Entropinin en basit tanımı şudur: “Kainatta her şey, kendini minimum enerji ve maksimum düzensizliğe çekmek ister.”
Yani her şey,ama her şey dağılma ve bozulma eğilimindedir. Dalından koparılmış bir elma giderek bozulmaya başlamasını buna örnek verebiliriz. Hatta dalından koparmasanız da bir süre sonra elma düşüp toprağa karışacak ve bozulacaktır. Oysa bir zamanlar tüm düzenliliği ve fonksiyonelliğiyle mükemmel bir elmaydı. Onu yiyebilir ve onun size verdiği minik de olsa enerjiyle metabolizmanızı besleyebilir ve kendinizin düzenini koruyabilirdiniz.
Entropiyi zaman ekseninde ele almak gerekir. Bir vazo kırıldığında onu tekrar eski haline getiremezsiniz. Yani düzenli olan vazo entropiye uğramış ve düzenini kaybetmiş, düzensiz olmuştur. Geri de alamazsınız. Yani entropi zaman gibi doğrusaldır. Zamanın doğrusal olduğu şimdilik bir ön kabul, Einstein bunu öne sürmüştü ama kuantumdan sonra bu teori büyük ölçekte çöktü. Bunun anlamı basitçe şu an hem dünü, hem bugünü, hem de yarını yaşıyor olabiliriz ya da yaşayan yapılar, maddeler olabilir. Ama bu da sadece bir teoridir o nedenle gözlem veren teori zamanın doğrusallığıdır. Yani şimdilik zaman eğilip bükülebilen bir çubuk gibi ve deterministik. Yani sebep ve sonuçlar var. Yani önce vazoya çarparsınız, vazo yere düşer ve kırılır. Vazoyu bir zamanlar düzenli, kırık olmadığı bir ana geri döndüremezsiniz. Zaman gibi doğrusaldır derken bunu kastediyordum. Geri döndürülemez. Ama zamanın doğrusallığı da, entropinin doğrusallığı da şu anki gözlemlerimiz doğrultusunda bir ön kabuldür. Bunları dogmalaştırmayın. Değişebilir.
Evrendeki her şey dağılır. Galaksiler birbirinden uzaklaşır, güneş ısısını kaybeder günden güne, bundan 5 milyar yıl sonra da olsa bu ısı kaybı yüzünden bir gün o da ölecektir. Evren top yekün bir gün tüm enerjisini kaybedecek ve geriye tek bir parıldayan yıldız bile kalmayacaktır. Tamamıyla yok oalcaktır. Bu süre hesaplamalara göre çok çok uzun süreler sonra olacaksa bile bir gün olacaktır. İnsan entropiye uğrar, hücreleri ölür, kendi ölür… Boşuna termodinamiğin ikinci yasası değildir entropi. Entropiden hiç birşey kurtulamaz.
İnsan da kurtulamaz. İnsanlar da aynı elma gibi bozulma eğilimindedir. Giderek hem fiziksel olarak hem de düşünsel olarak dağılırız. Misal baskı ile kontrol altına alınan toplumlar o baskıyı kırmak isterler. Çünkü baskı onları bir düzene sokmak ister ancak toplum daha düzensiz olmak ister. Aynı bir şişedeki gaz gibi. Şişeyi açtığınızda gaz daha düzensiz olan dış ortama kaçmak ister, oysa şişenin içinde düzen vardır…
Duygularımız bile entropiye uğrar. Severiz, sevdiğimizde sanki hayatın anlamını bulmuş gibiyizdir. Sanki hayatta doğru yer ve doğru zamanda, tam da olması gereken yerdesinizdir severken. Hayatınızı düzenli hissedersiniz, doğru hissedersiniz. Ama bir süre sonra sebepsiz yere bozulur bu düzen. Ya karşınızdaki ya da siz artık bu düzeni istemezsiniz. Bazen aldatır, bazen aldatılırsınız bu düzeni gizli gizli yıkmak için. Bir süre sonra da ayrılırsınız. Düzen bozulur, entropiye uğrarsınız. Her yeni başlangıcın istisnasız bir katili vardır; entropi. Odanızı toplarsınız, bozulur. Çiçek yetiştirirsiniz, solar. Mutlak sonu getiren entropidir.
