Arka fonda:
Zihnin özgürlüğü gerçek özgürlük…
Zihin için evrenin sonsuzluğunun bir önemi yok! Zihninle bir yolculuğa çıkmak için eşyalarını toplamaya ya da zamana ihtiyacın yok.
Gidiyorsun…
Amacın evrenin kaosundaki düzenleri bulmak ve düzenin amacını zıtlıklar üzerinden anlamaya çalışmak, dahası anlamı sadece arayıp öğrenmek değil; yaşamak.
Mahallenden başlıyorsun. İçinde bulunduğun küçük, kendi halindeki güneş sistemin senin mahallen ve muazzam bir düzen örneği. Zihnin bulunduğun yataktan, koltuktan, masadan yükseliyor ve üzerinde durduğun bu kürenin şeklini görecek kadar yükseğe çıkıyor. Adına ben dediğin o bedeni de görüyorsun bu kürenin üzerinde duran. Komik görünüyor. Bir topun üzerine oturmuş çocuk gibi. Topunu oynatmak istemiyor sanki başkalarıyla.
Biraz sabırsızsın. Atmosferden çıkıp karanlık maddenin içinde yüzmeye başlıyorsun. Güneş ışığına çekiliyorsun ister istemez. Venüs’ün ateşli volkanlarını ve o meşhur gerilemesiyle iletişim kanallarımızı bozan Merkür’ü geçip saf ışığa varıyorsun… Varıyorsun da çok da saf olmadığını görüyorsun. Yaklaştıkça güneşin içinden dışına akan lavları, patlamaları, karanlık noktaları görüyorsun. Güneşin, dünyada yemek yapmak için kullandığın ateşin daha fazlası olduğunu idrak etmek biraz hayal kırıklığına uğratıyor seni. “Asla kahramanınla tanışma” dedikleri bu olsa gerek diyorsun ve güneşi teğet geçip yüzü yaralı Mars’a varıyorsun. Venüs’ün yüzünde açtığı yaranın derinliği derinlerini acıtıyor. Bir
zamanlar güneş sistemimizde bile değildi oysa ki Venüs. Tersine dönerken Mars ile karşılaştı, ona vuruldu ve aşk acısı yüzünde bu yarayı yaptı, hatırla… Venüs o andan sonra artık güneş sistemininin, mahallenin bir sakini de olsa ne mars ile yan yana gelebildi ne de aynı yönde dönebildiler. Tersine dönen Venüs, namı diğer ışık getiren, güzelliğiyle sabahları ve akşamları süslese de hüznü patlayan volkanlarına yansıdı.
Acı ve kederden geçip bilgeliğin gezegeni Jüpitere vardı zihnin. Büyüklüğü karşısında kendi küçüklüğünü gördün ve bildikçe mütevazileşmenin, bildikçe ne kadar az şey bildiğini idrak etmenin hazzıyla devam ettin yoluna.
Satürn… Mahallenin sert ama şefkatli babası. Bir şey sanki seni ona çekiyor gibi… Neden tüm kadim bilgelerin Satürn’e özel bir önem atfettiğini anlıyorsun heybetli halkalarına yaklaşırken. Kollarının altına girip geriye dönüyor ve dünyaya bakmak istiyorsun. Soluk mavi nokta… Bedenin, bedeninin üzerindeki her bir atom ve elektron şu an güneşin etrafında dönen bu gezegenler gibi dönüyorlar o soluk mavi noktanın üzerinde.
Sonra aklına 2001 Bir Uzay Efsanesi filmi geliyor. Buralarda bir yerde bir portal olmalı diyorsun. O nedenle Satürn hem bilim adamlarınca hem de mistiklerce bu kadar önemli… Yoksa da zihnin bir solucan deliği yaratacak kadar güçlü. Artık mahalleden çıkmak, bu muazzam düzenin anlamını zıtlıklar üzerinden anlamak için kaosun merkezine dalmak istiyorsun.
