Mother (Film Analizi)

Ortalama okuma süresi 9 dk.
mother film analizi

-Sana yetemediğim için canım yanıyor

+Sen suçlu değilsin, benim için her zaman her şey yetersiz. Yoksa ben yaratamazdım. Şimdi her şeye baştan başlamalıyım.

Mother filminin finalinden bu replikler hem filmin hem de tüm yaratılış döngüsünün bir özeti niteliğinde. Nitekim insana asla hiç bir şey yeterli gelmez. Daha çok olmak ister, daha çok yaratmak, daha çok sevmek ister ve daha çok sevilmek… O nedenle hep baştan başlar durmaksızın…

Bu yazımız Darren Aronofsky’nin “Mother” (Anne) filmi analizini içerecek. O nedenle filmi izlemeyenleri önceden uyaralım. İzleyip izlememek konusunda kararsız kalanlara ise şunu tavsiye ederim, bu blogda yazılanlarla ilgiliyseniz, bir sanat severseniz ve sıradan kurgulardan sıkıldıysanız kesinlikle izleyin.

Pi, The Fountain (Kaynak) ve blogumda detaylı analizini yaptığım Nuh filmlerinin senaristi ve yönetmeni Darren Aronofsky, görüldüğü üzere sadece para kazanmak için film yapmayan, kendini ifade etmek için sinema sanatını kullanarak kendini gerçekleştiren yönetmenlerden. Yapımları özden geldiği için (samimi, yaranmaya çalışmayan, protest) belki de bizi bu denli etkiliyor.

Son filmi Mother da bu saydığım 3 film çizgisinde giden yani dinler tarihine dem vuran bir çizgide. Film yorumlarına baktığımızda ya yerin dibine sokuluyor ya da yere göğe sığdırılamıyor. Filmin anlaşılmadığı konusunda çok yorum okuyunca ve filmi gömenlerin film anlamayanlar olduğunu görünce bir analizin elzem olduğunu düşündüm.

Mother aslında kör göze parmak sokar derecede bariz metaforlar içeriyor. Hatta bu bariz sembolik göndermeler uzman izleyiciyi üzen, izleme zevkini düşüren cinsten. Filmin anlattığı metaforları anlamak için literatür taramış olmanız gerekmiyor. Sadece hissederek izlendiğinde dahi bir idrak yaşamanız mümkün çünkü senaryo insanı insan yapan tüm süreci, tüm yaratılış serüvenimizi anlatıyor.

mother anne film analizi

Lafı uzatmadan direkt olarak filmde kimin ne olduğuna değinmek gerekirse… Öncelikle filmde hiç isim kullanılmamış olması yönetmenin sanatını özgür bırakmış olması anlamına geliyor. Film gerçek bir sanat filmi, okullarda okutulacak cinsten çünkü her şeyi izleyicinin öznel bakış açısına bırakmış. Yine de kendi kişisel evren görüşünü en sert biçimde ortaya koymaktan çekinmemiş. Ben de kendi kısa öykülerimde isim kullanmam. Adam ve kadın derim çünkü her şey adam ve kadınla başladı. Hepimiz adam ve kadınız, isimler sadece etiket ve komikler…

Öncelikle tüm film eski ahitte anlatılan hikayeler üzerinden gidiyor. Tanrının evreni yaratışı, havva ile adem, cennetten kovuluşları, İsa’nın doğumu ve günümüze hatta yönetmenin çizdiği olası geleceğe kadar gidiyor film. Oyuncuların gerçek isimleriyle neyi sembolize ettiklerini anlatmaya çalışalım:

  • Javier Bardem: Tanrı (İncil’deki tanrı…)
  • Jennifer Lawrence: Doğa Ana (Anima Mundi, dünyanın ruhu)
  • Ev: Evren
  • Kristal: Sevgi (Koşulsuz, saf sevgi)
  • Ed Harris: Adem
  • Michelle Pfeiffer (Ed Harris’in karısı): Havva
  • Havva ile Adem’in iki oğlu: Habil ve Kabil
  • Bebek: İsa
mother!

