Arayış

Ortalama okuma süresi 5 dk.
abant orman yol arayış
Not: Virajı dönünce karşılaştığım bu manzara karşısında dakikalarca ağladığım, Yedigöller Milli Parkı’ndan kendi çekimim olan bir kare.

 

Neyi arıyoruz?

Sanki bir şey arıyor gibiyiz öyle değil mi?

Bu yuvarlak dünyanın etrafı boyunca dönüp dolaşıp (bazen kendi etrafımızda bir kısır döngüye girip) bize bul diye talimat verilen bir şeyi arıyor gibiyiz. İronik olansa ne aradığımızı bilmiyor olmamız…

Etrafımızla sürekli etkileşim içindeyiz. Her an olaylar cereyan etmekte ve tarihe bir kayıt girmekteyiz. Hiç düşündünüz mü insanın yaratımı olan her şeyin doğanın bir kopyası olduğu gerçeğini? Ki zaten teknoloji denen şey doğayı kopyalayarak ilerliyor… Fabrikalardaki üretim bantları doğanın insan üretimine yansımasının çok güzel bir örneği. Hammadde üretime girer ve finalde faydalı, fonksiyonel bir ürüne dönüşür. Tüm süreç otomatik işler ve bu sayede tüm ürünler birbirinin aynısı olur.

İşte insan ve kendi yarattığı kaderi de böyle bir üretim bandının ürünü.

Big bangden bu yana muazzam bir üretim zinciri başladı ve süregidiyor. Başlangıçta sadece saf enerji varken enerji ışık ve ısıya dönüştü. Ardından soğuma ve katılaşma evreleri başladı ve tek başına fonksiyonel olmayan saf enerji, üretim prosesleri sonucunda giderek maddeye dönüşmeye başladı. Aynı günümüzde tek bir fabrika ve tek bir üretim bandı olmaması gibi bir sürü üretim bandı gelişmeye başladı evrende. Yeni yıldızları üreten süreçler, yıldızlardan karadelikleri üreten üretim bantları ve canlılığı üreten sistem…

Dünya kuşkusuz bir fabrikaydı ama bir fabrikanın içinde bile birden fazla, farklı amaçlar için hazırlanmış üretim bantları olabiliyor. Dünyanın üretim bandı canlılığı üretmeye başladı. Canlılık kendi içinde bölünerek farklı departmanlara ayrıldı. Zaman içinde insan denen mahlukata kadar bu üretim devam etti. İnsan üretim bandı da kendi içinde departmanlara ayrılıyor. Bunlardan biri de insanların yarattığı olaylar ve durumlar.

Bir insanın doğması olayını yaratan bir üretim bandı var. Anne ve babanız tanışıyor ve tam da o gün, o saatte sevişmeye karar verip sizi meydana getirecek yumurta ve sperm kombinasyonunu yani hammaddeyi üretim bandına sokuyorlar. Bu öyle bir hammadde ki ezoterizmle ilgilenenlerin aşina olacağı homunculus’un üretim sürecinden geçer ve başka bir sürü üretim bandına sebep olacak insanı meydana getirir.

İlgili yazı:   Sonsuz Buluşma (Kısa Öykü)

Dedik ya… Üretim bandının olayı çıktılarının aynı olmasıdır. Dünya fabrikasında belirli bir amaç için üretilen ve dünyaya salınan insanların birbirinden farklı olduğuna bakmayın… Envai çeşit üretim bandı var. O nedenle her insan birbirinden farklı. Ama bazen çok seyrek de olsa birbirinden farklı gibi görünen, farklı yerlerde yaşayan iki insan aynı üretim süreçlerinden geçmiş olabilir.

