“Aradığın da seni aramakta.” –Mevlânâ Celâleddîn Rûmî
“Keşfetmekten asla vazgeçmeyeceğiz ve tüm keşiflerimizin sonunda başladığımız yere varıp orayı ilk kez tanıyacağız.” -T. S. Eliot
“O’nun iradesinde huzurumuz yatar.” -Dante Alighieri
Bu yazımızda, insanın kendini ve evreni anlamlandırma yolculuğunu, yani arayışını; blogun ismine uygun bir şekilde zamanın ve mekânın ötesinde irdeleyeceğiz. Bunu yaparken hem rasyonel zihni, mantığı hem de sezgilerimizi kullanacağız. Keza hayat, deneyimlerin toplamı ve bu deneyimleri fiziksel kanunlar tarafından yönetilen bir boyutta yaşıyoruz fakat bir şeyi anlamak için o şeyin dışına da çıkmak gerek. O zaman hadi gerçekliğin önce içinden geçip sonra dışına çıkalım… 🙂
Bir düşünce deneyiyle başlayalım: Diyelim ki 20. doğum gününüzde, o an sevgiliniz olan birini kötü bir şekilde kırdınız ve ayrıldınız. Aradan 30 yıl geçti ve 50 yaşına geldiniz. 50 yaşına geldiğinizde zamanda geriye gidebilen bir makine yaptınız çünkü yaşadığınız tüm hayat boyunca en çok sevdiğiniz kişinin o 20 yaşında kırıp ayrıldığınız kişi olduğunu fark ettiniz. Bu hatanızı düzeltmek için yıllarca uğraşıp bu zaman makinesini oluşturdunuz ve kullandınız. Hakikatten de geçmişe gidip 20. doğum günü partinize gidip ve kendinizi bulup bu olaya engel olmaya çalıştınız…
Şimdi… Mevcut güncel fizik yasalarına göre geçmişe gitmeniz bir solucan deliği vasıtasıyla teoride mümkün olsa da, olayları değiştirmeniz hiçbir koşulda mümkün değil. Açalım:
Sabit Tarih Hipotezi & Novikov Öz Tutarlılık Prensibi
Bu teori, bir zaman yolcusunun geçmişte yaptığı her şeyin, başından beri bir tarihe ait olduğunu belirtmektedir; dolayısıyla zaman yolcusu geçmişteki olaylar üzerinde nedensel etkiye sahip olabilse de, yapacağı şeylerin tarihi “değiştirme” ihtimali yoktur. Dolayısıyla, örneğin zaman yolcusunun 20. doğum gününde kendisine engel olması bir sebepten ötürü başarısız olmaya mahkûmdur (yaptığı zaman yolculuğu kendisinde enerji kaybına sebep olabilir ve müdahale edecek gücü bulamayabilir ya da 20 yaşındaki kendisini ikna edemez)
Blok Evren Teorisi
Bu teori geçmiş, şimdi ve geleceğin eşit derecede gerçek olduğunu savunur. Bu teoriye göre, evren dört boyutlu bir yapı olarak düşünülebilir; üç uzamsal boyut (uzunluk, genişlik, yükseklik) ve bir zamansal boyut. Bu dört boyutlu yapı içinde, tüm olaylar—geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki—aynı anda sabit bir şekilde “blok” içinde yer alır. Bu bakış açısı, tüm zaman dilimlerinin aynı anda sabit ve katı bir şekilde mevcut olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla bir kişi geçmişe giderse, zaten tüm bu bloklar içerisinde daha evrenin en başından o olayın bir parçası olmuştur. Yani, geçmişe yaptığı müdahale de bu sabit yapının bir unsurudur ve herhangi bir “değişim” söz konusu olmaz. Yani zaman yolcusunun geçmişe gideceği de daha en başından bellidir ve orda duruyordur.