Film eve güneş doğmasıyla başlar çünkü önce evren yaratılmıştır. Ardından doğa ana uyanır. Ev ve doğa ananın farklı şeyleri sembolize etmesi ama birbirlerine bağlı olmaları o kadar güzel bir detay ki… Jennifer Lawrence karekterine anima mundi demem boşuna değil. Çünkü bir doğa vardır bir de doğanın ruhu. Mesela dünya yaşayan bir varlıktır. Biz canlı deyince kolları bacakları eti kemiği olan organik varlıklar aklımıza getiriyoruz ama canlılığın tanımı oldukça muğlaktır. Dünya canlıdır ve anima mundi kavramı onun ruhunu temsil eder. Jennifer Lawrence yani Mother ile tamir etmeye çalıştığı ev arasında da böyle bir bağ var. Çünkü dünyaya zarar verdiğimizde, anima mundi onu tamir etmek için bir şeyler yapar. Bu bazen sel, bazen depremlerdir… Belki de Corona Virüsü böyle bir tamirat çalışmasıdır. Çünkü corona virüsü ortaya çıktığından beri tüm dünyanın üzerindeki hava kirliliği ve karbondioksit salınımı uydu fotoğraflarından bariz bir şekilde görülecek ölçüde azaldı.

anne!

Javier Bardem tanrı olarak bir yazardır. Tam bu noktada “Hayatın Senaristi” blog yazımıza referans verebiliriz. 🙂 Tanrı yazardır çünkü incil bakış açısında kaderlerimiz onun ellerindedir. Lakin bu noktadan sonra yönetmenimiz Darren Aronofsky’nin kişisel ve dine karşı protest bakış açısı kendini göstermeye başlar. Bir yazar olarak tanrı yaratma sancısı çekmektedir ve yarattığı evrene insanı da dahil eder. Ve böylece Adem (Ed Harris) eve girer. Doğa ana ona evde sigara içmenin yasak olduğunu söylemesine rağmen o dinlemez ve hasta olmasına rağmen sigara içip kendisini yavaş yavaş öldürmeye devam eder. Doğa ana tamamen yaratma, düzeltme, birleştirme odaklı olduğundan; Adem’in bu davranışları ona saçma gelir ve onu sinirlendirir. Gecenin bir yarısı tanrı ve Adem tuvalette iken doğa ana ademin sırtında kaburgalarının olduğu yerde bir yara görür. Akabinde eve Havva yani Ed Harris’in karısı girer. Bu da; “kadın Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır” sözüne atıftır incildeki…

İlgili yazı:   Ben Benim

Adem ve Havva yaratılmıştır ama Havva rahat durmaz. Girmenin yasak olduğu tanrının çalışma odasına (cennete) girer ve yasak elmaya dokunmaya çalışır. Doğa ana onu engellese de ikinci denemelerinde Adem ve Havva cennetteki yasak elmayı ellerine alırlar ve yere düşürüp kırarlar. Bu olaydan sonra tanrı yani Javier Bardem çok sinirlenip cenneti onlara yasaklar. Kapısını tahtalarla kapatır. Akabinde Havva ile Adem’in seviştiğini görürüz çünkü artık yasak elmayı yemişler ve iyi kötü ayrımına varmışlardır (koşulsuz sevginin kırılması ve dualitenin yaratılışı).

Görüldüğü gibi bildiğiniz incili okuyoruz… Yine hemen ardından eve kavga dövüş Havva ile Adem’in iki oğlu Kabil ile Habil girer. Kabil aynı incilde anlatıldığı gibi kıskançlık yüzünden kardeşi Habil’i öldürür ve tanrı tarafından lanetlenir. Sürgüne gider. Tüm bunlar yaşanırken doğa ana acı çekmektedir çünkü olan her şey onun ruhunun bir parçasıdır ve ona ruhsal acı çektirmektedir. Onun niyeti sadece düzeltmek, genişlemek, meydana getirmek ve büyümektir ama tanrının yarattığı bu varlıklar tüm varoluşuna, düzenine zarar vermektedir. Özetle kaos yaratmaktadır. Ki zaten tanrının isteği de budur. Kaostan düzen doğurmak… Tüm çabası bu. 😊

Aynı incilde anlatıldığı gibi insanlar hızla çoğalmaya başlamıştır ve evin içi pervasız patavatsız insanlarla sürekli dolmaktadır. Tam bu esnada doğa ana hassas davrandığı bir lavaboya oturulmamasını isterken insanlar ısrarla oraya otururlar ve lavabo çöker, su tesisatı patlar ve eve su akar. Bu da Nuh tufanını sembolize eder. Nitekim bu olaydan sonra doğa ana sinirlenip herkesi evden kovar. Nuh tufanından sonra doğa ana ve tanrı tekrar işe baştan koyulur ve çocuklarına hamile kalırlar. Bu noktada Hristiyan sembolizmi işin içine girer çünkü Hz. Meryem aslında doğa anadır. Tanrı doğa anayı, Meryem’i dölleyerek Hz. İsa’nın doğmasını sağlar.

