Duygu Yönetimi & Öz Benlik

Ortalama okuma süresi 3 dk.

Duygu yönetimi kişinin kendi duyguları üzerinde farkındalık geliştirmesidir. Duygularımız ve onlar karşısında aldığımız tavır, hayatı yaşayış şeklimizi kökten etkiliyor. Dahası, hayat denilen olgu / kavram; olaylar ve duyguların bir karışımından oluşmuş gibi görünüyor.

Duygu yönetimi hakkında bu kısa ve ÖZ yazımızda; duygularımızı nasıl yönettiğimiz, yöneten kim, duyguları yaşayan kim gibi sorulara cevap bulmaya çalışacağız; aslında kendimizle baş başa kaldığımızda yaptığımız tefekkürleri kolektif bir şekilde yapmaya çalışacağız…

En temel duygulardan biriyle yazıya hızlıca giriş yapalım… Hayal kırıklığı duygusu… Hayattan bir beklentiniz vardır ve hayat, hiçbir şekilde beklentilerinizi karşılamıyordur. Bunun sonucunda içinizde depresyonvari duygular yeşerir; hiçbir şey yapmak istemezsiniz ve bu duygu varlığınızı, benliğinizi ele geçirmeye başlar. Bu duygu içsel benliğimizde zuhur etmeye başladığında, bu duyguyu hisseden kim diye sorgulayalım. Şüphesiz; “beni düşüren bu duyguları hisseden, yine benim”. Fakat ilginç bir şekilde bu duygulara dışarıdan bakıp, duyguyu ve duyguyu yaşayanı tanımlayabiliyorum. O halde, ben diye adlandırdığım varlık bu duyguları yaşamaktaysa, şu an konuşan ve tüm olan bitene tepeden bakıp adlandırabilen varlık nedir?

Blog boyunca anlatılmaya çalışılan “farklı bakış açısı” işte bu bakış açısıdır. Yani sorgulayanı dahi sorgulayabilen, her şeye dışarıdan bakabilen ve olayın / durumun / duygunun içerisinden kendisini çekip çıkarıp objektif bir şekilde gözlemci modunda bakabilen varlık; “ÖZ” benliğimiz diye adlandırılan ve aslında tüm dini öğretilerin temelini oluşturan benliğimizi oluşturur. Elbette bu tanım, tüm tanımlamalar gibi kısır ve sınırlayıcıdır fakat mevcut durumdan bizi çekip çıkarıp daha üst bir konumdan bakabilmemizi sağlar.

Hayal kırıklığını yaşayan kim diye sormak bile, tek başına duyguyu yakalayıp çözümlemeye yardımcı olan bir soru. Akabinde duygunun kendisiyle yüzleşmeye başlarız. Duygu sizi aşağı çekmeye, sorgulayan üst bakış açısına dahi bulaşmaya çalışır. En büyük dilemmalardan biri de bu aşamada yaşanır. O duygunun kendisini ifade edip var olmasına izin mi vermek gerekir yoksa duygunun farkına varıp onu yok etmek mi gerekir?.. ÖZ benliğin kendini ifade etmeye başlaması da bu aşamada yaşanır.

İlgili yazı:   İşaretler...

Kişisel olarak şimdilik vardığım cevap duyguyu dönüştürmek oldu. Keza söz konusu duyguyu görmezden gelmek de; “bırak kendini ebediyen ifade etsin” demek de nihai çözümü sunamıyor. Bunların yerine, farkına vardığımız duyguyu ikna edilmesi gereken bir insan gibi görüp daha pozitif bir duyguya dönüştürebilirsek (muhalif bir seçmenin, iktidar partisi üyesi bir seçmenin fikrini değiştirmeye çalışması kadar zor olsa da) gerçek manada simya sanatını çalıştırmış ve bu dünyaya bedenlenen ÖZ benliğimizle hareket etmiş oluruz. Ki bu eylemimiz, tekamülümüzde bir yapı taşını oluşturur ve ÖZ benliğimizle daha da bütünleşmiş oluruz.

ÖZetle içinde bulunduğumuz duygunun farkında olmak, ona farklı bir kameradan bakabilmek ve duygumuzu dönüştürmek, sadece hayat kalitemizi arttırmakla kalmaz, dahası varoluş düzleminde benliğimizin tekamülünü yükseltir, yolculuğumuzda bizi ilerletir.

