Edge of Tomorrow – Yarının Sınırında (Film Analizi)

Ortalama okuma süresi 10 dk.

edge_of_tomorrow_2014_movie-wide

“İnançlarımızdan eylemlerimiz doğar, eylemlerimizden alışkanlıklarımız medydana gelir, alışkanlıklarımızdan karakterimiz oluşur ve karakterimiz üzerine de kaderimizi inşa ederiz.”  –  Henry Hancock

“Kaderiniz, karar anlarında biçimlenir.” –  Anthony Robbins

Bu yazımızda “Edge of  Tomorrow” – “Yarının Sınırında” filmini yine her zamanki gibi zaman ve varoluş felsefesi ekseninde ele alacağız. Filmlerle ilgili yazılarımın başında yaptığım uyarıyı tekrarlamam gerekirse, bu yazı filmin finali hakkında bilgi içerir, o nedenle filmi izleyenler ya da izlemeyi hiç düşünmeyenler okuyabilir. Elbette bu tür filmleri sevmeyen okuyucular olabilir ama film, işlemek istediğimiz konu için sadece bir aracı olacaktır, o nedenle filmi izlemeyenler de isterlerse okuyabilir, pek çok sonuç çıkarabilirler.

Filmin konusunu ilk okuduğumda aklıma 1993 yapımı şu meşhur “Groundhog Day” – “Bugün Aslında Dündü” filmi gelmişti. Malum aynı günü tekrar ve tekrar yaşama temasını ilk o filmde izlemiştik ve ardından aynı temayı işleyen pek fazla film gelmedi, türünün en başarılı örneği olarak bir neslin hafızasına kazınmış müthiş eğlenceli bir filmdi. İzlemeyenlere mutlaka tavsiye ederim. Orada da aynı “Yarının Sınırında” filmindeki gibi başroldeki kahramanımız aynı gün defalarca ve defalarca yaşayıp bir sorunu çözmeye çalışıyordu…

“Yarının Sınırında” filmini izlerken, kahramanımızın her ölüp yeniden başlangıç noktasında dirilişini görünce, bu sefer de aklıma bilgisayar oyunları geldi. En basit “Süper Mario” oyunundan, en son çıkan sanal gerçeklik eseri “Call of Duty” savaş oyununa kadar hepsinde de aynı tema vardır. Oyunda ilerlersin, ilerlersin ve bir noktada başına bir şey gelir, ölürsün. Ölünce başlangıç konumuna geri döner ve ilerlemiş olduğun tüm prosesi kaybeder, baştan başlarsın. Lakin canların sınırlıdır, canların bitince artık ölme lüksün yoktur oyunu ölmeden bitirmen gerekmektedir yoksa tekrar başlama şansın olmaz. Filmi izleyenler ne demek istediğimi anlamış olmalılar. Filmde de kahramanımız ölüp tekrar dirilmeleri sonucunda öğrenip biriktirdiği deneyimlerle belirli bir yere kadar geliyor ama sonra kan kaybedip haklarını yitiriyordu. Nitekim bundan sonrasını ölmeden tamamen kendi gücü, cesaretiyle başardı.

Film bittikten sonra ise filmin ne demek istediğini çok iyi anlamış bir şekilde salondan ayrıldım. Bu film kader üzerine yazılmış çok hoş bir senaryodan ibaretti aslında… Sadece kader değil ölüm ve yaşam; blogumuzun başından beri vurguladığımız insan hayatında zamanın öğrenme ve gelişime etkisi ve sürekli döngülerle evrimleşen değişen varoluşun örgüsü ve amacı üzerine net göndermeler yapıyor film. Bunları tek tek açamaya çalışacağım…

Önce durumu netleştirelim… İnsan doğar yaşar ve ölür. Bazıları doğduğu anda ölür, bazılarıysa doğumunda 127 sene sonra ölür. peki doğduğu anda ölen bebekle 127 sene sonra ölen insanın ölümlerinden sonraki benlikleri hakkında ne düşünebiliriz? Doğduğu anda ölen bebek hayatla etkileşime geçmemiş, henüz hiç birşey öğrenmemiş, hiçbir deneyim yaşamamış, eğer bu bir sınavsa hiçbir sınava girmeden derslikten çıkmış demektir. Eğer ölümden sonra benlik ya da ruh ya da atman, adına her ne diyorsanız bu varoluş seviyesi devam ediyorsa, bu bebeğin akıbeti ne olabilir? Peki 127 yaşında ölen adamın ölüm sonrası hayatında edindiği deneyimler onun için ne ifade eder? Hepsi anlamsız mıdır eğer artık cennette ya da cehennemde yaşamaya devam edecekse, yoksa bu deneyimler ona birşey katmış mıdır?

