“Zaten belki de bize romanlar, gazeteler okutan filmler seyrettiren şey budur, yani benzerlik ve sembol arayışıdır, bilinme ihtiyacıdır, bilme değil.”
Beyaz Kalp, Javier Marias
Kim bir uçurumun kenarında açan menekşeyi alkışlar. Kim çok güzel doğdu diye ayı takdir eder. Ne menekşenin ne de ayın onaylanmaya ihtiyacı vardır. Biz kırda açan çiçek, gökteki ay değiliz. Bizi mağaradan çıkaran, uzaya gönderen ‘işini en iyi yap’ motivasyonu olamaz. Davut heykelini resmettiren, okyanusları aştıran, atomu parçalatan güç bilinme isteğidir. Herkes gizli bir hazinedir. Herkes bilinmek ister.
Fi, Azra Kohen
Hak, hakikatimin gerektirdiği şeyi bana yerleştirmemiş olsaydı, O’nun meşrebi için bir kazanç ve O’nu bilmeye bir yöneliş kendimde bulamazdım. Böylelikle işin sonunda kendime dönüyorum. Yine bu nedenle, daireyi çizerken pergelin ayağı varlığımın sonuna ulaştığında başlangıç noktasına döner, işin sonu başına bağlanır ve işin ebedi ezeline yönelir. Şu halde sadece sürekli bir varlık ve yerleşik ve sabit bir müşahede vardır. Yol, sadece yaratılmışın görmesi için uzatıldı.
Muhyiddin İbn Arabi
Adam, okuduğu kitaptan başını kaldırıp derin bir soluk çekti. Yanında duran piyanonun tuşları oturduğu açıdan uzun bir yol gibi görünüyordu. Keza 1 metre ötesindeki piyano da ona çok uzak bir mesafe gibi görünüyor, başına geçip çalmak istemiyordu. Eşiyle piyano kariyeri üzerine hayli kötü bir tartışmaya girmiş ve artık hevesi kaçmıştı. Adamın gözleri, piyanonun sonsuz uzaklıktaki yollarında gezinirken zihni bu büyük tartışmanın can alıcı anlarına gitti. Oysa biraz olsun kafasını dağıtmak için kitap okumaya başlamıştı fakat zihni sabah kuşağı kadın programlarının montaj masasında oturan bir yönetmen gibiydi ve reyting yapan kavga görüntülerini tekrar tekrar oynatmaya bayılıyordu. (Stüdyoda gerginlik) Hiç istememesine rağmen akıp giden görüntülere kendini bıraktı…
“Asıl sen megaloman bir egoistsin! Hesapta piyano çalarken sadece parmaklarının göründüğü, isminin cisminin bilinmediği bir youtube kanalın var ama aynı zamanda milyonlarca izleme alan videoların var. Neden paylaşıyorsun? Sadece hobi olarak çalabilir ve güzel vakit geçirebilirdin. Sonra da benim instagram hesabıma laf ediyorsun. Bence senden daha çok takipçim olduğu için kıskanıyorsun!”
