Adam, Nasa’nın aya yeniden insanlı uçuşlar düzenlemeyi ve ayda üs kurulmasını içeren yeni programı Artemis Projesi’nin ilk astronotuydu. Başarılı geçen fırlatma sonrası ayın yörüngesine yerleşmiş, karşısında hilal şeklini alan dünyayı seyrediyordu.
Daha birkaç gün önce, karşısındaki gezegenden Ay’ın hilal oluşunu izliyordu. Sevdiği kadın ile sahile gitmişler, kumsalda yürümüşlerdi. Ay ışığının azgın ama istikrarlı dalgalara çarpışını seyredip yakamozların ışıltısının yıldızlarla yarışını izlemişlerdi. Bu gezegenin ne kadar muazzam olduğundan bahsetmişlerdi. Bir an, adamın bakışları kadının bakışlarına kaydı. Kadın gecenin karanlığında sonsuz ufku izliyor, ay ışığının belli belirsiz aydınlattığı dalgalarla birlikte dalıyor, çıkıyor, bu geoit şekilli gezegenin üzerinde oturan bir insan olmanın farkındalığıyla doluyordu. Adam, o an kadının karşısındaki manzaraya, dahası tüm varoluşa şahitlik ettiğini fark etmiş ve bundan çok etkilenmişti. Kadının bu sessiz farkındalığına katılıp bilinç kamerasını kendisinden yükseltip içlerinde olduğu sahneye daha geniş bir mercekten bakmaya başladı. Arkasında ay, önünde sevdiği kadın ve onun da önünde deniz, yıldızlar ve başka galaksiler… Tüm bu sahne orada adam ve kadın olmasa da olacaktı.
Şu anda da üzerinde hiç canlılık yeşermemiş başka gezegenlerde aklımızın hayalimizin erişemeyeceği güzellikte manzaralar oluşuyor fakat kimse bunlara şahitlik etmediği için soyut bir fanteziden öteye gidemiyorlardı. Bin yıllık dilemmalardan biri olan “gerçeklik insandan bağımsız var mıdır yoksa insanla mı vardır” sorusuna cevap niteliğindeydi kadının seyir halinde oluşu. Sadece bakmıyor, sadece izlemiyor, o ana şahitlik ettiğini tüm varlığıyla gösterip karşısındaki gerçekliği yeniden yaratıyordu. Keza ona yeni anlamlar yüklüyor, sahneyi, manzarayı “gerçek” yapıyordu. O sahildeki gecede, kadını izlemek, bir ressamın eserini bitirdikten sonra geriye çekilip resmin tamamına ilk defa baktığı ve aslında resminin adını koyduğu o anı izlemeye benziyordu. Keza resmin salt kendisi değil, ona yüklenen mana dünyası aslında cansız boyalardan oluşan resmi yaşayan bir esere dönüştürürdü.
Şimdi de adam kendisinin bir varoluş anına şahitlik ettiğini hissediyordu. Seyrettiği manzarada kapsül, karşısında ay ve onun karşısında da hilal olmuş, üzerinde gece ve gündüzü yaşayan milyarlarca insan ve hayat hikâyesini barındıran dünya gezegeni… Bu sahneye bu açıdan bakan ilk insan olarak bir yaratıma şahitlik ettiğini, bir gerçekliği yarattığını hissediyordu. Üstelik sevdiği kadın da şu an gökyüzüne bakıp ayı seyrediyor, geçen gece adamın onun şahitliğine şahitlik etmesi gibi, kadın da adamın şahitliğine şahitlik ediyordur.