Entropiden kurtulmanın tek yolu mutlak sıfırdır. Yani -273 santigrat derece. Eğer kendinizi bu derecede dondurursanız asla yaşlanmazsınız, garantisini veririm.
Peki entropi ve zaman arasındaki ilişki nedir?… Sihirli soru bu. Zaman yüzünden mi her şey entropiye uğrar? Yoksa entropi mi zaman olgusunu / algısını yaratmıştır?
Soruları açmak gerekirse; zaman akıp giderken mi bu bozulmalara yol açıyor peşinden? Zaman gerçekten doğrusalsa o zaman sanki bir buldozer gibi ilerlediği yolda önüne geçeni yıkıp geçiyor mu? Entropiye bu mu yol açıyor?
Yoksa entropi; maddenin, daha doğrusu atomun, daha da doğrusu atomaltı parçacıkların bir karakteristiği ve bozulmalara bu atomaltı parçacıklar mı yol açıyor? O zaman entropiyi durdurmanın ya da geri çevirmenin bir yolu var mıdır bu atomaltı parçacıkların ayarlarıyla oynayarak? Düşünsenize, entropiyi durdurmak yaşlanmayı engellemek demek olurdu. Entropiyi geri çevirmek ise ölüleri bile tekrar diriltmek olabilirdi.
İkinci teori şimdilik daha çok gözlem veren bir teori. Çünkü maddenin / hareketin zamanı yarattığını biliyoruz. Şimdi bu ikinci teorinin, yani zamanı entropinin yarattığının gerçek olduğunu varsayalım. Entropiyi de maddenin bir özelliği olduğunu kabul edelim bu bağlamda. Atomaltı parçacıkların da davranışlarını çözdüğümüzü ve maddenin bozulmasını durdurabildiğimizi, geri çevirebildiğimizi farzedin. (Hali hazırda atomların elektron seviyeleriyle oynayarak doğada saf halde bulunmayan yep yeni maddeler meydana getirilebiliyor.) O zaman entropiyi geri çevirmek nelere yol açardı, bu teknolojiyle neler yapabilirdik?…
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Bir yandan fiziksel doğa termodinamiğin katı kurallarıyla düzensizliğe yönelirken, öte yandan biyolojik doğa enerjiyi kullanarak düzen kurmaya çalışıyor 🙂
Aslında evren düzenden düzensizliğe geçerken hayat düzensizliğin içindeki düzen
İkinizin de dediği gibi sanki bir savaş var burada. Hayatın anlamı nedir sorusu belki de entropiye karşı savaştır. Hatta bu savaşta canlılık DNA ile 1-0 öne geçmiştir bile. Malum DNA, içinde barındırdığı veri bankasıyla bilginni yok olup gitmesini engeller ve bir sonraki nesillere aktarır. Bir bayrak yarışı gibi. Belki de evren yok olup giderken biz de bu kümülatif bilgilerle evrenden çıkmanın bir yolunu bulacağız.
Evren zihnimizdir dolayısıyla zihnimizde ürettiğimiz her fikir gene bu evren içindedir ve fikirlerimiz bu evren içinde anlamlıdır ki bu evrenin dışında yokuz anlamına gelir.
O zaman bir de şöyle bakalım. Biz olmazsak evren ne olur? Ya da insanın olmadığı zamanlarda evren nasıldı? Ya da yok muydu?
Evrenin ve varlığın zihnin bir ürünü olduğunu düşünmüyorum. Ben, bizden bağımsız olarak bir gerçeğin var olduğuna inanıyorum. Yani, insan hiç var olmasaydı bile evren var olurdu – ki bu uzak geçmişte böyleydi – ve bu evrenin ve barındırdığı herşeyin gerçekliğinde bir eksilmeye sebep olmazdı.
Ben de öyle düşünüyorum o nedenle Resul Bey’in cevabını merak ediyorum.
İnsan algısı evreni doğru algılayabilecek kapasitede olmayabilir, buna katılırım. Nitekim algı, çok kolay manipule edilebilen bir şey. İnsan faktörünün evreni etkilediğini de kabul ediyorum çünkü salt gözlemin bile sonuçta radikal değişikliklere yol açtığı deneylerle sabittir. Ama komple evren olgusunun insan zihninin bir üretimi olduğuna inanmıyorum. Bir güç var dışarıda.
