“Kim ve ne olursa olsun, dedi, yeryüzünde her insan, her zaman, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak o bilmez bunu.” -Simyacı, Paulo Coelho
“Mesajı çözdüm. Tek kelime. Ne biliyor musun? Kal. Kal diyor baba.” -Interstellar (Yıldızlararası) Filmi
“İnsan ne kadar çok hikâye anlatırsa kendisi de hikâye olur ve hikâye ondan sonra da yaşamaya devam eder. Böylece insan ölümsüz olur.” -Big Fish (Büyük Balık) Filmi
Foreshadowing ya da önceden ima etme tabiri; yazarın, hikayenin ilerleyen bölümlerinde olayların nasıl gerçekleşeceğine dair önceden ipucu vermesi anlamına gelir. Edebiyatta bir anlatım tekniğidir. Bir hikaye içeren her sanat dalında kullanılabilir. İster bir roman isterse film senaryosu olsun; yazar hikayenin gidişatı esnasında finalde gerçekleşecek bir olayı önceden üstü örtük bir şekilde (genellikle sembollerle) spoiler olarak verebilir. Foreshadowing ya da önceden ima etme tekniğinin en popüler örneği; düğünden sonra ya da düğün esnasında (silahla) ölecek olan bir gelinin düğün öncesinde, gelinlik provası esnasında üzerine vişne suyu dökülmesidir (kan). Böylece yazar ileride gerçekleşecek olan hakkında önceden okuru bilinçaltında hazırlar.
Hayatın senaristinin, kendi yaşamlarımız için yazdığı foreshadowing örneklerine göz atacağımız bu yazının sonunda geçmişinize dönecek ve size önceden ima edilen, spoiler verilen olayları göreceksiniz. 🙂
Öncesinde, daha iyi anlamak için gelin bu kavramın derinliklerine inelim.
Ebediyat sanatı batıda sistematikleştiği için kelimenin batı kökenine odaklanacağız. Foreshadowing kelimesinin etimolojisine baktığımızda fore+shadowing yani Türkçeleştirirsek ön+gölgeleme gibi bir anlama geliyor. Tabi shadowing kelimesinin tasavvur etmek anlamının da olduğunu unutmamak gerek. Ön+tasavvur dendiğinde hakikatten de direkt anlamı karşılıyor, söz konusu durumu önceden tasavvur etmek, tarif etmek anlamına geliyor ama neden tasavvur kelimesi için “shadowing” yani gölge seçilmiş? Shadow, gölge demek ve gölge ne demek diye sorduğumuzda ışığın bloke edilmesi; ışığın önüne bir engel konularak ortaya çıkan yüzey anlamına ulaşıyoruz. Nitekim shadow kelimesinin kökü olan Almanca “sceadu” kelimesi tam olarak “ışığın engellendiği karanlık” demek. Işık saf bilgi olarak sembolize edilir. Saf bilgiyi idrak etmek bazen güçtür.
Mesela güneşi daha iyi anlamak için astronomlar güneşi izledikleri teleskopların önüne bir halka koyarlar. Bu sayede sadece güneşin etrafındaki haleyi gözlemlerler, güneş patlamalarını ve güneşteki aktiviteyi ölçerler. Aksi takdirde güneşin ışığından bu detayları göremez. Hakikatten de bazen bir şeyleri gölgelemek hakikati daha iyi anlamamızı sağlar. Hem doğu hem de batı ekollerinde kişinin ruhsal gelişimi için sessizlik önemli bir aşamadır. Pisagor, kendi gizem okuluna inisiye edeceği öğrencilere 1 yıldan 3 yıla kadar süren sessizlik oruçları tutttururdu, bu oruçlarda öğrenci asla kimseyle konuşmazdı. Bunun sebebi öğrencinin susarak kendi içindeki gerçek sesi duymasını sağlamaktı. Susmak, ışığın yani bilginin önünde bir gölge gibi… Işığı yaymak yerine susarak yapılan gölgeleme ve hakikati bu gölgenin izlerinden, sınırlarından görmek. Tıpkı bir anahtarı kopyalamak için onun kalıbını çıkartmak gibi. 🙂