Çok zor sorular, biliyorum… O zaman gelin bunu bir düşünce deneyine dönüştürelim. Diyelim ki hayat bir bilgisayar oyunu. Ya da aynı günü değil de aynı milyarlarca yıllık döngüyü sürekli yaşamak hayat… Bilmem kaç milyar yılın sonuna geldiğinde başa dönüp baştan başlıyor. Sürekli… Neden mi? İdeale ulaşmak için belki de… Sanki tanrı düşünüyor, yapıyor, tekrar bozuyor, tasarlıyor, olmuyor, sil baştan bir daha… O zaman insan ölünce cennet ya da cehennemde pinekleyen bir varlık olarak değil de sürekli aktif olarak yaşayıp duran ve bu büyük döngünün içerisinde küçük bir dişli gibi kendi döngülerini yaşayan bir varlık olarak tasarlanıyor bu düşünce deneyinde. Amaç bir sorunu çözmek olsa gerek tam olarak sorunun ne olduğunu bilmesek de. Aynı filmdeki kahramanımız gibi. Sorunu çözmek için her öldüğünde sıfırlanıp başa dönüyor ve tekrar deniyordu. Bu esnada sadece kendisi biliyordu amacı. Geçmiş olmayan geçmişte, yaptıklarını bir tek o hatırlıyordu, bu sayede zamansız bir zaman boyunca sıfırdan başlayarak öğrendiklerini kümülatif olarak biriktirerek mükemmele ulaştı. Kahramanımız, filmin başında kan görmekten korkan biri iken filmin sonunda ölüm makinesi diyebileceğimiz bir süper asker haline gelmişti dünyalarını yok eden uzaylılara karşı. Ve tek başına tüm dünyayı kurtarabildi. Sadece aynı günü tekrar ve tekrar yaşayıp ideal çözümü bularak bunu başardı. Bu bir labirent gibiydi. Yanlış yollara da saptı bazen, çıkmaz sokaklara da girdi, bazı çözümler aradığı cevap değildi, yanıldı ve geri döndü. Bazı günler bir bara gitti ve hiç birşey yapmadı, hiç birşey yapmadığında kendi dünyasının çöküşüne şahit oldu gözleriyle.  Bu metaforu dünya ölçeğine vuralım şimdi. Hepimiz bu dünya üzerine yaşayıp bize biçilen rolleri gerçekleştiriyoruz. Bir yandan da içimizden gelen şeyleri yapıyoruz. Amaç ne bilmiyoruz, biz bir şey gerçekleştirmeye çalışan organizmalar gibiyiz. Neden ve nasılını bilmiyoruz, sadece yapıyoruz. Bu esnada yanlış yollara da sapıyoruz, kimimiz kötülük yapıyor kimimiz aynı kahramanımız gibi kendini öldürüyor kimimiz hiç birşey yapmayıp barda içki içiyor kimimizse anlamaya çalışıyor… Sonsuz bir labirentteyiz sanki ve her yolu deniyoruz. Her şeyi yapabilecek kudrete sahibiz, yeter ki isteyelim. İstiyoruz ve yapıyoruz, irademize hiç birşey engel olamıyor. Biz yaptıkça sanki bir şey daha denenmiş oluyor. Ölüyoruz ve yeniden geliyoruz, bu sefer başka şeyler yapıyoruz o da olmuyor belki o da yanlış bir yol ya da doğru yolun bir parçası. Ama bize yolun tamamı lazım. Neden? Bilmiyoruz, filmdeki kahramanımız kadar şanslı değiliz daha önce öğrendiklerimizi hatırlayıp onun üstüne koyarak ilerleyecek. Ya da belki de hatırlıyoruzdur. Ölünce tüm yaşantılarımızdaki deneyimlerimizi hatırlıyor ama çözümden çok uzak olduğumuzu görüp tekrar atlıyoruzdur soğuk sulara… Tekrar ve tekrar ve tekrar… Evrenin nihai sonuna kadar öğrenebildiğimiz kadar çok şey öğreniyoruzdur, deneyimleyebildiğimiz kadar çok fazla sayıda şey deneyimleyerek. Son geldiğinde ise bilmediğimiz sorunun bilmediğimiz cevabı bizzat kendimiz oluyoruzdur belki de.

