Evrensel Eşzamanlılık Makinesi (Kısa Öykü)

Ortalama okuma süresi 9 dk.

“Yalnızlık, insanın çevresinde birilerinin olmaması demek değildir. İnsan; kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığında ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda kendisini yalnız hisseder.”

“Bilinmeyen bir şeyi hissetmek ve bir gize sahip olmak önemlidir. Böyle bir şeyi yaşamamış bir insan, önemli bir şeyi yaşamamış olur.”

“Bilincimize çıkaramadığımız şey, hayatta karşımıza yazgı olarak çıkar.”

“Bütün kaosun içinde bir evren, bütün düzensizliğin içinde gizli bir düzen vardır.”

“Yeni bir şeyin yaratımı zihin gücü tarafından değil, içsel bir ihtiyaçtan hareketini alan güdü tarafından başarılır. Yaratıcı akıl sevdiği şeylerle oynar.”

Carl Gustav Jung

Anahtar kelimeler: dingin, sakin, huzurlu, doğa, kafa dinlemek, şehirden kaçmak, tatil, eden, cennet…

Adam son anahtar kelimeleri de girip arkasına yaslandı. Yorgunluktan seyirmeye başlayan gözlerini soluk mavi ekranından kaydırarak soluk mavi sokağa göz attı. Yaptığı işi seviyor fakat sürekli aynı şeyleri yapmaktan bazen çok bunalıyordu. Bu soluk mavi gezegenin üzerinde yapacak daha iyi bir şey bulamamış, insanların aklından geçenleri okuyarak onlara kişiselleştirilmiş reklamlar sunan bir reklam ajansında tatil organize eden tur şirketleri ve otellerin reklamlarından sorumlu olmuştu. İlk iş mülakatında insanların tatile çıkma davranışları ile ilgili bir soruya verdiği cevap yüzünden bu işi kapmıştı: “Adem ve Havva tatil köylerinden kovulduğu için buradayız, ara sıra kovulduğumuz cenneti hatırlamak adına tatile çıkıyoruz, yorgunluktan değil…” Dalgın düşünceleri arasından sıyrılıp yeniden soluk mavi gezegenin üzerindeki soluk mavi sokağına döndü; insanlar bir bilgisayar oyunu misali duvarlara çarpa çarpa yürüyor, hiçbir irade onları kontrol edemeyecekmişçesine günlük kararlar alıyorlardı. Adamın içindeki süper ego bir an devreye girdi ve aslında yaptığı işin, insanların kaderleri üzerinde ne kadar etkisi olduğunu fark etti. Bir psikolog ya da FBI ajanı gibi insan davranışlarını çözümleyip profiller çıkarıyor, hangi insanların hangi zamanlarda ne tür tatillere çıkmayı isteyeceklerini ön görüyor, dahası hangi tatili seçmelerine karar vermelerini sağlayacak yönlendirici reklam kampanyaları yapıyordu. Yayınladığı reklamlar sayesinde, internet kullanıcıları tam da aklından “bir tatile çıksam iyi olacak” dedikleri anda onların zevkine ve o an ihtiyaçlarına uygun tatil önerileri oluşturuyordu. Girdiği her anahtar kelime ve kurguladığı her reklam ile kullanıcılar tam da içlerinden geçeni ekranda görüyor, “bu benim için bir işaret olmalı” diye düşünüyor ve tatilde nereye gideceklerine, hangi otelde kalacaklarına yani en temel deneyimlerine karar veriyordu. Bu deneyimler sayesinde insanlar belki yeni birileriyle tanışıyor, seviyor, sevişiyor ya da ölüyorlardı… Tüm bu olaylar silsilesine sebebiyet verenlerden biri olma düşüncesi adamı hem rahatsız ediyor hem de garip bir haz veriyordu…