İşte foreshadowing yani ön gölgeleme de hikayenin finalinde ortaya çıkacak olan hakikati görmek, anlamak ve açığa çıkartmak için yapılan bir ön işlem. Işığın bilinçaltında çıkartılan kalıbı 🙂
Foreshadowing uygulamak için pek çok yöntem vardır. Bu yöntemleri sadece akademik bilgi olarak değil kendi hayatınızdaki karşılıklarını da düşünerek okuyun. Daha sonra bu konuya değineceğiz. Başlıca şu teknikler kullanılır:
Çehov’un Tüfeği:
Rus oyun ve öykü yazarı Anton Çehov tarafından literatüre giren bu tekniği en iyi ifade eden örnek tekniğin adında da geçen silahtır. Eğer bir sahnede bir silah görünüyorsa o silah illa ki ilerleyen sahnelerde patlayacaktır. Çehov; hikayedeki her unsurun bir anlamı olması gerektiğini ve ilgisiz ögelerin hikayede yer almaması gerektiğini savunur. Hatta bunu şu sözleriyle vurgular: “Patlamayacaksa sahneye asla dolu bir tüfek yerleştirmeyin. Tutamayacağınız sözler vermek yanlıştır.” Elbette silah bir metafor. Silah yerine soyut ya da duygusal imgeler de kullanılabilir. Bu tekniğe güncel bir örnek olarak 2019 yapımı “Joker” filminde Arthur karakterine iş arkadaşının verdiği silah örnek olarak gösterilebilir. O silahı gördüğümüz anda yazar bize karakterin bu silahı ileride kullanacağının imasını vermiş oluyor. Ya da çok sevdiğim 2001 yapımı “The AI” (Yapay Zeka) filminde robot oyuncak ayının tam da ölüm ve yaşam ile ilgili bir sahnede çocuğun annesinden kesilen saçı alıp cebinde saklaması. Bu çok ufak bir detay gibi görünen olay filmin finalinde 2000 yıl önce ölen annenin DNA’larından yeniden diriltilmesini sağlamıştı.
Flashback / Flashforward
Bir başka foreshadowing tekniği de ileride gerçekleşecek olaylarla ilgili hikayenin başlarında anlatılan geçmişe ya da geleceğe dair donelerdir. Hatta bilirsiniz çoğu roman ya da film finalle başlar (flashforward). Finalden birkaç kare gösterilir ve film boyunca o finale getiren olaylar örgüsü anlatılır. Ya da kahramanın, hikayenin ilerleyen safhalarında başına gelecek bir olayla ilgili önceden anlatılan ve kahramanın geçmişine dair doneler içeren bilgiler verilir. Bu tekniğe örnek olarak da yine çok sevdiğim ve “Varoluşçu Filmler Listesi” yazımda film hakkındaki görüşlerimi paylaştığım “Truman Show” filminden şu sekansı verebiliriz: Filmin ortalarında bir flashback görürüz ve bu flashback’te Truman’ın çocukken babasını denizde kaybettiğini, bunun da onda bir deniz travması yarattığını öğreniriz. Nitekim finalde de bu foreshadowing gerçekleşir ve Truman travmasına rağmen denize açılır.
Kehanet
Foreshadowing tekniğini uygulamanın en kolay yolu kehanettir. Kahraman bir falcıya gider ya da yakın arkadaşı ona bir kahve falı açar. Falda yol ve yatan insanlar görünür. Hikayenin ilerleyen safhalarında gerçekleşecek bir trafik kazası için foreshadowing yapılmıştır. Bu tekniğe örnek olarak Matrix serisinde Neo karakterinin kahine gittiği anları verebiliriz. Seçilmiş kişi olup olmadığını öğrenmek için kahine giden Neo’ya kahin bir fedakarlık yapması gerektiğini söylemişti ve hikayenin devamında Neo Morpheus’u kurtarmak adına yaptığı fedakarlık sayesinde seçilmiş kişi olduğunun farkına varmıştı. 🙂
Sembol / Alamet
