Zamanın Ötesi blog sitesinin facebook sayfasından birkaç hafta önce Matrix filminin yönetmenleri olan Wachowski kardeşlerin son filmi “Jüpiter Yükseliyor” ‘a dikkat çekmiş ve takipçilerin izlemesi için tavsiye etmiştim. İzleyenler de görüşümü paylaşacaktır ki beklentilerin biraz altında kaldı film. O nedenle sadece filmi analiz eden bir yazı yerine Wachowski kardeşlerin doruk noktasına ulaştığı Matrix ve Bulut Atlası filmleriyle birlikte bu filmi hep birlikte analiz etmeyi uygun buldum. Asıl masaya yatıracağımız konu ise kahramanın sonsuz yolculuğu olacak…
Nedir kahramanın sonsuz yolculuğu? Bu görüşü açık bir şekilde ilk ortaya atan; “The Hero with Thousand Faces” (ülkemizde “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” adıyla yayınlanmıştır) kitabının yazarı Joseph Campbell olmuştur. Tavsiye ederim, oldukça ufuk açıcı bir araştırma kitabıdır. Campbell’e göre tarih boyunca anlatılagelen tüm mitolojik hikayelerde, destanlarda, masallarda benzer bir patern takip ediliyor. Kitapta detaylı açıklanan bu tekrar eden temayı kısaca özetlemek gerekirse; sıradan hayatını yaşayan sıradan kahraman bir gün ya içgüdüyle ya da dışarıdan gelen bir etkiyle bir arayış içerisine girer. Bu arayışa uygun zaman geldiğinde doğa tarafından gönderilen yardımcı karakterler eşlik ederek kahramanı macera dolu bir yolculuğa çıkartırlar. Kahraman çeşitli zorlukları atlatırken, ejderhalarla savaşırken bir yandan da değişim geçirmeye başlar. Kişisel dönüşümünü yaşar ve bazı melekeler edinir. Maceranın sonunda kahraman dışarıda aradığı şeyi genelde kendi içinde bulur. Başladığı yere geri dönen kahraman belki aynı hayatına devam eder ama artık değişmiş, dönüşmüştür. Hollywood sinemasında en özgün senaryolarda bile bu ortak temayı görmek mümkündür. Örneklerle konuyu detaylandıralım…
Tarihte yazılı ilk eserle başlamak yerinde olacaktır: Gılgamış Destanı. Gerçekten de bu temanın ne kadar eski ve güçlü olduğuna işaret eder çünkü insanlık var olduğundan beri süregelen bir psikolojik durumu anlatır aslında bu ortak tema. Kısaca hatırlatmak gerekirse Gılgamış başarılı bir kral olarak en iyi arkadaşı Enkidu ile güzel bir hayat sürmektedir. Fakat bir gün Enkidu ölür ve sıradan hayatı değişmeye başlar. Ölüm Gılgamış’ın yegane düşmanı haline gelmiştir ve onu alt etmek için bir arayışa girer. Maceradan maceraya atılır, sıradan iyi kötü devam eden hayatı altüst olmuştur, acı çeken Gılgamış’a bu arayışında çeşitli rehberlek eşlik eder, yol gösterir, işaretleri takip eder ve nihayetinde kendisine ölümsüzlüğü verecek olan otu bulduğunda onu iki yılana kaptırır. (tıpın sembolünün iki yılan olması buradan gelir) Gılgamış ölümsüz tanrılara ulaşır, onlara isyan eder ama aldığı cevap şudur: Ölümlü insanın hayatta ölümsüz izler bırakmasının tek yolu güzel işler yapıp tarihe geçmesidir. İnsanın bu şekilde ölümsüzlüğe kavuşabileceği öğütlenir Gılgamış’a. Böylece Gılgamış başladığı yere geri döner. Hatta kayıplar da vermiştir. Lakin daha yüksek bir erdemi kavramış, içinde yeni bir Gılgamış doğmuştur. Buna tasavvufta ölmeden ölmek de denir. Eski gılgamış yolculuğu esnasında ölmüş ve ölümsüzlüğün kendi içinde olduğunun idrakine varan yeni gılgamış doğmuştur.