mother! film

Doğa ana bebeğine hamileyken, tanrıya ilham gelir ve o meşhur olan kitabını yazar… İncil’i… Kitap herkes tarafından çok beğenilir. Öyle ki hayranları yazarı putlaştırmaktadır. (Pek çok kişisel gelişim danışmanının başına gelen bir şey, ve çoğu da kendini kaybeder…) Yani kitabın anlattıkları önemsiz hale gelir sadece yazara olan hayranlık ve sevgilerini ona sunmaları görünür filmde. Tanrı bu sevgi halinden hoşnuttur çünkü sevgi yaratmak istemektedir ama insanlar sevgiyi bile putlaştırırlar ve sevgiyi kullanarak parçalarlar. Zaten Adem’in yasak elmayı kırması da bunu sembolize etmektedir. Bu tam bir severken boğma vakasıdır…

Nihayet bebek yani İsa doğar ama sevgi kavramını öyle yanlış anlamış ve yorumlamışızdır ki onu parçalarız. İsa’nın çarmıha gerilmesini simgeler bu da. Bunun üzerine doğa ana bodrumdaki petrolü kullanarak tüm evi yakar. Bu sahne ironiktir çünkü petrol gerçekten de doğa ananın kendi bedenidir, kendi üretimidir ve petrolle insan dünyaya zarar vermektedir. Fosil yakıtlar yüzünden küresel ısınma artıyor ve dünya resmen bir yanışa doğru gidiyor. Nihayetinde de filmin ön görüsü gibi yok olacağız ve bir resetlenme olacak. Yani dünya kendini yeniden yaratım sürecine başlayacak. Tanrı doğa anayı yeniden yaratacak ve doğa ana yeniden evi tamir edip düzeltmeye çalışacak. İnsanlar yeniden ve yeniden eve zarar verecek ve bu kısır döngü sürüp gidecek. Ta ki insanoğlu akıllanana dek.

mother anne film analizi

Bu arada doğa ananın içtiği kehribar rengi toz ile yasak elmayı sembolize eden kristalin rengi aynı. Doğa ana evdeki yani doğadaki acıları hissedebiliyor ve doğanın içine kehribar rengi tozu karıştırıp duvarı boyuyor. Arada da bu tozu kendi içiyor. Bu toz kırılmış yasak elma yani sevgi. Kendini ve doğayı iyileştirmek için arada bunu kullanıyor. Nitekim kendi kalbi de ileride kırılacak ve bir sonraki doğa ana onu kullanacak kendini iyileştirmek için. Böyle bir kısır döngü…

İlgili yazı:   Deneyimin Ötesi

Dedik ya yönetmen izleyiciyi özgür bırakmış. Tüm filme şöyle de yaklaşabiliriz: Yazarlık gibi yaratıcı işlerde bir süre sonra sevgi, hayranlık gibi kavramlar yaratıcının gözünü kör edebiliyor. Bunun sonucunda sanatçı bir tür körlük yaşıyor. Hayranlarının ona ne yaptığını ya da onun hayranlarına ne yaptığını göremiyor çünkü sevgi sarhoşluğu içinde oluyor. Anne yani sanatçının ilham kaynağı bundan en çok zarar gören oluyor. Bir manzaraya bakıp manzaranın fotoğrafını çekersiniz ve paylaşırsınız. Fotoğraf öyle çok sevilir ki herkes o manzaranın olduğu yere gitmek ister ve o manzarayı bir çöplüğe dönüştürürler… Dünya sahnesi de böyle bir çöplüğe dönüşüyor. İlham alıp korumak yerine onu yok ediyoruz. O nedenle de resetlenme adına dünyanın başına arada bir felaketler geliyor. Tıpkı dünyanın corona virüsüyle kendini iyileştirme çabası gibi…

Ya da şöyle yorumlayabiliriz: Birini çok seviyorsunuz ama o sadece sizi değil herkesi seviyor. Herkesi her şeyi sizi sevdiği gibi seviyor. Sizi özel bir yere koysa da görünüşte tıpkı filmde Javier Bardem’in yaptığı gibi öncelikli olarak görmüyor. Yazdığı kitabı önce eşine değil yayın evine okutması gibi… Siz de bu durumdan memnun değilsiniz çünkü sizi sevsin hatta belki de yalnızca sizi sevsin istiyorsunuz, size öncelik versin… Oysa o herkese eşit yaklaşıyor. Böyle bir ilişkide herkese eşit davranan taraf tanrı kompleksinde ve sadece sevgiye odaklanmış, sevgi arayışındaki biri oluyor. Özel bir bağlılık isteyen taraf ise sadakat ve paylaşım istiyor. Kıyamet de bu farktan kopuyor. Bireyselleşmek mi yoksa kollektif hareket etmek mi? Bana göre doğru ya da yanlış yok. Sadece oluş var ve iki taraf da yaratımın birer yönü. Ying ve yang gibi. Tüm yaratım bu çatışmalardan ve ikiliklerden ortaya çıkıyor zaten. Amaç ise dengeyi bulmak. Hem birey hem toplum olabilmek. Hem tanrı hem de doğa olabilmek…

