı. Aşağıda ve sağda göreceğiniz patreon linklerinden Zamanın Ötesi’nin resmi patreon hesabını görebilirsiniz. Eğer içinizden gelirse farklı miktarlarda bağış seçenekleri mevcut. Blog için ileride farklı etkinlikler düşünüyorum.
Blogun youtube hesabı açıldı fakat henüz içerik yok. İleride yazılar arabada giderken dinlemek için (podcast takip eden çok kişi olduğunu biliyorum) ve görme engelliler için sesli betimleme olarak bu hesapta paylaşılabilir. O nedenle fırsat bulduğunuzda youtube hesabına abone olabilirsiniz: Zamanın Ötesi Youtube Hesabı Linki
Şimdilik bu kadar 🙂 Zamanın Ötesi’nde görüşmek üzere, ÖZ’den selamlar!
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
ilhamına,klavyeye tıklayan eline,duyumsayan yüreğine ve idrak eden bilincine sağlık..şarkılar güzeldi 🙂
🙂 Çok teşekkürler. İlham da kolektif bilincin bir yansımasıysa eğer; ne oluyorsa, ne dökülüyorsa parmaklardan hep birlikte dökülüyor.
Merhaba 🙂
“Stay with me” dİyen erkekler için “stand by your man” dinleyen kadınlar yaratılmış olsa gerek.
Bence aşk ait olmak yahut sahiplenmekten çok öte, karşındaki kişinin kader planına, deneyimlerine saygı duymak ve yanında kalamasan bile bu yolda onun iyiliğini isteyebilmekle alakalı. O yüzden saf sevginin içinde hiçbir duygu yoktur.
Aşk’ın, materyal dünyaya topraklanmak için itici güç olmaması yadırganacak bir durum değil. Çünkü aşk’ın görevi maneviyatla alakalı. Birini sevdiğinde daha iyi bir insan oluyorsan aşk görevini yerine getiriyordur. Ancak insanlar maddi dünyaya dair isteklerini yerine getirebilmel için aşk’ı romantik bir baskı aracı olarak kullanıyorlar. O yüzden “Geleceğimiz için çalışıyorum, seni arayamıyorum.” gibi cümlelerin aşktan olduğuna hiç inanmam. Bu cümle aşk’a ihtiyaç duymadığın bir evreye girdiğini ilan ediyor. Ancak bu süreçlerin hepsi benim için insani; deneyimlemekten kaçınmamak lazım.
Toplumun anladığı ile benim anladığım sevgi/aşk farklı olduğu için TR’deki kadın-erkek ilişkilerini çok yorucu buluyorum. Düşününce bile yoruldum şuan…
Aşkın materyal dünyaya topraklanmak için itici bir güç olması gibi bir durum reel dünyada var. Evet, kesinlikle maneviyatı harekete geçiren bir haleti ruhiye aşık olmak ama sizin de işaret ettiğiniz gibi bu süreçlerin hepsi insani. İnsan normları içerisinde deneyimlememiz gereken, dengelememiz gereken duygular, melekeler…
Aşk kavramının yozlaşmış olması görüşünüze katılıyorum, o nedenle girişte artık tüketilmiş olan bir kavram olarak bahsettim. Yine de insanın yaşadığı ilişkiler ve bu ilişkiler içerisinde hisettiği duygular gerçek. Bu duyguların bizi nereye götürdüğünü bulmaya çalıştığımızda elimize maddi dünya ile girilen çatışmalar ve açmazlar geliyor. İdeal olanı hepimiz bilsek de ideale erişemiyoruz. Bu da insanı daha da içe döndürüyor. Eğer kendimizle olan çatışmamızı bitirirsek belki başkaları ve dünya hayatıyla olan çatışmamızı da bitiririz.