Evrenin doğum öncesi ,doğumu, şimdiki hali ve gelecekteki haliyle evren her yönüyle henüz anlaşılamayan ve yaşamın sırlarını içinde barındıran bizi sınırlandıran bir örtü.İnsan gözlemleri ile bu evrendeki olayları etkiliyor (kuantum mekanikde olduğu gibi) bu da insanı bu evrende farklı bir yere koyuyor insanı evrenin bir parçası olmaktan çıkarıyor…
İnsanın evreni gözlemi tam olarak nasıl evrene bir müdahaleye sebep oluyor tam olarak bilmiyorum ama bu durumda diğer canlıların da evreni gözlemlemesinin – her ne kadar bir anlam çıkaramıyor olsalar da – evrende bir değişime sebep olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyebilirsek, insanın diğer canlılardan fazla bir farkı (bu anlamda) olmuyor.
Aynen öyle. Kelebek etkisini izlemişsinizdir. Bu tarz bir de bay hiç kimse diye bir film var. İzlemediyseniz seveceğinizi düşünüyorum. Bir yaprak düşünün. Sonbahardayız, kurumuş bir yaprak. Rüzgarda uçuyor uçuyor ve yüzümüze çarpıp yere düşüyor. Siz de bir saniyeliğine duraksayıp sonra yolunuzda yürümeye devam ediyorsunuz. Birazdan belki de sarhoş bir sürücünün geçeceği bir yoldan karşıya geçeceksiniz ve o 1 saniyelik duraksama sayesinde siz çarpılmaktan kurtulmuş ya da çarpılmış olabilirsiniz o sarhoş sürücüye. Yani hayatınız bir su damlasında, bir kuru yaprakta olabilir.
veya yapılan elektron deneylerınde gözlenen odur ki elektron eger bir gözlemci varsa başka sekilde yoksa başka şekilde davranmaktadır.
Evet ve o konuda, yani neden bunun böyle olduğu konusunda farklı teoriler mevcut. Sadece ortamda bulunan, sisteme müdahale etmeyen şeylerin bile sistemde radikal değişikliklere yol açması; aslında her şeyin ne kadar hassas olduğunu gösteriyor. Bahsettiğiniz deneydeki gözlem aslında katrilyonda bir oranında bile etkilemiyor ortamı ama küçücük bir değişiklik elektronların hangi yarıktan geçeceğini etkiliyor. Belki de atomaltı parçacıklar aslında bilinçli şeylerdir. Cern’de bulunamayan şeyin neden bulunamadığı, zor gözlemlendiğini araştırın derim çok ilginçtir.
elektronu gözlemleyen gözlemci mikroskobun arkasındaki göz m / elektron gözlemlenmediğinde nasıl davrandığı nasıl biliniyor, elektron canlı gözlemciye göre mi davranışı değiştiriyor sadece ?
Gözlemlenmediğinde elektronun vardığı sonuç değişiyor. Yani elektronun ilerlediği yol gözlemlenmediğinde nihai olarak vardığı noktada farklı bir davranış sergiliyor. İlerlediği yolu ister elektronik cihazlarla ister insan gözüyle gözlemlediğimizde ise bu sefer nihai vardığı nokta, yolun gözlemlenmediği noktaya göre farklı bir yerde oluyor. Yani sonuca bakıyoruz.
Nasil bakarsan oyle gorursun. Bu sosyal bilimcilerin soylemi. Quantum dunyasinda bireylerin uzay zaman icinde yol alirken kendi evrenlerini olusturmasindan bahsediliyor. Yani etkeniz edilgen degiliz. Ozgur irademizle kendi yazgimizi olusturabiliyoruz. Simulasyon evreninde yasadigimiz da soyleniyor bu da baska bir teorem. Einsteinin sozu “biz bakmadigimiz zaman ay orda gercekten duruyormu” sozu dusundurucu gercekten. Tum hepsini birlestirip dusundugumuzde elektron biz baktigimizda neden farkli oluyor anlam kazanabilir. Bu elektron zaten dalga fonksiyonu paterni cizip tum evrene tum formlarda dagilmiyor mu? Ya da daha derin bir soru: Bakarak degisen elektron gercekte var mi?
