“Evrendeki tüm varlıklar madde ve formdan oluşur. Madde olabilirliktir form onu gerçek varlığa dönüştürür.”
Aristotales
“DNA’nızın tek bir molekülünde, ortalama bir galaksideki yıldızlar kadar çok atom vardır. Her birimiz küçük bir evreniz.”
Neil de Grasse Tyson
“Bizim gibi küçük yaratıklar için muazzamlık ancak sevgi ile katlanılabilir.”
Carl Sagan
Şu an telefon ya da bilgisayar ekranından okumakta olduğunuz bu yazı aslında ışık. Malum, baktığınız ekran; ışık fotonlarının organize edilerek şekiller, formlar, harfler oluşturması ve sizin gözünüze gelmesinden ibaret. Siyah bir harfe bakarken bile aslında ekrandaki piksellerden çıkan ışığa bakıyorsunuz. Her ne kadar ekrandaki görüntüye “gerçek değil, sanal, dijital” gibi sıfatlar yükleyip değersizleştirsek de günün sonunda ekrandaki pikselin kendisi ya da pikselden çıkan ışıkların topluca oluşturduğu şekil değil; tüm bunların meydana getirdiği anlam dünyası bizi etkiler, bize şekil verir. Hatta bizi biz yapar.
Bu yazımızda, önce perspektifimizi genişletip evren ekranına ardından da Alice gibi tavşan deliğinden atlayıp evrenin piksellerine göz atacağız. Her zaman yaptığımız gibi evreni anlamaya çalışırken aslında kendimizi anlamaya çalışacağız. Işığı parçalarına ayırıp, piksel piksel gözlemleyip ardından ışığın kendisi olmaya çalışacağız…
Piksel, dijital bir ekranda (televizyon, telefon ekranı vb.) görüntüyü oluşturan en küçük birimdir. İngilizcesi Pixel olarak kelimenin kökeni pix ve el hecelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş. Pix, pictures (resimler) kelimesinin kısaltılmış hali olan pics kısaltmasından geliyor, el ise elementin kısaltması. Yani resim elemanı olarak çevirebiliriz, keza resmi oluşturan en küçük eleman piksel. Örneğin bir televizyona büyüteçle baktığınızda kırmızı, yeşil ve mavi renklerden oluşan ince uzun ışık çubukları görürsünüz. Bu 3 rengin farklı kombinasyonlarda yan yana gelmesiyle farklı renkler meydana gelir ve ekranın bütününde milyonlarca farklı renk görürsünüz. Oysa bu milyonlarca rengi sadece 3 renkli ışık noktası oluşturmaktadır. Eğer elinizdeki büyüteçle son model televizyonunuzda bahsettiğim ışık noktalarını göremediyseniz çok doğal, çünkü eski tüplü televizyonlarda büyütece bile gerek kalmadan pikselleri görebiliyordunuz fakat teknoloi geliştikçe bu piksellerin boyutları öyle küçüldü ki artık tek bir monitör üzerinde milyarlarca ışık noktası yani piksel üretilebilir hale geldi. Böylece görüntüler çok daha net, keskin ve neredeyse gerçeğinden ayırt edilemeyecek hale geldi.
Yeni bir cep telefonu almadan önce pek çok kullanıcının baktığı özelliklerden biri de PPI değeridir. PPI İngilizce “Pixel Per Inch” yani “Inch Başına Piksel” tabirinin kısaltmasıdır. Bir inch kare (2,54 cm²) alanda kaç adet piksel yani ışık hücresi olduğunu temsil eden sayıdır. Bu sayı büyüdükçe, ekrandaki piksel yoğunluğu artar. Mesela 2,54 cm² alanda 64 adet piksel varsa, o ekran 8PPI değere sahiptir diyebiliriz. Günümüzde 600PPI değerine kadar çıkan telefon ekranları var. Yani 2,54 cm² alanda 360.000 adet piksel ışık noktası olduğu anlamına geliyor. Teknoloji geliştikçe piksel yoğunluğunu ifade eden bu PPI değerleri artıyor ve ekranlar artık gerçek bir görüntüden ayırt edilemeyecek simülasyonlara dönüşüyor.