Bu arada hakikatten “Stand by Your Man” parçası “Stay with Me” parçasını tamamlayan çok iyi bir seçim oldu! :)) İki parçanın da şarkı sözlerini alt alta yazıyorum ilgilenenler için:
“Stay with Me”
Guess it’s true
I’m not good at a one night stand
But I still need love ’cause I’m just a man
These nights never seem to go to plan
I don’t want you to leave
Will you hold my hand
Oh, won’t you stay with me?
‘Cause you’re all I need
This ain’t love, it’s clear to see
But darling, stay with me
Why am I so emotional?
No, it’s not a good look, gain some self control
Deep down I know this never works
But you could lay with me
So it doesn’t hurt
Oh, won’t you stay with me?
‘Cause you’re all I need
This ain’t love, it’s clear to see
But darling, stay with me
***
“Stand by Your Man”
Sometimes it’s hard to be a woman
Giving all your love to just one man
You’ll have bad times
And he’ll have good times
Doin’ things that you don’t understand
But if you love him you’ll forgive him
Even though he’s hard to understand
And if you love him oh be proud of him
‘Cause after all he’s just a man
Stand by your man
Give him two arms to cling to
And something warm to come to
When nights are cold and lonely
Stand by your man,
And show the world you love him
Keep giving all the love you can
Stand by your man
Stand by your man
And show the world you love him
Keep giving all the love you can
Stand by your man
İlişkideki tüm yükü kadına vermiş gibi olduk; ama neyse :))
:)) Biraz öyle oldu, teatral bir şarkı eşleşmesi diyelim. Gerçek kişi ve kurumlarla alakası yoktur. 😀
TR deki ilişkiler derken? Dünyanın her yerinde insan insandır ve beklentiler davranışlar az çok benzerdir.
İnsan beklentileri aynıdır .Ancak bu beklentilerin “nasıl” karşılanması gerektigine dair algılar kişinin bilinç düzeyine, kültürel kodlarına, genetik eğilimine ve kişilik yapısına ve hatta anki ruhsal durumuna göre değişir.Yurtdışında da yaşadığım için bunu rahatlıkla söyleyebilirim. O yüzden ” insan insandır ” cümlesine hem katılıyorum hem “ama” şerhi koyarım.
Benim kastettiğim şey TR deki kadın-erkek ilişkilerinin “nasıl” sorusuna verdiği yanıtın bana hitap etmediği idi. Toplumsal eğilimleri anlamak ve TR yi diğerlerinden ayıran faktörleri görmek için TR haritasındaki venüs-mars yerleşimine bakmak yeterli olacaktır. Allah bizi, bu toplumsal eğilimin üzerine çıkanlarla karşılaştırsın:)) Amin.
İlişkilerdeki dengeyi kadınların eril enerjilerinin olması gerekenden daha fazla yükselmesiyle kaybettik sanıyorum. Erkek de olması gerekenden daha eril olmalıyım düşüncesiyle kadına yetme çabasına girdi. Kadın ise ben kendi ayaklarım üzerinde dururum klişesine kapıldı. Ya da tam tersi erkek içindeki dişil enerjiyi besledi. Karşısına çıkan eril enerjisi yüksek kadınlarda ise asıl aradığının bu olmadığını doğasına uymadığını fark etti. Kadın iş yaşamındaki eril hali ve tavırlarını tüm hayatına ilişkilerine yansıttı. İlişkiler çabuk tükenir oldu. Sonuç olarak her iki taraf da yalnızlaştı. Doğalarına uymayan şekilde dengeyi kaybettiler. Gittikçe kadın da erkek de kendi dengesini kaybetti. Aşk gibi saf ve özden gelen bir duygu…Günümüzde pek yaşanmayan ve hatta böyle giderse zamanla unutulacağından korktuğum bir duygu. Biz her iki enerjideki bireyler kendi özümüze bu kadar uzaklaşmışken bu duyguyu başka birinde içtenlikle nasıl deneyimleyebiliriz ? Önce kendi içimizde bir dengeye ulaşmayı başarmak gerek. Sonra şanslıysak belki neden olmasın 🙂 Bu dengeyi yansıtan gerçek duygulara yani özümüze ulaşabiliriz belki. İçin dışta yansıması tüm evren ne de olsa.