Bu evrenin dışında zamandan ve mekandan bağımsız, zaman kendisinin bir yaratımı olan, herşeyi kontrol eden ve kendisini – inanılmaz – derecede gizleyen bir yaratıcı olduğuna inanıyor musunuz ?
Aşağıda bilim insanlarının görüşlerini paylaştım.
Sizin düşünceniz nedir sorum ile ilgili
“Az felsefe insanı tanrıtanımazlığa götürür,derinlemesine felsefe insanları tanrıya vardırır.”
-Francis Bacon 1561-1626 –
“Doğa bilimleri bardağından içilen ilk yudum insanı ateist yapar.ama bardağın dibinde tanrı sizi beklemektedir…!”
-Werner Heisenberg- (Nobel Ödüllü Fizikçi)
“Evrenin en anlaşılmaz özelliği, anlaşılabilir olmasıdır.”
-Albert Einstein-
Bu en muhteşem sistem,ancak “çok kudretli ve çok zeki” bir varlığın yönetimi ile işleyişine devam edebilir.
-Isaac Newton 1642-1627 – (Modern Fiziğin Atası)
“Biri diğerini tamamladığı için din ve bilim arasında gerçek bir karşıtlık olması mümkün değildir.”
– 1918 Nobel Fizik Ödülü Sahibi Max Plank
Merhabalar ve değerli katkınız için teşekkürler 🙂
Bu paylaştığınız sözlerin hepsine katılıyorum.
Sorunuza gelince, blogum boyunca aslında tek bir şey yapıyorum: Bu evrenin dışında, bizden ayrı bir tanrı anlayışının dışına çıkarmaya çalışıyorum insanları ve kendimi. Şu soruyu sormayı çok severim: “Tanrı her şey ise, ondan bağımsız, ondan ayrı, onun dışında bir şey var olabilir mi?” Bu bağlamda ben bir kalemi de, şeytanı da, isayı da, konserve kutusunu da tanrı olarak görüyorum desem abartmış olmam 🙂 Biraz panteist yaklaşıyorum ama elbette burada sorunun kaynağında semantik bir kargaça var. Anlam kargaşası… Tanrı olarak neyi tanımladığımıza göre değişen bir kargaşa ama benim tanrı anlayışım kuantum fiziğinin kuant parçacığı anlayışına çok yakın bir tanrı anlayışıdır. Bir öz var ve o öz bir araya gelerek farklı yapılar oluşturuyor. Kalemtraş, konserve açacağı ya da beynimiz oluyor. Ardından bunlar arasındaki etkileşimler hayatı ve evreni meydana getiriyor. Ama özde her şey BİR ve TEK.
Küçükken ben arkama bakmıyorken arkamdaki binalar var mı diye çok sorgulardım 🙂 Çünkü bilgisayar oyunları yeni yeni çıkmaya başlamıştı ve eğer bilgisayarın işlemcisi, ekran kartı yavaş bir bilgisayarsa mesela bir araba yarışında (efsane need for speed serisinin ilk oyunları…) bir anda manevra yapıp arkama döndüğümde şehirdeki binalar yavaş yavaş, arkadan gelmeye başlıyordu. Çünkü ekran donuyordu. Bilgisayar oyununa göre konuşacak olursak, oyunda biz bakmıyorken binalar somut olarak yoklar ama onların bilgileri yazılım olarak işlemcinin ön belleğinde saklılar. Bunu gerçek (gerçek? 🙂 ) hayata uygularsak ben bakmadığım zaman arkamdaki binaların da orada olmasından ziyade onların bilgilerinin bir yerlerde olması olasılığı gündeme geliyor. Burada bilimin tıkandığı yerde ben kadim bilgeliğe baş vururum çünkü kadim bilgelik bilimden daha ileride. Bilim arkadan gelip bunları kanıtlamaya çalışıyor gibi…. Ezoterizmde her şeyin bilgisi akaşa denen bir alanda saklıdır. Tıpkı Hitler’in ilk televizyon yayınının halen uzayda ilerliyor olması gibi bu güne kadar yaşanmış ve hatta yaşanacak her şeyin bilgisi bir akaşik alanda enerji formunda kayıtlı. Duru görürler bu alanlara girerek olmuş geçmişi ve olası geleceği görebiliyorlar. Mesela bir hayaliniz var, bir mimarsınız ve kendi evinizi tasarlamak istiyorsunuz haliyle. Önce hayal kuruyorsunuz. Hayal kurma aşamasında aslında akaşada bir form yaratıyorsunuz. Sonra taslağını çiziyorsunuz, akaşadaki enerji formu somuta döküldüğü için biraz daha akaşik form yoğunlaşmaya başlıyor. En son yatırımları yapıp evi yaptırdığınızda o enerji formu somut maddeye dönüşüyor. Tıpkı kuantum parçacığının izlediği yol gibi. Bunu kabala da çok güzel anlatır bu arada…
peki bir soru big bang ile oluşan evren sözüm ona boşlukta genişliyor peki bu genişlemenin fizik açısından işleyişi nasıldır acaba düşünsenize koca evren ki sonsuz kütle boşlukta sabit bir noktaya göre mi genişiliyor yoksa bu evrenin de dısında baska fiziksel olaylar belkide başka evrenler …….
