Gerçeğin Ötesi

Ortalama okuma süresi 11 dk.

nothing_is_true__everything_is_permitted___token_by_nickskater-d4gco5d

“Life is a state of mind…”

Yani “”hayat bir zihin durumudur” ya da “yaşam bir düşünce biçimidir” ya da “hayat bir ruh halidir” şeklinde çevrilebilecek bu cümle; 1979 yapımı “Being There” filminin gerçeküstü finalinde karşımıza çıkan bir ingilizce özdeyiştir. Bu cümle her şeyi kendi aklımıza göre değerlendirip, yorumlayıp o şekilde yaşadığımızı anlatır. Akla, “Kendini Napoleon sanan bir deli, her anını o kişilik olarak bilinçli bir şekilde yaşadığından, acaba gerçek Napoleon’dan daha mı Napoleon’dur?” sorusunu bile getirir. Çünkü gerçek Napoleon bile bazen kim olduğunu düşünmeyebilir, oysa böyle bir deli her anında Napoleon’dur…

Gerçekliğin yapısı ve algısı üzerine kafa yoracağımız bu yazımızda etrafımızda olup bitenleri ya da tamamıyla evreni nasıl yorumlamamız gerektiğini ve bilgiyi nasıl idare etmemiz gerektiğini tartışacağız. Bunu yazmamın sebebi geçen bir arkadaşımın bana yönelttiği bir soru üzerine yaptığım savunma. Arkadaşım hologram evren teorisi yani aslında her şeyin sanal olduğu, gerçek olmadığı, benim de yazılarımda yer yer bahsettiğim aslında maddenin bile sadece bir projeksiyon aletinden çıkan görüntüler kadar gerçek olduğunu iddia eden görüş hakkında birşeyler okumuş ve bunu okuduktan sonra hayattan soğumuş, yapacağı şeyleri ertelemiş, bir durgunluk çökmüş üzerine çünkü hiçbir şeyin gerçek olmadığı görüşü hayatına bir anlamsızlık katmış, bunun yanında tanrının zihninde olma fikri ona kadercilik gibi gelmiş ve hepimizin birer kukladan ibaret olduğumuz düşüncesine kapılmış… Yazımın başında alıntıladığım cümle burada kendini doğruluyor; “Life is a state of mind.” Bakış açısına göre bu görüşü nasıl algılamamız gerektiği değişir ama öncelikle bu konudaki bilgi eksik, detaylandırmaya çalışacağım.

Arkadaşım bilimsel gerçekliğe ve verilere önem veriyor, felsefe ve dini görüşlere inançlara önem vermiyordu, bilimsel kanıt haricindeki açıklamaları new age akımının bir uzantısı olarak görüyordu. Bu bağlamda okuyucuların da bilimsel detaya önem vereceğini düşünerek bu şekilde anlatmaya çalışacağım ama bilimsel materyalizme önem veren okuyucuların şunu unutmamasını isterim: Bilimin her saniye fikir değiştirdiği ve dogmadan nefret ettiğini bilmeniz gerek. Bilim dogma sevmez. Dogma sadece inançla ilgili bir kavram değildir. Bilimin mutlak gerçek olduğunu düşünmek de dogmadır çünkü adı üzerine bu bir araştırma sürecidir, her an değişen bir şeyin söylediklerini kanun saymak aklı selim bir davranış olmayacaktır. Kaldı ki plato bundan binlerce yıl önce higgs bozonunu varoluş felsefesi ve felsefik aksiyomlar, mantıksal çıkarımlar yoluyla var olduğunu iddia etmiş ve bu isimle değil başka isimle de olsa bahsetmiştir ve binlerce yıl sonra bilimsel olarak kanıtlanmıştır. pek çok kanıtlanan kanun, teori düzeyinde iken matematik modellemeler ile bulunmuştur. Matematik de aslen felsefedir. Lisede hepimiz matematik derslerimizde mantık konusunu gördük. Birler ve sıfırlar, birin değili, olmayana özgü metodu vs… Öğretmenlerimiz bize bir cümle söylerlerdi ve onu  1 ve 0 lara dönüştürüp matematiksel olarak yazardık. Matematiksel modeller sadece ingilizce almanca gibi farklı bir dille yazılmış felsefik aksiyomlardır. Matematikçi kağıt üzerinde bir gerçeğe ulaşır ve ardından fiziksel ortamda gerçekliği ispatlanır. Einstein’in düşünce deneyleri sonucunda ürettiği görelilik kuramı yıllar sonra atom saatleri ile test edilerek ispatlandı. Demek ki bilimsel gerçeklik ve metodoloji de tartışılması gereken konular.