Eğer yaşadığınız olaylar sonucu duygusuzlaştıysanız, duygularınıza ket vurduysanız da çözüm aynı. Duyguları dönüştürmek, onları ikna ederek pozitif duygulara dönüştürmek… İkna eden kim diye sorduğumuzda ise aldığımız cevap ve bu cevabı bilmenin ötesinde deneyimlemek, tüm  varoluş amacımızın anahtarı niteliğinde…

Duygularımızın bizi yönettiği değil, ÖZ benliğimizin “aşkın” duygularını yaşadığımız bir varoluş düzleminde görüşmek üzere, iyi duygular… 🙂



Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

4 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Duygu nasıl oluşur sorusunu sormadan önce düşüncenin kaynağına inmekte fayda var;hani birşeye evet yada ebreka dediğimizde ilham havuzundan düşünce harekete geçiyor ve algıladığımız o şeyi şekillendirmeye başlıyoruz ;hoşlanmaya başlarken düşünce duyguyu oluşturmaya başlıyor derken hislerimiz aracıyla düşünceyi yönlendirmeye başladığımızda(duygu düşüncelerin)ve başımıza gelenler arasındaki uyumu farkettiğimizdr kendi gerçekliğimizi yaratmış olmuyormuyuz?

  2. Bu dünya boyutuna , maddenin yanısıra duyguları deneyimlemeye geldik madem hepsini dibine kadar yaşamalıyız. Bastırılmış duygular fiziki bedene zarar verir ve ruhta tamiri zor yaralar açar. Özellikle kızgınlık duygusu ifade edilemezse fiziki bedene ciddi zararlar veriyor. Aşk ve sevgi duygusu ise ruhun varoluş sebebidir. Öz benliğimiz bu duyguları tanıyor ve geçmiş yaşam deneyimlerinden biliyor. Önemli olan nokta öz benliğimiz ile bağlantıda kalıp, bu duygularla nasıl başa çıkacağımızı hatırlamakta.
    2 ay önce annemi kanserden kaybettim, son zamanlarında yanındaydım ve ruhun bedeni nasıl yavaş yavaş öldürdüğünü bizzat gördüm. Keza eşimde kanser ve onunda ruh halini ve yaşadıklarını bizzat görüyorum.Ruh dünyada yaşadığı ruhsal sıkıntılar yüzünden yaşamından vazgeçtiğinde bedene hastalık komutu veriyor. Beden herzaman ruhu dinlemek zorundadır. Tüm hastalıklar önce ruhta başlar, duygusal travmalar ruhta tamiri zor izler bırakır ve bu zamanla iyileştirilmezse bedene yansır.
    Duygular bu yüzden çok önemli. Asla bastırılmamalı ve en önemlisi olumsuz duygular mutlaka dönüştürülmeli.
    Hayat hiç kolay değil , herkes farklı şekillerde yaptıklarının yada yapamadıklarının bedellerini ödüyor.
    Sevgi en büyük duygusal ilaçtır. Ne yapıyorsanız yapın, sevgi ile yapın ve herzaman kalbinizin sesini dinleyin.

  3. Duygu değişimleri temelde kişinin arzuladığına ulaşamaması ya da ulaştığı durumun hayal ettiği duygu ile benzeşmemesi sonucu ortaya çıkar. Temel sorun (herşeyin altındaki sebep) nefis olarak adlandırılan durumdan kaynaklanmaktadır..Kişi öncelikle nefse sonrasında Özbenliğe hakim olur ve tüm duyguları kabullenir ve sever hale gelir. Bu sayede her türlü olay örgüsü tek bir noktaya yani kabullenişe erer.. Sonsuzluğu anlama becerimiz bulunmamakta. Bu yüzden yaratıcıyı anlayamamak, yaşadıklarının sebebini ve amacını kavrayamamak normal bir durumdur. Sembolizm bir çok sorunun cevabını verebilecektir insan zihni için. Dinler de Adem e ilk yaratılan,sonrasından gelenlere Ademoğlu denilmesinin sebebini metafor ya da sembol olarak algılamaya başlandığında söylenmek istenen daha net anlaşılcaktır. Bu konuda kendi özbenliğini eğitmek isteyen kişiler var ise bu yazıyı okuyan, en başta Kuran-İncil-Eski Ahit sonrasında islam felsefesi yapan Farabi (ve karşıtı Gazali), Biruni, İbn Arabi yi kaynak olarak kullanabilirler.. ‘Oku’ sadece bir fiil değildir..

    • Ahmet bey size tümüyle katılıyorum. İşaret ettiğiniz gibi, sembolizmin farklı idrak kapılarını açtığını düşündüğümden blogta çokça sembol yorumlama yazısı yayımladım ve Tedx konuşmam da tamamen bir sembol üzerineydi.

      Oku sadece bir fiil değil önermeniz de çok güzel, keza oku’yu daha çok kendini oku ve tefekkür et olarak alıyorum. Bu da deneyimle / eylemle mümkün.

      Değerli katkınız için çok teşekkürler.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)