O konuda String ya da Sicim Teorisi denilen bir teori var ve sadece bir teori olmaktan öteye gidebilecek mi yoksa yanlışlanacak mı, şu an araştırılmaya devam ediyor. CERN deneyinin resmi sonuçları bu teorinin geleceğini belirleyecek. Nitekim Higgs bozonu bulunursa bu, Sicim teorisinin elini güçlendirecek. Zaten bu teori matematiksel olarak mükemmel bir modele oturtulmuş. Bu teoriyi bulan kişinin zekası, Einstein ile karşılaştırılıyor, o denli.
Bu teoriye göre 11 boyut var. 10 boyut ve 1 zaman boyutu. Sicim denen şeyler bu 11 boyutlu evrenler. Biz bunlar içindeki evrenlerden biriyiz ve sonsuz evren var. Şu anki bakış açımız, fizik bilimimiz sadece bizim kendi evrenimizi inceliyor. Bu bağlamda şimdilik evrenin genişlemesini modelsel olarak merkezden dışa olarak düşünebiliriz. Sicim teorisi de klasik fiziğimiz de evrenimizin genişlemesini yok saymıyor, hatta yeni evrenlerin oluşması bu genişleyen evrenlerin başka evrenlerle çarpışmasına bağlı sicim teorisinde. Ama sorunuza dönersek evrenin genişlemesi big bang noktasından dışarıya doğru, mevcut tayf ölçümleri de bunu gösteriyor. (Doppler effect) Zamanı oluşturan şeyin de bu genişleme hareketi olabileceğine dair düşünceler var bunları da detaylı ele alacağım sonra.
o 11 boyut 3 uzayı biri zamanı temsil eder.Sicim teorisi paralel evrenlere de davet cıkarıyor biliniyor ki bu evrenin bir titreşim frekansı var paralel bir evrenin başka bir frekansda bulunması paralel evrenler teorisine göre mümkün üstelik heisenbergin belirsizlik ilkesi de bu iddaları destekler ..
11 boyut aslında matematiksel bir olasılık. fizikselliği ispatlanması çok zor bence. 11.boyutta herşey mümkün. yani düşündüğümüz ve düşünemediğimiz herşey. mesela 4. boyutta biz şu anki kaderimizi yaşarken 5. boyutta bizim olası tüm olası kaderlerimiz yaşanıyor. daha üst boyutlarda farklı fiziksel özelliği bulunan evrenler de olası. Mesela tom ve jerry’deki peynirden ayın olduğu evrenler bile var ve mümkün 🙂 ve 11. boyut bir dalga fonksiyonu gibi tüm alternatifleri içeriyor. tabi sadece teori ve matematiksel olasığı içeriyor. aynı zamanda 2 ve 1. boyutta da algılayamadığımız hayatlar olabilir.
Çok doğru. Ve tüm bunlar bana hep dini metinleri, yaradılış kitabını filan hatırlatır ne zaman bu konularla ilgili yeni makalelelr araştırmalar okusam. Mesela araftan bahsedilir dini metinlerde. Denir ki arafta ne düşünürsek gerçek olurmuş o an. İstemsizce düşündüğümüz şeyler bile… Ya da 18.000 alem muhabbeti vardır bir de mesela. Teistler hep alemlerden bahsederler, sanırım fizikteki boyutlara tekabül ediyor.