Bazen de hikayenin gidişatı içerisinde gösterilen ve alakasız gibi görünen bir sembol ya da gerçekleşen bir alamet, ileride gerçekleşecek olaya dair bir işaret verir. Yeni tanıştığı bir adamla buluşmaya giden kadın yolda giderken, kollarında kuru kafa ve satanizmi çağrıştıran semboller taşıyan bir motorsikletliyle çarpışmak üzereyken kurtulur ve yoluna devam eder. Hikayenin devamında müstakbel sevgilisi kadını bir ritüelde katleder. (genelde korku gerilim filmerinde çok kullanılan bir tekniktir.) Ya da nişan töreni esnasında kırılan bir aynadaki çiftin görüntülerinin de kırılması ileride gerçekleşecek bir ayrılığın alameti olur. Elbette foreshadowing illa böyle korkunç şeyleri haber vermek için kullanılmaz. Ki zaten aslında kahraman için bir uyarıdır tüm bunlar. Mesela film değil de gerçek hayattan bir foreshadowing örneği olarak Jim Carrey’nin kendi ağzından anlattığı bir anektodu var: Jim Carrey kariyerinin başındayken standup gösterileri yapmakta ve meşhur Amerikan Late Night Show’lara çıkmaktadır. Warner Bross stüdyolarından bir teklif gelir. Jim Carrey’e Late Night Show sunuculuğu teklif edilmiştir. Biliyorsunuz bu sunucular hayatları boyunca bu işi yaparlar. David Letterman, Jimmy Fallon ya da bizdeki Beyazıt Öztürk gibi… Jim Carrey tam görüşmeye giderken Warner Bros stüdyolarında yüksek bir binadan kendini atarak intihar eden biriyle karşılaşır. Bunu görünce görüşmeye gitmekten vaz geçer ve böylece kariyerine oyunculukla devam eder. Malum çok da başarılı olur. 🙂
Görüldüğü üzere foreshadowing sadece soyut bir yazım/anlatım tekniği değil, gerçek hayatta karşılığı olan bir olgu. Jim Carrey örneğindeki gibi hepimizin hayatında farklı şekillerde önceden bilgilendirildiğimiz olay ve durumlar olmuştur. Bazen gittiğimiz bir falcı bize hayatımız hakkında spoiler vermiştir. Bazen bize hediye edilen bir eşya bize bir mesaj vermeye çalışmıştır, Çehov’un silahı gibi ileride kullanabileceğimiz bir eşya… (Vakti zamanında biri bana fotoğraf makinesi hediye etmişti ve bu sayede hayatımın bir bölümünde fotoğraftan ve genel olarak görsel sanatlardan para kazandım) Bazen de yolda giderken ya da yeni girdiğimiz bir mekanda gördüğümüz bir sembol bize geleceğimiz hakkında işaret verir. Bu işaretler pek çok şekilde olabilir…
Kendi hayatımdan örnek vermem gerekirse; lisedeyken 4 yıl boyunca bir kızı sevip ona açılamamıştım. Üstelik açılmak için çok fırsatım vardı. Önümdeki sırada oturuyordu aynı servisle gidiyorduk ve ailelerimiz uzaktan da olsa tanışıyordu. Kızın adı benim foreshadowing imgemdi: Duygu. Duygu isimli kıza açılamamak, duygularımı ifade edememek aslında bana yapılan hem uyarı hem de bu kızla ilgili sorunun çözümünde bir doneydi. “Eğer Duygu’ya açılmak istiyorsan duygularını açmayı öğren.” 🙂
Yine magazinel gidelim, bir başka ilişkisel örneğim üniversitede tanıştığım “Rüçhan” adındaki kız. Duygu vakasından akıllanmış olmalıyım ki bu sefer hemen açıldım ve iki yıllık bir ilişkim oldu. Bu sefer duygularımı çok yoğun yaşamış ve sahiplenme duygumu dengesizce açığa çıkartmıştım (karanlık yanla yüzleşme). Sahiplenmiş ve sürekli onu düşünür onla zihnimi ve ruhumu meşgul eder olmuştum. Kendimden geçmiş, kendimi unutmuş ve sadece onla hemhal olarak aşkı yaşamıştım. Belki de bu sebeple ilişkim aldatılmam ve terkedilmemle sonlandı. Rüçhan kelime olarak “öncelik hakkı” demek. Yani aldığım foreshadowing mesajı: “Öncelik hakkını kendine ver, kendini Rüçhan tut, önce kendini sev, kendine değer ver ki sevilesin” idi. 🙂 Böylece kendimi geliştirdim, uçlarımı törpüledim, dengeye geldim.