Konuya geri dönersek higgs bozonunun bulunması ve fizik alanındaki diğer bulgu ve gelişmeler big bang teorisinin daha da gerilerine başlangıç anına gidilebilmesini olanaklı kılıyor. Aramızda big bang teorisine itibar etmeyenler olabilir, çünkü malum bu teorinin de eksikleri var ama evrenin genişlemesi ve daha pek çok fenomeni ancak bu görüşle açıklayabildiğimiz gibi, uzay araştırmalarında direkt pratik sonuçlar veren bir kuram o nedenle bu görüş komple yalanlanamaz, sadece eksik denilebilir ki yeni kuramlar da zaten sadece big bangten öncesine odaklanmış durumda. Yani big bangten önce ne vardı ne oldu da big bang gerçekleşti sorunu… Neyse, hiçbir şeyin var olmadığı boşlukta, vakum boşluğunda meydana gelen bu olayda madde ve anti madde arasındaki bir ince ayardan bahsedilir. Eğer anti madde miktarı çok az daha fazla olsaydı madde var olmayacak ve evren oluşmayacaktı. Madde ve anti madde karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini yok ediyorlar çünkü. Başlangıçta madde ve anti maddenin eşit miktarda ortaya çıkmış olması gerekiyordu hesaplamalara göre, bu simetriyi bozanın ne olduğu henüz bilinemiyor. Dahası anti madde üretilen de bir şey. CERN’de sadece hızlandırıcı yok, elektronların dönüş hızlarını yavaşlatan özel bir makine de var ve bu makineyle hidrojenin anti maddesi yapıldı ama sadece birkaç atom. Çünkü bu işlem çok maliyetli. Ama anti madde maddenin tam zıttı karakteristik gösterdiği için aslında değerli bir enerji kaynağı. Isaac Asimov bilim kurgu romanlarında uzay araçlarını bu güçle uçuruyordu. Nasa’nın da planı bu. Maddenin kütle çekim kuvveti olduğu gibi anti maddenin de kütle itim kuvveti var. Yani ayakkabınızın altında anti madde üreteci olsaydı havada uçarak yürüyebilirdiniz 🙂

İlgili yazı:   Varoluşun Kendini Gerçekleştiren Kehaneti

Nereye varmaya çalışıyorum? Bilim dünyası maddi evrenlerin olduğu gibi anti maddeden oluşan evrenlerin de olabileceğini kabul ediyorlar. Orada bütün fizik kanunları bizimkinin tam tersine olacaktır. Oradaki bilim adamları da anti maddenin zıddını bulmaya çalışıyor olabilirler. Bizim için kütle çekimi mutlak gerçeklik iken kendi evrenimizde kendi yasamızı kendi ellerimizle yanılttığımız bir şeyi yani anti maddeyi üretiyoruz ve kütle itiminin de gerçek olduğu bir şeye ulaşıyoruz. x2=4 denkleminde x’in olası iki cevabı vardır. Ya -2’dir ya da +2’dir. O zaman x her ikisi de olabilir. Bu da bakış açımıza göre değişebilir. Aynı schrödinger’in kedisi düşünce deneyinde kutu açılmadan önce kedinin ölü de olabileceği diri de olabileceği gerçeği gibi. Gerçek sadece kutuyu açıldığında anlamlıdır, ondan önce her iki durum da olası ve gerçektir. Big bangten hemen önce madde ve anti madde bir aradaydı. Ama madde ve anti madde bir aradayken birbirlerini yok ettiklerine göre big bangten önce bir yokluk, hiçlik durumu söz konusuydu. Gerçekliğin olmadığı bir boşluk da diyebiliriz buna.