İlgili yazı:   Hayatın Senaristi

Tüm bunlar olurken, başımıza bir şeyler gelirken bunlara kader gibi adlar takmaya başlıyoruzdur belki de. Filmde kahramanımızın silahının emniyet kilidinin nasıl açılacağını öğrenmesi için birkaç deneme yapıp ölmesi gerekti ama sonunda öğrendi. Esas kızı ölümden kurtarabilmek için ikisinin de birkaç deneme yapıp defalarca ölmesi gerekti. Tekrar başladıklarında tüm yanlış yolları elediler ve doğru olanı, ikisinin de hayatta kaldığı yolu buldular. Bizim de mesela kaybetmeyi öğrenmemiz için çok sevdiğimiz birini kaybetmemiz gerektir belki de. Hem de saçma sapan bir trafik kazasında… Ya da kaybetmeyi öğrenmek için yeni doğmak üzre olan bebeğimizi doğum esnasında kaybetmemiz gerektir. O zaman o bebeğin ölümü aslında sadece bir görevi yerine getirmeye çalışan bir varlığın rutin döngülerinden biri oluyor. Bebeğin rahimden çıkış yolunu bulmaya çalışmasını, filmdeki kahramanımızın savaş alanından çıkış yolunu bulabilmesi için defalarca deneme yapıp ölüp dirilmesine benzetebiliriz. Bu sayede hem bebek hem de çocuklarını kaybeden anne baba bir hayat döngüsü içerisinde öğrenmeleri gereken deneyimleri yaşamış oluyorlar ve ölüp yeniden dirildiklerinde resetlenmiş olarak yeni döngülerine başlıyorlar. Hatta doğumu esnasında ölen bebek bir sonraki denemesinde çıkış yolunu doğru bularak 127 yaşına kadar yaşayabilir. Bu sayede aynı varlık hem doğum anında ölme hem de uzun yaşamayı deneyimlemiş olabilir. Dahası tek bir varlık her şeyi deneyimleyebilir ki bu da dünya nüfusunun kaynağına da götürebilir bizi. Her şey tek bir kadın ve erkekten ya da primattan başladıysa, o zaman aslında tek bir varlık kendini milyarlarca biçimde gösteriyor olabilir. Aslında tüm deneyimleri yaşayan tek bir varlık olabilir ve büyük döngünün, evrenin döngüsünün sonuna gelindiğinde tüm varoluşu tek bir benlikte toplayarak tekrar sıfırlanıp evrene format atıp baştan başlayabilir, başlatabilir…

Tüm bunlar ekseninde kaderi tekrar ele alırsak kader bizim başımıza gelmesi gereken şeylerden ziyade bizim yapıp etmelerimizin sonucunda elde ettiğimiz kişisel başarı ya da başarısızlıklar bütünü olmalı. Filmde kahramanın başarısı bir kader miydi yoksa onun defalarca ölüp yeniden aynı güne başlayarak elde ettiği birikim ya da tüm yolları deneyerek doğru yola ulaşabilmesi sonucunda elde ettiği bir şey midir? Kahramanımız, kendi kaderini kendisi yazmıştır bu durumda. Çünkü hiçbir şey yapmadığında olacakları da görmüştü. Dünyanın yok oluşunu gördüğü sahnede durup bu kader diyebilir miydi? Çünkü kurtuluş ellerindeydi. Öte yandan kendisine bu yeteneğin gelmesi, yani zamanda geriye gidip günü baştan başlatabilme yeteneğinin gelmesi kader miydi? Çünkü ilk başta bundan haberi bile yoktu ve bunu kendisi istememiş, kendi üzerine gelmişti bu yetenek. İşte buna müdahale diyebiliriz. Nitekim bu müdahale metaforu filmde de geçiyor. Hatırlarsanız eğer bunun olacağını biliyorsa bu yüksek benlik sahibi uzaylı varlık neden önceden olanları görüp bunu engellemiyor  diye sorulmuştu. Bu soruya cevaben bizi mükemmele ulaşmamızı isteyen bir varlıkla karşı karşıyayız, bunu bilerek yapıyor sanki deniyordu. Çok geniş alt anlamları olan derin okunması gereken bir diyalogtu bu. Öyle ki şu an bunu doğru kelimelerle açıklayabileceğimden emin değilim, tam olarak sözlerle ifade etmek zor. Bunun için Demiurgos & Adem adlı yazımı okumanız ve üzerine düşünmeniz gerek.