Bir önceki “Mananın Ötesi” yazımda da bahsettiğim gibi kelimelerin kabuğunu kaldırıp manalarına indiğimizde bize çok şey söylüyorlar. Bu bilgiyi bir de foreshadowing tekniğiyle birleştirirsek kendi hayat filmimizde ne kadar çok spoiler yediğimizi bizzat görüyoruz. 🙂 Siz de kendi hayat senaryonuzu gözden geçirdiğinizde eminim gerek tanıştığınız kişilerin isimleriyle, gerek o kişilerin evlerinde ya da hayatınızın kritik anlarında gördüğünüz sembollerle, gerek kulağınıza gelen şarkıların sözlerinde gerekse de aldığınız kehanet ve alametlerle pek çok önceden ima edilmiş, önceden işaret edilmiş durum göreceksiniz. Bunları gördükçe hayatın senaryosunu artık daha çok kendi elinize almaya başlayacaksınız.
Böylece daha da ÖZgür olacaksınız.
Yazının girişindeki parçanın adı gibi… “Now we are free…”
🙂
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Tüm bu mesajlara, sembollere, işaretlere çok dokunurdum eskiden. Yazını okurken oldukça uzun bir zaman sonra yeniden; bir bir kelimelere takılı kalıp, her bir harfin üzerinde dinlene dinlene düşündüm. Hayatıma dokunmuş; yüzyıllar geçse veya yeryüzü ve gökyüzü yer değiştirse dahi asla aklımdan çıkmayacak birinin isminin anlamını buldum. Öyle ki; onunla kurduğum her cümlede gözlerimi farklı dünyalarda açmamı sağlayan ve kurduğumuz her cümlede gözlerimizi açabileceğimiz farklı dünyalar yaratabildiğimiz birinden bahsediyorum. Aklıma her geldiğinde içimden kendimle konuşmalarıma eşlik eden veya gerçek hayatta onu benden dinleyen herkesin o insanı ne kadar hayranlıkla, beğeniyle, övgüyle anlattığımdan bahsetmeleri; aslında o insanın isminin benim hayatımdaki anlamını söylüyormuş.
Hiçbir şey rastgele değil. Her şey bir sebeple var hayatımızda. Sizin için bu kadar özel olan birinin ismi de mutlaka size özel bir anlam içeriyordur fakat açıkçası merak da ettim ismi, kelimeyi 🙂
Aslında aklımda uyanan bir soru da şuydu; hayatın genel bir tabirle sonunu bildiğimiz bir kitabı okumak olduğunu biliyoruz. Kitap kaç sayfa sürerse sürsün, kahraman nasıl maceralara ortak olursa olsun; kahraman sürekli ölüme yürür. Kahramanın yaşayacağı nihai olay ölmektir; çok nadiren kitap, sonrası hakkında bilgiler verir. Hayatımızda tüm bu işaretleri takip eder, tüm bu işaretlerin bize anlattıkları ve gerçek manalarını görebilmeye başlarsak; bir nevi kahraman kitapta yaşayacağı tüm olaylar hakkında ön bilgi alır ve bu ön bilgiyi aldığının farkına varırsa, yaşayacağı bu olayları ne derece değiştirebilir? Aynı zamanda; eğer hayatta her şeyin bir nedeni var diyorsak ve bu ön bilgilerin var oluşu dahi bir nedene bağlı ise ne derece değiştirmeli? Hayatın kendi içimizde her şeyi yapabilme gücüne sahip olduğumuz noktaya geldiğimiz takdirde aslında hiçbir şey yapamama durumu ile tam da bahsettiğin Truman Show filminde olduğu gibi seyirci hali arasında kalıyorum. Bu doğrultuda, hayatı ve insanı Fountain filminden farklı olarak çoğu zaman her bir dalı en yukarıda birleştirilmiş bir ağaç gibi imgeliyorum. Dönüp baktığım zaman tüm bu soruların olası cevapları işlevsiz; ama tüm bunlardan varacağım ve yorumunu almak istediğim nokta: sonsuza kadar mutlu yaşanan masallar dışında, kahraman tüm bu işaretleri takip ederek ölümü değiştirebilir mi? Yani bu ağaçta kökten gövdeye, gövdeden dallara -yaşanabilecek, değiştirilebilecek tüm olaylar burada ve sadece bir olaya giden çok sayıda yol var-, dallardan gövdeye -ki son benim zihnimde burada-, yine bir köke dönüşün değiştirilebilir bir yanı var mı? Sahi… senin adının anlamı neydi?