Ama en önemlisi sevgi olabilmek. Filmde Javier Bardem herkese karşı sevgi duyuyordu, Jannifer Lawrence ise tek birine karşı… Hem tek tek herkesi, hem kendimizi hem de bütünü sevmeyi başardığımızda sanırım dengeye ulaşacağız. 😊

Diğer ufuk açıcı film analizleri için The Lighthouse Film Analizi | Proteus ve Prometheus ve Annihilation | Yok Oluş Film Analizi yazılarımızı okuyabilirsiniz.




Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

78 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Harika bir analiz, hem derinlemesine hem de son kısım daha yüzeysel ve basit bir bakış açısıyla olmuş, elinize sağlık..

      • anne! yi seyrettikten sonra benim gibi düşünenler de var mı diye merak edip film yorumlarını karıştırırken bloğunuzla karşılaştım ve böylelikle yazılarınızı okumaya başladım.
        film için yazdıklarınız;
        seyrederken bana gecirdikleriyle neredeyse birebir örtüşüyor! Ayrıca anlamlandıramadıklarımı da siz tamamladınız;
        Teşekkürler.
        2012 den beri bu tarz blogları ve siteleri takip ediyorum.şimdiye kadar sizinkiyle karşılaşmamış olmaktan dolayı kendimi eshefle kınıyorum…
        yazınıza yapılan yorumlardan birinde özgüveninizin temeli sorgulanmis! ?
        “bu kadar büyük bir mezunun kısacık bir yazıda anlatılması ” tuhaf bulunuyor;
        oysa ki sırf bu nedenle bile yazılarınız okunmayı hakediyor.
        Bu kadar büyük ve derin konuların bu kadar yalın bir anlatımla,kafa karıstırmaksızın,eğip bükmeden sade bir dille
        bu kadar kolay anlatilabilir ve rahat anlasilabilir olmasi takdire şayan olmalı.
        Nitekim bunu bu kadar zarif becerebilmek daha tuhaf olmalı. ..

      • İlginiz ve yorumunuz için çok teşekkürler 🙂 İnanın sizinki gibi yorumlar da, yorumunuzda bahsettiğiniz eleştirel yorumlar da çok değerli benim için. Yıllar önce bir başka okurum da tam tersini söylemişti, net değilsin yazılarında demişti çünkü her yazımın sonunu olabilir diye bitiriyordum. Çünkü ne kendimi ne de başkalarını bir görüşe hapsetmek istemiyordum. Bunun çok dişil bir eylem olduğunu anladım ve hermaafrodit denge için bende açığa çıkan, akışla gelen bu fikirlerin, düşüncelerin ve çıkarımların net bir dille aktarılması gerektiğine karar verdim. Yani bu budur, bu da şudur demeye başladım. O zaman da o ne özgüven o demeye başlandı sizin de refere ettiğiniz gibi 🙂 Ama bu dönüşümümden sonra bana şöyle yorumlar gelmeye başladı: “Yazılarınız cinsiyetsiz.” yani cinsiyetim yazılarımdan tahmin edilemiyor diye geri bildirimler almaya başladım ve sizin yorumunuzdan güzel olmasın, bu en güzel yorumlardan biridir aldığım. 🙂 Asıl olay elbette basit düşünmek. Bir de beni güdüleyen şey şudur: İnsanlar şöyle demeyi severler: “Bu anlatılamaz, kelimelere dökülemez, sadece idrak edilir…” Blogum bu düşünceye protest biraz farkettiğiniz üzere 🙂 Elbette mesela hiçlik tam manasıyla kavranamaz, anlatılamaz, ya da bazı çok özel kavramlarda dil yetersizdir ama dilin de sınırlarının gittiği yere kadar kovalamak gerek diye düşünüyorum.

      • Çok haklısınız; kendinizi herzamanki gibi güzel ifade etmissiniz.
        kalem keskin olmalı!
        ama ben dinletmek icin cinsiyetin belirleyici olduğunu düşünmüyorum.
        belki de benim ilgimi canlı tutan,cezbeden ne denildiginden ziyade nasıl denildiği.