Daha günümüzden bir örnekle devam edelim; Alice Harikalar Diyarında. Bu masalın pek çok alt metni bulunmakla birlikte temelde yukarıda bahsettiğimiz temayı paylaşır. Alice sıradan bir günde bir beyaz tavşanın peşine takılıp tavşan deliğinden atlar ve kendisini fantastik bir dünyada bulur. Masalın ana teması; büyüklerin, yetişkinlerin dünyasına küçük çocukların gözünden bakmaktır esasında. O nedenle büyük ve küçük olma olguları çokça kullanılır. Küçük bir çocuğun saf temiz gözlerinden büyüklerin dünyası çok saçma, fantastik görünür. Nitekim masalın sonunda Alice gördüklerini ablasına yani büyüğe anlattığında ablası ne kadar da saçma diye tepki verir. Alice yolculuğu boyunca çocukça bir merakla etrafa sorular yağdırır ve aldığı cevaplar daha çok soru/sorun yaratır. Her şeyi deneyimlemesi için Alice cesaretlendirilir ve büyüklerin dünyasındaki küçük cevapların kendi deneyimleriyle elde ettiği şeylerde saklı olduğunun bilincine varır. Nihayetinde de bunu başkasına anlattığında deli damgası yiyecektir ki deli kelimesi de Alice ile meşhur kedi arasında sıkça geçer. O nedenle gerçek algısı üzerine felsefi anlamlar yatar masalda ama konudan uzaklaşmamak adına daha fazla detaya girmiyoruz. Bunu Wachowski kardeşlerin Matrix filmine bağlamak için anlattık çünkü malum “Matrix” filminde de kahramanımız “Neo” (“One” (ingilizce “bir”) kelimesinin anagramı) filmin başında beyaz tavşanı takip et mesajıyla maceraya, yolculuğa davet edilir. Bu davet de ana temanın bir ögesidir ve her hikayede olur. Herkes yolculuğa davet edilmez, arayışta olanlar sorgulayan kahramanlar yolculuğa davet edilir. Neo’nun da kafasında tek bir soru vardı: “Matrix nedir?” Böylece beyaz tavşanı takip eder, tavşan deliğinden geçer ve sorularının cevapalrını acı dolu yollardan öğrenir. Ölüp yeniden doğar. Öncesinde yüksekten bile korkan Neo artık mermilere kafa atar hale gelmiştir. Rehberleriyle birlikte Neo içindeki potansiyeli ortaya çıkarır hale gelir. Simyasal dönüşüm denen şeyin formülü de budur. Değersiz bir şeyden değerli başka bir şey elde etmek, böylece kahraman daha yüksek bir şeye dönüşür.
Anlaşılan yönetmen kardeşler masalları çok seviyorlar, Matrix nasıl Alice Harikalar Diyarında’nın bir nevi yeniden uyarlaması, farklı bir bakış açısı ise yönetmenlerin son filmeri olan Jüpiter Yükseliyor da Oz Büyücüsü masalının uyarlamasıdır esasında. Oz Büyücüsü masalında da o tanıdık tema ile karşılaşırız. Kahramanımız Dorothy masalın başında sıradan bir hayatı olan sıradan bir kızdır ama daha yüksek şeylere merakı vardır. Hatta bu yükseklik ve özgürlük isteğini, hissiyatını pekiştirmek için gökyüzünde, gökkuşağının üzerinde uçan mavi kuş metaforu kullanılmış masalda. O nedenle Dorothy’nin içinde kendiliğinden oluşan bir dürtü belirmektedir. Bu güdü ve bilme isteği akabinde bazı sıradışı olayları çağırır. Bir kasırga Dorothy’yi eviyle birlikte aynı Alice Harikalar Diyarında’ki gibi fantastik bir diyara sürükler. Dorothy yeni tanıştığı arkadaşlarıyla bir yolculuğa çıkarlar ki bu Dorothy’nin daha yüksek bir şeyleri keşfetmesi için gerekli olan, eğitimler ve mücadeleler içeren bir yolculuktur. O nedenle masalda şu ünlü söz geçer: “Oz şehrine varabilmesi için Dorothy sarı taşlı yolun zevkine varmalıdır…” Uzatmıyorum, hikayeyi bilen biliyor bilmeyenlere de en azından filmini izlemelerini tavsiye ederim kesinlikle. Dorothy masalın sonunda tüm bu yaşadıklarının, Oz şehrinin bile bir düzmece olduğunu öğrenir ve kendi evine geri döner. Kahraman yine başladığı yere geri döner ama artık değişmiş, dönüşmüştür. Jüpiter Yükseliyor filmi de bundan başka