Gelin bu teknolojiyi evrene uyarlayalım. Ki aslında insanlık bu teknolojiyi, diğer tüm teknolojiler gibi evrenden çalmıştı. Evren piksel piksel yani atom atom, hücre hücre hareket edip ortaya makro kozmik şeyler çıkartmayı sever. İnsanın yine doğadan esinlenerek geliştirdiği bir sanat olan mozaik sanatı gibi…
Evrende de her şey atom piksellerinin yan yana gelip yeni formlar oluşturmasıyla meydana geliyor. Başlangıçta hiçbir anlamı olmayan, tekil hidrojen ve oksijen atomları iken yan yana gelip suyu oluşturuyorlar. Mikroskopta baktığımızda suya hiç benzemeyen noktalar görmemize rağmen uzaklaşınca yaşamın kaynağı olan suyu görüyoruz. Keza o atomlar da atom altı başka parçacıklardan meydana gelmiş. Evrenin PPI değerinin yani inch kareye düşen atom sayısının ne kadar yüksek olduğunu (belki de sonsuz) varın siz düşünün… Böyle böyle giderek nihai piksellere ulaşıyoruz ve o piksellerin farklı kombinasyonda yan yana gelmesiyle sonsuz çeşitlilikte madde ve formun oluştuğu kainat monitörünü elde ediyoruz. İzlemekte olduğumuz bu monitörde aslında sonsuz sayıdaki çeşitliliğin tek bir ışımadan, tek bir rezonanstan, titreşimden meydana geldiğini biliyoruz. Çocukluk aşkınız, ilk dizinizin kanaması, ilk kez gece arkadaşlarla dışarı çıkıp eğlendiğiniz o malum gece, çocuğunuz, anılarınız, kaybettikleriniz… Hepsi aynı fotonlardan çıkan titreşim ve ışıklar. Hatta kuantum fiziğinin yeni bulgularına göre hepsi de tek bir atom altı parçacığın aynı anda sonsuz yerde ve sonsuz zamanda titreşmesiyle mümkün olan imajlar, görüntüler, formlar, şekiller, anılar… Aklımızın sınırlarını zorlayan bu evren monitörünün pikselleri (ya da tek bir pikseli) günlük hayatta her gün baktığımız ekran pikselleri olarak karşımıza çıkıyor ve sanki bize bir şeyler anlatıyor…
Her şey tek bir ÖZ, tek bir TÖZ’den meydana geldi. Işık tek ve birdi, prizmadan geçen beyaz ışığın renklerine ayrılması misali sonsuz renk ve forma bölündü. O halde başlangıçta manasız, anlamsız tek bir forma sahip ve hatta formsuz olan ilk hareket, nihayetinde yeni formlar yani yeni bir anlam dünyası yarattı. Şu an üzerine konuştuğumuz, tartıştığımız anlam ve mana dünyası.
Hiçbir şekli, anlamı bulunmayan piksellerin bir araya gelip sonsuz şekiller ve anlamlar üretmesi başlangıçta basit de görünse, bana göre aslında varoluş felsefesinin özünü oluşturuyor. Hiç konuşulmayan bu basit gerçeklik, tüm varoluşun anahtarı çünkü varoluş, sırf anlam, mana yaratmak için “var olmuş” gibi görünüyor. O halde anlam arayışı, bizatihi tüm evrenin ve varoluşun nihai hakikati, amacı haline geliyor.
Peki bu bilgi ne işimize yarar? Bu hakikat, üretmenin ne kadar önemli olduğunu bize anlatır. Çünkü bizler de birer pikseliz ve her piksel kendi ışığını yaymakla mükellef. Tüm pikseller bir araya gelip yeni formlar, yeni anlamlar, yeni yaratımlar oluşturuyor ve böylece adına varoluş dediğimiz tüm sistem an ve an meydana geliyor. Şu an siz bu satırları okurken dahi oluşuyor. Sürekli form değiştiren, yeni formlar oluşturan bir televizyon monitörü gibi.
