Kuru Otlar Üstüne Film Analizi – Dördüncü Duvarın Yıkılması

Ortalama okuma süresi 10 dk.

Not: Bu film analizimizin linki Nuri Bilge Ceylan’ın resmi web sitesi nuribilgeceylan.com’da yayınlandı. İlgili bağlantı->>

Bu yazımız Nuri Bilge Ceylan’ın son eseri olan “Kuru Otlar Üstüne” filminden bir sahnenin analizini içerecek. Bu bağlamda yazıyı, filmi izlemeyi hiç düşünmeyenler ya da filmi izleyenler okuyabilir. Eğer izlemeyi planlıyor ve sürprizi kaçsın istemiyorsanız, filmi izledikten sonra okumanız önerilir. Öte yandan yazıyı anlamak için filmi izlemiş olmak gerekmiyor keza bu yazımız bir tiyatro / sinema ve edebiyat tekniği olan “dördüncü duvarı yıkmak” tekniği üzerine olacak.

Kuru otlar üstüne film analizi yapmak istediğinizde aklınıza ilk takılan sahnelerden biri, Samet karakterinin Nuray’ın evindeyken bir kapıyı açıp (duvarı yıkıp) filmin çekildiği sete girmesi ve sette dolaşıp filmdeki sahneye geri dönmesi olmalı. Filmin en derinleştiği ve kendimizi seyre odakladığımız anlarda gelen bu “yıkıcı” sahne biz izleyicileri ciddi anlamda bir şoka uğratıyor. Sinemada filmin kurgusundan çıkılıp sahnenin arkasına geçilen ya da direkt seyirciyle birebir iletişim kurulan bu tür anlara “dördüncü duvarı yıkmak” deniyor. “Dördüncü duvar” tanımı ilk kez 1700’lü yıllarda Fransız bir yazar ve filozof olan “Denis Diderot” tarafından ortaya atılmıştı. Diderot; “Sahnenin önünde sizi seyircilerden ayıran devasa bir duvar hayal edin ve sanki perde hiç açılmamış gibi davranın.” diyerek sanatçıların izleyiciyi görmezden gelerek, gerçeği daha yakından taklit edebileceklerine inanıyordu. Keza klasik tiyatro sahneleri; dekorlarla dolu 3 duvardan oluşur ve 4. duvarın olduğu yerde seyirci vardır. Oyuncular karakterlerini canlandırırken izleyiciye doğrudan bakmazlar, böylece izleyici ile karakterler arasında bir tür gözlemci-izlenen ilişkisi oluşur. Hatta buna bir tür röntgencilik bile diyebiliriz. Sahnede bir hayat dönmektedir ve biz izleyiciler; yaşananları, karakterlerin özel hayatlarını bu şeffaf dördüncü duvar sayesinde röntgenleriz. Ancak bazı tiyatro eserleri, bu dördüncü duvarı yıkarak izleyiciyi hikayenin bir parçası haline getirir. Böylece izleyiciyi karakterlerin dünyasına daha fazla dahil eder ve onları hikayeye daha fazla bağlar.

En klasik örneklerinden biri, Shakespeare’in “Bir yaz Gecesi Rüyası” eserinde karakterlerden birinin oyun esnasında aniden seyircilere dönerek “Şu an gördüğünüz şeyler yüzünden sizden af diliyorum.” demesidir. Ya da ülkemizdeki oyunlarda sıkça karşımıza çıkan, tiyatro devam ederken karakterin seyirciye bir şey sorması ve seyircilerle oyuncular arasında bir interaktivite olmasıdır. Dördüncü duvarın yıkılması tekniği, normalde görünmez, şeffaf bir duvardan (oyuncunun seyirciyi görmediği ama seyircinin oyuncuyu dikizleyebildiği, bir yanı sırlı bir cam olarak da görebiliriz) eseri izlerken aniden oyuncunun da bizi izlemesi ve bunun kurgulanmış bir oyun olduğunu bize hatırlatmasıdır.

19. ve 20. yüzyıl natüralizm ve realizm akımlarının yaygınlaşıp toplumda kabul görmeye başlamasıyla giderek artan bu teknik, kendisini sadece tiyatroda değil sinema ve edebiyatta, hatta bilgisayar oyunlarında bile göstermeye başlar. Keza içerisinde bir kurgu barındıran her esere uygulanabilir. Çünkü kurgu ile gerçeğin silikleşmeye başladığı yerde kendini gösterir. Benim de kişisel olarak bu blogtaki pek çok kısa öykümde kullandığım, çok sevdiğim bir tekniktir. (Uyanış – Kısa Öykü) (Işıkla Yazmak – Kısa Öykü)

Popüler kültürde, dördüncü duvarın yıkıldığı en bilinen yapımlardan biri “Deadpool” adlı film serisidir. Bu filmde ana karakter arada bir seyirciyle konuşup dert yakınır keza karakter şu an bir filmin içinde olduğunu ve seyircilerin de onu izlediğini bilmektedir. Tekniğin bu kullanımı filmde komedik bir unsur olarak geçse de aslında seyirciyi filmdeki aksiyona dahil eder ve gerçekçiliği arttırır. Keza yukarıda da değindiğimiz gibi biz filmi uzaktan gizli gizli röntgenleyen olmaktan çıkıp aksiyona dahil ediliriz.