Adamın düşünceleri, içinde bulunduğu klostrofobik kapsülden gelen bir sinyal sesi ile dağıldı. Radar, kendisine yaklaşmakta olan bir göktaşı tespit etmişti. Proje başlamadan yıllar öncesinden irili ufaklı tüm göktaşları ve yörüngeleri hesaplanır, tüm riskler elimine edilirdi. O nedenle bunun bir hata olduğunu, muhtemelen küçük bir uzay çöpü olduğunu düşündü. Kapsülün otomatik pilotu bu tür uzay çöplerinden kurtulmak için iticileriyle ufak manevralar yapardı. Adam durumu yine de raporlayıp kapsül içerisindeki günlük işlerine geri döndü. Biraz önce şahitlik ettiği manzaranın fotoğrafını çekmeyi de ihmal etmedi…
Saatler sonra merkez üsten bir arama geldi. Adama radarın tespit ettiği cismin gerçekten de göktaşı olduğunu ve bir beyzbol topu kadar küçük olmasına rağmen kapsüle ve adama zarar verebileceğini söylediler. Üstelik kapsülün otomatik pilotu bu cisimden kaçmak için hiçbir manevra yapmıyordu. Adam kontrolleri manüele alıp iticileri göktaşının yörüngesinin aksi bir yöne doğru çalıştırdı fakat çok geç kalınmış olduğunu fark etti. Çıplak gözle taşı görebiliyordu ve istikrarla kapsüle doğru yaklaşıyordu. Tüm gücüyle iticileri çalıştırmasına rağmen son anda belirlenen göktaşı yörüngesinin hesaplamasını iyi yapamadığı için taşın kapsüle çarpmasına engel olamadı. Taş, yaptığı manevrayla biraz önce ayı ve dünyayı izlediği pencereyi sıyırmış ve pencerenin köşesine çarpıp parçalanmıştı. Adam, göktaşı tozlarının pencerenin kenarlarında oluşan kılcal kırıklardan içeri girdiğini görebiliyordu. Kapsülde basınç alarmları çalıyor, kırıklardan hava sızıyordu. Hemen özel kapatıcı spreyi açıp cama sıktı. Spreydeki sıvı kırıklara dolup açıkları kapatmış ve kurumuştu. Merkez adamı arayıp durumu iyi idare ettiği için tebrik etmiş, yaptığı manevranın taşın parçalanıp direncini kırmasını sağladığını söylemişlerdi. Fakat neden taşın daha önceden tespit edilemediğini ya da otomatik pilotun çalışmadığını açıklayamamışlardı.
Adam arkasına yaslanıp yaşadığı adrenalini sindirmeye çalışırken kapsülün içerisinde garip bir koku olduğunu fark etti. Küf kokusuna benzeyen bir kokuydu. Aklına pencere çatlaklarından sızan göktaşı tozları geldi. Yeşilimsi-kahverengi bir tozdu ve içeriye bir gaz gibi yayılmıştı. Hemen astronot kıyafetlerini giyip oksijen tüpünü çalıştırdı fakat biraz önce kokusunu aldığı tozun ciğerlerinde ilerlediğini hissedebiliyordu. Tadını damağında hissediyor, midesi bulanıyor, gözleri kızarmaya başlıyordu. Merkezdekiler adamla artık sürekli düzenli bir video bağlantısı kurduklarından olan biteni görüyorlar fakat müdahale edemiyorlardı. Bir süre sonra adam hareketsizleşti. Merkez üstekiler, astronot giysisinden gelen sinyallerde nabzın attığını görebiliyorlardı. Şoka girip bayıldığını fark ettiler ve adamı kurtarmak için uluslararası uzay istasyonundaki astronotlardan yardım istediler…
Adam bedeninin dışında duruyor, kendi bedenine bakıyordu. Şoka girip titremeye başladığını ardından bayıldığını hatırlayabiliyordu. Sonrasında ise ben dediği bilincinin, bir spiral gibi girdaba düştüğünü, o spiralde döne döne sürüklenerek sonsuzlukta bir noktaya vardığını ve o noktadan sonra büyük bir boşlukta olduğunu hatırlıyordu. Bedeni, ruhu, benliği ve hiçbir şeyi yoktu. Sadece boşluk vardı ve boşluğun kendisi olmuştu. Boşluk iken tekrar dönmeye başlayıp girdaptan geçip kendi bedeninin dışına çıkmıştı. Halen bir beden hissetmiyordu fakat tüm boşluğun kendisi olduğu için boşluktaki her şeyin kendinde tezahür ettiğini hissedebiliyordu. O nedenle boşluk içerisinde oluşan formlardan istediğine odaklanabiliyor, yeni bir “bakma” ve “görme” biçimini deneyimliyordu. Gözler olmadan, tüm varlığınla görmek. Bu, gözlerini kapatıp bilincinle kendi bedeninde bir yere odaklanmaya ve böylece orayı hissederek görmeye benziyordu.