Kaleminize sağlık.
Kesinlikle, eril dişil dengesiyle ilgili tespitleriniz çok yerinde. Dünya bir tür evrim basamağından geçiyor kanımca. Nasıl ki eskiden anaerkil bir toplumda yaşarken roma sonrası savaşlarla bu hale geldiysek günümüzde de tekrar ana erkil döneme bir dönüş var, kadının yükselişi var ama bu dönüşüm bildiğimiz antik anaerkil kavramı gibi değil. On un bir başka versiyonu. Haliyle dönüşümler, devrimler sancılı olur.
Dengeye gelme çabamız hem içsel hem de dışsal süreçlerle ilerliyor. O nedenle yaşadığımız her deneyim kıymetli. Ne yaşanırsa yaşansın sırf deneyimlendiği için önemli buluyorum. Şahsi kanaatim bu hayat bir deneyimler furyası. O halde deneyimlerimizden zevk almaya ve anlamaya çalışmamız yapılabilecek en iyi şey 🙂
“Dünyanın tek davası ebedî tekamülün seyri içinde yol almaktır” Necip Fazıl Kısakürek
Bir mübarek de “Tekamül aşkla başlar” buyurmuş. Kubilay Aktaşa çok benzettim yazılarınızı. Ruh yorucu değil doyurucu bir sentez ve mantık süzgeciniz var. Onun konuşmalarını da dinlenemenizi tavsiye ederim. Bütün varlığı bu aşk prizmasından anlatıyor. Algılar dünyasından sıyrılıp ÖZ e kavuşma ümidini taşıyan sizin gibi insanlar olduğunu görmek çok güzel. Takipçileriniz de dahil böyle “asıl yurdunu arayan bu dünyaya alışamamış” bütün ruhlara selam olsun.
Çok teşekkürler değerli yorumun ve katkın için sevgili qülhan. Bahsettiğin yazardan haberim yoktu, inceleyeyim.
Kesinlikle,bu blog zaten çok güzel bir şekilde tarif ettiğin amaca hizmet ediyor; algılar dünyasından sıyrılıp ÖZ’e, hakikate kavuşmak… İşte tam da bunun için algılar dünyasını, dünyayı nasıl algıladığımızı iyi idrak etmek gerekiyor. Bu yoculuğa siz de hoşgeldiniz 🙂
Aşk; her insanın özelinde yenilenen.. her insanda farklı vecheleriyle kendi tekamül ve deneyimine ulaşan.. mutlaka deneyimlenmesi gereken ama hadi ben de aşık olayım dediğinde olmayan..bir nasip, bir hediye..sonucunda Öz’den bakışı yakalayan için; maddeden manaya evrilme..zansız, yargısız her nefeste idrake ulaşıp her an kendinle barışık olabilmeye ulaşabilen müthiş deneyim, veri, bilgi, data, öz farkındalık…
İnsanı kendisinden çıkartıp kendisine vardıran, birdenbire değil, Bir’den Bir’e bir yolculuk 🙂
https://edebifeylesof.blogspot.com/ Hayattaki her olgu hakkında bir çıkarımda bulunmak delilik midir? Buna delilik diyenin yaşamasındaki anlam nedir?