Amacım teist görüşleri doğrulamak, kanıtlamak değil. Bu blogu bir kelimeyle özetle deseler şu meşhur cümleyi söylerdim: ” Yeterince gelimiş bir teknolojiyi büyüden ayırt etmek imkansızdır. ” Büyük kadim filozofların ya da anonim yazarların yazdığı, sonradan din olarak kabul edilmiş metinlerin bazı bilinen gerçeklere işaret ettiğini düşünüyorum. Bunun nasıl bilindiğiyle ilgili de artık jeologların bile kabul ettiği dünyanın döngüsel çağlarıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir temizlikten sonra varolan tüm o bilgiler mitleşiyor, efsaneleşiyor ve efsaneleşmeden saf halde kalanlar da cahil toplumlara nasıl açıklanabileceği bilinmediğinden metafor ve sembollerle anlatılıyor. Daha önce atomların, higgs bozonunun bile başka kelimelerle binlerce yıl önce anlatılmış olduğundan bahsetmiştim, aslında boyutlar meselesi de böyle. Kader meselesi de, paralel evrenler konusu da…
Yani siz diyorsunuz ki bütün dinler aslında insanlar tarafından ulaştıkları bilimsel ve gözlemsel sonuçlarla oluşturuldu ve insanların bu kadim bilgileri çağlar boyu birbirine aktarması ve yaşamı aslında nasıl yönlendireceğimizi , zamanı nasıl yönlendireceğimizi bize aktarmak istediler. Ancak temizlik oldu ve tüm bilgiler yazılanlar havada kaldı kimisi deli saçması dedi inanmadı kimisi büyük bir yaratıcıdan korktuğu için inandı fakat genede mesajı anlamadı. Bence çok mantıklı bir teori. Ama bu bir büyük yaratıcı olmadığı anlamına gelmiyor. sizin bahsettiğiniz gibi yaratıcı evrenin her yerinde bir kalemde, tenekede, toprakta bitkide insanda. Kendini gözlemlemek için evreni yarattı zaten ona müdahale amacı yok. çoğu kişi o kadar acılar yaşanıyor açlık susuzluk veya çocuk tecavüzleri Allah neden yardım etmiyor diyor. Aslında bunun temel nedeni bütün iyi şeyler gibi bütün kötü şeylerinde onun olması bu evrenin gerçekliğini yaratan şey. onun için iyi yada kötü yok bence..
Kesinlikle Merve. Tam olarak bu görüşteyim. İyi ya da kötü olmadığını blog boyunca yazılarımda anlatmaya çalışıyorum. Haşa ben iyi kötü yok idrakine yüzde yüz içselleştirebildiğim için anlatmıyorum bunu. Aksine yazdıkça insan kendine anlatıyor, kendine yazıyor 🙂 Hep derim: Kişi, en çok ihtiyaç duyduğu şeyi öğretir. Bir yaratıcı yok demiyorum, ama yaratıcıyı kişiselleştirmiyorum. Gökte oturup bizi yargılayan, ödül ya da ceza veren bir yaratıcıya inanmıyorum. Tanrı her şeydir. Dolayısıyla siz de tanrısınız 🙂
İlginiz ve beğeniniz için teşekkürler, hoşgeldiniz 🙂 Yazıda da bahsettiğim gibi aslında entropi maddenin bir özelliği. Atomaltı parçacıklar bozunuyor, dağılıyor, enerji ve yük kaybediyorlar ve bu nedenle entropi meydana geliyor. Yani entropi bizzat maddeyle ilgili. Madde nedir sorusu geliyor tabi bundan sonra akla… Aslında madde sığ bir tanım. Her şey enerji malumunuz. Enerjinin bilinci adlı yazıma gidebilirsiniz, bu yazıdan sonra bunu okumak size farklı kapılar açabilir.