Kapsülün içerisi savaş alanı gibiydi. Adam yerde uzanmış yatıyor, tüm monitörlerden adama ulaşmaya çalışıyorlardı. Çatlayan pencerenin kenarında halen az da olsa göktaşı tozlarını görebiliyordu. Neler olup bittiğini anlamak için bilincini tozlara doğrulttu. Bu yeni görme biçimini öğrenmeye başlıyordu ve sadece görmenin ötesinde bir şey olduğunu hissedebiliyordu. Tozlara mikroskobik ölçekte yaklaştı ve tozların içine girip tozun bizatihi kendisi oldu. Böylece bu tozun içeriğini anlayabilecekti. Tozun kendisi olduğunda, tozun bilgisine ve içeriğine haiz olduğunu da fark etti ve bilginin sadece maddenin kendisiyle ilgili bir şey değil, tüm evrenle arasındaki bağla ilgili bir kavram olduğunun idrakine vardı. Çünkü tozun içerisinde bulunan molekül ve atomların bilgisi tek başına hiçbir mana ifade etmiyordu. Fakat bu moleküllerin insan bilincini oluşturan atom altı parçacıklarla ilişkisi, tozun zerresindeki tüm bilginin asıl kaynağını oluşturuyordu. O an aslında sadece insanların varoluşa şahitlik etmediğini, aksine her şeyin her şeye şahitlik ettiğini, bilginin de yaratımın da maddenin de böyle meydana geldiğini fark etti.
Edindiği bilgi büyüleyiciydi. Bu göktaşının içerisinde uyuyan donmuş mantar küfleri vardı. Göktaşı, başka bir güneş sisteminde bulunan iki gezegenin milyonlarca yıl önce birbirine çarpması sonucu parçalanmasıyla oluşmuştu ve gezegenlerden birinin üzerinde yetişen mantar küfünün kalıntıları bu göktaşının üzerinde yolculuk ediyorlardı. Ta ki adamın kapsülüne çarpana dek… Bu mantarın içeriğinde bulunan bileşenler insan bilincini oluşturan elektrokimyasal bileşenleri ayrıştırma yetisine sahipti ve insan bedeniyle etkileşime girdiğinde bilincin bedenden ayrılmasını sağlıyorlardı. Yıllardır insanlar bilincin tanımını yapmaya çalışmışlar fakat başarılı olamamışlar, hangi fizik yasalarına göre işlediğini keşfedememişlerdi. Fakat bilincin sırrı uzayda dolanan bir göktaşına tutunmuş küfteydi. Toz zerresinden çıkıp yeniden kapsüle odakladı bilincini fakat artık gördüğü her şeyin bilgisini almaya, etrafındaki her şeyi görmenin ötesinde deneyimlemeye başlamıştı.
Bu ironik duruma bir yanı şaşırıyor, hatta gülüyor fakat bir yanı da donuk, kayıtsız kalıyor çünkü zaten her şeyin kendi içinde olduğunu biliyordu. Adam böylece kendi bedeniyle halen bağlantıda olduğunu fakat çok daha büyük bir şeye dönüştüğünü fark etti. Ve dönüştüğü bilinç onu korkutuyordu. Çünkü çok büyüktü ve kendi sınırlı farkındalığı bunu henüz idrak edebilecek yetkinlikte değildi. Bu tıpkı çok parlak bir ışığa gözlerini kırpmadan bakmaya çalışmak gibiydi ve adam gözlerini kırpmak, dahası bu parlak ve yakıcı ışıktan çıkıp yeniden bedenine dönmek istiyor, sonsuz karanlık boşluğun içindeki sonsuz bilgi ışığından başka bir şey göremiyordu. Bir anda bilincinin önünde sevdiği kadın belirdi. Kadın adama yolu göstermek için geldiğini söyledi: “Bu sonsuz ışık ve karanlık boşluk arasında bir yol var, biraz önce şahitlik ettiğin yolun aynısı. Sadece bilincin geri gitmek istemiyor fakat henüz benliğin bu oluş halini kaldırabilecek tekâmülde değil. Bilincini bir spiral gibi döndürerek bu sefer noktadan, merkezden çıkıp yeniden daha büyük halkaların etrafında dönerek bedenine dönebilirsin.”
