Qualia Nedir? | Var Olma Biçimimiz

Ortalama okuma süresi 7 dk.

“Gülün adı gül olmasaydı, yine de gül kadar güzel  kokmaz mıydı?”

-William Shakespeare

Bir bahar sabahı, yemyeşil bir bahçede geziniyor ve bahçedeki çiçekleri gözlemliyorsunuz. Bir gül goncasına yaklaşıp kokluyorsunuz. Gülden çıkmakta olan kokular burnunuzdan içeri girerek proteinlerden oluşan koku reseptör hücrelerine ulaşıyor ve burada kimyasal tepkimeye girerek beyne giden elektrik sinyallerine çevriliyor. Nöronlar bu sinyalleri “kendince” anlamlandırarak algı düzeyinde hissettiğiniz kokuya dönüştürüyor. O halde bahçedeki gül ve sizin aranızda, gülden çıkan koku vasıtasıyla bir bağ oluştu. Keza gülden çıkan koku artık zihninizin içerisinde ve siz güle bakarken bu kokuyu algılayarak güle bir anlam katıyorsunuz (güzel kokan, mis kokan gül vb.) ve gülü aslında var ediyorsunuz. O halde “varlık” ya da “var olmak” dediğimiz şey tek taraflı değil, karşılıklı etkileşimden oluşuyor. İşte zihninizde varlık bulan bu gül imgesi bir “qualia“.

Qualia terimi, Latince kökenli bir kelime ve “quale” (çoğulu qualia) kelimesinden türetilmiş. Latince’de quale “nasıl”, “ne tür” ya da “hangi şekilde” anlamına geliyor. Latince’deki kökenine sadık kalarak, felsefi kullanımıyla qualia, bir deneyimin nasıl hissedildiğine dair öznel ve niteliksel özellikleri ifade ediyor. Bu bağlamda, bir şeyin “nasıl göründüğü”, “nasıl hissedildiği” gibi öznel nitelikleri tanımlıyor​. Bu kavram, bireylerin bilinçli deneyimlerinde hissettikleri ve farkında oldukları öznel duygular, duyumlar ve ya algılar anlamına geliyor. Qualia, bir kişinin yalnızca kendisinin deneyimleyebileceği, dışarıdan gözlemlenemez ve ölçülemez niteliklerine deniyor. Örneğin, kırmızı bir güle baktığınızda hissettiğiniz “kırmızılık” ve ya acı biber yediğinizde hissettiğiniz “acı” hissi, qualia örnekleridir.

Gülün kokusu örneğinde bahsettiğimiz, kokunun sizde uyandırdıkları ve zihninizde o kokuyla birlikte oluşan “gül imgesi” de bu bağlamda bir qualia’dır. Yani bahçede karşınızda duran gül fiziksel bir nesne olmasına rağmen, siz o fiziksel nesneyi değil zihninizde rejenere edilen (yeniden oluşturulan) qualiayı deneyimlersiniz. Bu konsepti anlamanın en iyi yolu aslında “The Matrix” filmi. Matrix temelde tamamen bu kavramdan oluşuyor. Filmdeki yapay zeka, gerçek hayatın nasıl olduğunu asla deneyimleyemez çünkü insan tarafından yapılmış ve kodlanmıştır. İnsanları esir almak isteyen yapay zeka, onları uyutmak ama uykularında da gerçekmişcesine bir rüya görmelerini sağlamak için (onlardan enerji elde etmek adın) onlara kurgusal bir evren yaratır. Ki zaten bu yapay evrenin adıdır Matrix. Bu bağlamda Matrix’e aslında insan hayatının bir qualiası diyebiliriz. Matrix içerisinde gerçek fiziksel dünyayı deneyimlemezsiniz keza fiziksel değil, insan bilincinden yeniden oluşturulmuş bir evrendir. Yeniden oluşturulurken de insanların kendi bilincindeki dünya ve dünya hayatı imgesi (qualiası) kullanılmıştır.