Çok seyrek de olsa başınıza gelmiştir. Sizinle aynı kaderi yaşayan, aynı olaylara maruz kalan, aynı bölümü okuyan ama aslında başka bölüm okumak isteyen –ki o okumak istediği bölüm de sizin okumak istediğiniz bölümle aynı olan… Örnekler çoğaltılabilir. Buna ben paralel hayat adını veriyorum. Aynı amacı gerçekleştirmek için benzer üretim sürecinden geçerek benzer olayları yaşayan insanlar var. Bunun sonucunda meydana gelen karakterleri ve “aradıkları şey” aynı olabiliyor. Özde hepimiz aynı şeyi arıyoruz ama onca “farklı” karakter tipinin sebebi, evrenin (tanrının?) sonuca gidebilecek tüm yolları denemek istemesinden kaynaklı. 🙂 Bu tür bir karşılaşma yani paralel hayatınızı yaşayan biriyle karşılaşma ilginç olabilir. Paralel hayatınız hali hazırda da sizle aynı şeyleri yaşıyor ve aynı açmazlarda aynı kararsızlıklarda olabilir. Kısa bir çarpışmadır genelde çünkü size amacınızı hatırlatır. Aradığınız şeyi… Tıpkı “Veronique’nın İkili Yaşamı” filmindeki gibi.

Hayatın üretim bandında bir başka çarpışma da iki üretim bandının birbirini uzaktan etkilemesidir. Kendi hallerinde, bağımsız, birbirini tanımayan iki insan bazen birbirinden habersizce birbirlerini etkilemeye başlar. Biri üzülünce diğeri de anlamsızca üzülür. Tıpkı Kemal Sunal’ın filmindeki o meşhur sahne gibi…. Kendisini dahi haberinin olmadığı ikizine tokat atılınca kendisinin de canı acıyordu. Böyle bir eş zamanlılığın sebebinin aynı frekansları paylaşan ve benzer üretim süreçlerinden geçen birbirini tanımayan insanların, frekansları bir sonraki seviyeye geçerken, birbirlerini dolaylı yoldan etkilemesi olarak yorumluyorum. Belki de şu an çok coşkulusunuz ve hayatınız mükemmel ilerliyor. Farkındalık sahibisiniz ve “yükseliyorsunuz”. Sizinle aynı şeyi “arayan” aynı üretim bandından aynı amaçla çıkmış tanımadığınız biri de aksine çok mutsuz olmasına rağmen bir anda toparlanmaya başlıyor. (Kuantum Dolanıklık) Bunun genelde farkında olmayız ama bazen dışarıdan iki tarafı da gören bir göz bu iki insan arasındaki anlamlandıramadığı görünmez bağı ve etkileşimi görebilir.

İlgili yazı:   Edge of Tomorrow - Yarının Sınırında (Film Analizi)

Hayat fabrikasındaki son değineceğim şey ise üretim bantlarına müdahale eden sistem mühendisleri… Üretimin devamlı olabilmesi ve aksamaması için sistemin düzenli işlemesi gerek çünkü üretilen her bir birim “bir şeyi” arıyor ve bir amacı var. Sistemi oluşturan elemanlar insan denen mefhum olduğu için yani özgür iradeye sahip olduğu için bazen sistemden çıkmak ve bırakmak isteyebiliyorlar. Böyle zamanlarda üretim bandının devam etmesini sağlayan, benim bu örnekleme içerisinde sistem mühendisi adını verdiğim; teologların melek dediği; kimine göre “BİR” ama aslında bizzat kendimiz olan yardımcılar devreye girer. Bu öyle bir çarpışmadır ki, iki üretim bandı birbirini desteklemek için birbirine girer çünkü sistem mühendisi de kendi üretim bandında ilerlemektedir. Unutmayın… Hayat fabrikasında işçi, işveren ve ürün ayrımı yok. Her şey işçi, her şey üretim bandı, her şey ürün… Bu birleşme sonucunda üretmemiz gereken her ne ise vazgeçmeyip üretmeye devam ederiz. Tıpkı “Sonsuzluk Ormanı” filmindeki gibi… Sistem mühendisimiz kimi zaman paralel hayatımızdır, kimi zaman ruh ikizimiz bazen de ruh eşimiz. Ama amaç aynıdır: “Aramak”

Peki nedir bunca hengame? Neyi arıyoruz?

Sizce?

 


Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

12 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Yaşam ve ölüm bir döngüden ibaret, biz yaşarız onlar ölür.