Yarattığın solucan deliği güneş sistemimize en yakın kara deliği barındıran V616 Mon çift yıldız sistemine çıkıyor. 2800 ışık yılı uzakta ama zihnin evrenin yaratıldığı tözden meydana geldi, onun için zamanın ve mekanın sınırları yok. Hatırla; evren zihindir. Yaratıcı yarattıklarına tabi değil. Her varlığın, ışığın bile bir hiçliğe sürüklendiği bu delikte bile bir düzen görüyorsun. Muazzam bir spiral ile semazen etekleri gibi dönüyor tüm madde kara kürenin etrafında. Aklına geliyor; bize gösterilen kara delik illüstrasyonlarının hep iki boyutlu bir delik gibi olduğu ama aslında kara deliğin bir küre şeklinde tüm maddeyi soğurduğu…
Zihnin, bedeninin prangalarından kurtulduğunda hayli cesur. Kara deliğin merkezine doğru bırakıyorsun kendini. Kaosun kendisi olmak istiyorsun. Kara deliğe girerken tüm boşluk, zihninin kendisi olmaya başlıyor. Hiçlik diye yazılıp çizilen ama tarifi olmayan şeyin boşluk hissinin en yüksek mertebesi olduğunu fark ediyorsun. Ses yok, ışık yok, his yok, zihnin yok… Boşluğun kendisi oluyorsun. Boşluk dolmak ister. Dolacak bir şey yoksa boşluk oldurur. Karadeliğin merkezinde zaman algısının da yittiği sonsuz bir hiçlik anından sonra yeniden oluyorsun ve zihninin bir kuasardan dışarı çıktığını farkediyorsun.
Kara delik nasıl ışığı dahi emiyorsa, kuasar da merkezinden durmadan madde ve ışık çıkartarak evrene saçar. Biraz önce ışıktan ve varlığından mahrum kalarak girdiğin kara delikten bir ışık olarak çıktın ve samanyolu galaksisinin merkezinde buldun kendini. Kara delikler hakkında söylenenler geldi aklına. Belki de şu an aynı evrende değilsin, bir başka evrene geçtin kara delikten, bilemezsin. Eve geri döndüğünde bakarsın. Şimdi tek anladığın; asla yok olmadığın. Hep bir varlık döngüsündesin. Evrenin en kendini kaybetmiş yerinde bile muazzam bir düzendesin.
Zihnin yorgun, eve dönüş yolunu tutuyor. Ölen yıldızların içinden geçiyorsun. Mayaların Xibalba adını verdikleri süpernovaya ilişiyor gözün. Devasa bir yıldızın ölümüne Xibalba yani “Korkunu yeri” ismini vermişlerdi mayalar sanki görmüşçesine ölen yıldızı. Hoş… Görmeleri için teleskoba ihtiyaçları yoktu, zihinleri insanın içindeki korkuyu ve ötesini görmüş, izini Xibalba’ya kadar sürmüşlerdi. Ama korkunun yeri aynı zamanda kutlamaların da yeriydi. Ölüm bir kutlamaydı onlar için.
Bu düşüncelerle göktaşları arasından geçiyor ve mahallene, yuvana geri dönüyorsun. Bu mavi kürenin üzerinde oturmuş elindeki telefon ekranına ya da bilgisayarının gözünü kamaştıran ışığına bakıyorsun.
Her zaman ışığa bakıyorsun!
Gezegenler bile ışığa bakıyor, her zaman ışığın etrafında dönüyorlar. Peki ışık? Işık karanlığın etrafında dönüyor. Kara delikten geçiyor, hiç oluyor ve tekrar ışığı olduruyor.
Zihnin beyin kıvrımlarının içine yeniden yerleşirken iki beyin lobunun tam ortasındaki noktan; epifiz bezin ışıldıyor çivit mavisi renginde.
Aklına geliyor bir kara delikten geçmiş olduğun. Şu an aynı yerde miyim? Aynı evrende mi? Etrafımdaki herkes aynı mı? Ben aynı mıyım?
Yoksa ben ayna mıyım? Işığı yansıtan… Karanlığın etrafında dönüp ışık saçan.
Atomun etrafında dönen elektronlar ya da güneşin etrafında dönen gezegenler. Neyin etrafında döndüğünün bir önemi olmaksızın döndükçe varılan yerlerin hepsi aynı. Yolcuk sana bunu deneyimletiyor. Kah zihninle yaptığın bu yolculuk, kah bedeninle süregiden yolculuğun. İster bilim insanı ol iste tasavvuf ehli; hepsi aynı yere gidiyor.
Kendine.
Tek kural var: Haz almak.
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Oo yeni yazı yarın dinç kafayla yarın okuyayım bari