“İsteyen kim?…”
Adam, kafasında bir mantra gibi tekrar eden bu soruyla, önünde duran tabağa baktı. Oldukça yoğun bir günü olmasına rağmen, vergi dairesine giderken aniden yolunu değiştirip bir Meksika restoranına gelmişti. Hayatında hiç yememesine ve ilgi duymamasına rağmen canı Meksika dürümü diye bilinen takoyu yemek istemişti. Zihninde dönüp duran bu soruyu bastırmak istercesine meşhur acı tabasco sosunu takoya boca edip yemeye başladı ama ne acı ne de caddeden akıp giderken acı acı bağıran arabaların sesleri düşüncelerini bastıramıyordu.
“İsteyen kim?…”
Yakın zamanda Meksika kültürüne atıf yapan bir film izlememiş ya da bir reklama denk gelmemişti. “Muhtemelen bilinç dışı olarak gördüğüm bir reklam tabelası ya da bir filmden bir kare bende tako yeme isteği uyandırmıştır.” diye düşündü. Bu denli kafasına takılmasının sebebini de biliyordu. Çünkü bu daha önce de başına gelmişti… Bir ara etrafında hiç bu konularla ilgilenen biri olmamasına ya da bu sanata ilgi duymamasına rağmen, hat sanatına ilgi duymaya başlamış ve baya da araştırmıştı. Üstelik pek dindar biri değildi ve hatta arap kültürünü de pek sevmezdi; buna karşın arapça hat sanatı üzerine derinleşip atölyelere bile katılmıştı. Adam bu düşüncelerle restorandan çıkıp günün geri kalanını tamamladı.
Akşam yemek sonrası, uykusunu getirmesini sağlayan belgesel kanallarını izlerken Prag’ın o muazzam ışıltılı görüntülerine denk geldi. Prag’ı tanıtan belgesel, meşhur “Karl Köprüsü”nü gün batımında gösterirken orada olmayı ne kadar çok istediğini hatırladı. Sadece barınmasını ve karnını doyurmasını sağlayan gelirinin, hayal kurmayı bile unutturduğunu fark etti. Prag’ta Nazım Hikmet’in takıldığı “Cafe Slavia”’ya gidecek, edebiyatçıların, şairlerin oturduğu masalara oturacak, instagramda milyonlarca kez paylaşılan Prag silüetlerini ilk defaymışçasına fotoğraflayacak ve bir şehri yaşamanın ne demek olduğunu deneyimleyecekti. Yeniden hayal kurmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlarken, sürgüsünden kurtulan bir namlu gibi aklına sabahki soru düştü:
“İsteyen kim?”
Fakat bu sefer cevap barizdi: “Benim. Prag’a gitmeyi isteyen benim.” Adam bu isteği benliğinin en derininde hissediyordu. Küçükken çok istemesine rağmen ona alınmayan bisiklet gibi; Prag’a gitme isteği de kendi benliğine aitti. Fakat tako yeme isteği ya da Arapça hat sanatıyla ilgilenme isteği ona ait değildi. Bu isteklerin, kendi benliğinden çıktığını hissedemiyordu. Hayatındaki tüm isteklerini masaya yatırdı:
Ara ara içinden sönük bir debiyle gelen lüks araba sahibi olma isteği… “Bana ait değil.”
Başını alıp gitme, yersiz yurtsuz dağlarda münzevi hayatı yaşama isteği… “Bana ait değil.”
Kitap yazma isteği… “Benim isteğim.”
Toplum içinde sevilip sayılma isteği… “Bana ait değil.”
…
Adam isteklerini sıralarken şunu fark etti: Tüm bu istekler adamın içinde vardı ve istiyordu. Kendisine ait hissetmediği isteklerini gerçekleştiğinde de, kendisine ait olduğunu düşündüğü istekler kadar tatmin ve tamamlanmışlık hissediyordu. Bugün Meksika restoranında hayatında ilk defa tako yerken aldığı muazzam haz gibi. İstek aniden gelmişti ve neden tako yemek istediğini dahi bilmiyordu; buna karşın tako yedikten sonra kendisini bir isteği tatmin edilmiş ve daha huzurlu, biraz daha tamamlanmış hissediyordu. Adam içindeki istekleri kendisinin ve değil diye kategorize etmeyi bırakıp isteyen kim sorusuna geri döndü ve bu soruyla uykuya daldı.