bir şey değildir. Ana kahraman Jüpiter bir temizlikçidir. Hatta tuvalet temizleme sekansı da bilerek gösterilmiştir. Bu dünyanın pisliklerini temizler ve acısını çeker aynı İsa gibi… Daha yüksek bir şeyleri bilme isteği vardır içinde o nedenle aynı Dorothy gibi gökyüzüne bakar, yıldızlara bakar… Bir gün doğa üstü bir şeyler olmaya başlar çevresinde. Buna kahramanın sonsuz yolculuğu kronolojisinde işaret denir. İşaret geldiğinde kahraman rehberle ödüllendirilir. Hikayemizde rehber Jüpiter’i kendisini öldürmeye çalışan uzaylılardan kurtaran Caine Wise adlı karakterdir. Jüpiter gezegeni bilgiyi, bilgeliği temsil eder. Aynı zamanda yünan mitolojisindeki Zeus da bu gezegenle ilişkilendirilir. Kahramanımızın rehberi olan Caine’nin soyadının Wise; yani ingilizcede bilge olması şüphesiz ki tesadüf değildir… Öte yandan aynı Oz Byücüsü masalındaki gibi Wise ve eski ortağı Stinger da bu yolculuğunda Jüpiter ile beraber Oz şehrine yola çıkan ekibi oluştururlar. Her karakter yolculuğun sonunda bir dönüşüm geçirecektir. Oz şehrinin sahtekar yöneticileri bu filmde Abrasax hanedanlığı olmuştur. Abrasax gnostizmde iyi ve kötüyü aynı anda içinde barındıran bir tür tanrı olarak görülür. Esasında bu kelimeyle anlatılmaya çalışılan ise daha önce Demiurgos & Adem yazımda detaylı tanımını verdiğim demiurgosu simgeler. Abrasax aynı demiurgos gibi dünyalar yaratabilir ve yok edebilir. Ama bunu yoktan var etmez, bir tür yıldız mühendisliği ile inşa ederek oluşturur. (Tüm bunlar mitolojik tanımlardır, psikolojik yaklaşınız, gerçek anlamlarını düşünmeyiniz.) Bu bağlamda hanedanlığın adının seçiminde de özel bir itina gösterildiği ortaya çıkıyor. Çünkü filmde Abrasax hanedanlığı dünyayı oluşturan ve tohumlayan bir ırk olarak gösteriliyor. Onların da bizim gibi sıradan insan oldukları sık sık vurgulanıyor. Bu esnada şu parantezi açmadan geçemeyeceğim, büyük oranda sümer mitolojisinden de esinlenmeler görüyoruz senaryoda. Çünkü Sümerler de uzaylı tanırların dünyaya gelip insan hayatını döllediğini ve insanlara teknoloji sunduklarına ınanırlarmış. Büyük tufanı yaratanların da aynı uzaylı tanrılar olduğunu düşündüklerini gösteren yazıtlar mevcut. Bu da filmde bahsi geçen “hasat”a karşılık geliyor. Hasat yani insan nüfusunun azaltılması, tufan, adına her ne derseniz… Bu hasatın birkaç bin yılda bir olduğuna da inanılıyor bazı öğretilerde. Muhtemelen yönetmen kardeşler bu özgün senaryoları yazarken okudukları kaynaklardan etkileniyorlar…
Jüpiter Oz şehrine vardığında tüm gerçeklerle yine acı bir şekilde yüzleşir ve yolculuğunun sonunda evine, başladığı yere geri döner. (Filmin finalini hatırlayın) Jüpiet aradığı yüksek şeylerin aslında o kadar da özenilecek şeyler olmadığını görmüş ve gerçek değerin ailesinde, kendi içinde olduğunu görmüş, kendisindeki yüksek mertebeleri keşfetmiştir. Artık dünyaya ve kendi “sefil” hayatına aynı Matrix’teki Neo gibi farklı gözlerle bakmaktadır. Bu bağlamda pek çok alt metni var filmin, onlardan en önemlisi olan kapitalizm eleştirisine değinmeden geçemeyeceğim. Yüksek maliyetli ve yüksek getiri olan bir hollywood ürününün kapitalizm eleştiri yapması biraz samimiyetsizce gelebilir, öyledir de… ABD bunu hep yapıyor ve bunun hakkında Ejderhayı Yenmek yazımda bir teori öne sürmüştüm. Toplumların gazını alma teorisi… Jüpiter Yükseliyor filmi ağır şekilde dünyadaki güçlü hanedanlıkları mega zenginleri eleştirirken öte yandan yoksul kesime hayatına şükret, zenginlerin hayatı böyle entrikalarla dolu, en güzel sensin yaşa hayatını tarzı bir gaz alma vurgusu seziliyor ki bu rahatsız olduğum bir konudur.