Eşi böyle demişti. Adam bu anı hatırlarken fark etti ki eşini ilk sevdiğinde hiç böyle biri değildi. Böyle olacağını da tahmin etmezdi. Fakat bir konuda haklıydı. Ona karışmamalı, onun hayatı hakkında yorum yapmamalıydı. Yine de içi rahat duramayıp söylenmişti. Kadın, tüm gününü instagramda yüzbinlerce takipçisiyle paylaşıyor, yediği yemekten yaptığı alışverişe ve hatta özel hayatına kadar her şeyini yayınlıyordu. Fenomen olmasının tek sebebi de buydu. Tamamıyla kendisini ve seçkin hayatını paylaştığı videolarıyla zaman zaman magazin gündemine bile düşüyordu. Adam artık kadının kontrolünü kaybettiğini ve kendisi hakkında her şeyi yayınlamasının bir anlamı olmadığını söyleyip eşini eleştirmişti. Tüm kıyamet de bundan kopmuş, hayatlarının arka fonunda piyano parçaları değil gerilim müzikleri çalmaya başlamıştı. Oysa adamın tek istediği, kadının doğal yeteneği olan ve eskiden çok güzel eserler ürettiği, üretirken de kendisini daha iyi hissettiği resme dönmesiydi…
İlk tanışmalarına kadının çizimleri vesile olmuştu. Adam, kadının resimlerine aşık olmuş, resimlerinde kadını görmüştü. Eseri ve eserin yaratıcısını aynı anda görüp vurulmuştu. Kadın ise hem kendisinin hem de eserinin böyle sevgi dolu gözlerle görülmesinden etkilenmiş ve hayat hikayeleri yazılmaya başlamıştı. Kadın çalışmalarını sosyal medya hesaplarında paylaştıkça eserlerini sevenler artıyor, büyük sergi salonlarından davetler alıyor ve kitlesi genişliyordu. Ne var ki bu yükseliş çok hızlı oldu, kadın bir anda kendisini sosyete denilen bir mecrada buldu. Kitlesi giderek değişmeye başladı. Takipçileri artık yaptığı eserlerle değil, nasıl biri olduğu, nelerden hoşlandığı, makyaj yaparken hangi markaları kullandığı ile ilgileniyordu. Buna paralel olarak da büyük markalar iş birliği yapmak istiyor, kampanyalar düzenleniyordu. Birkaç yıl içerisinde kadının resimleri instagram sayfasının en altında ezilmiş birkaç post olarak kalmıştı. Artık sadece bir gününü nasıl geçirdiğini anlatan videolar çekiyor ve kendisi hakkında bahsedip selfie fotoğrafları paylaşıyordu.
Tüm bu durum sebebiyle, adam başlangıçta sevdiği kadını kaybettiğini hissetmeye başlamıştı. Çok özgürlükçü biri olmasına rağmen o konuşmayı yapmış ve kadına artık neye dönüştüğünü göstermek istemişti…
“Eskiden birlikte çok daha fazla zaman geçirirdik, doğaya bakıp ilham alırdık. Bir göl gezisinde sen göle bakıp yeni bir resim çizerdin bense gölün bende hissettirdiği şeyleri piyanoma dökerdim. Artık göle çekim ekibinle gidiyorsun ve gölü çekmiyorsun bile… Tüm videolarında sadece sen varsın ve bu sen değilsin…”
Kadın, adamın bu sözüne çok öfkelenmiş, youtubeda adamın en çok izlenen videosunu açıp adama göstermiş ve bağırmaya başlamıştı…
“Demek ben bu değilim, peki ben kimim? Söylesene! Ya sen kimsin? Şu videoya bak… Sadece parmakların görünüyor. Kim olduğunu bence sen bile bilmiyorsun. Çünkü görülmek, bilinmek istemiyorsun. Kendi bestelerini paylaşmıyor, klasik eserleri yeniden yorumlayıp youtuba koyuyorsun. Çünkü kendi bestelerinin milyonlarca izlenmemesinden korkuyorsun. Eserini üretirken sırf yüzünü göstermiyor olman seni mütevazi biri yapmaz. Aksine benden daha büyük bir egon olduğunu, hatta belki de narsist olduğunu gösterir. Bunu bi düşün…”
Adam bunları duyduğu anda sendelemiş, daha fazla ayakta duramayıp piyano koltuğuna oturmuştu. Eliyle piyanonun tuşlarından destek almış, bu esnada da tuşlardan uğursuz bir ses duyulmuştu. Fakat bu uğursuz nota, adamın zihninde, kendisiyle ilgili sahip olduğu düşüncelerin parçalanış sesi yanında ilahi bir tınıydı. Kadın, adamın çöküşü karşısında merhamete gelmiş, yanına oturup onu sakinleştirmek istemişti.