Sabah uyandığında sorusunun cevabını bulmuştu. Rüyasında mülteci bir ailenin çocuğuydu. Ana yurtlarından kaçmak zorunda kalan ailesi onlarca ülke değiştirip barınacak bir yer ararken yolları Meksika’dan geçmişti. Geceyi tako restoranlarıyla dolu bir caddede kaldırımda yatarak geçirmişlerdi. Adam, rüyasında çocuk olarak gördüğü kendisinin etraftan yayılan tako ve sos kokularıyla zaten aç olan karnının daha da acıktığını hissedebiliyordu. Tek istediği sıcak bir takoydu ve gerçekten çok istiyordu. Rüya bir anda zamanda atlamış ve adam kendisini Fas’lı bir kadının bedeninde bulmuştu. Kadının bulunduğu radikal mezhep kadınların bırakın hat sanatı yapmasını, okuma yazma öğrenmesine bile karşıydı. Fakat kadının içinde yazma üzerine büyük bir istek vardı. Bir şekilde ailesinden gizli arapça öğrenmiş ve odasında arpça harflerle hat sanatında eserler üretmeye başlamıştı. Adam rüyasında kadının bu sırrının ailesi tarafından fark edildiği anı gördü ve kadının eserleriyle birlikte yakıldığına şahit oldu.
Adam kendini neredeyse hiç rüya görmeyen biri olarak tanımlardı. Buna karşın bu rüyaları tüm detaylarıyla hatırlayabilmesine çok şaşırmıştı. Nihayet “İsteyen kim?” sorusunun cevabını bulmuştu fakat bu cevap başka bir soruyu getirdi: “Benim şu anki isteklerim, kimlerin isteklerine dönüşecek?” Adam eğer hayatı boyunca Prag’a gidemezse kimin gideceğini düşünmeye başladı. Bu istekler genle mi yoksa Jung’ın “kolektif bilinçaltı” dediği bir sistemle mi başkalarına geçiyordu? Ya da hepsi adamın kaotik zihninin bir uydurması mıydı…
Adam bunu anlamanın tek yolu var diye düşündü: “İsteyenin isteğini hatırlaması, benliğin kendisini fark etmesi….” Böylece kendisine şu telkinde bulundu: “Prag’a ister bu ömrüm içinde, ister bu ömrümün ötesinde; ne zaman gidersem, isteyenin ben olduğunu hatırlayacağım.” Böylece adam eğer ölmeden Prag’a gitme isteğini gerçekleştirirse, Prag köprüsünden gün batımını izlerken isteğim gerçekleşti diyecekti. Buna karşın isteği eğer bir başkasının hayatında gerçekleşirse de isteyen istediği şeyle birlikte o an orada var olacaktı.
***
“İsteyen kim?”
Kadın havaalanından bavullarını alırken kafasında bu soru yankılanıyordu. Hiç planında yokken aniden kendisini Prag bileti alırken bulmuştu. Üstelik gezi planlarını 1 yıl önceden yapan biriydi… Hiç anlam veremedi bu davranışlarına ama bir yandan da keyif alıyordu. Yine de Prag’a gitmek isteyen kim sorusu dönüp duran bavullar gibi zihninde dönüyordu. Otele yerleşir yerleşmez gün batımını kaçırmamak için üstünü bile değiştirmeden fotoğraf makinesini alıp “Karl Köprüsü”’ne koştu. Altın gün batımında şehrin silüetini çekerken kafasındaki soru cevap buldu: “İsteyen benim.” Kadının yüzünde huzurlu bir gülümseme belirirken, altın gün ışığı kadının dudak kıvrımlarında silüetler oluşturuyordu. Kadın isteyenin kim olduğunu bırakıp anın tadını çıkardı ve yeni hayaller kurmaya başladı…
***
Evrende kalan son bilinç olduğunun farkındaydı. İlk mağara duvarlarında insan elleri görülmesinden itibaren milyarlarca yıl geçmişti. İnsanlık dünyaya sığmamış, önce kendi güneş sistemine, sonra galaksisine ve nihayet tüm evrene yayılmıştı. Fakat artık evrenin de sonu gelmişti. Evrende kalan son güneş de sönmek üzereydi ve entropi nihai amacına ulaşıyordu. Tüm yaşam formları yok olmuş, geriye sadece o kalmıştı. Birazdan öleceğini ve son güneşle, son ışıkla birlikte son bilinç kırıntısının da söneceğinin farkındaydı. İçinden bir istek geçti: Var olmak istiyorum. Bu isteğe garip bir his eşlik etti. Bu istek kendisine ait değil gibi hissediyordu. Çünkü biliyordu ki varlık son bulmaz. Sadece form değiştirir. Yine de istiyordu. Evrende kalan son güneş sönerken o da ölüyordu ve ölmeden hemen önce sorusunun cevabı zihninde bir ışık patlaması gibi parladı: “İsteyen benim.” Fakat bu cevap onda başka bir soruyu doğurdu: “Ben kimim?”