Aynı yönetmenlerin bu iki filmin yani Matrix ve Jüpiter Yükseliyor filmleri arasında çektikleri “Bulut Atlası” filminin konumuzda özel bir yeri vardır. Çünkü kahramanın sonsuz yolculuğunu geniş bir zaman çizelgesinde göstererek en büyük resmi bize yansıtır. Kahramanın tüm zamanlar boyunca, tüm hayatlar boyunca aynı kahraman olduğunu, sadece farklı şekiller ve isimlere büründüğünü savunur Bulut Atlası filmi. Tek bir kahraman vardır ve tek bir amacı vardır. Önünde uzun bir zaman dilimi vardır ve yolculuğu büyük bir yolculuktur. Tek bir isimle tek bir hayat boyunca öğrenecekleriyle bu nihai amacını gerçekleştirmeye yetkin biri olamaz kahraman. O nedenle binyıllar boyunca farklı hayatlarda farklı deneyimleri yaşar ve bayrak yarışını bir sonraki hayata devrederken nihai amaca biraz daha yaklaşır. Nihai amaç burada dünyayı kurtarmak da olabilir, insanlığı kurtarmak da olabilir, bir bilgiye erişmek de olabilir… Kahrama farklı şekillerde zamanlar boyunca mikro ve makro ölçekte sürekli dönüşümler geçirirken adına hayat dediğimiz bu kompleks yapı meydana gelir. Bu öyle bir yapıdır ki zaman lineer değildir. Geçmişte yaptığımız bir şeyin geleceğimizi etkileyebilmesi gibi, gelecekte yapılan bir şey geçmişimizi de etkileyebilir. Çünkü her şey aynı anda olmaktadır. 2000 yıl önce gerçekleşen olay da, 2000 yıl sonra gerçekleşecek olay da şu an gerçekleşmektedir (bize göre olmasa da bu sistemin dışındaki bir “gözlemciye” göre) . Kahraman aynı temayı farklı şekillerde yaşayarak içsel melekelerini arttırdıkça bu gözlemciye daha fazla yaklaşacak ve tüm zamanların üzerine çıkmaya doğru yükselecektir. Çünkü zamanın yegane amacı gelişimdir ve birer zaman yolcusu olarak kendi zamanımızda, kendi hikayelerimizin kahramanıyız.
Şimdilik…
🙂
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Heyecanla yeni yazı bekliyoruz…
🙂 İlginiz için teşekkürler, yeni yazılar yolda, yoğunluktan pek bloga uğrayamadım ama yoğunluğun sebebi de daha fazla ve daha fazla araştırmaydı, o nedenle kucağımda taze bilgilerle geldim çok yakında sizin de kucağınızda olacak 🙂
”kardeşler masalları çok seviyor ” kilit kelime bu dostum.
aslında bu masalları bize anlatanların hepsi kardeşler
🙂 Kardeşlerden ne kastettiğinizi sanırım anladım, evet kardeşler tarih boyunca bize mitoloji ve masallar anlattılar. Bize bir şey göstermek istedikleri için mi yönlendirme için mi bilemiyoruz ama ben bu masallarda hayatın özünü görüyorum. Kardeşler yapıları gereği iyi ve kötü olmak durumundadırlar aynı zamanda, o nedenle iyi ve kötünün hikayelerini anlatırlar ve bize işaretler yollarlar. Hayatı kendi kaderine bırakmaktansa neden müdahale ederler ya da bu olması gereken midir bilemeyiz, sadece yaşarız…
Derler ki , bazı hayatlar zaman içinde bağlıdır birbirine… Çağlar içinde yankı bulan eski bir çağrıyla zincirlidir ötekine…”Zamanın Kumları”
Uzun zaman olmuştu…
Teşekkürler
Derler ki her insan bir birine ayaklarından kırmızı bir iple bağlıdır. Bazen bu ipler öyle bir karışır ki bir birini tanımayan iki insan karşı karşıya gelir. Amaç ise karışan ipleri beraber çözmektir… 🙂
Ben teşekkür ederim.