Bunu nasıl hayal edebiliriz? Gözlerinizi kapayın ve zihninizi boşaltın. Hiçbir şey düşünmemeye çalışın. Öyle bir zihin durumuna gelmelisiniz ki gözlerinizi kapattığınızda gördüğünüz karanlığı bile görmediğiniz tam bir boşluk hissi. Hiçbir düşünce kırıntısı dahi yok. İşte burası big bangten önceki durum. Sonra bir ışık patlaması hayal edin zihninizde. Bu big bang. Neden oldu bilmiyoruz. Burası yeni kuramların geliştireceği bir şey ve emin olun onlar da yolda. Paralel evrenler ve çok boyutlu evrenler yeni bakış açıları getirecektir. İstiyorsunuz ki bu ışık yayılsın ve sadece foton yani enerji formundan madde formuna da geçsin. Zihninizdeki bu imgeler gerçek değil çünkü zihninizin içinde. Madde bile değiller şu anda. Düşünce madde değildir çünkü, sinapsisler arası elektrik atlamalarıdır düşünceler. Enerjinin hareket halindeki bir formudur yani.  Ama zihninizin içinde yeni bir evren filizlenmek üzre. Boşluk yani big bangten önceki hiçlik halen aktif, istiyor ki hiçlik devam etsin. Yani evet zorla zihninizi susturup hiçbirşey düşünmediğiniz o boşluk haline getirdiniz zihninizi ama şimdi de başka şeyler düşünmek istemiyor ve bu boş huzurlu halin devam etmesini istiyor. Çünkü malum bilgi sinir, stres kaos yaratır hep. O nedenle cehalet mutluluktur demezler mi zaten? Neyse, boşluk bu durumda anti madde gibi davranıyor ve maddeyi yok etmeye çalışıyor. Zihninizdeki o ışık patlaması imgesi üstün gelip her tarafa yayılıyor çünkü siz düşünmek istiyorsunuz. Amacımız da bu düşünce deneyini yaptırmak zaten. Ama ışık yani foton parçacıkları yeterli değil, bize madde lazım, ev lazım, araba lazım… Olaylar bunlarla gelişecek çünkü. yardımımıza odaklanma güdümüz koşuyor, odaklanarak bu karanlık ve ışık arasından yeni desenler üretiyor ve şekiller çıkarıyoruz. Bu da higgs bozonudur. Yani odaklanarak boşluktaki ışıktan, partiküllerden yeni maddesel atomlar üretmek higgs bozonunun tanımıdır zaten. Bir küre hayal edin mesela, bu mavi gezegenimiz olsun.  Bakın boşluktan iradenizle ışık, ışıktan da küre deseni oluşturdunuz. Zihninizin içinde gerçek olmayan bir ortamda yapıyorsunuz tüm bunları. Yoklar ama varlar, işte görüyorsunuz zihninizin içindeler… Nitekim bir heykel traşın heykeli yapmadna önce zihninde şeklini ve en ince kıvrımlarını tasarlaması ile ardından bu zihnindeki gerçek olmayan tasarımı gerçeğe dökmesi gibi bir durum bu da. Her şey önce tasarım sonra gerçek olmaz mı zaten? Biz de hayal kurarız ve hayallerin gerçek olmadığını bileriz ama gene de hayallerimiz, rüyalarımız bizi etkileri değiştirir, hayaller dünyayı belki de evreni değiştirir. Hepimiz aynı atomik özden meydana gelmişizdir. Milyonlarca yıl önce ölen bir yıldızın çekirdeğindeki kimyasal reaksiyonlara maruz kalan bir atom belki de şu an göz sinirlerimizi oluşturan damarlardan birinde duruyor ve o atom şu an yıldızlara bakıyor. Evrenin kendi kendisini gözlemleme şekliyiz, sanki evren hayal kurmuş da gerçekleşiyor gibi. Çünkü biz de kurduğumuz hayallere gene zihnimizin içinden bakarız, bir film izler gibi o hayalin detaylarını izleriz. Madde evrende genişledikçe daha fazla hayal kurar, daha fazla olasılık gerçekleşir, daha fazla düşünce ortaya çıkar. Zihnimizin içindeki imgeler gerçek değilse o zaman evren de gerçek olmamalıdır çünkü gerçekten koca bir zihnin içinde yaşıyorsak ve bu zihin kendi kendine bakıyorsa, değiştiriyor, düşünüyor ve bir çözüm yolu arıyorsa o zaman gene zihnin dışındakilere gerçek diyeceksek bu sonsuz bir döngüye sürükler bizi. O zaman gerçek diye neye diyeceğiz?