Aslolan bu piksellerle meydana gelen şey olsa gerek… Bozuk, karlı bir yayın mı oluşturuyoruz yoka muazzam bir uzay belgeseli mi yayınlıyoruz?…
Dahası tek bir pikselde tüm ekranın verisi vardır. Tüm ekran ise o tek tek piksellerden oluşur. Tüm varoluşun amacını, internetin ücra bir köşesinde bulunan küçük bir blog sitesinde de okuyabilir, kendi içinizde de görebilir, binlerce kişinin katıldığı bir seminerde de duyabilirsiniz. Aslolan, hem varoluşu oluşturan o küçük piksellerden biri olduğunun hem de tüm varoluşun bizatihi kendisi olduğunun farkına varmak.
Küçük büyüğün, büyük küçüğün içinde. 🙂
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Terminoloji farklı da olsa hakikat ve esas mânâ hep aynıdır, tıpkı “vahdet kesreti doğurur; kesret de vahdete götürür” sözünde olduğu gibi. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.
Eyvallah, teşekkürler. Kesinlikle, farklı ifade ediş şekilleri aynı yere işaret etse de herkes meşrebince anlayacağından bu farklılık ta güzeldir. Aslolan çokluktaki birliği görebilmek olsa gerek.
Biz Insanlar bu bahsettiginiz bakis acisiyla dunyayi, yasami ve en onemlisi kendimizi okumayi basarabilsek kanaatimce ozaman kednimizi gercekleyecek ve okumamamiz gereken mutlak hakikati okumayi basaracagiz.Okumak,okumak okumak hersey okunabilir birseyler aslinda sadece okumasini bilene .Yaradan bosuna ilk emrinde Oku demiyor olsa gerek .Neyi oku ? kendini oku yasami oku artik senin capina ve derinligine kalmis orasi …
Tesekkurler blogunu yeni kesfettim cok guzel bir yazi .
Rica ederim, hoş geldin ve değerli katkın için çok teşekkürler 🙂
Kesinlikle, okumadakş anahtar da bu olmalı. Tüm varoluşu oku. Kendin de dahil tüm yaratımı. Hatta okumanı da oku. Böylece okuyan ve okunanın BİR olduğunu gör. 🙂 Tıpkı evrenin piksellerinin kendilerine bakması gibi.
Aynı şeyi hücreler için düşünmüştüm. Kendimi gerçekleştirmek için “azmettiğim” bir dönemde, şeker tükettikçe mitokondrilerimin görevini yapmasını engellediğimi farketmiştim. Kendime karşı bir hayal kırıklığıydı. Mitokondrilerim benim yüzünden kendini gerçekleştiremiyordu. Sonra oturdum ağladım. 😀
Güzel bir görüntü çıkarmak, her pikselin değerini teslim etmekle mümkün olabilir.
Mitokondriler için ağlamak çok orijinalmiş 🙂 Üzerine kısa öykü yazılası :))
Evet, ortaya çıkan görüntüyü biz yaratıyoruz. Tek tek hücreler, pikseller… Üstelik her piksel, her ışık hücresi bireysel hareket ediyor gibi görünse de aslında kolektif bir dans içindeler. Çünkü bir ışık hücresinin ne zaman, hangi renkte yanacağı, bütüne oluşan resimle ilintili. O nedenle kendi bireyselliğimizi kolektif ile bağ içinde olduğumuzu hatırlayarak yaşamamız gerekiyor sanırım. 🙂
Şuan gülerek anıyorum ama; o an mitokondrimle bir olmuştum ve bu hâl, mikrokozmos ile makrokozmos (ya da Allah ile halife insan) arasındaki ilişkiyi idrak etmemi sağlamıştı. Sarsıcı ama komik de :))
Bireyselliğimizi kolektifle bağ içinde olduğumuzu bilerek yaşamak, özgürlüğün kısıtlanması gibi algılanabiliyor. Oysa serbestiyet ve özgürlük farklı seyler. Toplumun değer yargılarına dikkat eden ama insanları değer yargılarıyla değerlendirmeyen insanlar özgür oluyor ve ancak onlar bireysellesebiliyor.
Çok ince bir nokta dimi 🙂 Ama zaten işimiz bu ince noktalar… Malum denge.