bence bizler yani farkında olmaya hevesliler, kardeşlerin masallarını iyi dinlemeliyiz, onlara çok iyi bakmalıyız, böylece mayın tarlasına dönmüş masallarında mayınların nerede gömülü olduğunu görebiliriz ve bir hiç olmaktan kendimizi sıyırabiliriz. fakat sıradan biri onların masallarını dinlediğinde piskodelik kumpaslarına düşmekten kendini kurtaramayabilir ve görünmez delilik aşılama şırıngaları bir bir devreye girer ve vücüdunda ki her bir kareye özenle ve de acımasız bir şekilde batırılır. sonuçta kardeşlerin arzuladıkları şey bu olabilir yani dünyayı tamamen lağıma dönüştürmek olabilir, nitekim bunun yavaş yavaş gerçekleştiğini, hiçbir ihtimali göz ardı etmeyen ve zayıf düşmeyen herkes rahatlıkla fark edebilir. fakat bizler görmemekte ısrar etmek istiyoruz çünkü hala bir umudumuz var ve kötüyü düşünmekten hoşlanmıyoruz eğer böyle olsaydı matrix değil de dark city daha popüler bir film olurdu. öte yandan yaşamı bize sunulan filmler gibi yaşamak istiyoruz. özellikle bizim neslimiz bu boşluğa boşuna itilmediler, bu operasyon geri dönmek istediğimiz 1900 lü yıllrda hızlandı. bunu bir yere dayanarak söylemiyorum elbette, sadece hissediyorum, o dönemden itibaren tüm sanatlara bakılırsa bu da rahatlıkla gözlemlenebilir. bizim gibileri arkadan itenler hep vardı ama artık uçuruma itenler çok daha sinsi ve zekiler. zekasına güvenenler onların karşı saldırılara karşı çok dikkatli olmalı çünkü kardeşler sağ gösterip sol vurmayı severler, masallarında her ne kadar bizlerle aynı safta olduklarını söyleselerde… aslında sadece bizlere kendileriyle aynı safta olduğumuzu düşündürmeyi başarmışlardır.
gördüğüm ve de göstermek istediğim tüm bağlantıları burada bir bir yazamıyorum kusura bakmayın, ama etkileşimde bulunmak isterseniz şu an bir kitap üzerinde çalışıyorum ve tamamladığımda size bir tane hediye etmek isterim. bir yerlerde ,aynı şeyleri düşündüğümüz, belkide benzer kabusları gördüğümüz biriyle etkileşime geçmek bile benim için mutluluk kaynağı. birileri bir hiç olmak için tüm embesilliğiyle elinden geleni yaparken belki de bizler bir hiç olmamak adına yaratmaya çalışıyoruz. ben sizileri gördükçe, sizleri şahsen tanımasamda yalnız olmadığımı hissediyorum ve bu beni daha da dirayetlendiriyor.
Yalnız olmadığını bilmek güzel… Bu cümleyi bana blogumdan ulaşan az sayıda ama çok değerli insanlar hep söylerler ve bir artı deper yaratabildiğim için sevinirim. Çünkü aciziyet hissi, bir şey yapamama hissi hoş değil ama belki de her kes farkında olmadan bir şey yapıyordur…
Diğer konulara gelince… Doğal seleksiyona müdahale edilerek bir yapay seleksiyon yaratılıyor olabilir bir sürü teori geliştirebiliriz ama artık ben kendim için ne yapabilirimin peşindeyim ve kendime döndükçe kendimden başlayarak aslında çevremi değiştirebildiğimi farkettim. Makro evren ve mikro evren meselesi ama bahsettiğiniz konulara oldukça ilgiliyim kitabınızı yollarsanız çok mutlu olurum. Yönetenler ve yönetilenler üzerine ya da gezegen çapında yürütülen bir sosyal mühendisliğe ben de çok kafa yorarım ama bir yandan da en büyük resmi görmeye çalışırım. O nedenle kardeşler kimlerdir ve geçmişleri nelerdir, söyledikleri değil oldukları nelerdir, orjinleri nelerdir araştırır ve meselenin özünü damıtmaya çalışırım.