İlgili yazı:   Her Şey Her Yerde Aynı Anda Film Analizi

Özgür irade sahibi varlıklar olarak her seçim yaptığımızda yeni olasılıklar açılır önümüzde ve onların arasından da bir tanesini seçeriz ve tekrar ilerleme yolunda yeni olasılık seçenekleriyle karşılaşırız ve bu sonsuza dek sürer. Bu bağlamda biz bir hint fakiri olmayı ya da dünyanın en zengin adamı olmayı seçebiliriz ardı sıra gelen seçim kombinasyonlarıyla. (Kelebek Etkisi) Özgür irade işte bu şekilde kendi kaderimizi kendimizin örmesini sağlar. Başımıza gelen şeyler bizim kaderimiziden ziyade yaptığımız seçimlerin sonucudur. Tekrar ve tekrar deneyerek daha önce seçmediğimiz bir yolu seçip, eğer bunu değil de onu seçseydim başıma neler gelirdiyi görebiliyoruzdur belki de… Yıllar önce hayır dediğiniz o size teklif eden insana evet demiş olan bir başka siz belki de şu an onla çok mutlu ya da mutsuzdur. Belki bir sonraki denemenizde siz hayır yerine evet diyecek ve o yolu da deneyeceksiniz. Ta ki tüm olasılıklar denenene ve tüm varoluş kombinasyonları gerçekleşene dek. Nihai sona gelindiğinde ise aynı filmin finalinde başarılar gerçekleşmesine rağmen esas kızın esas erkeği, kahramanımızı tanımaması, ilk defa karşılaşır gibi bakmasına benzer bir şekilde bir yabancılaşma gerçekleşecektir. Belki de bu unutuş, varoluşun başına götürecektir bizi ve bu sayede varolmaya devam edeceğizdir sürekli. Tek bir cevap, varoluşu sona ve tek bir soru varoluşu başa getirip herşeyin devinmesini sağlıyordur belki de… Zaten o nedenle soruları hep cevaplardan daha önemli bulmuşumdur. Soru ilerleme sağlar, Cevap “pause” tuşu gibidir, durdurur.

Tüm bunlardan sonra biraz kafa dağıtmak için yazıyı filmin başka bir okunuşuyla bitireyim. Çok katmanlı okunabilecek bir film çünkü işin içinde Tom Cruise var malum… Uzaylılarla kafayı bozmuş olan Scientology tarikatının biricik üyesi… Scientology tarikatinin kuruluş hikayesini okursanız filmle arasında pek çok benzerlik bulacaksınız. Daha fazla komplo teorisi yapmak gerekirse; Cruise’nin bundan önceki filmi olan “Oblivion” filminde de içinde dünyaları istila eden uzaylı bir yaşam formu barındıran bir piramit dünyayı yönetiyordu ve filmin sonunda Cruise bu piramidi patlatıyordu. Aynı tema bu sefer Fransa’daki Louvre Müze’sindeki cam piramit kullanılarak işlenmiş. Bunda da dünyaları istila eden uzaylı yaşam formu bir tür ortak zihindi. Yarının Sınırında filminde de, Oblivion fiminde de bu uzaylı formu kitle biçiminde ortak merkezli bir organizma olarak hareket ediyordu, yani tüm uzaylılar tek bir merkezi sinir sisteminden kontrol ediliyordu. Aynı şekilde Louvre Müzesi’nin altındaki piramitte saklanan uzaylı formunun merkezi sinir sisteminin patlatılmasıyla bitti film. Scientology tarikatinin başka tarikatlarla alıp veremediği gizli bir savaş var gibi görülüyor. İşin detayına inmek istemiyorum burası bir komplo teori sitesi olmadığı için ama bu savaş filmlerde de kendini gösteriyor ve pek çok benzer temalı ya da birbirlerine cevaben yapılmış film gösterebilirim bu konuda. Ayrıca pek çok işaret de var. Filmin avrupada geçmesi bile önemli bir detay emin olun…

Sizin de aklınıza benim kaçırdığım şeyler gelirse ya da filmde ilgincinize giden yerler varsa söylemekten çekinmeyin, yeni anlamlar çıkartabiliriz.