Adam dağınık düşüncelerini artık toparlayamadığını fark ettiğinde kendisinin de bir tatile çıkması gerektiği fark etti. Kendi kendisiyle dalga geçerek: “Adem ve Havva gibi kovulduğum cenneti özledim; hiçbir şey yapmadan bahçelerde dolaşıp elmalar yediğim o cennetti…” Son anahtar kelimelerini de girip reklam kampanyalarını başlattığı otel olan “Eden Hotel”’i arayıp bir haftalık rezervasyon yaptırmak istedi. Resepsiyona personel kontenjanından ücretsiz rezervasyon yaptıracağını söylese de otel görevlisi tüm kayıtların web sitelerinden yapıldığı konusunda ısrar etti. Adam Google’a “Eden Hotel” yazıp arattırdığında ilk sırada otelin web sitesi yerine bir kitap tanıtım sayfasıyla karşılaştı: “Evrensel Eşzamanlılık Makinesi”. Afili ismi dikkatini çekip reklama tıkladı…

***

Anahtar kelimeler: Evren, varoluş, felsefe, eşzamanlılık, Jung, cennet…

Kadın son anahtar kelimeyi neden yazdığını bilemedi. İçinden bir ses cennet ya da cennetle alakalı kelimeleri düşünen, aratan insanların da kendi kitabına göz atmasını istemişti. Belki de bu, kendi kendine oynadığı bir oyundu… Kadın bir yayınevinin dijital medya reklamlarından sorumluydu. Yayınevinin bastırdığı envai çeşit kitabın doğru okurla buluşmasını sağlıyordu. Fakat doğru okurun ne olduğunu bilmek başlı başına bir problemdi. Çünkü hiçbir okur, kitabı okumadan kendisi için iyi ya da kötü bir kitap olduğunu bilemez. Dahası herhangi biri, hiç ilgi alanı olmayan bir konudaki bir kitaptan da muazzam etkilenebilir. Kadın bunu bildiğinden, reklam kampanyalarını düzenlerken sadece kitabın konusuyla ilgili kelimeleri değil, bazen çok alakasız anahtar kelimeleri de reklamın tetikleyici kelimeleri arasına sıkıştırırdı… Bir defasında bir yemek tarifleri kitabının reklam kampanyasında, arama anahtar kelimelerinin arasına “meditasyon” kelimesini de koymuştu. Yemek yapmak, kadın için bir nevi meditasyon olduğundan aklına bu kelime gelmişti ve sürpriz bir şekilde meditasyon anahtar kelimesinden binlerce yeni okur reklama tıklamış, kitabın satışları patlamıştı… Fakat bu sefer yayınlamak üzere olduğu reklam özeldi. İlk defa kendi kitabını yazmış, bastırmış, yayınlamıştı. Yıllarca başkalarının kitaplarının reklamını yaparken bu sefer kendi kitabını insanların karşısına çıkaracak, yazdığı anahtar kelimeler ve kurguladığı reklam sayesinde tam da kitabıyla ilgilenebilecek potansiyel okurlara ulaşmaya çalışacaktı. Kadın yaptığı işi bir eş zamanlılık makinesi olarak görüyordu. Keza kitabının adı da buydu. İlk olarak Carl Gustav Jung‘un ortaya attığı eşzamanlılık (synchronicity) kavramı; birbiriyle nedensel olarak bağlantılı olmayan, ancak kişinin içsel durumuyla dışsal olaylar arasında anlamlı bir bağ kuran rastlantıları ifade ediyordu. Jung, bu tür olayların bireyin bilinci ile kolektif bilinçdışı arasında bir şekilde bağlantılı olduğunu savunuyordu. Bu yaklaşımdan ilham alan kadın, internet kullanıcılarının karşısına çıkan kitap reklamlarının onlarla arasında özel bir bağ kurmasını, bir tür eş zamanlılık yaşamalarını istiyordu. Bu sebeple kurguladığı sosyal medya reklamlarının anahtar kelimeleri arasına bazen o an içinden geçen rastgele kelimeleri koyuyordu. Bu anahtar kelimelerin, Jung’ın bahsettiği kolektif bilinçdışından geldiğine inanıyordu…