Bu konuda Druidlerle ilgili bir anektod anlatmak isterim. Druidler güneşin döngülerini hesaplamayo başarabilmiş bir ruhban sınıfıydı. Ne zaman güneşin tutulacağını biliyorlardı. Halkın karşısına çıkıp bize itaat etmezseniz güneşi söndürürüz dediler. Tabi kimse inanmadı. Bunu tam güneş tutulmasından önce söylemişlerdi ve akabinde günşe tutulunca halk korku ve paniğe kapıldı ve itaat ettiler. Şimdi bu anektodda bilgi ile hükmetmek kötü olan ama işin özünğ damıtmak demek bilgiyi damıtmak demek yani güneş tutulmasının döngülerinin hesaplanması. Bu en basit örnekti. Onların bilgiyi ne şekildr kullandıklarını değil ama bilgilerini elde edersek karşı savunmamuz olur. Eğer hologram teknolojisinden haberin yoksa, sana gösterileni İsa sanabilirsin, eğer biyoenerjiden haberin yoksa cin çarptı sanabilirsin, eğer güneş tutulmasından haberin yoksa köle olursun…
Bu arada iletişim için: factorxbs@gmail.com
Sanırım hala Platon’un bahsettiği “Mağara”nın içindeyiz.
daha çok fikir alış-verişinde bulunabiliriz diye düşünüyorum. druidler le ilgili verdiğiniz örnek güzeldi, belki bu aldatmaca tıpkı bunun gibidir. benim mayın tarlası diye tasvir ederek anlatmak istediğim de aslında buydu biraz, alabildiğini almalı ama aldatmacaları da anlamalı. ne biliyorlar bilmiyorum ama kafa karıştırmak için her yolu deniyorlar buna eminim. gerçekten gördüklerimi benim gibi onları gören başkalarına göstermeyi istiyorum ve göremediklerimi onların bana göstermesini istiyorum. aynı şeylerden bahsederek bana fazla bir şey katmayacak insanlar hep yalnızlaşmama neden oluyor, bunu nasıl anlatayım bilemiyorum, örneğin elinizde bir kalem tutuyorsunuz ve bu kalem gerçekten var görüyor ve hissediyorsunuz fakat o kalemi görüp duyduğunuzu insanlara inandıramıyorsunuz. ya zamanla o kalemin olmadığına kendinizi inandırır ve deli olduğunuzu kabul eder sonra ilüzyonun içerisinde üç maymunu oynayarak mutlu ve huzurlu kısa yaşamınızı sürdürürsünüz ya da hissettiğiniz ve gördüğünüze inanmaya ve de onu kanıtlamak için çalışmaya devam ederek yalnızlığa mahkum olarak fani yaşamınızı mahvedersiniz. aslında her iki ihtimalle de deli oluyorsunuz bu kaçınılmaz ama… her neyse lafı fazla uzatarak canınızı sıkmakta istemiyorum, sadece son olarak şundan bahsetmek istiyorum, bence çok daha büyük devasa bir mıknatıs var ve bu mıknatıs herkesi kıyısından köşesinden çekiyor kendine, mıknatısa hizmet ederek başkalarına hükmetmek fırsatını ele geçirmek isteyen zengin bilgililerin bile anlayamayacağı büyüklükte bir mıknatıs bu. onun çekim alanı ardına geçmenin bildiğim tek koşulu kişinin şehvetlerinden kendini arındırması ve yaratması.
ramtha kitap serisi var okudunuz mu sizin anlattıklarınıza benziyor.
Ramtha’nın sadece eş ruhlar kitabını okudum ama bir arkadaşım ısrarla bu seriyi okumamı istiyor, o da benze bir şey söylemişti, yazdıklarına benziyor diye.
Kırmızı çember sitesini incelemedim, inceleyeceğim.
Yazınız gerçektençok inciler barındırıyor devamı bekleriz Buarada makro ve mikro evrenle ilgili kafa yoruyorsanız ”toprağın tuzu ‘ belgesini öneririm hayatınızı Belkide yeniden sekıllendirecek nadir görüntüler barındırıyor sevgiler.