Kesinlikle 🙂
Elinize zihninize sağlık. Her gün metroda seyahat ederken bu piksellerin binlercesi görüyorum. Mutlu, mahzun, telaşlı, yorgun. Celalettini Rumi’ nin bestelenmiş şu eseri aklima düşüyor: Poem of The atoms
https://youtu.be/oewbC5KgKrc
Sonra bu pikselleri birbirlerine bağlı hikayelerini anlatıldığı bu eşsiz belgesel:Human
https://youtu.be/DbS5Tc71cjI
Ve tabiki olmazsa olmazım. Her şeyin hikayesini anlatan filmim
Bab-ı Aziz:https://youtu.be/fhSSxRKojqg
Eyvallah, değerli katkınız için çook teşekkürler 🙂
İnsanlara bakmak, her insanın bir ışık olduğunu görmek, dahası her insanın da başka ışık noktalarından meydana geldiğini bilmek, dediğiniz gibi bu ışık noktalarının birbirlerine yansıyışlarını, aralarındaki bağları görmek muazzam bir deneyim. Bana göre ibadet bu. 🙂
Selam,merak ettiğim bütünü görmeden mi algılamalıyız yoksa görerekmi?atom altı yapı (fotonun) bir algılayıcı tarafından gözlendiğinde aslı soyut dalga özelliği olmasına rağmen, gözlemleyenin veri tabanında somut parçacık (madde) özelliğine bürünmesi neticesi yaratılmış olarak algılanması gibimi;parçacık (madde) özelliği gözlemleyenin kapasitesi ile sınırlı veri tabanındaki algılamaya dayanır. Gözlem (algılama) olmadığında parçacık (madde) yoktur. Her şey soyut mana yüklü frekans dalga olarak sınırsızlık aleminde bulunur. Gözleyen, gözlediği an da kendi veri tabanın üzerinden, kapasitesi oranında beş duyu ile bu alemden algıladığını kendi dünya(sın)da bilinir (yaratılmış) kılar.Foton, dalga özelliği ile dalgalar aleminde, parçacık özelliği ile parçacık aleminde yaşar. İki özellik (dalga ve parçacık) aynı anda gözlemlenemez. Yaratılmışlık gözlemlendiğinde, yaratılmamışlık gözlemlenemez. Asıl olan ise fotonun dalga özelliğidir. Çünkü gözleyen olmadığında parçacık yoktur. Bu yüzden fotonun parçacık özelliği hayaldir;yani şuan telefonumdam bu yazıyı yazarken gözlerimle hem telefonumu hem klavyeyi hemde telefonumu tutan bir elimi ve yazan baş parmağımı gözlemleyerek size yazıyorum))bütünü gördüğümü sandığım yer Aslında sizin frekans dalga yapıya sahip mana yüklü sınırsız esma terkibiniz olan bilincinizde sınırlandırma yapmaya çalışıyorum ve macrodan microya görmesemde görmeye çalışıyorum))
Yaratan ve kuvveleri zamanın ve mekanın ötesinde ışık hızının üstünde hareket kabiliyeti şuuru ve bilgisi dahilinde kendinden kendine oynayınca yaratımın pikselleride sonsuz oluyor haliyle;bu piksellerin netliği ve bozuk oluşuda bize lütfedilen idrakle nefse uyarlayış şeklimize belli oluyor;aslında herşey allahın en son güncellediği muhammedi bilinç(kamil bilinç/takyonik şuur)yani çokluktan teklik bilincinden görebilmek bakabilmek ve seyredebilmektir;blogunuzun tümünü değerlendirirsek sırasıyla şuur-hayal-his-bilgi-duygu-idrak=gerçeklik sıralamasına göre hareket ediyor,eksiğim vardır elbet ve tamamlamakta size ve okurlarınıza düşüyor)
Katkın için çok teşekkürler @Matrix Bu konunun ya da genel olarak blogun tek bir yorumu ya da bakış açısı yok. Ki zaten yazmaya başlamamın ana sebebi de tam olarak sonsuz bakış açısı olduğunu kendime ve naçizane başkalarına hatırlatabilmek. O nedenle yorumundan ancak faydalanabilirim. Eksik ya da fazla bulamam. Çünkü mutlak bir doğruya inanmıyorum. Salt yaratım söz konusu ve yaratmakla mükellefiz. 🙂
Yazıda alttan alta aslında “form” olgusuna vurgu yapmaya çalıştım. Form üzerine çok fazla tefekkür etmiyoruz ama aslınds tüm yaratım formlardan ibaret. Aynı pikseller ya da aynı lego bloklarından sonsuz formlar üretebiliyoruz. Piksel aynı iken ortaya çıkan bu çeşitlilik beni çok büyüler ve burada büyük bir hakikat yattığına inanırım. Bu hakikate nasıl yaklaştığımız ve yaklaşımların sonsuz çeşitlilikte olması da hakikate dahil. 🙂
Form u görmelimiyim yoksa görmeden mi yaratılmış olarak kabul etmeliyim?