Cevabınız için teşekkür ederim. Aslında soruyu yanlış sorduğumu fark ettim. Daha doğrusu kafamı kurcalayan şey başka olmasına rağmen kurcalayanın bu soru olduğunu sandım 🙂 Aklıma takılan şey şu: maddeyi inceliyoruz ve kaçınılmaz olarak bozulduğunu görüyoruz ve diyoruz ki madde zaman içerisinde bozunmak zorundadır, buna da entropi adını veriyoruz. Peki entropiyi zamandan ayrı düşünmesek, bu sadece zamanın bize bir armağanı olamaz mı? Yani entropi demek yerine bunu maddenin zamandan kaçamaması şeklinde düşünsek sonuç değişirdi diye düşünüyorum. Çünkü bu durumda entropi madde ile oynanarak değişecek bir şey olmaz ve aslında zamanın kendisi olurdu. (Bu konularda bilgim cok eksik, muhtemelen hatalı şeyler söylüyorum ama yine de görüşümü ve sorumu belirtmek istedim)
Yaklaşımınız çok güzel. Zamanı bağımsız bir eleman olarak ele alma girişimleri einsteinin görelilik kuramından sonra çöktü. Çünkü görelilik diyor ki madde ve zaman iç içedir. Eğer bir uzay aracı ışık hızına yakın hızlara ulaşırsa, uzay aracının içinde zaman yavaşlıyor. Bu bir kuram da değil artık gerçi, deneylerle ispatlandı. Bu durumda madde ve zaman birbirlerine tam manasıyla griftler. Birini değiştirdiğimizde diğeri de değişiyor. Maddeyi hızlandırdığımızda zaman bükülüyor çünkü. O nedenle aslında CERN ve benzeri, atomaltı parçacıklarla uğraşan tüm kuruluşlar aslında maddeye hükmetmenin yollarınu arıyorlar. Çünkü maddeye hükmetmek zamana hükümetmektir.
Sorumun cevabını aldım, teşekkürler 🙂
Tum denklemlerden zamani cikartin. Zaman, bence hafizamizin bizde olusturdugu algi bicimi. Entropi var. Ancak zamanla degil enerjiyle bağıntılı sadece. Birsey varsa hep vardir. Yoksa hiç yoktur. Dağılım zamanla olmaz, enerjiyle olur.
Bu konulara yeni biriyim. Aslında kelimelere dökülmemiş ama hissettiğim farkında olduğum şeyleri sorgulayarak kelimelere dökmeye çalıştığım bir dönemdeyim. Çift yarık deneyini ilk duyduğumda hayret etmiş kafam karışmıştı. Bunu anlamlandırmaya çalıştım kendimce. Cahilliğime verin ama ben bu konuda şöyle bir sonuca vardım. Evren dediğimiz şey enerjiden ibaret ve biz evreni kendi enerji boyutumuzda yani titreşimimizda frekansımizda algılayabiliyoruz. Bu yüzden de herşeyi kendimiz gibi madde olarak görebiliyoruz. Bahsettiğiniz deneyde işin içinde bilinç varsa onu madde olarak görüyoruz ve belki de onun frekansının düşerek madde haline gelmesine neden oluyoruz. Bilinç ortamdan çıkınca o olması gerektiği gibi özgürce hareket ediyor dalga şeklinde. Bilmem yanlış mı düşünüyorum.
Merhabalar, hoş geldin 🙂 Kesinlikle yanlış düşünmüyorsun, tam olarak öyle 🙂 Yıllarca facebook hakkında kısmındaki en sevdiğin sözler bölümünde şu sözü paylaştım: “Sen nasıl görüyorsan hayatta zaten öyledir.” Bu sözü paylaşırken daha kuantum fiziğini filan bilmiyordum. Söylediğin şey tam olarak bu sözün açıklaması. O nedenle zaten her şey bakış açımıza göre şekilleniyor. Aynı kitabı bir grup okuyor ve diyor ki dünyaya sevgi ve barış gelmeli… Diğer grup okuyor ve diyor ki bizden olmayan ölmeli. Hem de aynı kitabın aynı pasajlarına bakarak bu iki zır çıkarımı yapıyorlar. Aslında kitap okumuyorlar da kendilerini okuyorlar. Bu bariz. 🙂 Enerji tanımınız da doğru. O nedenle enerji yönlendirmeyle ilgili konularda çokça blog yazım var.