Adam sevdiği kadının dediğini yaptı. Dönerken önce tüm evrenin içindeki sonsuz döngüyü gördü. Ardından samanyolu galaksisinin spiral kollarında dönerken buldu kendini. Güneş sisteminin etrafında ve nihayet dünyanın etrafında dönmeye başladı. Uzay kapsülünü bulup içine girdi ve iki kaşının ortasından kendi bedenine girdi…
Uzay üssünde tüm ekip astronotu kurtarmaya çalışıyor, ISS’ten çıkan bir başka kapsül adama ulaşmak için yola çıkıyordu. Sevdiği kadın da kriz merkezine gelmiş ve monitörlerden adamın yerde yatan bedenini izliyor, ona ulaşmak için gözlerini kapatıp onu düşünüyor, ona sevgisini gönderiyor, uyanması için dua ediyordu. Adamın tekrar hareket ettiğini görünce herkes çığlıklar atarak birbirine sarılmaya başladı. Kapsül adama ulaşmış, bir başka astronot adamı kapsülden çıkarmış ve yeniden dünyaya getirmişti…
Olaydan günler sonra adamın tüm tetkikleri tamamlanıp vücudunda artık mantar küfünden eser kalmadığı anlaşıldığında ilk yaptığı şey sevdiği kadınla sahilde buluşmak oldu. Bu sefer ay dolunaydı ve ay ışığı öylesine parlaktı ki çıplak gözle aya bakmakta zorlanıyorlardı. Adam yaşadığı deneyimi tüm detaylarıyla kadına anlattı. Kadını o bilinç halindeyken görüşünü ve adama rehberlik edişini… Kadın tüm olan biteni dinleyip yeniden karanlık ufku ve sonsuz ufuktan, hiçlikten çıkarcasına gelip sahile vuran dalgaları izlemeye daldı. Ay ışığı dalgalara vurup şerit halinde ışık çizgileri yaratıyor, ışık sanki dalgalar halinde sahile, kadın ve adama vuruyor gibi görünüyordu. Adam, kadının salt bu sahneyi izleyişinden yine etkilenmiş, sadece boş bir seyir değil, ana mana katan haline şahitlik etmekten yeniden ayrı bir keyif almıştı.
Kadın adama dönüp düşüncelerini paylaştı: “Gök taşı tozunun sana yaşattığı deneyim aslında hepimizde olan fakat görmeye yüreklerimizin yetmeyeceği bir hal. Senin de kaldıramadığın gibi… Fakat düşünüyorum da gerçekten o bilinç halinde olmak için göktaşı tozu yutmamız gerekiyor mu? Bilincimizin bedenimizden ayrılması gerekiyor mu? Şu an, burada bu ışığı deneyimlemek bana daha muazzam geliyor. Evren kimsenin tahayyül dahi edemeyeceği parlaklıkta bir ışık patlamasıyla meydana geldi. Sonrasında yıldızlar, gezegenler ve güneşimiz oluştu. Güneşe de çıplak gözle bakamayız fakat onun ışığı Ay’a oradan da bize yansıdı. Böylece güneş ışığına ay ile bakabilir olduk. Fakat bu gece gibi bazı gecelerde Ay’a bakmak bile güç oldu. Çünkü ne kadar süzülmüş de olsa en nihayetinde saf yaratım ışığı. Nihayet ışık denizlerimize çarptı ve şu an ona acı çekmeden, aksine keyifle bakabiliyoruz. Sanırım yaratım, saf ışık aslında görülmek istiyor. Bunun için de kendini oradan oraya çarpıp ışığını zayıflatıyor. Böylece hem yarattığı şeyler meydana geliyor hem de kendini görecek bilinçler oluşuyor.”
Adam sevdiği kadını dinlerken, denizi izleyişinden neden bu kadar çok etkilendiğinin idrakine vardı. Kadın izlerken yaratımı yeniden yaratmıyor ya da ona yeni manalar yüklemiyordu. Aksine şahitliği yaratımın kendisini görmesini sağlıyor, ayna tutuyordu. O nedenle ay ışığının altında denize bakan kadını seyretmek, şahitlik edişine şahitlik etmek bu kadar büyüleyiciydi.
Yıldız tozlarını yutmaktan, uzay boşluğunda kendini kaybetmekten ya da zamanın mekanın ötesinde yaratanı bulmaktan daha değerli bir şey varsa o da yaratılmış olana sevgiyle şahitlik etmekti.
Keza her şey bunun içindi… 🙂
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Sevgili kardeşim uzun bir süredir yazılarını takip ettiğim halde sana yorum yazamadım.Benim için susmak ve izlemek zamanıydı, Bu geçen zaman diliminde farkındalık ve bilinç adına yaptığın paylaşımlardan muhteşem bir noktaya geldiğini görüyor ve bundan çok mutlu olduğumu bilmeni istiyorum. Tabiiki seni değerlendirmek benim haddime değil ama verdiğin ışık hepimizi aydınlatıyor. Güzel bir öyküydü zevkle okudum. Sevgi ve ışıkla kal.
