Her şey o ilk hareketle başladı…
Hiçliğin içinde bir hiçlik ışık olmaya karar verdi. Işık noktası doğdu, büyüdü, hareket etti ve formu oluşturdu. Form maddeye mana kattı, madde kendine baktı, aktı…
Yeni formlar, yeni manalar, ışığın doğumunu kutladılar. Peki neden? Neden bu kadar sade ve basit bir ışık noktası, bu dingin hiçlik bu kaosa yol açtı? Sadece bir ışık noktası neden kuasarlardan kara deliklere, başarısız darbelerden gerici toplumlara, akşam yemeğinde ne yiyeceğini düşünen ve aşık olan insana kadar bu denli büyük bir karmaşayı yarattı?
Neden diye sormayı bırakıp, nasılı sormaya başladığımızda hiçlikte kaybolmayı bırakıp hiç olmaya başlayabiliriz belki…
Fraktallarla tanışmışsınızdır. Bütünün parçalardan bağımsız olmadığının matematiksel ve görsel kanıtıdır aslında fraktallar. Fraktal bir yapının tüm parçaları, yapının tamamının aynısıdır. Elinizdeki küp şeklindeki lego parçalarını birleştirip bir küp yaparsanız bir fraktal elde etmiş olursunuz en basitinden. Ancak fraktallar kurgusal şekiller değildir. Aslında bir fraktal oluşturmanıza gerek yok. Bizzat kendiniz ve hatta evren fraktaldır…
Her şey Alan Turing ile başladı. İlgililer onu bilgisayar bilimine katkılarından (günümüz bilgisayarlarının çalışma prensibini ona borçluyuz) ve yapay zeka çalışmalarından tanıyacaktır ama asıl keşfi canlılığın nasıl form kazandığı üzerine çalışmaları oldu. Turing evrene hükmeden fizik yasalarını, matematik formüllerini alıp canlılara uyguladı. Gördü ki bir yıldız nasıl meydana geliyorsa insan da aynı şekilde meydana geliyordu. Tek bir hücre ile başlayan doğum serüveninde nasıl oluyor da tek bir hücre sadece çoğalma eylemi yaparak bu kadar kompleks bir beden meydana getirebiliyor? Bu soruyla başladı aslında Turing’in yapay zeka araştırmaları da. Çünkü gördü ki bir yapıdaki komplekslik, rastgelelik ve kaos ile yapay zeka arasında bir bağıntı vardı ama bu apayrı bir konu. İlgilenenler efsanevi fizikçi Roger Penrose’un “Kralın Yeni Usu” serisini okuyabilirler.
İnsan tek bir hücreden nasıl meydana geldi sorusuna geri dönersek Turing yaptığı matematiksel keşifte yapıyı meydana getiren eleman ile yapının kendisi arasında bir ilişki olduğunu gördü. Bir yıldızı meydana getiren atom ile yıldızın özellikleri arasındaki benzerlikler gibi… (Çekim alanı, atomun etrafında dönen elektronlar ve yıldızın etrafında dönen gezegenler, ısınım dereceleri, yaşam döngüsü…) Aynı şekilde insanı meydana getiren hücre ve hücreyi meydana getiren bileşenler ile insan arasında da bir benzerlik vardı. Hücreler bilinçsizce değil DNA’dan aldıkları kodlarla çoğalıp insanı oluşturuyorlardı ama DNA’nın kendisi de aynı hücre elemanlarından meydana gelmişti. Dahası DNA’yı meydana getiren molekül ve atomlar da doğada bulunuyordu. Nasıl olmuştu da boşlukta salınan atomlar, parçacıklar bir araya gelip bu yapıları oluşturmuşlardı… DNA hücreyi yönlendirerek onun zekası gibi çalışmaktaydı. İnsan da kendi bedenine iradesiyle hükmederek bedenine bir şeyler yaptırıyor. İnsan bedenine hükmetmeyi geçip başka insanlara hükmedip onları kendi kafasındaki gibi şekillendirmeye çalışıyor ve böylece diktatörler ve onlara koşulsuz itaat eden hücreler meydana geliyor… DNA’nın tek bir hücreyi sistematik olarak çoğaltması ve insanın tek bir başka insanı kendi fikriyle aşılayarak sistematik olarak fikrini yayıp günümüzdeki toplumları yaratması çok da şaşılacak bir şey değil. Aslında eleştirilecek bir şey de değil. Sistem böyle yaratılmış. Gestaltçı bir yaklaşımla bütün, parçalardan daha büyüktür diyoruz belki de. Oysa öyle değil. Bütün de parça da aynı…
Başlangıca geri dönersek, o ilk ışığın OL’duğunda aslında kaosun da başladığını görüyoruz. Çünkü hiçlik ve varlık ikiliği doğdu. 0 ve 1. Işık kendini kopyaladı, kopyaladı… Tıpkı yaşam çiçeği formunun oluşumu gibi… Işık katılaştı, madde oldu, form oldu ve fikir doğdu. Fikir her şeyi bilmek istedi, tüm kopyaları ve kopyaların oluşturduğu varlığı… Bir gün geldi, fikir hiçlik diye bir şey olduğunu gördü. Bilmesi yetmedi, deneyimlemek istedi. Böylece tüm kopyaları tek bir ışık noktasına birleştirmeye başladı. Bunu da her şeyi bilerek, deneyimleyerek yaptı. Fikir artık tüm varlığı tek bir ışık noktasında birleştirince aynı kara delik gibi içine döndü. Küçüldü, küçüldü, sonsuz küçüldü ve yok oldu. Sonsuz küçülme varsa yok oluş diye bir şey var olabilir mi?…
Olamazdı ve sonsuz hiçliğin içinden yeniden doğdu fikir. Böylece ışığa ol dedi ve ışık oldu. Aynı DNA’nın hücrelere kol ol, bacak ol demesi gibi yeniden formu inşa etti fikir o içinde her şeyi barındıran ışık parçası ile…
Işık yıldız oldu, dünya oldu, ağaç oldu, insan oldu, katil oldu, İsa oldu, akşam yemeğin oldu, sevgilin oldu, bu yazılar oldu, gözlerin oldu…
Işık kendini görmek istemekle hiç olmak istemek arasında gibip gelen bir fraktal oldu.
Işık sen oldu
Sen sonsuzluk oldun…
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
çok güzel bir paylaşım, teşekkürler..
Rica ederim, ilginiz için teşekkürler 🙂