Çoklu Evren Teorisi
Kuantum mekaniğinin çoklu evren yorumu, zaman yolculuğunun yeni bir paralel evren yaratabileceğini savunur. Bu senaryoya göre, zaman yolcusu geçmişe gidip kendi 20. doğum gününde kendisine mani olup sevdiği kişiyi kırmasını engelleyebilir ancak bu eylem yeni bir paralel evrende gerçekleşir. Orijinal evrende kişi yine sevdiği kişiden ayrı kalmış olacaktır ve hiçbir şeyi değiştirmemiş olacaktır.
Bu teoriler daha da uzatılabilir ve güncel fizik tartışmalarının hiçbirinde geçmişe gidip bir olayı değiştirmenin yolu bulunmuyor. Özetle geçmişte yaşadığımız her şey yaşanmış ve sabittir. Bunları değiştirmek mümkün değil ama gözlemlemek mümkün, ki bunu neredeyse her gün “hatırlama” eylemiyle bilfiil yapıyoruz.
Geçmişi fiziken değiştiremiyor oluşumuzun bilgisi bize ne sağlar? Zaman yolcusunun hiçbir şekilde geçmişi değiştiremiyor olması bizi deterministik bir evrene götürür keza bu kendi içinde tutarlıdır: Eğer zaman yolcusu 20 yaşındaki kendini gerçekten de değiştirebilseydi sevdiği kişiyle birlikte olur ve bir zaman makinesi yapma gereği duymazdı. Bu durumda zaman makinesi yapılmadığı için geçmişe gidip de değiştirme eylemi hiç vuku bulmazdı. Yani kişi kendini durduramazdı ve ayrılık kaçınılmaz olurdu. O halde, bazı seçimlerimizi ve başımıza gelen bazı şeyleri değiştiremeyeceğimiz sonucuna varmak kaçınılmaz olacaktır. Çünkü şu an olduğumuz kişiyi yaratan şey, geçmişte yaşadığımız şeylerdir ve geçmişte yaşayıp da şu an keşke olmasaydı dediğimiz o şeyler olmasaydı siz de şu anki siz olmayacaktınız.
Kulağa biraz kaderci geldiğinin farkındayım ama Zamanın Ötesi blogunda yazılan her yazıda olduğu gibi bu yazı da kader ve özgür iradeye bakış açınızı kökten değiştirmeye niyetli: Keza bu, özgür irade yok demek değil. Seçimlerimiz ve yaşayacaklarımız üzerinde söz sahibi değiliz belki ama çok daha önemli bir konuda irade sahibiyiz: Olaylara ve durumlara nasıl bakacağımızı seçme özgürlüğü. Ki bu tür bir irade, hangi deneyimi yaşama ve kaderimizi belirleme özgür iradesinden çok daha güçlü, çok daha derin ve çok daha “insani” bir deneyim. Keza bir robot da deneyimlerini seçme özgürlüğüne belirli bir seviyede sahip olabilir (randomize kodlar yazabilir ve kodlamadığınız, programlanmamış bir olasılığı / olayı yaratabilir robot) fakat yaşadığı olayları nasıl yorumlaması gerektiği üzerine hiçbir seviyede iradeye sahip olamaz. Bu, tamamen insan bilincine özgü bir yeti…
Yukarıdaki düşünce deneyimizle konuyu örneklendirelim: 20. doğum gününde çok sevdiği kişiyi kırıp ondan ayrılan zaman yolcumuz, tüm üzüntü ve kederini yaşayıp arınıp olması gereken bir deneyim olarak görmeyi becerebilirse, en başta duygularının onu alt etmesini engellemiş ve iradesini kendi duygusal hezeyanlarının önünde tutabilmiş olacaktır. Ki bu çok zordur. Bunu yaparken iradenizin neredeyse fiziksel bir güç harcadığını hissedebilirsiniz. (Kişisel olarak, bazen sadece bir olayı düşünüp ona farklı açıdan, objektif olarak (bir yabancı gibi) bakarken bile