        Bu arada kadın bir yazar olduğunuzu düşünüyorum .

      • ahh !Afedersiniz o halde cehaletimi,fikirlerime benzer fikirler bulmanın heyecanına verin.
        Yazardan çok yazılanla ilgilendigim icin;
        yazar hakkında kısmını atlamisim.
        Filme gonderme olsun:
        putlastirmadan özü anlamak.!

      • Merhaba, filmi izleyip biraz düşündüm ve kafamda oturtmak için analizleri de okumak istedim sizin analizinizle karşılaştım o kadar güzel anlatmışsınız ki filmi o kadar rahatsız olmama rağmen tekrar izlemek istedim. Harika bir yazı bundan sonra filmleri sizinle takip edeceğim sanırım. Çok teşekkürler!

  2. Filmi izlemedim mantikli yorum yapanda pek yoktu hep kotu yorumlar vardi. Acikcasi sizin yorum yayinlayacaginizi tahmin etmistim çünkü tamda bu bloga gore bir filmdi kimsenin anlamadigi bir film 🙂 Teşekkürler yorumunuz icin filmi izleyecegim.

    • Teşekkürler, beni de tetikleyen buydu zaten 🙂 Mesela hayatımda en çok izlediğim filmlerden biri “Donnie Darko”‘dur. Çünkü tam bir bulmaca gibi ve anlamak için 4 defa filan izlemem gerekti. Bir şeyi çözme çabası sanırım hırslandırıyor bizi. Aynı şekilde tüm yaşamı çözme çabası da insanoğlunu hırslandıran bir şey. O nedenle bilim bu günlerde sınırları zorluyor ve o nedenle böyle sınırları zorlayan filmler yapılıyor ya zaten… 🙂

  3. Güzel bir inceleme olmuş öncelikle. Ben de önemli gördüğüm birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. Filmde sarı renk ile “Sarı Duvar Kağıdı” adlı kitaba atıf yapılmış. Bu soluk renk bir yandan hastalığı ve çürüme hissini bize anlatırken bir yandan da yaşamın sembolü olarak karşımıza çıkar. Filmde en önemli kısım yani doğa ananın kalbi ise kapının tokmağıdır. Kalp evin en önemli yerinde kilitlidir. Yaşam dünyasına giren herkes o kilidi açar. Eve giren ilk misafir (Ed Harris) başta sigara içmemesi için doğa ana tarafından uyarılır ve çakmağı evden uzaklaştırmak ister (filmin afişinde de bunun üzerinde durulmuş) ama o ateş zamanla kendisinin kurtuluşu haline gelir. Ebedi yasa değişmez ve en sonunda bir anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğar. Bu metafor bana bir yerden tanıdık geliyor sanki… Simurg! Biraz daha derine inip filmin afişindeki bu çakmağa yakından bakacak olursak üzerinde Wendehorn’u yani yaşam ve ölümü simgeleyen sembolü görürüz. Bu sembol temelde evrenin büyük karşıtlarını simgelemektedir. Ayrıca patlayan kanlı ampulü de karanlık çağ olarak düşünebiliriz. (ışığın sönüşü) veya Endüstri Devrimi’nin ortaya çıkışı olarak. (Bu hem insanların hem de kendisinin nihai sonu olacaktır.)

    • Kapının tokmağı detayı güzeldi 🙂 Katkınız için çok teşekkürler. Söz konusu Darren Aronofsky olduğunda semboller yazmakla bitmez.

    • film asiri katolik bir film, ampulun patlamasi dediginiz gibi sanayilesme ve protestanligi sembolize ediyor, mother zaten cogu yonden meryem ana.

  4. Elinize saglik, harika bir analiz olmus. Farkli acilardan bakabilmek, kisisel deneyimlerinize gore yorumlayabilmeniz de analizi cok keyifli bir hale getirmis.
    Simdi benim bu filmden yola cikarak tartismak istedigim bir sey var.

    Filmde aklima takilan onemli yerlerden biri su oldu;Tanrinin insanlarin sevgisi karsisinda gozunun adeta kor olmasi ve bu yuzden kotu giden bir cok seyi goremiyor olmasi. Yuvasina, kendi yarattigi insan oglu zarar veriyor ama o hayranlariyla kucaklasmaya, masasina oturup imza vermeye basliyor:) ta ki kaos olana kadar.. Neden bu kadar ilgi sarhosu oluyor?
    Kucukken buyuklerime “biz neden variz, Tanri neden var” diye sordugumda bir cok kisiden “kendi guzelligini gostermemiz icin bizi yaratti” yanitini alirdim. Bu filmde de sanki boyle bir Tanri resmedilmis. Sevilmek, begenilmek hatta sohret olmak isteyen bir yazar gibi. Sanki asil derdi o kitabi yazmak ve insanlara ulastirmakti. Yarattigi evini dagitmalarina, kaos yaratmalarina takilmadi cunku kitabi tamamlamisti gerisi onemli degil miydi? Is ondan cikti artik gerisi ilkel insanoglunda miydi?