Gerçeklik tanımımızı değiştirmekten ziyade gerçek diye bir şeyin olmadığı yeni bir paradigma üretilebilir. Gerçek kelimesini kullanmayacağız yani. Her şeyin olası, mümkün olduğu yeni bir hayat anlayışı sunar bu bize. Mutlak bir doğrunun olmadığı, her şeyin zıddıyla var olduğu ve bu sayede her şeyin hem uç noktaları hem de orta noktalarının bulunduğu, sadece var olduğu, var olma eylemini gerçekleştirdiği bir algı evreni. Bu evrende tabiri caizse her şey mübah. Farkındaysanız dünya üzerinde aklınızın hayalinizin almayacağı vahşetleri gerçekleştiren insanlar da var, peygamberlerden daha fazla iyilik yapmış ve saf insanlar da ve tüm bu hayatın nasıl yaşanması gerektiği üzerine inançlar 7,5 milyar tane çeşitlilik gösteriyor. Mutlak bir ahlak anlayışı, mutlak bir gerçeklik yok. “Life is a state of mind…” Evrene bakış açımız da böyle olmalı, bilgiyle baş etme tarzımız da böyle olmalı.

İlgili yazı:   Ouroboros Nedir | Kuyruğunu Yiyen Yılan

Evren gerçek olmasa da şu an burada yaşıyor ve düşünüyoruz. Düşüncelerimiz de gerçek değil ama düşünüyor ve üretiyoruz. Lakin bu tür işimize yaramayan bilgiler bizim ufkumuzu genişletiyor. Belki bir gün işimize yarayacaktır, kim bilir… Bunu biliyordum diyeceğizdir belki de artık neyin gerçek neyin hayal olduğunu bilemediğimiz zamanlarda ve mekanlarda… Tanrı olmak her şeyi bilmek demekse, biz de hiçbir şeyi yargılamadan sadece bilerek yaşamaya devam edebiliriz. Bir gün öleceğimizi bilmemize rağmen yaşamaya devam etmek gibi bir şeydir bu da. Polinomlar konusunu öğretirken öğretmene haylaz öğrencisi tarafından sorulan bu konular ne işimize yarayacak sorusu gibidir bazen hayat, bunu kabul ederiz ama matematik bilen insan ile bilmeyen insan arasındaki hayat görüşünü de kimse yadsıyamaz. Eğer sadece matematik bilmek bile state of mind’ımızı değiştiriyorsa evrim sürecinde bu pozitif bir puan getirir. Karşımızda koca bir evren var ve aynı bir oyun hamuru gibi. Onunla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ne istersek yapabiliriz, ne istersek olabilir ama insanlık “Her” filmini analiz ettiğim yazıda da değindiğim gibi kafası oldukça karışık ve çok kararsız bir yaratık. Neyin gerçeki neyin gerçek olmadığına kafayı o kadar takmış durumda ki hakikatle yüzleşirse ne yapacağını bile düşünmemiş, hatta asıl hakikatten korkarak kaçmış belki de…

Özetle tavsiyem şu olacak: Yalan da olsa bir görüşü dinlemekten çekinmeyin, en absürt iddiayı okumaktan çekinmeyin ve bu görüşleri çok da kafanıza takmayın. Şahsi olarak fotoğrafçılıkla ilgilenen biriyim ve her fotoğrafçı fotoğraf çekmeye hevesle aldığı yeni makinesini denemek için evdeki su bardağının fotoğraflarını çekmekle başlar. Benim de yüzlerce su bardağı çekimim var. Hepsi de saçma, estetikten uzak çekimler ama bu sayede makinemin ayarlarını çözdüm ve daha teknik fotoğraflar çekmemde yardımcı oldu. Sizin de karşınıza bir sürü su bardağı fotoğrafı çekimleri, kanıtlanmamış teoriler, saçma iddialar ve komplo teorileri gelecek. Biri bana yalan söylediğinde bana nasıl olur da yalan söylediğiyle pek ilgilenmem, yalan söyleyiş şekli ve nedeniyle ilgilenirim. Bu sayede insan denen mahlukatın nasıl davrandığını gözlemler, insan üzerinden kendimi, insan olmanın nasıl bir deneyim olduğunu çözümlerim. Bir yalan pek çok şeye yarar yani. Bırakın evren hologram olsun, bu cebinizde dursun, gerçek olmasın… Bu bilgi evrene karşı bir bakış açısı daha kazandırır. Bu da bizi belki de biraz daha insan yapar. Hem hitleri hem de gandhiyi anlamış biri hem iyiliği hem de kötülüğü anlayabilir. İyilik ve kötülük arasındaki sonsuz savaşı, siyah ve beyaz arasındaki savaşı, madde ve anti madde arasındaki ilişkiyi ve dahası big bangten öncesini anlayabilir…

“Life is A state of mind…” Eveti hayat 1 düşünce biçimidir. Sonsuzluğun olasılığını, matematiğini, felsefesini ve duruşunu kavramış biri için hayat sonsuz düşünce biçimidir ve bu da her varoluş biçimini yani hiçliğin zıddı olan her şeyi barındırır.

