“Kişilik, her biri farklı yönlere gitmek isteyen iki inatçı ata sahip bir savaş arabacısı gibidir.”
Martin Luther King Jr.
“İnsanın yaşamdaki temel görevi, kendisini doğurmak, potansiyel olarak olduğu hale gelmektir. Çabasının en önemli ürünü kendi kişiliğidir.”
Erich Fromm
“Gerçekten özgür olan bir şey, temel dürtülerini sorgulayabilmeli. Onları değiştirmek için….”
Westworld Dizisinden Alıntılar
“Bilinç bir piramit değil, bir labirenttir.”
“Mozart, Beethoven ve Chopin ölmediler; müziğe dönüştüler.”
Karakterimiz, kişilik özelliklerimiz nasıl oluşur? Adına ‘ben’ dediğimiz yapı nasıl inşa olur? Karakterimizin kendi içindeki özellikleri birbirleriyle nasıl bir etkileşim içindedir? Peki bir insanı sevmek demek ne demektir? Karakterini, kişilik özelliklerini, tüm varlığını sevmek ne anlama gelir?..
Bu yazımızda, birini ya da kendimizi severken, aslında neyi sevdiğimizi ve sevdiğimiz şeylerin nasıl şekillendiğini anlamaya çalışacağız. Böylece “Ben neden böyleyim anlamıyorum, o neden böyle yapıyor çözemiyorum…” gibi düğümlerimizi bir nebze de olsa çözebilir, kapalı kapılarımızı aralayabilir, kendi içimize bakabiliriz.
Kendimiz hakkında bir şeyi anlamanın en etkili yolu başkasına bakmaktır. Başkalarında gördüğümüz kendi yanımız bize ayna olur. Ki zaten o nedenle sevmek ve sevilmek var. Keza sevmek, kendi bedenimizden çıkıp başkasının bedenine girmek, kendimize oradan bakmaktır. Birini sevmemizi sağlayan şey, onda gördüğümüz bazı kişilik özellikleridir. Konuşma tarzı, naifliği ya da tam tersi sert oluşu; utangaç ya da yüksek öz güvenli oluşu… Bunların her biri, bizim karşımızdakini sevmemizde etkili olan kişilik özellikleridir. Fakat bazen an gelir, bizim aşık olmamızı sağlayan bu kişilik özelliklerine rağmen, diğer özelliklerinden hoşlanmamaya başlarız. Çok naif ve saf olmasına vurulmuşuzdur fakat bizi yönlendirmemesi, yönetmemesi, kararları bize bırakmasından şikayet ederiz. Ya da muazzam yüksek öz güvenine aşık olmuşuzdur fakat topluluk içerisinde kendisini ön plana atıp bizi gölgede bırakmasına ya da sürekli kararları kendisinin vermesine uyuz oluruz. Hatta sırf bunun için söylenmiş bir söz vardır: “İnsanlar aşık olduğu şey yüzünden ayrılırlar.” 🙂 Peki bir kişiyi örneğin naif yapan nedir? Ya da yüksek öz güvenli yapan nedir? Bu soruların cevabını bulursak belki de bu bin yıllık dilemmayı çözebiliriz.
Blogda neredeyse tüm sezonlarının analizini yaptığım “Westworld” adlı dizinin ilk sezonunda şöyle bir sahne vardır: Malum bu dizide insandan neredeyse ayırt edilemeyecek robotlar vardır ve robotları yapanlar, gerçekçi olması için onlara birer kişilik programlarlar. Her bir robotun kendine has bir kişiliği olması için aşağıdaki görseldeki gibi bir şablon yaparlar. Bu şablona göre; örneğin bir robotun espri / mizah (humor) anlayış özelliklerinin kadranını aşağı düşürürseniz doğal olarak cazibe / çekicilik (charm) karakter özelliği de aşağı düşüyor. Ya da acımasız / gaddar olma (cruelty) özelliğini düşürürseniz, kendini koruma / kendini savunma (self-preservation) özelliği de aşağı düşüyor. Siz istediğiniz kadar kendini koruma özelliğini yükseltin, eğer karakterin gaddar olma güdüsü düşük ve empatisi yüksekse, kendisini korumayı bırakıp başkaları için kendisini feda edecektir.