“Özür dilerim, fakat sen de benim canımı yaktın.” dedi kadın. Bir elini adamın piyanonun üzerinde ölü bir beden gibi duran elinin üstüne, diğerini de piyanonun açıkta duran tellerine koyup konuşmasını sürdürdü:
“Bu piyanoyu neden telleri açıkta çalıyorsun? Videolarında neden çekicin tellere vuruşunu özellikle gösteriyorsun?”
Adam bunun nedenini biliyordu, özellikle böyle çekiyordu videolarını:
“Sen de biliyorsun, çıplak olmakla ilgili. Müziğin piyanonun örtüsüyle gizlenmeyip çıplak bir şekilde görülmesini istiyorum. Kaynağından çıkışını, havayı titreştirip müziğin yaratıldığı o anın görülmesini istiyorum.”
“Ben de görülmek istiyorum!” diye araya girdi kadın. Bunu söylerken ani bir refleksle ikisi birden piyano tuşlarına basmış ve tellerin, kadının diğer elini kesmesine sebep olmuşlardı. Bu küçük kesik, kadının içinde tuttuğu duygusal barajların kapağını açmıştı. Kadın ağlayarak odayı terk etmiş, yalnız kalmak istemişti.
O zamandan beri adam piyanonun yanındaki pencerenin önünde oturmuş, eline okuyamayacağını bildiği bir kitap almış, zamanın yaşananları öldürmesini bekliyordu. Eşinin kanı piyanonun do notasındaki telde halen duruyordu. Adamın zihnindeki yönetmen nihayet geçmiş videoları oynatmayı durdurmuştu. Sadece arka fonda kanlı bir piyanodan çıkma, bozuk akortlu gerilim müzikleri çalıyordu.
Gözleri halen tren rayları gibi sonsuza dek uzanıyor gibi görünen piyano tuşlarındaydı. Kadının sorduğu son soruyu düşünmeye başladı. “Neden telleri açıkta çalıyorsun?..” Adam, sebebini bildiğini düşünmesine rağmen kadının, egosu ile ilgili suratına çarptığı gerçekler kafasını bulandırmıştı. Cevap sesin görülmesini istemesiydi ve kadın da görülmek istiyordu… Ses, görüntü, resim, kadının görülme isteği, çıplak, örtüsüz olmak… Zihninde bu anahtar kelimeler çorba gibi karışmaya başladı keza kaynayan bir kazana da bu yakışırdı.
“Bilinmek istemek!”
Kaynayan çorbadan yeni bir tat peydah olmuş, bu anahtar kelime zihninde bir ışık gibi yanmaya başlamıştı. Adam kendi piyano çalışını seviyordu. Kendisinin ne kadar iyi ya da kötü piyano çaldığından bağımsız olarak kendi piyano çalışını seviyor ve bunu göstermek istiyordu. Tam da kendi gördüğü şekilde göstermek istiyor, o nedenle de youtube videolarını çekerken kamerayı bakış açısına koyuyordu. Böylece kendi gördüğü görüntüyü yani piyano çalışını başkaları da görecekti. Klasik eserler youtubeda daha çok aratıldığı için klasik eserleri piyanoda yeniden yorumlayıp çalıyor, bu sayede daha çok izleme alıyordu. Buna karşın kendi orijinal besteleri çok izlenme almıyordu ve o nedenle yeni beste üretmeyi de bırakmıştı. Yani eşine kızdığı şeyi aslında kendisi yapmış, eser üretmeyi ve sanatını bırakmış, daha çok izlenme peşine düşmüştü. Ve bunu kendi yüzünü göstermeme, popülist olmama maskesiyle gizliyordu. Oysa eşi de sadece bilinmek istemişti. Piyanodan çıkan notalar, sesler nasıl tellerin titreşimlerinden çıkışı anında görülmek, duyulmak istediyse; adam nasıl kendi piyano çalışı görülmek ve bilinmek istediyse; kadının kendi hayatını çalıp oynatması da görülsün istemişti. Bu, hep bahsettikleri çıplaklıktı. Fakat ikisi de bir yerlerde özü kaybetmiş, bilinmek isteme güdüsüyle kendi benliklerini aynı frekansa getirememişler, senkronizasyon hatası almışlardı.
