Koyaanisqatsi (Kısa Öykü)

Ortalama okuma süresi 5 dk.

Koyaanisqatsi… Eski Amerikan yerlilerinden Hopi’lilerin dilinde “hayatın dağılması” anlamına gelen bu kelime adamın zihninde titreşmeye başladı. Meşhur tarihi asansör binasına merdivenlerden çıkarken tam 33. basamakta durmuş ve manzarayı izlemeye başlamıştı. Kulağında çalan müziğin frekansları, kaotik şehrin ışıklarıyla senkronize titreşirken bu kelime de buluta bulanmış gökyüzünde karanlık silüetler oluşturuyordu. Bundan tam 33 yıl önce başlayan hayatı bu doğum gününde dengesini yitirmeye başlarken bu kelime zihninde zuhur etmişti. Garip bir topluluktu şu Hopi halkı… Dillerinde hiç zaman kipi yoktu. Ne geçmiş, ne de gelecek zamana gönderme yapan cümleler kuruyorlardı… Örnek olarak bir Hopi yerlisi zaman belirtmek istediğinde geçen sene veya beş sene sonra gibi kelimeler kullanmak yerine kışın, yazın, gündüz, gece gibi kelimeler kullanırdı. Dil bilimciler bunu Hopi halkının hayatı algılayış biçimlerinde lineer değil, döngüsel bir zaman olduğu şeklinde yorumlamışlardı. Ayrıca günlük dilde sıkça kullanılan pek çok fiil dillerinde bulunmazken, anlaşılması güç, felsefik yorumlar içeren anlamlara kelimeler atamışlardı. “Koyaanisqatsi” kelimesi de bunlardan biriydi. “Dağılan hayat, dengesizleşen hayat” gibi anlamları vardı.

Sahi hayat nasıl bir şey ki dağılsın? Diye düşündü adam geri kalan basamakları çıkarken. Tıpkı zamansız dilleri gibi bu kelime de zamansızdı ve sanki akışkan, bir sıvının o anki eylemini betimliyordu. 66. Basamağa geldiğinde yeniden durup akmakta olan trafiğe baktı. Sarı ve kırmızı ışıklar deniz boyu kıvrılarak ilerliyor, şehrin kan damarlarını andırıyorlardı. Sahil şeridindeki ve meydanlardaki insanlar bu akışı desteklercesine koşuşturuyordu. İş çıkışı şehrin evlere “dağılmasını” izleyen adam bu dağılışın bir parçası olan hayatını ve ayaklarını sürükleyerek basamakları tırmanmaya devam etti.

Tarihi asansör binasının balkonuna ulaştığında basamakların toplamda 99 adet olduğunu fark etti. 99. Basamakta durup şehre yeniden baktı. O an minik bir aydınlanma yaşayan adam “hayatın dağılması, dengesizleşmesi” derken kelimenin neye işaret ettiğini anladı. Şu an baktığı manzara ve hayat onun gözlerinden, benliğinden gördüğü idi. Oysa her insan bu manzarayı farklı bir benlikten izleyecek, farklı bir hayat tanımı olacaktı. Hayat kelimesinin ne kadar özel bir kelime olduğunu idrak etti. Dünya üzerinde kaç insan yaşamış ve yaşıyorsa, o kadar çok hayat ve hayat tanımı vardı. Hayatın dağılması da tamamen kişinin kendisiyle ilgiliydi. Eğer kişinin bakış açısında, benliğindeki dekoderde dağılma varsa gördüğü şey de o olacaktı. Buna karşın aynı manzaraya bakan bir başkası hayatta muazzam bir düzen ve denge görecekti. Keza hayat sadece baktığımız bir şey değil aynı zamanda içinde olduğumuz bir olguydu. “Kuantum fiziğindeki gözlemci etkisi paradoksu aslında sadece parçacık düzeyinde gözlemlenen bir olgu değilmiş…” diye düşündü adam.