Kadın düşüncelerini toparlayıp derin bir nefes çekti ve reklamı yayınla butonuna bastı. Arkasına yaslanırken satacağı kitaplardan çok, kitabı sayesinde tanışacağı yeni insanları, yeni olasılıkları düşündü. Reklam onaylandı bildirimiyle yorgun gözleri yeniden ekrana odaklandı. Anahtar kelimelerin çalışıp çalışmadığını test etmek için internette aramalar yapmaya başladı. Cennet kelimesi kitabıyla alakasızdı, önce onunla başladı. Google’da arattığında karşısına ilk bir otelin reklamı, ikinci sırada da kendi reklamı çıkmıştı. Otel reklamını görünce, tüm kitap yazma sürecinin kendisini zihnen ne kadar yorduğunu düşündü ve ismiyle müsemma “Eden Hotel” reklamına tıkladı…

***

Adam afili isimli kitabı satın alıp tatile çıkmış, kendi yayınladığı reklamlar sayesinde otele gelen diğer insanlarla birlikte kovulduğu cennetini yeniden hatırlamaya başlamıştı… Bir nehrin kenarına konuşlanmış, doğayla iç içe müstakil evlerden oluşan bu otel konseptinde, her evin önünde bir elma ağacı ve bir de çınar ağacı vardı. Otelin sahibine göre elma ağacı bilgeliği ve bilgi ağacını temsil ederken, çınar ağacı da yaşam ağacını simgeliyordu. İnsan bilgi ağacının yasak meyvesinden yiyerek iyi ve kötünün farkına varmış, cennetten kovulmuştu. Hayatı boyunca da sonsuz dallara sahip çınar ağacında tırmanarak yaşamı alt etmeye ve yeniden kendi cennetine ulaşmaya çalışıyordu… Adam elma ağacının altına şezlongunu kurup yeni aldığı kitabı okumaya başladı. Nehrin huzur verici sesi ve kuş cıvıltıları arasında Jung’ın düşünceleri uçuşuyor; yazar evrenin nasıl eşzamanlılıklar yarattığını ve dahası insanın da bu evrensel eşzamanlılık makinesinin bir dişlisi olduğunu anlatıyordu. Doğanın çıkardığı bu melodik seslere bir yenisi eklendi: “Selam”!

Bu çok canlı ses karşısında hafif irkilen adam kitabını indirip ellerinde bavullarla yandaki eve yerleşmeye çalışan kadını fark etti: “Selam, yardıma ihtiyaç var mı?

Kadın teşekkür edip hemen söze girdi: “Ukalalık etmek istemem ama benim kitabımı okuyorsunuz… Tamam kabul ediyorum aslında ukalalık etmek istiyorum. Ne de olsa ilk defa kitabımı okuyan biriyle karşılaşıyorum, buna hakkım olmalı. 🙂

Adam güneş gözlüklerini çıkarıp daha dikkatli baktığında karşısındaki kadının, kitabın arka kapağında resmi bulunan yazarın ta kendisi olduğunu fark etti. Karşılıklı şaşkınlıkla karışık gülüşmeler ve tanışma seramonileri akabinde elma ağacının altında şezlonglar birleştirildi. Sohbet devam ettikçe aslında aynı işi yaptıklarını, dahası birbirlerinin verdikleri reklamlar ile birbirleriyle karşılaştıklarını anladılar. Adam kitabı okumak yerine direkt yazarından dinledi. Sorularıyla kadının düşünce sistematiğini anlamaya çalıştı:

Anlamadığım bir şey var, Jung hem eş zamanlılıkların birer rastlantı olduğunu, arkalarında nesnel ve fiziksel bir nedenselliğin bulunmadığını söylüyor hem de kişinin içsel dünyasıyla dışsal olaylar arasında bir bağlantısallığının olduğunu söylüyor, bu bir çelişki değil mi?