    Mutlak sevgiyi deneyimlemek ve nihai sonuca ulasmak icin surekli yikim ve yaratimdan gecen her defasinda bir tik daha gelisen birer versiyonlar miyiz? Biz neden boyle bir surecten gecmek zorundayiz?
    “Ta ki insanoglu akillanana dek..”
    Biz neden bu akillanma/hatirlama/tekamul seruvenindeyiz?

    Veya biraz daha filmin basina donersek sonsuz yaratima, sevgiye sahip Tanri neden yaratim sikintisi yasar ve neden ilham icin insanlari yaratma ihtiyaci olur?

    Konu disina ciktiysam kusura bakmayin, sadece yaratilis ve varolus sebebi konularini sorgulayan biri olarak yorumlarinizi merak ediyorum:) Sevgiler.

  5. sari renk kutsal ruhu temsil ediyor, onun disinda analizler tam isabet. bravo

  6. Yaratabilmek için öldürmesi gereken Megaloman erkek tanrı ile, her koşulda zorlanmadan yaratabilen, onarabilen, yeniden can verebilen ama mütevazı ve kırılgan dişi tanrıça arasındaki adaletsiz sonsuz savaş …

  7. Paylaşımlarınızı ilgiyle okuyorum. I ORIGINS filmi hakkında ki izlenimlerinizi merak ediyorum (izlemiş olduğunuzu umarak). Tekrar teşekkürler.
    Saygılarımmla…

    • Merhabalar Kubilay, ilgin için çok teşekkürler. Elbette izledim, kaçmaz 🙂 Diğer okurlara da şiddetle tavsiye ederim bu filmi ki zaten varoluşçu filmler blog listemde bu film de var. Reenkarnasyon konusuna güzel bir bakış açısı. Reenkarnasyon konusunda zıt görüşler var bilim ve spritüel dünyada. Ben bu tartışmaların ortasındayım çünkü nereden bakarsan bak aynı sonuca ulaşıyorsun. Reenkarnasyona göre malum atalarının karmalarını üzerine alıyor ve onları yaşıyorsun. E bilim de başka bişi demiyor ki… Atalarının yaşanmışlıkları bilgileri travmaları genlerinde diyor. Bu noktada bu ikisini artık çatıştırmaya gerek yok. Filmde de bu var biraz. Çatışmanın manasız olduğunu, özde aynı yere çıktığını söylüyor. Mesela bende klostrofobi var. Annemde de var. Ona kimden geçmiş bilmiyoruz. İkimiz de buna sebep olacak bir çocukluk travması yaşamadık. Aslolan bu zinciri kırmak. Bir sonraki nesle klostrofobi geçmesin diye.

  8. Şimdiye kadar din,felsefe ve kuantum fiziğini birleştirerek yorumlar yaptınız ve yaptık;sonuç olarak ortak bir boyut açmamız gerekiyor gibi geliyor;zamansız,maddesiz,isimsiz(mekanı enerji alanı olarak kabul görürmü?)isimlerimiz olmadan birbirimizi enerjimizden tanıya/hissedebiliriz,tek kelime etmeden gülümseyerek telapatik sohbet eder,tasavvuru (.-.)birlikte geliştirebiliriz oyalanır ve sileriz(yada boyutu şifreleriz)….