yorulabiliyorum, ki bu da bize gerçek irade üzerine bir hakikat sunar.) Zaman yolcumuz da hayıflanmayı bırakıp belki o kişide sevdiği özellikler üzerine tefekkür edip, aslında ne aradığını ve ne istediğini keşfedebilir ve dahası bu keşfe girdiğinde hakikatten de karşısına istediği gibi biri çıkacaktır. Keza zamanda yolculuk yapmasına rağmen söz konusu ayrılığı değiştiremediğine göre kendi zaman çizgisi bu değildir. Aradığı burada değildir. Bu deneyim, sadece ne aradığını gösteren bir yol tabelası, işaret levhasıdır. Keza aradığı da kendini aramaktadır ve yol boyunca işaret kırıntıları bırakmıştır. Belki de çok daha fazla seveceği ve kendisini tamamlayacak başka biri vardır…
Bahsettiğimiz şey, mevcut bir olayı değiştirmekten ziyade, o olaya ve duruma karşı zihinsel ve duygusal durumumuzu değiştirmek. Yani insan fiziksel olaylar üzerine bir hakimiyet kuramasa da kendi duygusu ve düşünceleri üzerine bir hakimiyet kurabilir. Kader olmayan, özgür irade olan budur. Keza geçmiş, hiçbir fizik yasasınca değiştirilemez ama geçmişe nasıl baktığımız hiçbir cihaz ve yasa gerekmeden değiştirebileceğimiz bir şeydir.
İşin daha da ironiği, geçmişe bakış açımızı değiştirdiğimizde bu günümüz; bu günümüz değiştiğinde yarınımız değişir. Çünkü artık kendi irademiz dışında gerçekleşmekte olan olaylar ve durumla bizi kötü yönde etkilememeye başlar ve biz etkilenmedikçe olayı nasıl deneyimlediğimiz değişir. Olay değişmez, deneyimi değişir. 🙂
Özetle sen zaten bir zaman yolcususun ve aradığın da seni aramakta… Senden sana bir yol yapıp zamanın mekanın ötesine geçmen için işaretler yollamakta… Zaman makinen bilincin, iraden yakıtın, bakış açını değiştirmek yegane dümenin.
Konuyla ilgili beyin yakıcı film önerileri:
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Özgür iradenin bakış açını seçebilmek şeklinde çalışıyor olması, aslında büyük bir konfor alanı sunuyor.
Kadere, O’na ve kendime güvenmemin temelini oluşturuyor. Bu güven, her zaman pozitif şeyler yaşayacağımı zannetmek şeklinde değil; her ne yaşarsam yaşayım sonunda beni daha iyi bir noktaya taşıyacağını “bilmekle” ilgili. Çünkü tek sorumluluğum bu; o bakış açısını bulmak. Bu çok konforlu ve bir yüksüzlük hali.
Kesinlikle! Ki bu da güzel bir bakış açısı. 🙂 Her ne yaşarsam yaşayayım, deneyimin sonunda beni daha iyi bir noktaya taşıyacağını bilmek beraberinde hiçbir şeyin seni kötü etkileyememesi donanımını da getiriyor ki bu süpermen olmak gibi bişi, muazzam bir güç. Tekamül ile ilgili ister doğu ister batı hangi ekolü okursanız okun, hepsinde de bir ortak tema var. Erginlenme ve aydınlanma, hiçbir şeyin seni etkileyemediği o nihai “hal”e erişme durumu…
En merak ettiğim şey de bu aslında.Başkalarından etkilenmediğimde, onay alma- takdir görme gibi egosal durumlardan sıyrıldığımda ortaya nasıl bir şey çıkacak çok merak ediyorum. Bu “şey” yeni bir ben mi, yoksa “bensizlik” hali mi…
Yukarda bahsettiğim bakış açısına sahibim ama, korka korka merak içinde yürüyorum. Bakalım neyler…