Oğuz bey çok teşekkür ederim güzel yorumunuz ve değerli katkınız için. Takip ettiğinizi biliyorum, eksik olmayın. Bir noktaya geldiğimi düşünmüyorum keza malum bilmek başka, olmak başka. Fakat yaratıma, varoluşa zamanın ötesinden bakabilmek muazzam. En azından bir şeyleri görerek yolda yürümek, yolda olmak güzel. Siz de değerli bakış açılarınızla katkıda bulunursanız feyaz alırız naçizane.
Herzamanki gibi çok güzel bir anlatım ve yazı olmuş
Bana bazı konularda açılım yaptırdı bu yazı.
1. Konu : “tozların içine girip tozun bizatihi kendisi oldu. Böylece bu tozun içeriğini anlayabilecekti. Tozun kendisi olduğunda, tozun bilgisine ve içeriğine haiz olduğunu da fark etti” bu özellikle simya ilminin en gizli bilgisidir. Maddenin bu boyutta değil, diğer boyutlardaki gerçekliğini deneyimleyemeyen hiçkimse gerçek anlamda simya yapamaz. Bu bilgi sadece kendini gerçekleştirmiş, dönüştürmüş kişilere haiz olur. Bu yüzdendir ki dünya üzerinde şimdiye kadar gelmiş geçmiş sadece birkaç üstat maddeyi altına dönüştürebilmiştir. Bu manna için de geçerli.
2.Konu: Mantarlar, bu yazıda bahsedilen mantar küfü fakat aynı aileden oldukları için normal mantarların da bu etkilerinden bahsetmek istedim. bir süredir araştırıyorum ve gördüm ki bazı mantarlar gerçekten de insan bilincini çok üst seviyelere taşıyor. Mantarlar başka maddeler gibi halisünasyona sebep olan bitkiler değiller. En iyi tarafı da bağımlılık yapmayıp, vücuda herhangi bir zarar vermemesi. Tamamen yüksek bilinç ile iletişim kanalı olarak kullanılıyorlar. Hatta bazı ülkelerde klinik çalışmaları yapıldı ve psikolojik problemleri olan kişilerde inanılmaz etkiler alındı.
3. Konu: Yaradılışa şahitlik etmek. Hepimiz bu dünyayı, maddeyi deneyimlemek için burada değilmiyiz? Bazen kendini dünyaya kapatıp sadece yükselme çabasında olan insanları anlamakta güçlük çekiyorum. Buraya deneyimlemeye geldiysek kendini deneyime kapatmak neden. Yaşamayı reddedip duygularını bastırmak nedir anlamıyorum. İyisiyle kötüsüyle, hatasıyla doğrusuyla, güzeliyle çirkiniyle bu hayat yaşamak için var. Madde düşüncenin somutlaşmış halinden başka birşey değildir. Düşüncelerini neye yoğunlaştırırsan bu yüzden gerçek olur.
Yeliz hanım ilginiz ve değerli katkınız için çook teşekkürler.
1) Kesinlikle, simyanın anahtarı aslında bahsettiğimiz yaklaşım. Keza dönüşüm meselesine takık birisi olarak bir şeyleri değiştirmek, dönüştürmek için önce o şey olmak gerektiğine inanırım. Simyadaki felsefe taşının çalışma prensibi de bunun üzerine. Dahası, hikayeyi yazarken anlık bir ilhamla bilgi üzerine de hikayede bahsettiğim konuyu idrak edip o an hikayeye işledim. Bilginin, maddenin saf kendisine ait bir özellik değil, diğer tüm her şeyle bağlantısıyla oluşan daha girift bir yapı olması hadisesi… Bu da aslında simyasal dönüşümün en üst katmanlarında işleyen sistematiği anlama çabası.
2) Ben de halisunojen maddeler üzerine çok fazla okuma ve araştırma yapsam da işin ironik tarafı hiç deneyimlemedim. Fakat bu konuyu deşmek ve incelemek bilincin sınırları nedir sorusuna güzel anahtarlar oluşturuyor.
3) Tam da bahsettiğiniz şey yüzünden denemedim aslında bu tür şeyleri. Tekamül, bizatihi hayatın içinde deneyimlenen bir “oluş hali”. Kısa yoldan bir yerlere varma çabası aslında bizim nefsani egomuzun bir yansıması. O nedenle yüksek bilinci üst mertebelerde değil aksine hayatın bizatihi içerisinde görmek bana çok yüksek bir bilinç hali gibi geliyor.