Hepinize keyifli seyirler, keyifli deneyimler! 🙂


Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

10 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

    • Filmde çıkartığım asıl bi ilginc düşünce ise, biliyoruz ki tarihte yaşanmis bütün savaşlarda insanların hiç nedenini sorgulamadan savaşmasi.. Mesela günümüzde baktığımzda ortadoğuda oynan oyunların hemen hemen hiç bitmiyor. Mağlum maden bölgesi olarak önemli stratejiye sahip bir bölge ve durum böyle olunca da sömürgeci devletler için iyi bi oyun yeri.. Buda her geçen gün yeni bi ideolojik, dinsel, mezhep veya etnik savaşlar ortamı yaratip kendi istediklerini elde ediyorlar bu devletler.. Eğer halk bunlara neden olan asıl olayı çözümleseler yani bu kargaşayı yaratan asıl büyük yılanin başını ezip bu ortadoğuda oynanan oyunları halk anladığı zaman kimse onları altetmiyeceklerdir. Bu İŞID terörü içinde geçerli orda ne kadar İŞID militinı öldürdüğün önemli değil onlarin başındakini öldürmeden oyun bitmez velhasıl. Nasıl ki filmdeki omurgayı öldürüp savaşı kazandıysa bizde Ortadoğu’daki o büyük yılanın başını ezmeden bu akan kanı durdurmayacağız. Yani şahı mat etmeden bu savaşı kazanmayıcağız.. Umarım anlamışsınz bu filmdeki asıl düşünceyi…

  1. Filmde çıkartığım asıl bi ilginc düşünce ise, biliyoruz ki tarihte yaşanmis bütün savaşlarda insanların hiç nedenini sorgulamadan savaşmasi.. Mesela günümüzde baktığımzda ortadoğuda oynan oyunların hemen hemen hiç bitmiyor. Mağlum maden bölgesi olarak önemli stratejiye sahip bir bölge ve durum böyle olunca da sömürgeci devletler için iyi bi oyun yeri.. Buda her geçen gün yeni bi ideolojik, dinsel, mezhep veya etnik savaşlar ortamı yaratip kendi istediklerini elde ediyorlar bu devletler.. Eğer halk bunlara neden olan asıl olayı çözümleseler yani bu kargaşayı yaratan asıl büyük yılanin başını ezip bu ortadoğuda oynanan oyunları altetmiyeceklerdir. Nasıl ki filmdeki omurgayı öldürüp savaşı kazandıysa bizde Ortadoğu’daki o büyük yılanın başını ezmeden bu akan kanı durdurmayacağız. Yani şahı mat etmeden bu savaşı kazanmayıcağız.. Umarım anlamışsınz bu filmdeki asıl düşünceyi…

  2. Filmde çıkartığım asıl bi ilginc düşünce ise, biliyoruz ki tarihte yaşanmis bütün savaşlarda insanların hiç nedenini sorgulamadan savaşmasi.. Mesela günümüzde baktığımzda ortadoğuda oynan oyunların hemen hemen hiç bitmiyor. Mağlum maden bölgesi olarak önemli stratejiye sahip bir bölge ve durum böyle olunca da sömürgeci devletler için iyi bi oyun yeri.. Buda her geçen gün yeni bi ideolojik, dinsel, mezhep veya etnik savaşlar ortamı yaratip bunları kendi lehine çeviren çıkar amçlı sömürgeci devletlerdir.. Eğer insanlar bunlara neden olan asıl olayı çözümleseler yani bu kargaşayı yaratan asıl büyük yılani öğrenseler bu ortadoğuda oynanan oyunların kirliliklerini silerler.. Bu İŞID terörü içinde geçerli orda ne kadar İŞID militinı öldürdüğünüz önemli değil onlarin başındakini öldürmeniz önemli. Nasıl ki filmdeki omurgayı öldürüp savaşı kazandıysa bizde Ortadoğu’daki o büyük yılanın başını ezmeden bu akan kanı durdurmayacağız. Yani şahı mat etmeden bu savaşı kazanmayacağız. YOKSA PİYONLARI ÖLDÜRDÜRMENİZ ÖNEMLİ DEĞİL.. Umarım anlamışsınz bu filmdeki asıl düşünceyi…

    • İlgini için teşekkürler. Kesinlikle çok doğru bir bakış açısı. Anlamsızca savaşıyoruz. Gerçekten hiçbir anlamı yok ve savaşan için. Ama savaştıran için anlamı var. Daha fazla silah, daha fazla kaos ve daha fazla para… ne yazık ki omurganın merkezi çok güçlü ve merkezi patlatmak filmlerdeki kadar kolay değil.Görünmez kolları her yöne dağılmış. yine de imkansız değil ama önce irade gerek. Yani insanların kendilerini gerçeklere açmaları ve savaşı istememeleri gerek.