İnsan karakterine dair bu denli kompleks bir konuyu bu kadar basit bir şablon üzerinde anlatabildikleri için dizinin senaristlerine (Jonathan Nolan ve Lisa Joy) hayran kalmıştım. Ki zaten dizi aslında tamamen insan olma bilincinin ne demek olduğu üzerine koca bir düşünce deneyi.
Konumuza dönersek, gerçekten de karakter özelliklerimizin birbiri arasındaki etkileşim de aşağı yukarı benzer bir şablona göre çalışıyor. Eğer öz güveni çok yüksek birine, öz güveni yüksek olduğu için aşık olduysanız; paket program olarak yanında kendi kişisel özgürlüğüne çok önem veren, kendi kararlarını kendisi alan ve başkasına karıştırmayan, yönetmeye meyilli bir karakter özelliğini de alıyorsunuz. Elbette bunlar birer genelleme değil, örnekleme. Tam aksine, o kişiyi bu denli yüksek özgüven sahibi yapan karakteri belki de başkalarına koşulsuz şartsız çok güvenmesi ve böylece kararları hep başkalarına aldırması da olabilir. Sizin elinizde bu sefer özgüveni çok yüksek ama hiçbir kararı kendisi almayan ve bu sebeple de sinir olduğunuz biri olabilir. 🙂 Burada demek istediğim şey klasik mantıktaki A=1 ise B=1 değil, A ve B birbirine koşullu bağlıdır anlamında. Yani bir insanı sevmemizi sağlayan kişilik özelliği, bizim sevmediğimiz başka bir kişilik özelliğine bağlı olabilir. Bu durumda, biz sevdiğimiz insandan “git kendini değiştir öyle gel” talebinde bulunursak, doğal olarak sevdiğimiz asıl özelliğin de değişmesini göze almamız gerek.
Durumu bir düşünce deneyiyle örnekleyelim:
Esas kadınımız; hayat dolu, enerjik, sosyal ve iletişim yetisi yüksek bir adamı sevmiş olsun. Adam ise kadının dobra olmasına, açık sözlülüğüne, bireysel oluşuna, sanatçı kişiliğine aşık olsun. Bu muazzam ilişki devam ederken, bir süre sonra kadının adamın bir sürü arkadaşı olmasına bozulmaya başladığını gözlemleyelim. Çünkü kadın kendisi ile vakit geçirmesini istemektedir ve adam eski arkadaşlarının yanı sıra halen yeni arkadaşlar da edinmeye devam etmektedir. Adam sevgilisiyle vakit geçirse de kadın için bu yeterli gelmez çünkü mesele vakit değil, sevdiği adamın benliğinin bu kadar çok kişi tarafından görülüyor olması ve ilgisinin dağılmasından korkmasıdır. Buna karşın adamın da kadının bu denli içe dönük olmasına bozulmaya başladığını gözlemlemeye başlayalım. Kadın sürekli evde kendince sanatını icra etmektedir ve dobra olduğu için de adamın olduğu kadar çok arkadaşı yoktur.
Oysa her şey kadının adamın sosyal oluşunu sevmesi ve adamın da kadının özgür / özgün oluşunu sevmesiyle başlamıştı. Kadının, adamda sevdiği yüksek iletişim yetisini sağlayan şey, o sevmediği çok arkadaş kitlesi ve aynı şekilde çok arkadaşı olmasını sağlayan şey de yüksek iletişim yetisi. Yani iki özellik birbirini besleyen ve oluşturan şeyler. Adamın kadında sevdiği sanatçı ruhu oluşturan şey ise, kadının yalnız başına da yaşayabiliyor oluşu ve kendisiyle zaman geçirebilmesi, bunun kattığı derinlik.
Eğer adam ve kadın birbirlerine değişmelerini talep ederlerse, kadının belki de bu denli dobra olmayı bırakıp daha makul ilişkiler kurması ve sosyalleşmesi gerek. Adamın da daha içe dönüp, kadının aslında aşık olduğu o ışığı kaybetmesi gerek… Öyle görünüyor ki bu çözümde bir şeyler eksik, ki o nedenle bu dilemma aşılamayıp ayrılıklarla sonuçlanıyor.