O halde şunu söyleyebiliyoruz: İnsan, etkileşime girdiği fiziksel dünyayı algılayabilmek için, onu zihninden yeniden üretmek zorunda. Bu yeniden üretme kısmında da haliyle varolan gerçeklik birebir aynı değil, bozularak, veri kaybına uğrayarak ya da yorumlanarak oluşturuluyor. Yani zihnimizde mevcut evreni yeniden yaratıyoruz. Üstelik bu zihnimizde oluşan qualia da “var”. Keza bu da bir var olma biçemi. Çünkü varlığın tanımında, bir olgunun varlık olması için etkileşime girmesi esas ve zihnimizde oluşan qualialar başka qualialarla etkileşime girerek yeni kavramlar ve somut gerçeklikler yaratabiliyor. Örneğin bahçede gülü kokladıktan sonra zihninizde oluşan o yoğun kokulu gül imgesini bir tabloya aktarabilir ve tamamen öznel “gül qualianızı” somut bir esere dönüştürebilirsiniz. Ve hatta bu eserden etkilenen başkaları yeni qualialar oluşturarak yeni başka eserler türetebilirler. Bunun için somut çıktıya da gerek yok, beyne takılan öze teknolojik kasklar sayesinde, iki kişi aynı sanal ortamda farklı hayaller kurarak birbirlerine yeni soyut imgeler gönderebilirler. (Mesela iki kişi aynı bahçeyi hayal ederek birisi tamamen dumanlardan oluşan bir gül ağacı hayal ederek kendi zihninde oluşan gül qualiasını başka bir zihne transfer edebilir.)

Bunlar cepteyse bir sonraki aşamaya geçelim: Bir insan nasıl var olur? Çok basit gibi görünen bu soru aslında tüm felsefe tarihinin ve varoluşun esansını oluşturuyor. Her zaman yaptığımız gibi yalın ve açık bir zihinle birlikte şu an felsefe yapacağız. Bahçede gülü koklayan insan örneğinde, gül yerine başka bir insanı koyalım. (Yani bir insanın başka bir insanı koklaması / görmesi olarak imajine edebilirsiniz.) Ayırt edici olması için birine Havva, diğerine Adem, içerisinde bulundukları bahçeye de Eden bahçesi diyelim. Havva ile Adem birbirlerini gördükleri anda, kendi zihinlerinde birbirlerinin birer replikasını (qualiasını) oluşturacaklar. Havva, zihninde oluşan Adem imgesini yorumlarken, normalde fiziksel gerçeklikte bulunmayan bir kavramı Adem qualiasına entegre ederek onun çıplak olmasında bir sorun görecek. Aynı şekilde Adem de zihninde oluşan Havva imgesinde bir araz görecek ve ikisi de birbirlerinin önlerini kapatmak amacıyla incir yaprağı koyacaklar. Bu hikayedeki en can alıcı nokta, normal şartlarda doğada var olmayan bir olgunun (çıplaklık ve çıplaklıktan utanma / gizleme isteği) Havva ve Adem’in zihinlerinde oluşmuş olması. Yani ikisinin de yeni bir varlık yaratması ve bu yarattıkları varlıkla hemhal olmaları.

Bir başka mitolojik öyküyle konuyu zenginleştirmek gerekirse, blogta detaylı yazısını yazdığımız Narcissus (Narkissos / Narsis) örneğinde bu sefer “gören” ve “görülen” aynı kişi. Narsis bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanına gelir ve su birikintisine doğru eğilerek oradaki sudan içmeye başlar. Doğal olarak, bu sırada, birikintide yansıyan yüzünü görür. Kendi yüzünü görünce önce şaşkınlığa düşer, sonra kendini hayranlıkla seyre dalar ve kendisine âşık olur. Bu seyirden kendisini bir türlü alamayan Narsis gitgide hissizleşir, dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir nergiz çiçeğine dönüşür. Yani Narcissus kendisini ilk defa gördüğünde kendi imgesini kendi zihninde bir nergiz çiçeği olarak tasavvur ederek kendi qualiasını nergis çiçeği olarak oluşturur. Artık o Narcissus değil o gölde bir nergis çiçeğidir, kendini bu şekilde var eder.