Bence de doğru yorumlar ayrıca ilave etmek gerekirse;
Madde anda vardır. Anın dışındakiler zihnimizin fonksiyonu olan hafızamızdaki anılar ve olası gelecek ile ilgili düşüncelerimizden ibarettir. Yani an zamanın içinde bir nokta olmasından ziyade zaman anın içindedir. yada başka deyişle zaman yoktur da denebilir. Dostoyevski’nin şu sözü çok düşündürücüdür: ” sadece tek önemli zaman vardır o da şu andır. Çünkü sadece an içinde bir şeyler yapabiliriz”. Çünkü madde anda vardır.
Reblogged this on tabletkitabesi.
Merhabalar 🙂 Hayır, bu aralar hava elementi beni itiyor. Zamanında çok fazla hava elementiyle doldurduğum için varlığımı (okumak, araştırmak…) sanırım artık denge için topraklanmam gerekiyor. O nedenle dan brownun kitaplarını tek solukta okuyup bitiren biri olarak “Başlangıç” kitabını da çok okumak istememem rağmen materyal dünyaya gömülmüş durumdayım ve zaman illüzyonu beni ele geçirmiş durumda. Okuduktan sonra yorumumu yazarım. 🙂
Bu yazının altına yazdığına göre bu konuya bir atıf var sanırım romanda 🙂
pekiya entropide bozulmaya girerse ? tekrar mı entropi oluşur çünkü ileride evrende hiç birşey kalmıyacak ozaman entropi yok olucak eee yok olursada entropi oluşucak
Merhabalar, ilginiz için teşekkürler 🙂 Evet evrende hiç bir şey kalmadığında entropi de doğal olarak yok olacak çünkü entropiye uğrayacak bir şey kalmayacak artık. Bundan da sonrasını anlatmamın en iyi yolu sizi bir kısa öyküye yönlendirmek. Isaac Asimov’un “Son Soru” adlı kısa öyküsünü internette bulup okuyabilirsiniz. Cevabınız orda 🙂
Çok keyifli bir yazı olmuş, elinize ve aklınıza sağlık. Eklemek istediğim bazı düşüncelerim var. Entropiyi tersine çevirsek bile sadece enerjiyi maddeye çevirebiliriz. Zamanda geriye gitmek için S
Eğer 11 boyut teorisi kusursuzsa ve yaşanan bir olay 11 boyut teorisine göre eksiksiz (vektörel) kaydedilirse ve kusursuz matematiksel denklemler kurulabilirse ve entropi bundan sonra tersine çevrilebilirse, ancak ondan sonra bazı olayları kısıtlı miktarda geri alabiliriz.
Yani, vazonun düşüp kırıldığı olayda entropiyi kontrol alanında tam olarak geri çevirirsek elimizde vazonun eski hali ve fonksiyondaki vektörel eksikliklerden dolayı vazonun ilk potansiyel enerjisi kaynaklı bir enerji ısıya dönüşecektir. Bu anlattığım haliyle bile beynim, çok daha fazla eksik var diye alarm veriyor.
Entropi, çok kompleks bir zaman fonksiyonunda, hesaplaması zor bir değişkenmiş gibi geliyor bana.
Değerli katkınız için çook teşekkürler. Evet yaklaşımınız doğru ama bana göre eksik kısmı şu: uzay ve zaman birbirlerinden ayrı şeyler değil. Birbiri içine geçmiş şeyler. O nedenle görelilik teorisin deki gibi maddeyi bükünce zamanı, zamanı bükünce de maddeyi büküyoruz. (Bkz: Einstein tren paradoksu)
Bu durumda varsayımımızdaki maddenin entropisini tersine çevirdiğimizde doğal olarak uzay zaman sürekliliğinde de bir manipülasyona sebep olacağız. Elbette bu bir düşünce deneyi. İşler bu kadar kolay olmayacaktır. 🙂 Beyin jimnastiği diyelim.
[…] zaman gerçekten de entropiyi bir buldozer gibi kullanıp tüm varoluşu yıkarak ilerliyor. (“Entropi & Zaman” adlı yazımda entropinin mi zamanı yarattığını yoksa zamanın mı entropiye sebep […]
[…] iyi algılamak için entropiyi iyi anlamamız gerekiyor. Bu blogun ikinci yazısı olan “Entropi & Zaman” adlı yazımızda basit bir şekilde şöyle tanımlamıştık: “Kainatta her şey, […]