  3. …Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 6)
    Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur. (Lokman Suresi, 20)
    Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltsin. (Fetih Suresi, 2)

    Bu yazınız bana Allah ın üzerimizdeki nimetini tamamlama temalı ayetlerini getirdi.

    • Bu blogu ve yazmayı işte bu sebeple seviyorum 🙂 Katkınız için teşekkürler. Farklı bakış açıları ve her bakış açısının tek bir yere çıkması… Acı ile arınmak salt İslam’a ait değil en ilkel kabile dininden üç büyük dine kadar hepsi için geçerli bir olgudur. Bu mutlaktır. Daha dün izlediğim bir filmde yaratanın sevdiklerine acı verdiğini, acı ile kendini buldurduğunu, özüne döndürdüğünü söylüyordu. Tamam olmamız için gereken süreçler var ve hepsi de ne kadar acı ya da huzur dolu olursa olsun değerli. Kaldı ki Allah her şeye kadir olansa eğer, bir şeye ihtiyacı yoktur. Yani sadece verir. Bize de düşen kabul etmektir verdiği her şeyi. Şevkle aldıkça, onun huzuruna ereceğiz.

  4. Merhaba… lucy filmini yıllar önce izlemiştim. O zamanlar güzel bir olarak değerlendirmiştim. Geçenlerde bu tarihten yaklaşık 3 hafta önce otobüsle seyahat ederken vakit geçirmek için bi daha izledim. İzlediğimde farketmediğim bir sürü anlam çıktı karşıma. Üç gün önce bir daha izledik eşimle. Sonra google’ dan lucy film analizlerine baktım. Bu blog çıktı karşıma. Hayatım boyunca ben de evreni, kendimi, amacımızı… gibi konuları derinlemesine olmasa da sorgulardım. Ama son 2 yıldır bunu artık aktif biçimde yapıyorum. Bloğunuzda lucy’ nin analizini okuyunca diğerlerini de okuma isteği duydum. İlk yazınızdan başlayarak bugün ‘ yarının sınırında’ analizinde birşey dikkatimi çekti.
    – Her şey tek bir kadın ve erkekten ya da primattan başladıysa, o zaman aslında tek bir varlık kendini milyarlarca biçimde gösteriyor olabilir. Aslında tüm deneyimleri yaşayan tek bir varlık olabilir.
    Peki sizce bu tek varlık tanrı ise vücut bulduğu her varlığın kendine ait iradesi mi vardır?
    Bu yazı 2014 de yazılmış. Şu an 2019 yılındayız. Düşüncelerinizi o gün yazarken siz, şimdi yanıtlayan siz olarak ifade ederseniz çok sevinirim.
    Yazılarınıza devam etmeniz dileğiyle…

    • Sevgili Derya merhabalar, Zamanın Ötesi’ne hoşgeldiniz 🙂

      Evet, blog boyunca bahsettiğiniz görüş üzerine; yani tek bir varlığın her şeyi deneyimlediği üzerine tefekkürlerde bulunup zaman içinde değişen fikirlerimi bu ana eksen çevresinde tartışmaya açıyorum.

      Kuantum fiziği şimdilik bu görüşü destekleyen en güçlü argüman. Kuantum fiziğine göre tek bir parçacık (bu parçacık hem dalga hem de parçacık özelliklerine sahip) etrafımızda gördüğümüz, deneyimlediğimiz, hissettiğimiz her şeyin hem sebebi hem de sonucu.

      Bu yazıyı yazdığım zamandan bu zamana kadar geçen süreçte benlik kavramı üzerine çokça tefekkür ettim. Kuşkusuz maske benlikler takıyoruz. ÖZ’den konuşmuyor, ÖZ’ümüzden geldiğince yaşamıyoruz. (Bunu yapabildiğimizde zaten misyonumuzu tamamlayacağımızı düşünüyorum.) O halde bu takındığımız ya da yaşam deneyimlerimizle oluşan maske benliklerimizi irdelemek gerek. Bu konu üzerine yani ben kimim ve irade üzerine de blog boyunca çeşitli yazılarım mevcut. İnceleyebilirsiniz.

      Sorunuza cevaben şunu söyleyebilirim ki; sahip olduğumuz bu maske benliklerin de kendine ait iradeleri var. Eğer böyle olmasaydı, varoluşun; yani tanrının kendini deneyimlemesinin bir anlamı olmazdı. Tanrının kendi yaratımında kaybolması, yaratılış sürecinin bir evresi.

      • Hoşbulduk:)
        Teşekkür ederim cevabınız için, diğer yazılarınızı okuyayım şimdi:)

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)