Evreni ve hayatı nasıl algıladığımız / var ettiğimiz ve bizim nasıl var olduğumuz konusuna geri dönecek olursak: Her an bu dünya bahçesinde kendimizi manifesto ediyoruz. En basitinden, bir mekanda var olmak demek sadece vakit doldurmak değil tüm benliğinle gören ve görülen olmak, o zamanda ve o mekanda yaratımda bulunmak demek. Yani o anın qualiasını zihninizde iradi bir şekilde oluşturmak (farkındalık) ve başkalarının da sizin qualianızı oluşturmasına izin vermek (görünür olmak) demek. Bunu her an yapmak zor ve yorucu olsa da hayatı sürekli rölantide ve başkalarının bize empoze ettiği algılarla yaşamak yerine kendi gerçekliğimizi yaratma niyeti içerisinde olabiliriz. Bu da dediğimiz gibi temelde farkında olmakla ve o anın / mekanın içerisinde nasıl var olduğunuzu hem içeriden hem de dışarıdan görmekle mümkün.

Bu olduğunda; içinde bulunduğunuz mekanda ve anda, etrafınızdakilerin sizi algılayış şekli değişecek ve bizatihi yaratımın kendisi olduğunuzu hissedeceksiniz. Yani gül ile o gülü koklayanın, havva ile ademin, gören ve görünenin aynı olduğunu keşfedeceksiniz.

Qualiaların da olmadığı bir bütünlükte, zamanın ve mekanın ötesinde görüşmek üzere. 🙂

Konu temel anlamıyla görmek , görülmek, şahit olmak, şahit olunmak ekseninde çok geniş incelenebilir olsa da zaten yıllardır blog boyunca tam olarak bu anahtar kelimeler ekseninde yazılar yazıyoruz, o nedenle konunun derinine dalmak isteyenler şu yazılara göz atabilir: https://zamaninotesi.com/evrenin-yaratilis-sebebi-anlamak-ve-anlasilmak/ https://zamaninotesi.com/bilinme-istegi-kisa-oyku/ https://zamaninotesi.com/yaratima-sahitlik-etmek/

Bonus:


Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

1 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. “Keza gülden çıkan koku artık zihninizin içerisinde ve siz güle bakarken bu kokuyu algılayarak güle bir anlam katıyorsunuz (güzel kokan, mis kokan gül vb.) ve gülü aslında var ediyorsunuz. O halde “varlık” ya da “var olmak” dediğimiz şey tek taraflı değil, karşılıklı etkileşimden oluşuyor. ” Bizim kültürümüzde Nazar diye bir olgu var bilirsiniz. Biz nazarı çok anlayan bir toplum değiliz. yazının tamamnı okuduğumda aslında yaşayan tüm insanların kendi nazarında dünyasını ve dahil kişileri yarattığını anlıyorum ki kesinlikle öyle. eğer kendi nazarımızı ( senaryo demek anlaşılır olacak) kendimiz oluşturmazsak, diğer insanların yansıtıp projekte ettiği kişiliğe bürünmemiz kaçınılmaz oluyor ki hayatımın bir dönemini böyle yaşadım 🙂 ve kesinlikle , bireysel öğrenme, öğrendiğini staj etme ve sürekli yol yürüme. Her deneyim bizim kendimizi tanıyarak ileri hedefte yol almamız için elzemdir. Bu kişisel bir sorumluluktur ve insanın kendi sorumluluğunu alması kadar zor bir şey yoktur.
    Nazar etme nolur çalış sesinde olur 🙂 diyerek espiri ile kapatıyorum selamlar sevgiler.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)