  2. Bir gücün bizi üretim bandından alıp paketlemesini ya da bir şekle sokmasını bekliyoruz. Son halimize gelebilmek için o üretim bandında kayıp gidiyoruz durmaksızın, onun üzerinde kayıp giderken buna karşı çıkmak o hengameden kaçmak için yolları arıyoruz. Kaçabilmenin de kendimizi diğer ürünlerden farklılaştırarak olacağının farkındayız. Kimileriyle aynı yolları deniyoruz işte zaman zaman farklılaşalım derken bizim gibi düşünen birilerinin olduğunu görüp farklı olmadığımızı görüyoruz. Tanrının defolu ürünleriyiz belki de kimimizin dikişi yanlış kimizse delik deşik. Benliğimizi, orijinalliğimizi aramaktan yorulduğumuzda bu süreçte farkına varamadığımız tüm güzelliklere özlem duyuyor ve onu arıyoruz bence.

    • Renkli gözlü olmak aslında bir defo bilirsiniz 🙂 Genlerin kusurlu hatta kimilerine göre hastalıklı bir dizilimi sonucu yeşil ya da mavi gözlü oluyor insanlar. Ama güzel 🙂 Sahip olduğumuz kusurlar ve defolar da güzel ama en büyük pencereden baktığımızda iyi kötü güzel çirkin, defolu defosuz yok. Sadece yaratım var, öze geri dönme çabası var sanırım dediğiniz gibi.

      Son cümleniz ilgimi çekti, belki de içinden geçtiğim döneme çanak tuttuğu içindir. Orijinalliğimizi aramaktan yorulduğumuzda bu süreçte farkına varamadığımız güzelliklere özlem duymak… Çok esrarlı bir tümce sanki 🙂 Açar mısınız? Bu aralar farkındalıktan yorulmuş ve güzellikleri arıyorum ama tam olarak ne aradığımı ya da neyden yorulduğumu bilmiyorum.

      • Lise yıllarınızı düşünün dort yıl boyunca sabahın yedisinde gidip geldiğiniz o okul yolunda kac dakikalık yürüme yolunuz vardı o kısa sabah yürüyüşü sırasında hiç sokağa dikkatlice bakarak yürüdünüz mü balkonlara baktınız mı kaçında çicek vardı? Ya kapılar her biri farklı hayatlara açılan o kapıların önünde kaç kediye yetecek mama ve su bırakılmıştı hiç dikkat ettiniz mi? Bunların hiç birine dikkat etmiyoruz çoğu zaman. Okula gitmekten sıkıldığım zamanlarda kazanmıştım bu farkındalığı ve incelemeye başladıkça ve ayrıntılari gördükçe daha fazla bakınmaya başladım sağa sola her gün şehri keşfeden bir turist gibi gezdim. İşte bundan bahsediyorum aslında bize dayatılan hayat döngüsünde çoğu zaman detayları farketmiyoruz,sürekli bir koşuşturmaca içindeyiz,sürekli acelemiz var neye yetişmeye çalışıyoruz bilmiyorum ama bu koşuşturmacadan arayış içine giriyoruz aslında her şeyi tamam olan hayatımızın eksik olduğunu düşünüyoruz. Eksik olan tek şey farkındalığımız bence eğer kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmazsak o bulutun hangi şekle benzediğini göremeyiz. Çok optimist oldu belki ama güzelliklerin farkına vardıkça çoğalıyor birikiyor bizimle, bardağın yarısı doluysa ne mutlu bir bardağın ve suyun var demektir.

      • Anladım, basit düşünün diyorsunuz biraz da. 🙂 benim farkındalıktan yorgunluğum da bu her şeyi görme ve dikkat etme üzerineydi ama belki de amacım görünmeyeni görmek istememdir. Maddenin ötesindeki manayı görme isteğim yorucudur belki de. Dediğiniz gibi aslında kendimizi kasıp bir şeyleri aramaya gerek yok, her şey güzellik, her yerde güzellik, saf gözlerle bakabilene 🙂