Bir başka popüler yapım “Fight Club”’ta geçen dördüncü duvarın yıkıldığı an, az bilinen ama çok şık bir sahnedir. Ana karakterimiz Tyler, ekranda belirmeye başlayan noktaları parmağıyla işaret ederek sinema salonunda bulunan seyirciye şunu söyler: “Dikkat ederseniz ekranın sağ üst köşesine bu küçük noktaların geldiğini görebilirsiniz.” Keza film boyunca karakterin direkt kameraya yani biz izleyicinin gözlerine bakıp bizimle konuştuğu sahnelere denk gelirsiniz. Buradaki amaç ise anlatıcı ile izleyici arasında samimi bir ilişki kurmak ve bu samimiyet ile kendi yalanına inandırmaktır. (Filmin finalinden bu yalanın ne olduğunu anlarız zaten.)

Kişisel olarak en sevdiğim hatta bayıldığım, beni ve görüşlerimi etkilemiş örneklerden biri ise az bilinen “The Holy Mountain” (“Kutsal Dağ”) adlı filmin finalidir. Filmin yönetmeni Alejandro Jodorowsky, film boyunca bize gizemli, tarihi bir komplodan bahseder. Siyasette, dinde, ekonomide, sanatta, toplumun her alanına sirayet etmiş 9 kişiden oluşan bir konseyin her şeyi yönettiği ve bu gizemli topluluğun icraatlarını yarı eleştirel yarı protest bir dille ama sürekli merakta bırakarak sergiler. Keza bu gizemli topluluk ölümsüzlüğün sırrını da elinde barındırıyordur. Filmin finaline doğru bu gizemli topluluğun toplantısına davet ediliriz ve tam bu örgütün başındaki kişinin görüneceği ve gizemin çözüleceği en can alıcı sahneye geliriz. Konseyin liderli olan adam maskesini indirir, kaftanını soyunur ve karşımızda bir gizli örgüt lideri değil filmin yönetmenini görürüz. Yönetmen kahkaha atarak alaycı bir ifadeyle çevresinde bulunan ve ondan hayatın sırrını öğrenmeye çalışan insanlara bir konuşma yapar.

Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne” filminde yer alan “dördüncü duvarın yıkılması” sekansını anlamak için bu filmdeki sahnede geçen replikleri paylaşmanın çok faydalı olacağını düşünüyorum:

“Size büyük sırrın sözünü vermiştim ve sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım. Bu, maceramızın sonu mu? Hiçbir şeyin sonu yoktur. Ölümsüzlük sırrının peşinde buraya vardık. Tanrılar gibi olmak için. Ve işte buradayız, ölümlüler olarak… Daha önce hiç olmadığımız kadar insan olarak. Ölümsüzlüğü elde edemediysek de gerçekliği elde ettik. Bir peri masalından başladık ve hayata ulaştık. Ama peki bu hayat gerçek mi? Hayır. Bu bir film. Kamera! Zoom out! (Burada kamera geniş açıya geçer ve etraftaki set ekibi, kameralar, ışıklar ve dekor görünür) Biz imgeyiz, rüyayız, fotoğrafız. Burada kalmamalıyız, yanılsamayı parçalamalıyız. Kutsal dağa elveda, gerçek yaşam bizi bekler…”

The Holy Mountain (1973)

Dördüncü duvarın yıkılmasına dair verilebilecek en net örneklerden biri olan Alejandro Jodorowsky’nin “Kutsal Dağ” filmindeki bu sahne; yukarıdaki diğer örneklerden farklı olarak izleyiciyi filmin içerisine dahil etmek değil, tam tersine filmden yabancılaştırmayı amaçlıyor. Çünkü Jodorowsky bu filminde bizi oyalayan, bizle dalga geçen bazı toplulukların ve medyanın bu tür içi boş komplolarla zamanımızı çaldığını, gerçeklik algımızı yıktığına vurgu yapıyor: “Tüm bunlar bir film, biz gerçek değiliz, bu komploları bırakıp gerçek hayata dönmemiz gerekiyor. Meta olmaktan çıkıp kendi bireyselliğimizi ilan etmemiz gerekiyor” demek istiyor. Şüphesiz bu çok güçlü bir mesaj. Fakat çoğu zaman böyle bir mesajı yönetmenin kendi ağzından böylesine açık bir şekilde duymayız. Yönetmenler, hele ki Nuri Bilge Ceylan gibi bir üstat mesajlarını her zaman örtük vermeyi sever. Çektiği filmlerin kamera arkası görüntülerinde bu vurguyu yaptığını (“sen söyleme, bırak izleyici kendisi anlasın onu”) görürüz. Ki gerçek sanat da zaten böyle olmalıdır. Tek bir analiz, tek bir nihai yorum ve sonuç içermemeli, her izleyende farklı bir anlam evreni yaratmalıdır.