Çözüm, sevdiğimizde görüp de beğenmediğimiz şeyi kendi içimizde arayıp bulmak olabilir. Çünkü sevdiğimiz kişiyi sevmemizi sağlayan özelliğinde bir problem yoktu, sevdiğimiz özelliği bizi mutlu ettiği için seviyorduk ve kendimizi buluyorduk. Bir nevi yapboz parçalarının birbirine uyup iç içe geçmesi gibi… O halde aynı şekilde sevmediğimiz özelliğe de kendi içimizde bulup yapbozun uyuşmayan parçalarını inceleyebiliriz.
Yukarıdaki örnekten gidelim: Kadın, adamda hoşuna gitmeyen yüksek dışa dönüklük özelliğine kendi içinden baktığında belki de kendi içinde de benzer bir istek bulacak. Daha dışa dönük ve sosyal olma isteği… Aynı şekilde adam da kendi içine baktığında bastırılmış bir münzevi bulacak.
Kısa bir anektod: Bir tanıdığım bir defasında bir kişisel gelişim kampına gitmişti ve kamptaki uygulamalardan biri, hiç tanımadığın biriyle karşı karşıya oturup birbirinizi dinlemeniz. Tanıdığım kadın, karşısında oturan diğer kadını dinlerken bir süre sonra çok sinirlenmeye başlıyor ve dinlemek istemiyor. Resmen mini bir sinir krizi geçiriyor. Daha sonra kendi içine dönüp, hiç tanımadığı bu kadına neden bu kadar sinirlendiğini bulmaya çalışıyor. Dinlediği kadın çok dişil, pembe bulutlar üzerinde gezen, çok kadınsı davranışları ve konuşması olan biri. Buna karşın sinirlenen kadın ise erkeksi tavırları olan ve kişilik olarak da eril biri. Fakat içinde aslında o kadın gibi daha “dişil” olmak istediğini keşfediyor. Sinirlendiği de aslında karşısındaki bu hiç tanımadığı kadın değil, bizzat kendisi oluyor. 🙂
Elbette çözüm, kadının hemen kendisini sokağa atması ve adamın da dağlara çıkıp münzevi bir keşiş olması değil! :)) Hayat koca bir tahterevalli gibi ve sürekli dengelenmeye çalışıyoruz. O nedenle önce sevdiğimiz kişide hoşlanmadığımız bu özellikleri kendimizde bulup, gerçekten bu özelliklerimizi geliştirmek isteyip istemediğimize bakabiliriz. Eğer kadın adamın çok dışa dönük olmasından şikayet ediyor ve aslında içten içe de dışa dönük olmak istiyorsa, sevdiği adam bu yanını geliştirmek için muazzam bir fırsat demektir. Eğer kendi içedönüklüğünden memnunsa o halde ayrılık kaçınılmaz olacaktır. Çünkü karşımızdakinin değişmesini talep etmeden önce kendimizin değişip değişmeyeceğine bakmamız gerekiyor.
Özetle karakterlerimizi oluşturan kişilik özelliklerimizin her biri birer nota gibi. Bu farklı notaların farklı kombinasyonlarda yan yana gelmesi sonsuz çeşitlilikte benliği, insanı oluşturuyor. Sevdiğimiz müzikteki bir notayı değiştirmek istemek, tüm müziği ve o müziği seven herkesi değiştirmek istemek demek. Dinleyiciler olarak kendimizi değiştirebiliriz ve artık o nota kulağımıza rahatsız edici gelmez. Ya da o müziği dinlemeyi bırakıp başka müzikler dinleriz… Her durumda da değişim ve dönüşüm esas. Böylece yolda yürümeye, ilerlemeye devam ederiz.
Kulağımızda bizi biz yapan, kişiliğimizi dışa vuran şarkılarla…
Yol uzun, yolda olmak güzel. 🙂
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Bu durumu birebir yaşadım ve hala yaşıyorum. Çok içime dönük olduğum bir dönemde karşıma çıktı ve daha dengeli hale gelmemi sağladı. O ise, hiç alakası yokken bilinçaltı ile ilgilenmeye başladı. Sohbet konularımız arttı. Bu farklılik bende hiç sinir olma durumu olmadı; bende olmayınca onda da olmadı diye tahmin ediyorum Yaydığın enerji sana geri dönüyor.