koyaanisqatsi
Fotoğraf: Ahmet Okkol

Asansörün balkonundan karanlık ufka baktı. Kendi hayatı da böyle karanlık ufuklar içeriyordu. Her ne kadar her ufuk ışığa gebeyse de hayatının gün doğumunu göremiyordu. Keza hayatta muazzam bir anlam görmesine rağmen kendi hayatına bir anlam veremiyordu. Akışkan bir sıvı gibi durmadan dağılan, kaotik bir ışık cümbüşü içinde sessizce çığlıklar atan şehir adama içinde dağılan parçaları anımsattı. Buraya aslında dağılan hayatını toparlamaya gelmişti ama bir yandan da bu dağınıklık, bu kaos hoşuna gitmeye başladı. Hayatı bu manzara gibi kaotik ama güzeldi. “Ordo Ab Chao”. Aklına gelen serbest çağrışımlar bu sefer hayatını değil bilincini dağıtmaya başlıyordu. Müzik, araç kornaları, çocuk bağırışları, yakamozlar, farlar, rüzgar ve yemek kokuları… Gözlerini kapattı. Hayatın akışkanlığını tüm hücrelerinde hissetmeye çalıştı. Bulanık zihninin götürdüğü yerlere gitti. Ellerini iki yana açtı ve zihniyle balkonun korkuluklarına çıktı. Gökyüzüne atladığını hayal etti. Benliği bedenini terk edip gökyüzüne “düşmeye” başladı. Önce 33 kat fırtına bulutunu aştı. Fırtına ve yağmur bulutları arasında kendi öfkesini, küskünlüklerini gördü. Sonraki 33 kat dondurucu soğuklara maruz kaldı. Burada kendini korumayı ve sıcaklığını, sevgisini muhafaza etmeyi öğrendi. Son 33 katta ise yıldızları gördü. Şehir ışıklarına benziyorlardı. Onlar gibi yanıp sönüyor, bazıları kayıyor ve var güçleriyle parlıyorlardı. Zihninin “göğe düşüşü” devam etti. Yıldızların arasında soluk mavi bir nokta görüp oraya yöneldi. Bu sefer göğe değil, yere düşüyordu. Yaklaştıkça nokta büyüdü. Soğuk hava kütlelerini ve baş döndüren fırtınalarını kat kat geçti. Tarihi asansör binasının balkonunda duran kendisini gördü. Ellerini iki yana açmış şehir ışıklarında yıkanıyor gibi görünüyordu. Kendisinin zihnine düştü.

Adam gözlerini açtı. Şehir aynıydı. Işıklar ve yıldızlar aynı yerlerinde duruyor, birbirleriyle yarışırcasına parıldıyorlardı. Şehir aynıydı ama aynı zamanda adamın dağılan hayatına aynaydı. Adam şehre yeni gözleriyle baktıkça, 33 yıl boyunca entegre olamadığı hayatla artık kaynaştığını hissediyordu. Kendini hayatın varlığına bıraktıkça dağılan hayatın kendisi oluyor, hayatın kendisi oldukça hayat artık dağılmayı, dengesizleşmeyi bırakıp muazzam güzellikte bir manzaraya dönüşüyordu.

Koyaanisqatsi… Hayatın dengesini yitirmesi, dağılması… Tıpkı big bang ile dağılan, dengesizleşen evren gibi. Tıpkı ölmekte olan bir yıldızın süpernovaya dönüşüp patlaması gibi. Oysa dağılan, mutlak düzenini, dengesini yitiren evrenler ve yıldızlar yeni yıldızları doğururlar. Yeni düzenleri, yeni dengeleri yaratırlar. Yaratmak için önce bozmak gerekir. Kaostan düzen, hayatının dağılmasından da yeni potansiyeller çıkar.

Her basamakta hayat dengesini bulur. Her düşüş aslında göğe. Her çöküş, yeni binaların inşası için… Sizi göğe yükseltecek asansörlerin inşası. 🙂



Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

3 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. […] Gökyüzüne düşüyor olma hissine artık karşı koymayı bıraktı ve tam manasıyla kendisini gökyüzüne bıraktı. Bedeni bu tarlanın ortasında uzanmakta olduğunu bilmesine rağmen bilinci ona oyun oynuyor, yüksekten düşme hissini yaşatıyordu. Yerden göğe düşen kadın, sonsuz boşluğa kendini bırakma hissinin orgazmik hazzına varmaya başlamıştı. Tıpkı mısırın koçanlarından ayrılması gibi, iki beyin lobunun ortasında yer alan epifiz bezinin de titreyip parçalandığını, bilincinin artık bireysellik, benlik hissini kaybedip “bütünlük” hissini deneyimlediğini fark etti. Bu durum hem korku hem de tarifsiz bir rahatlama ve huzur veriyordu. […]

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)