    • Aslında şu an yapmakta olduğumuz da bu 🙂 Blog boyunca yüzünü hiç görmediğim, bazılarının cinsiyetini dahi bilmediğim insanlarla yani saf enerjilerle sohbet ettim yorumlarda. Hepimiz sohbet ettik. Sadece fikirler yani düşünce enerjileri paylaşıldı. Şu an bu sohbeti yaparken bile bedensiziz. Varlığımız bu kelimelerden yayılan mana enerjisinde ibaret okuyan gözünde. Daha önceki yazılarımda yazma eyleminin aslında zamansız bir eylem olduğundan ve bir enerji boyutu olduğundan bahsetmiştim. Şu an ben an be an bunları yazarken bu yorumu gelecekte okuyacak olan biri o an bu yazılanların enerjisini açığa çıkartacak. O halde bu yazının tarihi nedir? Şimdi mi okunduğu zaman mı? Neden asırlar hatta bin yıllar önce yazılan kitaplar halen bize ilham verebiliyor? Yazmak zamanda yolculuktur. Bu konsepti alıp tüm varlığımıza uyarlayabilirsek dediğinizi tam manasıyla yapabiliriz. Yani ben tüm bedenim ve varlığım olarak zamandan ve mekandan münezzeh olarak iletişim kuruyorum, fikirlerimi paylaşıyorum, başkasının fikirlerini dinliyorum ve İDRAK ediyorum. O halde zaten kuantum evrende yaşıyorum. Bundan ötesi işin illüzyonu. Yani telepati, duru görü vs. Elbette ben de isterim ki çok da çabaladım bunlar için. Ama nihayetinde geldiğim nokta şu oldu… Hakiki mucize şu an olmakta olan. Mucizeyi başka yerde sihirde aramaya gerek yok. Aslolan burada şu an yaşanmakta olan mucizeyi görmek 🙂

      • Tamamen katılıyorum,hesaplamalarıma göre 2dk da bir bulundugumuz andaki enerji giren cıkanlara göre degişiyor,fakat enerjinin açıga cıkması için bişey eksik,kodlarla ilgili birşey söyleyebilirmisiniz,yada madde enerjiye dönüşür gibi.tam ifade edemiyorum.ama bir enerjisel düşünce savaşı hakim,hissediyorum ama eksik bir şey var

      • Yani o 2dk lık geçis sürecinde biranda uyanıyorsunuz hersey sanki dijitalleşiyor,herşey tuhaflaşıyor bir coşku sarıyor içinizi fakat devamı gelmiyor,sersemlemiş gibi hissediyorsunuz ve birşey eksik,zikir yada kodlama gibi.güçlü birşeye ihtiyaç var

      • Demek istediğini anlıyorum aslında sadece seni biraz daha ifade etmeye zorladım. Bir şeyler yaşayan, hisseden insanlara hissettikleri şeyleri ifade etmeye zorlarım genelde 🙂 Bu onların kendilerini daha iyi anlamalarına fayda sağlar. Mesela ben ifade edeyim o hissi… Benlik algın bir anda bedeninin dışına çıkar, ben genişlemeye ve senden çıkmaya başlar. Bu biraz da gergin bir ipin bırakılıverilmes gibi bir rahatlama ve heyecan yaşatır. Bunun etkisiyle içinden bir gülme gelir. Coşku bu nedenle… Aşağıdan yukarıya tüylerin diken diken olmasına benzer bir his çıkar. Hatta bazen kafan güzelleşmiş gibi olur. Dini metinlerdeki şarap, mey sembolizminin ne anlama geldiğini anlarsın… Bu hissin anlık olmasının sebebini bilmiyorum, belki halen bu boyutta ve bu pencereden bakmak durumunda olduğumuz için. Daha tam manasıyla oraya uygun olmadığımız için… Bunu uzatmak için evet zikir olabilir ki şahsen de zikirlere başladım yakın zamanda. Bakalım… 🙂

      • İfademi zorladığınız için teşekkürler hocam:)ben bu durumları test amaçlı 3 ayrı ülkeye gittim,aynı anlarımı (zikir&şükür ile oluşuyor)hissettiğimde yani içimden emin şekilde gülmeye başladığımda tuhaf bakışları üzerinize çekiyorsunuz,sanki onlar ölü bense ölümden uyanmış diri gibi hissediyorum,farklılıgı hissediyorsunuz ve sevginin aşkın enerjisini yaydığınızda herkes özenmeye başlıyor gibi hissediyorum fakat tam bir big bang olacakken gene birşey eksik hocam.sanki tam aktive edicek latince gibi yada çok daha eski bir kodun varolduğunu hissediyorum.ve bunun cevabı sizde hocam.teşekkürler

      • Bunun tek bir cevabı yok. Hakikat tek ve bir olsa da ona ulaşan yollar hakikatin doğası gereği sonsuz. O nedenle kodlar da sonsuz. Kabalistler tetragammaton ile 4 harfin meydana getirdiği (yhvh) tüm zikirleri tefekkür ederek hakikati bulmaya, bu 4 harfin doğru okunuşunu bulmaya çalışırlar. Onlar için hakikate ulaşma yolu budur. Budizme göre bu kod omm mantrasında gizlidir. İslamda Allah’ın isimleri, esmalar bu kodları barındırır. Hristiyanlıkta dediğiniz gibi latince bazı özel kelimeler sırrı içinde barındırır. Beynimiz binyıllarca bu kodlamaların etkisiyle şekillenmiş ve şifrelenmiş. Her insandaki şifre çözücü farklı olabilir çünkü genetik özellikler ve soy aktarımından gelen bilgiler bunda etkindir. Sizin şifrenizi çözecek anahtar kodu herhangi biri size veremez. Sizin onu bulmanız gerek ki o da sizin neye çekildiğinizle ilgili. Kimileri esmalara çekilir, çevresinden ona işaretler gelir. Kimisinin karşısına ibrani harfler çıkar.