Cevap bu sefer zihnine bir ışık patlaması olarak gelmedi. Cevap bizatihi bir patlama olarak evrende zuhur etti: Ben benim.
Böylece nihai isteyen, nihai istediğini aldı:
Oldu.
🙂
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Evrende her şey birbirinin gözlemesi altında olduğundan her şey zahiri tarafıyla algılayanın, algısı(düşünce, niyeti) doğrultusunda kişinin dünya(sın)da yoğunlaşarak madde yaşam olarak ortaya çıkıp, bilinir oluyor öyleki bu yazınızdada gözleyen ve gözlemlenenin ayrı olmadığı tek olduğu anlaşılıyor ki isteyen kim sorusunun cevabıda sadece o oluyor..holografik yapıyı çok küçük parçalara böldüğümüzde ve maske olarak taktığımızda nereye dönersek dönelim o kendinden kendine görüyor algılıyor ve uyguluyor,yorumsuz kalındığındada yokluğa oradanda hiçliğe çıkılmış oluyor aslında ama bu noktada kafa biraz karışıyor)yanacağını bile bile o hat sanatını yaptı ya helal olsun varsın yanalım içimizde kalmasın tarzından olmuş ))çok eğlenceli yazıydı ,teşekkürler
Alpaslan bey her zamanki gibi çok güzel bir katkı yaptınız, çok teşekkürler. 🙂 Evet, içimizde kalmasın gerçekten de. Çünkü isteklerimizle bağlantıya geçtiğinizde, daha büyük bir sistemin parçası olduğumuzu ve isteklerin de o bütüne hizmet ettiğini fark ediyoruz. O bütün ki, her şeyi deneyimlemek istiyor. 🙂
Müziğin, noktaların gücü, iletişimi ve gizemi müthiş. Uzun süre sonra OA yı tekrar hatırlamak güzeldi bunun yanı sıra nasıl bir doğru seçim olmuş ki, seçilen parça yazının içeriğini bu kadar net yansıtmış!!! Öykünün satırları ile müziğin saniyelerinin eşleştirebilirim, adeta aynı şeyi söylüyorlar. Müziği çözen evreni de çözer 🙂 Bu arada yazının sonu 04.07.2020 tarine Evren Yaratma Çalışması’ na link bırakmış sanki, 🙂 peki bu döngü ne kadar sürecek, sonsuz mu, son oluş OLDU mu?
Keyifli, düşündüren, dinlendiren bu güzel öykü ve aynı etkiyi veren harika müzik için teşekkürler, kalemine emeğine sağlık.
Güzel yorumun ve katkın için asıl ben teşekkür ederim Figen. Müzik seçiminin fark edilmesine de ayrıca mutlu oldum.
Döngü sonsuz gibi görünüyor ama sonsuzluk kavramı, bizim sınırlı algımızda hiçbir şey ifade etmeyen bir tanımdan ibaret. O nedenle nihai cevapları bilmesek de Oz Büyücüsü hikayesindeki Dorothy gibi “sarı taşlı yolda olmak” güzel. 🙂
Kalemine sağlık arkadaşım.
“Derininde insanlığın bilinci tektir. Bunu görmüyorsak, bunun nedeni kendimizi ona karşı kör etmemizdir”
David Bohm
Eyvallah Denizhan. Yorumun için ben teşekkür ederim. Bohm ne güzel söylemiş. Keza insan o kadar ilginç ki, kendini bazı hakikatlere kör edebilme özelliği var.
Merhaba:)
Buna benzer bir deneyim ben de yaşamıştım…isteklerimi bu benim bu benim değil diye ayırmaya çalıştığım dönemler geldi aklıma…teşekkürler..
Rica ederim. 🙂 Bir ilhamla geldi öykü aklıma… Sanırım kolektif bilinçdışında var böyle bişi 🙂
BİR KIYAFET ALIRKEN, SİGA İÇMEK İSTERKEN, YEMEK YEMEK İSTERKEN , ALIŞVERİŞ YAPARKEN HER SAHİP OLMA İSTEĞİNE ASLINDA BU KİME AİT? SORUSUNU SORMAK VE BİLİNÇLİ VE HATIRLAYAN OLARAK İSTEYENE SELAM VERİP YAPMAK YADA YAPMAMAK NE KADAR UYANIKLIK GEREKTİRECEK? 🙂 HARİKA BİR YAZI EMEKLERİNE VE KALEMİNE SAĞLIK. BENİ BU SAYFAYA YAZILARINA GETİREN KİM? 🙂