Adam nihayet gözlerini piyanodan kaydırıp odadan çıktı, kadının peşinden gitti. Onu nerede bulacağını biliyordu. Hep gittikleri o meşhur göl kenarına gitti. Kadın sarılı parmağıyla resim yapıyor, gözlerinden akan bir damla yaşta batan güneş parıldıyordu. Adam yanına yaklaşıp resme baktı. Resimde, gölün üzerinde siyah beyaz balıklar piyano tuşları gibi dizilmişti ve gökyüzünde dev bir göz onlara bakıyordu. Adam, kadının arkasından sarıldı ve birlikte gözün göle batışını izlediler.
O günden sonra radikal bir karar alıp birlikte hep o hayalini kurdukları dünya turuna başladılar. Üstelik karavanlarına hem piyanolarını hem de resim malzemelerini yüklemişler, sokaklarda sanatlarını icra ediyorlardı. Birlikte bir sosyal medya hesabı açmışlar ve sokak performanslarını paylaşıyorlardı. Adam kendi orijinal bestelerini çalıyor, kadın insanların hayallerini resmediyordu. Bu sefer adamın sadece parmakları değil, yüzü de görünüyor; dahası piyanoyu beraber çalıyor, resimleri beraber yapıyorlardı. Hem insanları görüyor hem de görülüyorlardı. Dünyanın muhtelif sokaklarında, piyanonun tellerinden çıkan titreşimler, resmin boyalarından çıkan kokulara karışıyor; renkler duyuluyor, sesler görülüyordu.
ÖZetle, biliniyorlardı. Diğer tüm bilinmek isteyenlerle birlikte, hem hal olarak, ÖZ’den ÖZ’e, bir ve bütünce.
Böylece o gizli hazine bilinir oldu.
E-Mail ile Takip Et
Her ufuk açıcı yeni yazı yayımlandığında e-mailinize bildirim almak için mail adresinizi kaydedin:Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
BENİM TARAFIMDAN GÖRÜLMEK VE BİLİNMEK İSTEYEN, BANA SAHİP OLMAK İSTEYEN , ORTALIĞA SAÇILMAK ALKIŞLANMAK , SEVİLMEK VE KABUL EDİLMEK İSTEYEN BİR CEVHERİM VAR. FAKAT İNSAN BU CEVHERİN ARZUARINI KENDİSİNİN SANIR VE İSTEYENİN KENDİSİ OLDUĞUNU, SAHİP OLMAK İSTEYENİN KENDİSİ OLDUĞUNU SANIR. BUNU ANLADIĞINDA İNSAN SADECE DURUR ALIP KABUL EDER VE SORAR CEVHERİNE ” SEN NESİN, KİMSİN, İŞİN NE , VE SENİN İÇİN NE YAPABİLİRİM” BU BÖYLE BİR HAL GİBİ ORTAYA ÇIKAR, VE GÖRÜLMEK İSTEYEN KENDİSİNİ GÖSTERMEYE BAŞLAR, NASİBİ OLAN SADECE O CEVHER İÇİN HİZMET SUNAR. KENDİN OLMAK BÖYLE BİRŞEY, DAİREYİ TAMAMLAMAK BÖYLE BİRŞEY……
[…] ediyoruz. En basitinden, bir mekanda var olmak demek sadece vakit doldurmak değil tüm benliğinle gören ve görülen olmak, o zamanda ve o mekanda yaratımda bulunmak demek. Yani o anın qualiasını zihninizde iradi […]