Enam103/zariyat 58/bakara 117/hadid 3/zümer 62 yani görsende görmesende hertürlü hakikate ve form a çıkarız))
Sihir şurada: Sen de bir form yaratabilirsin. Üstelik bu güne dek hiç yaratılmamış bir form. Bu manada bizler birer Demiurgos oluyoruz. Yani yoktan var etmeyen, varoluşa form veren “yarı tanrı”… Peki salt bir formdan ibaret olmak yerine bizatihi formsuz yaratımın yani pikselin kendisi olabilir miyiz? Piksel örneğinden gidersek bunun karşılığı ışık olmak demek. Lego örneğinden gidersek de bunun karşılığı somut olaral bir adet lego parçası değil, lego adlı firmanın ürettiği bu oyunun mana alemdeki karşılığı oluruz. Yani formsuz mana bütünlüğü. Daha somut örnek vermek gerekirse bir şirketin tüzel kişiliğini misal gösterebilirim. Şirketin ürettiği ürünler bir şeydir ama şirketin mana alemdeki bizatihi varlığı, tüm üretimlerinin sebebidir. O varlık var oldukça o marka altındaki ürünler ve formlar üretilmeye devam eder.
Öyleyse biz zaten tamamen saçmalıyoruz zamanın ötesinde))
Eee zamanın ve mekanın ötesine çıkarsan saçma oluyor herşey zaten mana yerini bulamıyor
Üçüncü boyutta iken, ikinci boyutta var olan canlıların hareketlerini inceleseydik “bu yaratıklar saçma hareketler yapıyorlar” derdik. Oysa onlar günlük işlerini yapıyor olurlardı. Muhtemelen dördüncü boyutta bir varlık olsaydı o da bize bakıp saçma sapan bir arayış içinde olduğumuzu, gözümüzün önündeki hakikati göremediğimizi söylerdi. Ama dördüncü boyuttaki varlığın o bakış açısına sahip olması için, üçüncü boyuttaki saçmalıkları yapması gerekti. 🙂
Her şey soyut mana yüklü frekans dalga olarak sınırsızlık aleminde bulunur;fotonun dalga özelliğinden dolayı insan fotonun parça (sınırlı, yaratılmış), Allah ise fotonun dalga (sınırsız, yaratılmamış) misali gibi;mana yüklü frekans dalgalar Allahın izni ile oluşan terkiple gözlem başlıyor (ışık oluyoruz)
“formsuz yaratımın yani pikselin kendisi olabilir miyiz? Piksel örneğinden gidersek bunun karşılığı ışık olmak demek.”
Giderek süptil hale gelebilmek… İncelebilmek. Sadeleşmek…
Formsuz yaratım ne demek? Açmak lazım sanki.
Evet; “ışık olmak” daha doğru bir tabir. 🙂 Şu an katı madde içerisinde hareket ettiğimiz düşünülünce…
Formsuz yaratım aslında çok da kompleks bir olgu değil. Kafanızda kırmızı bir arabayla tatile gitmek için yollara düştüğünüzü hayal edin. Bu, gayet de forma sahip, bir şekli olan hayaldir. Fakat hiçbir görsel imgelem yapmadan tatil olgusunu düşünürseniz (saf huzur, dingin olma hali vs…) bir nevi formsuz yaratım yapmış olursunuz. Ki aslında tüm formlar bu ilk formsuz “niyet” ile başlar. O soyut niyetin kendisi olma hali…