Kuru Otlar Üstüne filminde, dördüncü duvarın, yani izleyici ile eser arasındaki görünmez duvarın yıkıldığı sahne; Samet karakteri Nuray’ın evindeyken, tam da yakınlaşmalarının öncesinde gerçekleşiyor. Samet gergin bir anındayken sahneden kaçmak istercesine Nuray’ın evindeki bir kapıdan çıkıp film setine geliyor. Biz izleyiciler, biraz önce vuku bulan ve yoğun duygular içeren sahnelerden, sanki bir filmin kopması gibi kopuyoruz ve mini bir şok yaşıyoruz. Akabinde karakterin setteki uzun yürüyüşü boyunca gözümüz bir an Nuri Bilge Ceylan’ı arıyor. Sanki karakterimiz onun yanına gidecek ve ondan tüyolar alacak gibi… Fakat bu olmuyor, yine de bu düşünce bir kenarda kalsın. Dördüncü duvarı yıkmanın altın kurallarından biri olan seyirciyle direkt teması da atlamıyor karakter. Lavabonun önünde dururken bir an kameraya yani biz dönüp bakıyor ve ilacını içiyor.

Tüm bu filmden kopuş ve filme geri dönüş süreci bizi filmden anlık bir yabancılaşmaya yönlendiriyor. Keza Ceylan, verdiği röportajlarda bu sahnenin bir yabancılaştırma amacı güttüğünü de kabul ediyor. Bu sahneyi çekmesinin pek çok sebebi olduğunu, tek bir sebebe indirgenemeyeceğini de belirterek… Ki ironiktir, dördüncü duvarın yıkılması tekniği, yukarıdaki diğer örneklerde izleyiciye samimi bir ortam yaratıp filmin içine çekmeye çalışırken, aynı teknik burada filmden yabancılaştırıyor. Bu da sinemanın ne denli zengin bir anlatım dili olduğuna bir işaret.

Yukarıdaki “Kutsal Dağ” filminde uygulanana dördüncü duvarın yıkılışındaki gibi; Ceylan bize bu sahnede aslında tüm bunların bir kurgu bir rüya olduğunu hatırlatıyor. Kez Samet’in set lavabosunda içtiği ilaç bir uyku ilacı olabilir. Samet’in, filmin  bu kritik sahnesinde yaşadığı aşırı yoğun anın etkisiyle filmden kopması (rüyadan uyanması) ve tekrar filme geri dönmek için uyku ilacını içmesi gerekebilir. Böylece hem biz izleyicilere bunun bir kurgu olduğu hatırlatılır hem de oyuncuya, sert gerçeklik içeren bu sahnenin bir rüya olduğu hatırlatılır, böylece bu karakteri oynayan oyuncu; “dördüncü duvar” kavramının mucidi Diderot’un söylediği gibi “sanki perde hiç açılmamış gibi” davranmaya devam edebilir.

Özetle filmdeki bu sahne aslında dördüncü duvarı yıkmanın ötesinde, sahnenin sert gerçekliğiyle yıkılan duvarı oyuncunun / karakterin yeniden inşa etmesi için bir mola olabilir. Bu esnada biz, filmin içine fazla girmiş izleyiciye de o duvarı yeniden inşa etmesi için bir zaman sağlayabilir. Yönetmenin bu süreci bize özellikle göstermek istemesinin sebebi ise yine Nuri Bilge Ceylanın verdiği röportajda söylediği cümlelerde gizli: “Belki biraz şöyle bir şey de olabilir, sinemanın bir yapıntı olduğunu seyirciye söylemek ve buna rağmen filmden kopmamalarını istemek.”

Ceylan’ın bu sözü çok sihirli çünkü bu aslında gerek varoluşsal gerekse sanatsal anlamda yaratıcı ve yarattığı arasındaki gizemli bağı da metaforlayan bir söylem! 🙂

Tanrı evreni bir kurgu içerisinde yaratmıştır, evrenin içerisinde bizler de bu kurguya dahilizdir. Bazen bu kurgunun içerisinde kendimizi öyle kaptırırız ki, tüm bunların bir kurgu olduğunu, hepsinin de bir yaratıcısı, bir eser sahibi olduğunu unutur, kurgunun gerçekliğinde boğuluruz. Tanrı bazen bir işaret gönderir, seni uyandırmak, tüm bunların bir kurgu olduğunu hatırlatmak için… Ama tamamen kurgudan kopmanı da istemez, keza o hikaye kıymetlidir. O kurguyu, kurgulanmış bir gerçeklik olduğunu bilerek yaşamaya devam etmeni ister. Ki bunun adı basitçe “farkındalık”’tır. 🙂

Kendi hayatlarınızın dördüncü duvarını yıkmanız, buna rağmen kaderinizi ve kederinizi (amor fati) sevmeniz, hakikate şahitlik ederek, hakkıyla yaşamanız dileklerimle…

Beşinci duvarın, zamanın ötesinde görüşmek üzere… 🙂


Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)