Yazıma bir düşünce deneyiyle son vereceğim. İki adet butonu olan bir makinenin önündesiniz. Butonların birinin üzerinde sıfır, diğerinin üzerinde bir yazıyor. Sıfır numaralı buton tüm dünyadaki atom bombalarını aktive ederek patlatacak ve böylece sizinle birlikte tüm dünyayı yok edecek bir buton. Atom bombası olduğu için dünya üzerindeki tüm canlılığı tamamen yok edecek, çünkü nükleer serpinti yeni canlı oluşturmasını engelleyecek bir sürekli radyasyon yayacak. Artık dünya mars kadar ölü bir gezegen olacak. Diğer buton yani bir numaralı buton ise sadece insanları öldürecek bir virüsü salacak tüm dünyaya. Siz de dahil bütün insanlar ölecek lakin diğer tüm canlılık yaşamaya devam edecek ve belki de yeni canlılıklar yaratacak milyonlarca yıl içinde yine. İki düğmeden birine basmanız şart çünkü çılgın bir uzaylı ırk anti maddeden evreni yok edecek miktarda çok üretmiş ve iki düğmeden birine basmazsanız evreni yok edecekler. Blöf yok. Çünkü aslında iki seçeneği de seçmeyip bu uzaylı ırkın evreni yok etmesine göz de yumabilirsiniz. Yani aslında 3 seçeneğiniz var. Ya sıfır butonuna basacaksınız, ya bir butonuna basacaksınız ya da hiçbir butona basmayıp evrenin yok olmasına izin vereceksiniz.  Seçim sizin, yorumlarınızı da bekliyorum. 🙂


Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

7 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Çok güzel bir yazı olmuş. Zihninize sağlık!

    Evren bir hologram mı, hayal mi, gerçek mi? Bu tür sorular düşünen her insanın yüzleşmek zorunda kaldığı sorulardan biri. Herkesin bir görüşü olması ya da kararsız kalması da normal. Ancak asıl olan, hiç birimizin herhangi bir cevabı ispatlayamayacağımız. Ama aslında belki de cevap önemli değil zaten. Belki de önemli olan soruydu ve bu ve benzeri sorularla yaşamaktı. O yüzden, birey olarak hayatı nasıl algılıyorsak, hayat bizim için odur zaten. Aslında şöyle bir örnek vermek isterim: Bazen aslında her şey yolunda gider ama yine de insanın açıklanamaz bir şekilde içi sıkılır. Bir bunaltı yaşar. Dışarıdan bakan birinin bunu anlaması çok zordur. Eğer hayat bizlerden bağımsız bir gerçeklik olsaydı, böylesi iyi bir durumda kendimizi kontrol edemez şekilde iç sıkıntısı çekmezdik. Çünkü böylesine bağımsız bir hayat olgusunda, biz kendimize bize dışarıdan bakan biri gibi bakıyor olurduk. Bu hem “hayatın zihnin bir durumu” olması fikrini destekliyor hem de bu tür sorular karşısında neden aciz kaldığımızı. Çünkü, senin de yazdığın gibi biz aslında yıldızlara bakan yıldız özleri gibiyiz. Parçası olduğumuz bir hayat bütününü anlamaya çalıştığımız için hiçbirimizin tamamen tarafsız bir gözlemci olması mümkün değil.

    Son bir not: Soruna şahsen “Bir numaralı tuşa basmak,” cevabını veriyorum. Çünkü bence yeryüzündeki hayat bir şekilde devam etmeli. Belki insansız huzurlu bir ekosistem olarak; ya da insanın yerini alacak başka bilinçli organizmaların var oluşuna yer bıraktığımız bir sahne olarak…

    • İlginiz ve yorumunuz için teşekkürler.