Bu sorunun cevabı ironiktir ki tarihte (bilinen) ilk yazılı eserde gizli. Gılgamış destanında… Zamanın Ötesi’nin youtube hesabında videosu bulunan bir TedX sunumumda bu hikayeyi anlatmıştım. Yine o sunumumda; bahsettiğin ağaç dalları metaforunu labirent imgesiyle tarif etmeye çalışmıştım. Malum Gılgamış o hikayede ölümsüzlüğü arar ve tüm maceralarının sonunda ölümü alt etmenin tek yolunun bu dünyada kalıcı eserler bırakmak olduğunu, iyi bir yaşam bırakmak olduğunu öğrenir. Bu sayede asla unutulmaz ve ölümsüz olur. Ki şu an halen unutmuyor, binlerce yıl sonra bile Gılgamış’tan bahsediyoruz. 🙂
Farkına varılan şeyleri değiştirmek hususuna gelince… Emin olun hayatım boyunca bunun üzerine düşündüm. Yani akışta kalmak, bize sunulan hayatı yaşamak, bırakmak ve mücadele etmek arasındaki dilemma ve denge üzerine tefekkür ettim. Blog boyunca da bunun üzerine pek çok yazı yazdım. (Bırakmak & Mücadele, Kaderi Hacklemek gibi yazılarım…) Henüz nihai bir sonuca varmasam da bildiğim, emin olduğum tek şey farkında olmanın sihri. İster bilimsel kanaldan bakın (kuantum fiziğindeki gözlemci etkisi ve gözlemlemenin sonucu değiştirmesi) isterseniz dini ekollerden bakın; farkında olmak asıl amacımız gibi görünüyor. Bir ateiste bunu şöyle açıklarım mesela: “Milyonlarca yıl önce oluşmuş yıldızların tozlarından evrimleşerek meydana geldik ve şimdi gökyüzüne, o yıldızlara, meydana geldiğimiz yıldız tozlarına bakıyoruz. Evrenin kendi kendini gözlemlemesiyiz…” Bir inanç sahibi için ise şu anlama gelir: “Yaratan kendini görmek, kendini bilmek istedi o nedenle kendi nefesinden, nefsinden evreni yarattı ve kendi yaratımında kendini izledi.” 🙂 Her halükarda yaşamımızın farkında olmak bize tanrının ya da evrenin gözünden bakmamızı sağlıyor. Yani belki de farketmek bile tek başına değiştiriyordur pek çok şeyi…
Benim adıma gelince… Bu kolektif blogun yazarı olarak, bir insan olarak adım Ahmet ve Ahmet arapça Ahmed isminden türemiş. Ahmed de hamd kökünden geliyor. (Hamd etmek, hamdolsun…) Hamd; övmek, methetmek anlamına gelir. Ahmed ya da Ahmet bu köke eklenen niteleme ekleriyle “övgüye layık kişi” anlamına gelmiş. Elbette Ahmet isminde milyonlarca kişi var dünyada ama kendi hayatımdan mesulüm ve kendi hayatıma baktığımda da bunun izlerini görürüm. Ailem tarafından başarılarım pek övülmemiştir küçüklüğümde, bu nedenle de başarı kavramına karşı ön yargılarım olmuştur. Fakat hamd kelimesinin derinlerine indiğimizde cevabım kelimenin kök manasında gizli. Çünkü hamd etmek, şükretmekten farklı olarak bir kişiyi yaptığı bir faydadan ötürü övmek değil. Yani koşullu bir övgü değil. Biri bizim için iyi bir şey yaptığında ona şükrederiz. (teşekkür kelimesinin kökü de zaten şükür kelimesidir.) Onu bu başarısıyla överiz. Fakat birine hamd etmeyiz. Genelde hamd etmek ilahi bir güce, yaradana vs. atfedilir. O nedenle dini kitaplarda hamd etmek ve şükretmenin farkından sıkça altı çizilerek bahsedilir. Çünkü hamdetmekte koşul aranmaz. Salt varlığı için övülür. Yani benim de yaptığım ya da yapmadığım şeyler için övgüye ihtiyacım olmadığını, salt var olduğum için hamd etmem gerektiğini anlamam gerekiyor bu hayat planım boyunca. Elbette anlamak, farkında olmak başka; idrak etmek başka şey. 🙂
Fakat bu blog tek başına bir mana olduğu için benden ziyade bu blogun adının köklerine inmeniz gerek. Nitekim daha önce yaptığım yorumlarda da bahsettiğim gibi blogun ismini ben seçmedim, kendi kendine seçti. 🙂 Zaman ve zamanın ötesi ne anlama gelir onu da size ve diğer sevgili okurlara bırakıyorum ki çıkaracağınız manaları sınırlamayayım.