Merhabalar ; Yorumunuzla ilgili olabilir diye düşündüm.” Bilgi bir söylentidir taki vücutta yaşayana kadar.Vücudunuz bilene kadar hiç bir şeyi bilemezsiniz.” Sanırım bir bilim kurgu filmini izlerken duymuştum çok doğru bir söylem olduğunu düşünüyorum.Tüm ruhların tekamül etmesi için bedenlenmesi bu nedenle gerekiyor diye düşünüyorum.
Biraz benziyoruz bu konularda seninle, birçok şeyi bilmek halindeyiz evet ama henüz olamadık ☺️
belki de zamanı değil.
Birşeyler hep eksik. Bilmek bu yüzden yetmiyor, uygulamakta gerekli. Ya da hiç olabilmek belkide bazen.
Hayat çok garip demiş şair, denizler, martılar falan…
Sevgili Ahmet
Kişisel yolculuğumda yol arkadaşımsın. İdrak gücüne ve yüreğine sağlık. Her yazı önemli ve güzelken buna yorum yapasım geldi. Geldi de neden geldi☺️
Bir kaç günden beri nebulaların resimlerini yapıyorum. Tevafuk da diyebiliriz eş zamanlılık da…
Nebulalar, içlerinde bulunan hidrojen ve helyumdan nedeniyle; potansiyel evrenler…. Elektromanyetik spektrum ve periyodik cetvel benim için yaratımın madde boyutu…
Ben denilen varlığın madde boyutu bu nebuladan gelirken; insan bedeninde her varlığın atomundan bulunması… Çok muhteşem bir şey!
Bilinçaltı denilen bu madde boyut kalıntılarından yeni bir varlık inşa etme yeteneği verilmiş biz insanoğluna nasıl bir misyon yüklenmiş ama birde özgür bırakmış istersen tekerrür et istersen tekamül et….
Sevgiyle selamlıyorum…
Nurcan hanım sanırım ilk defa yorum yapıyorsunuz, sessiz takipçilerin değerli görüşlerini paylaşması ve yeni idrak açılımları yapması blogu asıl değerli yapan şey. 🙂 Teşekkür ederim.
Bu vesileyle sizin muazzam eserlerinizi de görme şansım oldu sayfanızdan. Resme çok meraklı ama hiç yeteneği olmayan biri olarak eserlerinize bayıldım.
Keza blog boyunca resim / ressam ikilisi üzerinden çokça metafor kullanmışımdır. Sanatçı, görme biçimi, yaratım süreci ve eseri arasında muazzam bir hikaye var ve bu hikayede de evrenin sırrının yattığını düşünüyorum.
Nebula demişken şu kısa öykümü belki okumuşsunuzdur: https://zamaninotesi.com/bos-kisa-oyku/ Yazdıklarınıza benzer bir bakış açısı bu kısa öykünün finalinde var. O nedenle evet tevafuk olmuş 🙂
Bu yazının akışındaki olaylar tevhid fena ve beka mertebelerinede dokunuyor sanki))yani adam boşluğa geçiş evresinde fiillerinden sıfatlarından ve enesinden soyunuyor daha sonrada yeni bir varlığa dönüşürken (halktan hakka)sonsuz hızda var olmuş bütün bilginin Evrenin holografik (zerrede bütünün tamamının kodlu)olması aşamasında herşeye şahitlik ediyor,bedenine döşünde yeni kıyafet giydiriliyor;görüntüde aynı fakat haktan halka dönüş olduğu için uruç tamamlanmış oluyor…saçmalamış ta olabilirim,idrakin vardığı uç noktaları tarif etmek inanılmaz birşey
[…] blog boyunca çokça tekrarlanan bu tema yani kendine şahitlik etmek ve kendine dışarıdan bakma teması aslında bir kas olarak geliştirilebilirse ciddi manada hayat kurtarıcı ve ufuk […]
ŞAHİTLİK , ŞEHADET EDEBİLMEK , OLANI OLDUĞU HALİYLE ONURLANDIRMAK VE KUTSAMAK, İŞTE ŞÜKR HALİNİN TOPLAMI BUNDAN İBARET. SADECE ŞÜKRE ÇIKARDIĞIN KADARIYLA BİLİBİLİRSİN ……
Neslihan hanım ne güzel dediniz: “Olanı olduğu haliyle onurlandırmak”. Hem çok basit hem de bu noktaya gelebilmek bir o kadar zor. Şahsen bu yolculuktayım ben de. Umarım o hali herkes yaşayabilir.