  3. Bulduklarımız her defasında başka şeyleri aramayı gerektirdiğinden neyi aradığımızı değil de arıyor oluşumuzun ne işe yaradığına bakmakta fayda var. Bu sayede bilincimiz gelişti…
    Buradan neden var olduğumuzun öncü cevabına da ulaşabiliriz: Gelecekte dönüşeceğimiz haller de dahil sadece bizim yapabileceklerimizi yapmak için varız. Bir şeyin en yetkin olduğu özel nitelikleri o şeyin varlık amacını yansıtır.
    Tanrı’ya ulaşana dek de arayış bitmeyecek görünüyor.
    “Allah’ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki ölüydünüz, diriltti sizi. Sonra öldürür, sonra gene diriltir, sonra da gerisin geriye ona dönersiniz.” Bakara 28
    Bahsettiğiniz paralel yaşamlar mevzusu morfik alanlar görüşünü akla getiriyor…
    Ayrıca, bayağı konulara odaklanmış olmalarından ötürü ciddi bir dikkat körlüğü sınırlaması olan çoğunluğun aksine gerçeğin peşinde olanların fark edebildikleri, önemsedikleri konulara değindiğiniz için size çok teşekkür ederim.

    • Evet Denizhan, kesinlikle olayın özü aslında morfik alanlar ve dahası, bu alanları bilmenin bizim için ne anlama geldiği… Dediğin gibi olay arayışın bizi ulaştıracağı nokta ya da neyi aradığımız değil arayışın kendisi ve bu morfik alanları yaratarak kollektif bir bilincin farkındalığını yaşamak. 🙂

      İlginiz ve güzel yorumunuz için ben teşekkür ederim ve evet tam da bu yapmaya çalıştığım şey. Sabahtan akşama kadar kuantum fiziği, secret, kendi gerçekliğini yaratıyorsun diye yazabilirim ama insan sorar… Eee? Ya sonra? 🙂 Ben de sonrasına bakmaya çalışıyorum, yol almaya ve yolda olmaktan zevk almaya çalışıyorum, hepbirlikte 🙂

  4. Çok şey düşünürüm ama düşündüklerimi söze dökmek konusunda çok başarısızım.Umarım sorucağım soru anlaşılır olur.Yazınızı beğendim ve önceki kuantum dolanıklığı da okumuştum.Bunun hakkında bir şey sormak istiyorum.İki kişi birbiriyle bağlantılı diyelim.Biri üzülünce diğeri de üzülüyor ya da tam tersi.Peki hangisi öncelikli.Mesela diyelimki bu iki kişiden biri üzgün diğeriyse çok mutlu o anda.Kim kimden etkilenicek?Mutlu olan mı üzülücek yoksa mutsuz olan mı sevinicek.Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

    • Merhabalar;

      Bahsettiğiniz durumun belirli bir matematik formülü yok. Yani hangi tarafın hangi tarafı etkileyeceği bilinemez ki zaten her iki taraf da birbirini etkiler. Sadece şu ayrımı yapabilirsiniz netleştirmek adına… Taraflardan birinin hisleri daha güçlü olabilir. Literatürde “empat” da derler bunlara. Yani ilişkide bir taraf karşısındakini hissetmeye daha yatkınsa haliyle o daha çok etkilenebilir ama bunda bile bir kesinlik yok çünkü hisleri güçlü insanlar kolay etkilendiği gibi kolay da etkileyebiliyorlar farkında olmadan ya da farkında olarak.

      Mutlu olan üzülecek ya da mutsuz olan sevinecekten ziyade hangi tarafın iradesi ve yaratma gücü yüksekse o taraf diğer tarafı etkileyecek.

  5. sana bu satırları zamanın çok daha ötesinden yazıyorum. kim olduğunun veya ne yaptığının daha ötesinden, ne hissettiğinden yazıyorum. seni, yazılarını uzun zamanlarca takip eden biri olarak, beni hissederek -sadece hissederek- konuşmanı istiyorum. bataklıktayım. oldukça derin bir bataklıkta olduğumu ve kendi içimde bulamadığım o ışığın bir anahtarının senin elinde olduğunu hissediyorum. aslında içim bu satırlarla buraya gelmeyi daha önce defalarca denedi. hayatın hangi alanında olduğumu, ne hissettiğimi hissedebilmeni sağlayabileceğim bir an dilerdim.

    • Merhaba. Seni tanımıyorum ama Öz’den konuştuğun belli. Yazıda bahsettiğim paralel bir hayat olarak görüyorsan beni; ancak ve ancak şu an kendi ne hissettiğime bakabilirim dediğin gibi. Şunu diyebilirim sadece umarım bir anlamı olur sende: Zıttıma gidiyorum. Cevapları zıttımda aramaya. 🙂

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)