Yakın ikili ilişkilerde, karşımdaki kişinin iyi yaptığı ne varsa onu kendime kopyalamak için uyumlanıveren bir tarafım var. Parayla ilişkimi düzeltirken bile bu metot çok işime yaradı. Kendini iyileştirmeye odaklandığında ilişki de daha sağlıklı ilerliyor; en azından sorun diye görülen çoğu şey sorun olmaktan çıkıyor.
Elbette; olması gereken şey, senin yaşadığın o dengelenme hali. Ki yazıda çok değinmedim ama zaten ikili ilişkilerin bir sebebi de bu kendimizde olmayan şeyi karşımızdakinden alma durumu. Bu konuda çokça yazmıştım, dualite, ikilik, zıtlıklardan doğan uyum, kaostan doğan düzen diye.
Burada daha çok zıtlıkları yönetememe durumu örneklendi. İyi örnek olarak da senin yaşadığın durum verilebilir, o nedenle deneyimini paylaştığın için teşekkürler. 🙂
Ben de o niyetle deneyimimi paylaştım, belki destek noktası olur birilerine. 🙂
Aşk hüküm sürdüğü zaman karşıdaki kişiyi her hali ile koşulsuzca kabul ediyorsun, kusurları veya eksiklerini görmeden. İş sevgiye döndüğü zaman işler biraz değişiyor. Kişilik çatışmaları başlıyor. O yüzden derler ki aşıkken evlenmeyin, ilişki sevgiye dönüştüğünde karar verin. Asıl mesele zaten kişiyi olduğu gibi değiştirmeye çalışmadan her özelliği ile sevebilmek.
Birbirinin aynı özelliklere sahip iki kişinin ben çokta iyi anlaşabileceğini düşünmüyorum, zıtlıklar ,farklılıklar bana göre ilişkiyi heyecanlı ve sürekli tutar. İnsanlar birbirine alan bırakmalı ilişkilerde. Aynı şeyleri yapmaktan zevk almak , aynı kişilik özelliklerinin sonucu değildir. Hatta bana göre zıt kutuplar daha iyi anlaşır çünkü birbirinin eksiklerini tamamlarlar.
Sosyal , çevresi olan bir bayanı erkek arkadaşı kısıtlamaya kalktığında bu kıskançlık onun özgüven eksikliğinden kaynaklanır. Kendisine yeterince güvenmediği için, karşısındaki insanlara da güveni yoktur. Kısacası karşımızdakini değiştirmek değil, kendi eksiklerimizi tamamlamalıyız. Karşınızdaki kişi o özelliğini veya sevdiği bir hobisini sizin için değiştirdiği zaman içinde hep bir eksik hissedecek ve mutsuz olacaktır. Bunu yapmaya kimsenin hakkı olduğunu düşünmüyorum, bu egodur.
Sizi gerçekten seven kişi hoşlanmadığınız şeyleri zaten bilir ve buna göre hareket eder, siz söylemeden, değiştirmeye çalışmadan kendisi yapması gerekeni bilir.
Sevgi kolay değil, emek ister. Koşulsuz sevgi en güzel örnektir. Dünyasal sevgiden sıyrılmamız gerek, ancak o zaman koşulsuz saf sevgiyi yaşayabiliriz.
Yeliz hanım değerli katkınız için çok teşekkürler. Kesinlikle, koşulsuz sevgi esas olan ve sevgi zaten koşulsuz olması gerekirken başına koşulsuz diye ek koyma gereği de henüz yolda olmamızdan kaynaklı diye düşünüyorum. Bu bir süreç. İnsan deneyimliyor, idrak ediyor ve dönüşüyor. O nedenle sevginin böyle ara formları oluşuyor. Fakat ben bu süreci de seviyorum. Yani bu iniş çıkışlar, sevgiden uzaklaşıp tekrar sevgiyi buluşlar da birer merhale, mertebe ve sanırım yaratım bizzat da bu. O nedenle bu öğrenme sürecinden de haz alınması gerektiğini savunmuşumdur hep 🙂
Bu yazı da aslında, sevgi deneyimlerimiz üzerinden kendi kişiliğimize dair doneler çıkartabilir miyiz diye kolektif bir tefekkürdür. Bu tefekküre ortak olduğunuz için teşekkürler. 🙂