“sevmek sevilme projesidir” demiş birisi ama hatırlayamadım ismini. arzu edilen aşk şekli masumiyet gerektiriyor biraz, yaşadığımız zaman da güven büyük bi problem, kişinin önce kendine güveni yok kendini bildiğinden..kadın şöyle erkek böyle diye genelleme yapmak bana gereksiz geliyor zira ne bütün kadınlar aynı ne de erkekler..aşkın sevginin çeşitleri olduğu düşünüyorum, dosta duyulan sevgi benim için sevmelerin en yücesi..bi kadın olarak bi erkeğe duyacağım sevgi veya aşkın bi süresi olduğunu ve bi gün biteceğini düşünüyorum ki bilimde buna benzer tespitler yapmış, dostla geçecek zaman ömürlük diye düşündüğümden belki de..bu zamana kadar çevremde gördüğüm aşk, insanı biraz hastalıklı bir zihniyete çeviriyor, kıskançlık sahiplenme seven kıskanır kardeşim tarzı yaklaşımlar yapan arkadaşlarımı gördükten sonra ve aşık değilllerken çicek cocukları gibi sevgi barış şeklinde olan insanlardı..bide sanırım sevmek ne demek bilinmiyor pek yani.. içinde karşındakine karşı bi sevgi varsa onun üzülmesini acı çekmesini istemezsin hele kendin buna sebebiyet veriyorsan o sevmek değildir.2 türlü sevme şekli var benim gördüğüm ilki sevdiğini el üstünde tutma, sevdiğinin mutlu olmasını istersin elinden gelen bişi varsa yaparsın, hayvanat bahçelerinde ki hayvanlara yaptıkları gibi onu bi alana kapatıyormuş gibi bi ortam veya hava yaratmazsın, özgür olsun ki kendi olsun istersin..diğer sevme şekli, bi tabir var insan sevdiğini yerden yere vururmuş.. bana sorarsan sevme şekli değil ama öyle olduğunu iddea edenlerin sayısı fazla diye yazdım 🙂 sevgi varsa onu gösterme hissettirme karşındakine yaşatma konusunda insanlarda sıkıntı var..gerçek aşk da masumken oluyor ergenlik bittikten sonra o temiz duygular pek kalmadığından bi daha hissedilmiyor veya zor bişi bana göre.. ama hakikate duyulan aşkı sorarsan hepsinden fazla, gerçeği bilme yolunda edilinen bazı bilgiler insanın bünyesinde sanki açlık varmış da doymuş gibi bi his yaratır bi enerji verir gençleşiyormuş gibi ruhu besler, bilmem sizede oluyormu? o hissi bana hiç bi erkeğin aşkı hissettirmedi.. gaddarmıyım neyim bilemedim şimdi 🙂
Aslında hakikati bilme aşkı ile bahsettiğiniz “dünyasal aşk” arasında bir bağlantı var. Emin olun biri diğerinden geçiyor. Yani hakikate ulaşmak, bir ve tamam hissetmek gibi içsel tarifsiz güdülerimizi tatmin etmenin yolu dünyasal aşktan geçiyor. Bunu en iyi Mesnevi anlatır. Ayna metaforu üzerinden… Çünkü sevilene duyulan hasret aslınds O’na duyulan hasretin bir aynasıdır. Makrokkozmoz / mikrokozmoz da diyebiliriz. O nedenle hakikate ulaşan yolu dünyasal aşktan geçirmişler bu sistemi kurgulayanlar. Elbette bu şahsi düşüncem. Kimse de ha diyince bir başka insana aşık olamaz. Bu tamamen insanın içine ilham gibi kendiliğinden “doğan” bir his. Yine de insan kendi duygularının farkında olmalı ve ket vurmamalı.
düşünce şekliniz güsel..beni düşündürdü bu yorum.. sanırım bende bi dengesizlik var bu konuda 🙂 çevremden ara ara derler ilkay zor sana kolay, kolay olan sana zor geliyor diye..dünyasal aşk konusunda yaşadığım en büyük sevgi dost sevgisi oldu şimdiye kadar, ilkokulda öğretmenime aşık olmamı saymazsak 🙂 genel olarak nefret duygusunu nadir yaşarım, etrafımda ki çocukları doğayı hayvanlar vs. karşı sevgim koruma hissim hep vardı, sevebiliyorum 🙂 işte dünyasal aşk konusunda erkekle kadının yaşadığı aşk konusunda sınıfta kalmış durumdayım 🙂 mantığı azaltmam lazım belki de..ket olan o olabilir..ayna metaforunu da biraz araştırayım, siz de bana ayna tutmuş oldunuz sanki.. ;)teşekkürler..