Yıllarca şükretmenin ve hamd etmenin zirvesini aradım,şükretmenin oluşabilmesi için yazınızlada alakalı olarak birşeyin önceden ima edilmesi yani hiçlik ve haşretmenin oluşması gerekiyorki hamd etmek kendi kendine oluşabilsin;Hissiyatla düşünce duyguyu oluşturmadan önce enerji parçacığının yönlenmesinden önce arada kalınan boşlukta var(ol sesi)olunabilinirmi idrak kodu hu nun frekansı nasıldır diye merak ederken Frekans enerji boyutunda olduğunu, Hu ile işaret edilen Zat
Frekanstan da enerjiden de münezzeh olduğunu farkettim;
Esması itibari ile bütün enerji boyutlarını kendi varlığında cem halinde olduğunu gözlemledim(içsel bilgi ile))
Hamd kelimesindeki Hu harfinden mi bahsediyorsunuz Hu derken?
Hakk kendini ilahi hüviyetiyle (hüve) açtıktan sonra “Allah” lafzıyla uluhiyetini ilan etmiştir. Hu zatın benliği aynı zamanda hüviyetidir. (Hüve)kelimesindeki he harfi hüviyeti ve vav harfi ise hüviyeti temsil eden nefsi temsil etmektedir.konunun fazla dışına çıkmak istemiyorum yani birşeyin önceden ima edilebilmesi için karşılıklı tükenmek bilmeyen sonsuz bir özlemin oluşması gerekiyor ki eksiklik hem tamamlansın hem de tekrar tekrar açığa çıksın,aslında yaratan çürüyen eskiyen bir beden bize bahşetmemiş tam aksine bu özlemle şükür ve hamd ile sürekli kendini yenileyen bir beden olduğunu ima ediyor bize))
Bazı zamanlar bu “spoiler” dediğimiz mesajlara takıldıgım oluyor fakat benim vardığım nokta aynı sizin dediginiz gibi bilinçaltımızda yatıyor. Yani bir düşüncem, bunlar birer mesaj değil aksine gördüğümüz şeyleri hayatımıza çekiyoruz istemediğimizi düşünsek bile. Mesaj dediğimiz olaylar veya görüntüler hakkında da bazen bunlara çok açık oluyorum bazen ise görsem dahi inanmıyorum. Bu konuyla alakalı bende geçerli olan tek şey galiba emin olamamak, her ne kadar bazen anlasam dahi…
Tamamen haklısınız ama bahsettiğiniz şey foreshadowing imgesinin kaynağı. Bu imgeler/işaretler bilinçaltımızdan geliyor. Bilinçaltımızdan geliyor olması bunların bir işaret ya da foreshadowing olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Malum bilinçaltımıza pek inemiyor, orada neler döndüğünü bilemiyoruz. Bu tür imgelerle bilinçaltımız bizle iletişime geçiyor ve akabinde de bilinçaltında var olan duygu durumuyla ilgili olaylar yaşıyoruz. Bilinçaltımızda yatan hakikati yaşamak zaten malum fakat bu yazıda odaklandığımız önceden gelen bir tür ön bilgi. Ha bu ön bilgi ne işe yarar derseniz teorim şu… Eğer farkında olursak belki de yaşanacak olayı daha hafif atlatırız çünkü mesajını /öğretisini önceden alıp idrak ederiz. 🙂 Hayata dair bir tür hack yöntemi.