Kadın, nihayet yıllardır kafasında kurguladığı konuyla ilgili konuşabileceği birini bulduğu için heyecanla cevaplamaya başladı:

Aslında çelişki değil. Jung her ne kadar kendi jenerasyonu tarafından mesleğinden aforoz edilmiş olsa da çok rasyonel, mantıkçı ve akılcı birisi. Direk somut örnek üzerinden sorunu cevaplamaya çalışayım. Bu aslında Jung’ın bizzat başına gelmiş kendi örneği: Bir defasında, Jung’ın bir danışanı rüyasında altın renginde bir böcek görür. Ertesi gün terapi seansında bu rüyayı Jung’a anlatırken, nadiren görülen altın renginde bir böcek uçarak cama çarpar. Jung bu vakayı şöyle yorumlar: Bir dış gözlemciye göre, kişinin rüyasında altın bir böcek görmesi ve benzer bir böceğin ertesi gün camına çarpması arasında hiçbir nedensel, bilimsel, fiziksel bağlantı ve korelasyon yoktur. Buna karşın o kişi için bu iki olay arasında çok güçlü bir bağlantısallık vardır. Bunu da insanın kendi bilinci ile kolektif bilinç arasında bir tür iletişim biçemi olarak yorumlar. Yani insan kendi yaşadığı deneyimler ve kendi öz benliği üzerine ne kadar farkındalık sahibiyse, sebebini bilmediğimiz olay örgüleri ve bağlantıları da görmeye başlar. Özetle tıpkı yeni bir dil öğrendiğimizde zihinde yeni sinapsis ağlarının oluşması gibi, hayatı yaşarken yeni bağlantısallıklar geliştiririz. Benim kitabımda yazdığım savım ise insan, sadece bu eşzamanlılıklara maruz kalan bir obje değil aynı zamanda bu eş zamanlılıkları yaratan, kurgulayan, organize eden bir aktör…

Adam da aynı heyecanla kadının sözlerini böldü:

Biz de başkalarının anlamsız bulduğu, ilk bakışta rasyonel ve bağlantısal olmayan, alakasız şeyler arasında anlamlı bağlar ve bağlantılar kuruyoruz, verdiğimiz reklamlarla ilintisi olmayan şeyler arasında ilintisel bağlar kurup başkalarının eş zamanlılıklar yaşamasını sağlıyoruz. Tıpkı aklından ayakkabı almak geçen birinin, henüz daha ayakkabı anahtar kelimesini aratmadan bile karşısına ayakkabı reklamı çıkması gibi…

Kadın etkilenmişti:

Bingo! Çözdün. Ama üzüldüm, kitabımı okumana gerek kalmadı. 🙂

Adam gülümsedi: “Evet, kitabını okumaktansa direkt seni okumayı tercih edeceğim sanırım…

Kadın ve adam elma ağacının altında birbirlerini okumayı bitirdikten sonra kalkıp heybetli çınar ağacının altına yürüdüler. Ağaca tırmanıp Eden Hotel’e yukarıdan baktılar. Tüm ağaçları, yılanları, incir yapraklarını, altın renginde böcekleri ve birbirlerinden habersiz otelin duvarlarına çarparak yürüyen insanları seyrettiler. Yeni bağlar ve bağlantılar kurmak için bu sefer bilgisayarlarının klavyelerini değil, ruhlarının kadim alfabelerini kullandılar. Artık tüm hayat bir Google reklam paneliydi ve insanların içlerinden geçen en derin istekleri, arzuları karşılarına çıkıp eş zamanlılık yaşasınlar diye evren makinesine anahtar kelimeler girdiler. Böylece sevgi arayanlar sevgiyi, nefret arayanlar nefreti, birlik ve bütünlüğe ulaşmak isteyenler ise zamanın ve mekânın ötesindeki evrensel eşzamanlılık makinesini bulacaktı… 🙂

***



Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)