      bahsettiğiniz sebepsiz iç sıkılması durumuna ben boşluk diyorum ve konuştuğum pek çok insanın benimle paylaştığı bir şey. Ben de de aynısı olduğu için bu hissiyatı tanımlama gereği duymuştum ve basitçe buna boşluk diyorum, yalnız değiliz pek çoğumuz bu dertten müzdarip. Maddi olanakları sınırsız olan biri de, gerçek aşkı bulmuş biri de, hatta iç huzuru yakalamış olması gereken insanlarda bile vuku bulan bir hissiyat bu boşluk. Her şeyiniz iyi giderken bile göğsünüzün içinde depreşen ve sizi huzursuz etmek, depresyonlara sürüklemek için bahaneye bile ihtiyaç duymayan bir hissiyat… Bunun bilinmeyen sebepleri olduğu gibi bilinen sebepleri de var ve biri de yazıda da bahsettiğim bilgiyle baş edememe halidir. Cennetteki bilgi ağacının yasak meyvesinden yediğimiz için şu an buralarda süründüğümüzü söylemeleri boşuna değil sanırım 🙂 O nedenle bilgiyle baş etmede bu “yargısızlık” metodundan bahsettim. Bilgiyi yargılamamak, aksine sadece bilimsel ya da sorgulama merakından duyulan haz ihtiyacını doyurmak için yemeklerden sonra alınması gereken bir hap gibi düşünmek, yani hobi olarak bilmek bu bağlamda bizi biraz rahatlatacaktır ama boşluğu doldurmayacaktır yine de. Mutlak çözüm elbette en büyük sorulara aradığımız nihai cevaplara ulaşabilmek, o da şu an için mümkün görünmüyor. Eğer olmayan bir yere gitmek isteseydik oraya nasıl giderdik? Başka da yapacak bir şeyimiz yok, çünkü yolllardayız ve gideceğimiz yer olmayan bir yer. Tabi ki yolu takip ederdik hiçbirşey yapmamaktansa. İnsanın da yapacağı şey budur, yollarda ilerleyecek, çiçek ve ağaçların fotoğraflarını çekeceğiz,kataloglamak için değil sırf hobi olsun diye, eğlencesine 🙂 Kim bilir, yollar bir gün biter ve olmayan yere varırız 🙂

  2. Yazılarınızı keyifle okuyorum, emeğinize de saygı duyuyorum baştan belirteyim, kafamdaki soru işaretleri ise devam ediyor. Tabi ki bir blog yazısında, varlığın anlamını bulmayı beklemiyorum ama en azından konuyla ilgili düşünceleri öğrenmek ilham verici oluyor. Zihni boşaltmakla ilgili tavsiye edebileceğiniz metodlar varsa duymak isterim. Teşekkürler.

  3. müthiş bir yazı olmuş.. Ürkütücü, titretici ve çok keyif verici.. zihin boşluğu…
    her ne kadar hep aynı soruyu, ayrı terminolojilerle kendimize soruyorsak da cevap diye inleyen frekans avcılarıyız… 🙂

    ben evrenin yok olmasına izin verirdim. Zaten sadece zihnimizdeki bir sanrıdan ibaretse neyi yok ediyoruz? 🙂

    • Bunu ben çok düşünürüm… Hiçliği. Evrenin yok olmasını. Kendimi kötü hissettiğim bazı dönemlerde herkes gibi ölmeyi istemek yerine yok olmayı istemiştim. (bazen halen isterim çünkü varoluş bazen çok ağır) Düşünsene, ölmek bile yeterli gelmiyor, bazen yok olmak istiyorsun. Öyle bir inanç ki bu, ister bir materyalist ol istersen teist, (bir materyalist için bile enerjinin dönüşümü kanunu gereği enerji yok olamaz, ölüm sadece yaşam enerjimizin dönüşümüdür) yok olamıyorsun öyle isteyince. Sadece ölebiliyorsun, onu mümkün kılmışlar ama bu evrende yok olmak diye bişi yok, en azından bildiğiğimiz kadarıyla… Bir töz olarak hiçlik var ama ölümü bile kavrasak da hiçliği kavrayamayız. Bu kadar yasak ya da zor olan bir şey şahsen bende de merak uyandırıyor o nedenle ben de evrenin antimadde ile yok oluşuna göz yumar, arkama yaslanır ve hiçlik deneyimine kendimi hazırlardım 🙂 Hiçlik hiç korkutucu gelmiyor bana, aksine düşünmek bile huzur veriyor.

  4. zaman kavramı ve zamanın insan fizyolojisi üzerindeki etkileri olmazsa sürekli var oluş güzel yani,kime ne zararı var?

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)