Ek not: Filmde Jim Carrey ve Truman Show filminden çok bahsetme sebebim hem onun hayranı olmam hem de onun yaşamının; gerçek hayatta yaşanan foreshadowing örnekleri arasında en belirgini olması. Çünkü tıpkı Truman Show filmindeki gibi gerçek hayatta da bir aydınlanma yaşadı ve sistemin dışına çıktı. Bunu da yaşadığı travmaları atlatarak yaptı. Hayat hikayesini okursanız detayları öğrenebilirsiniz. Ya da rol aldığı “Aydaki Adam” filminde “Andy Kaufmann”ı canlandırmasıyla şu an hayatında yaşadığı aydınlanma arasındaki bağı “Jim and Andy” belgeselinde izleyebilirsiniz. Özetle tüm rolleri onun hayatı için bir foreshadowing idi. 🙂
Dna dizilimi kozmik ışınlardan kaynaklanıyorsa şayet ve bilinçaltımızıda komple evren varsayarsak kozmik ışınları için invertera ihtiyacımız var; Çok güçlü enerjiye sahip kozmik ışın dalgaları saniyenin binde biri kadar bir sürede bir dnamolekülüne çarpar ve parçalarsa dna dizilimini oluşturan bilgi kaybolur. Ve kopan parça başka bir yere eklenerek yeni bir “gen” yapısı oluşturur. Ve bu gen yepyeni bir özellik kazanarak ortaya çıkar.yani anı sabitleyip madde(beden)hızlandırarak yıllarca özlemini çektiğiniz suretsizliğe ulaşabiliriz,bu işlem için kuarkları kullanabiliriz(3 lü ve 1 li tamamlayıcı)-(2 li ve 1 li tamamlayıcı)yakıcı(nar) ve son olarakta 6 sını birlikte kullanarak nura çıkabiliriz,yani suretsizliğimize ve hamd sahibine geri döner…THE GAME BEGINS
Bundan vakitlice karar vermem gereken bir durumda kalmıştım. Şu an hayatımda olmayan kişi bir filmde adamın yazı tura atarak karar verdiğini söyleyerek beni ona yönlendirmişti ve üç defa üst üste kaybederek istemediğim sonucun içerisinde bulmuştum kendimi. Bu blogunu okuduktan sonra çok farklı bir arkadaşımın ısrarla tavsiye ettiği filmi açtım ve o adam… Yazı tura ile karar veren. Bu kişi hayatımın önemli bir noktasındayken böyle bir mesaj almak düşündürdü. Bunu yorumlamalı mıyım veya nasıl yorumlamalıyım bilmiyorum. Önemli olan mesajlar değil, onları anlayabilir nitelikte olmak.
Çok klişedir ama gerçekten de işe yarar… “İlk aklına gelen ley doğrudur” 🙂 Demek istediğim içgüdüler birer dekoderdir. Her imge herkes için farklı anlam taşır. Duygularınızı dinlemek sizi doğru yoruma götürür. Karşınıza çıkan imgeler, sembol ve metaforların anlamı sizde uyandırığı histir. Eğer yazı tura ile karar vermek sizi heyecanlandırıyor ve kendinizi hayatın akışına bırakmak konusunda ilerleteceğini hissettiriyorsa, yani ruhsal bir ilerleme görüyorsanız bu tür bir karar verme yönteminde, şüphesiz uygulayın. Eğer bu fikir sizde hiçbirşey çağrıştırıyorsa uygulamayın. Püf nokta budur. Dikkat edin korku ya da heyecan duyarsanız orda sizin için bir mesaj vardır. Çünkü korkup bir fikirden kaçarsanız adı üstünde kaçıyorsunuzdur. Üstüne gitmeniz gerek aksine. Eğer heyecanlandırıyorsa o da bir işarettir. Ama hiçbir his uyandırmıyorsa orda sizin için bir mesaj olmayabilir. Her şeye rağmen gayet tabii olarak insan içsel güdüleriyle iletişim kurmakta zorlanabilir. O zaman da cevap isteyip gelmesini beklemek gerekebilir. Cevap da bazen bu blog yazısıyla karşılaşmanız gibi dışarıdan gelebilir. O zaman da benim hayat mottom olan şu kaideyi uygulamak işe yarar: İşaretleri takip et 🙂 (follow the white rabbit)
ÖZZ dört ay geçmiş bu endişemin üstünden. girdiğim yolun yanlış olduğunu gösteren işaretler fazlaydı ama ona inanmak sevmek istedim. somut hiçbir şeyle karşılaşmadığım için gördüğüm rüyalara, anlamlandıramadığım mesajlara gözlerimi kapayarak devam ettim. ve öyle bir aldatıldım ki çok fena dersimi alarak çıktım bu yoldan. beyaz tavşanı takip et aklının bir köşesine yaz ama mantığına uyduramadığın durumlara sıkıntı çıkarma zira senin niyetin iyiyse evren zaten hakikati önüne dökecektir. tabii ben gibi de her mesaja gözleri kapatıp pollyana olmamak lazım :p
E tabi. Denge. 🙂 İşaretleri elbette yanlış yorumlayabiliriz ama hayat öyle sihirli bir sisteme sahip ki yanlış yorumlanan bir işaret, bir yazı tura kumarı bile aslında seni daha büyük bir hakikate götüren yanlış oluyor.