        Şahsen hepsinden de geçtim, hepsini de denedim. Bazen de benim gibi deneme yanılma yoluyla ilerlersiniz ama aslolan hislerinizi takip etmek ve kendinizi akışa bırakmaktır. Bahsettiğiniz gizli ve kilitli kapıyı açacak kod da sizden açığa çıkacaktır.

        Sadece şunu verebilirim: İsimsiz olanı düşün.

      • Hocam işin sırrı titreşim ve frekanslarda sanırım,hem isimsiz hem sonsuz.mevlana-ney,dogu felsefesi belirttiğiniz gibi omm mantrası ağır basıyor.frekansı yüksekten küçüğemi yoksa küçükten büyüğemi ayarlıycam bilmiyorum.bana 2 dk lık bir ses videosu yapabilirmisiniz (ney&omm).teşekkürler

      • Isimsiz Olanı düşün…
        Derinlere ve dışlara yayiliyorum ama sanki bir noktada duruyorum. Şuurun takıldığı yer bu olsa gerek.

        Isimsiz Olanı düşün
        ??

      • Hep isimlendirme / etiketleme peşindeyiz. Her şeyi… Yokluğa ya da hiçliğe bile isim koymuşuz. Bu varoluşumuzun mayasında var gerçi. İsimlendirilmeseydik materyalize de olmazdık. Şu an bu iletişimi de yapamazdık…

        Fakat özde bizler isimsizdik. Renksiz, şekilsiz… Saftık. Sınırılandırılmamıştık. Sonsuzduk… İsimsiz olan en saf halimizi temsil eder. Özümüzü. O varılacak bir şey değildir o nedenle nihai bir cevap aramaya çalışmayın. Varılacak bir menzil olsaydı zaten isimsiz olmazdı. Bir ismi olurdu. 3 boyutlu bu varoluş katmanında bunu tam manasıyla idrak edebileceğimizi iddia etmiyorum. Sadece düşünmek bile bazı kapıları aralayabilir… Tefekkür de bir ibadet malum 🙂

      • Açıklanmasa da bir şey söylensin. Yeterki düşünmem sağlansın.
        Düşünmek var ediyor sanki beni ⚘

        Yazılarınız bana gerçekçi ve tanıdık geliyor; ve mantıklı…

      • Düşünmek her zaman cevap değil. Bazen de salıvermek gerekli. Düşünüp de o geçemediğin duvara geldiysen demek ki artık salıvermen gerek. Hatta unutman. Bazen cevaplar unutunca gelir.

      • Sadece düşünmenin bile bazı kapıları aralayabileceğini ifade etmişsiniz. Buna kesinlikle inanıyorum çünkü deneyimlendi.
        Düşünülen şeyin de unutulduğunda bazen cevabı geldiği de…
        Bu bir uyarı niteliğinde de olabiliyor. Çok dikkatli bir izleyici konumda olmak gerekir.

  9. merhabalar, öncelikle I Orıgıns filmi ile ilgili yorumunuz için teşekkürler.
    Anne filmi ile ilgili olarak: Anne evin bodrumundaki duvarı yıktığında karşısına çıkan KURBAĞA neyi temsil ediyor acaba? Filmin afiş çalışmasını yapan JAMES JEAN kapı tokmağı ve kurbağa figürlerini bu afişte de kullanmış…
    fikrinizi aylaşırsanız sevinirim…
    saygıalrımla…

  10. Yine Anne filminde bordumdaki yangın sahnesinden önceki diyalogta ilginç:
    – Seni seviyorum
    +Sen beni hiç sevmedin. Sen sadece benim sana olan sevgimi sevdin. Herşeyimi senin için feda ettim. Sen se bana bunları reva gördün…

    ayrıca annenin hayır diye bağırdığı sahnede ev zeminin yarılarak parçalara ayrılması depremlere bir gönderme olabilir mi?

    • Evet. Film boyunca hem incildeki olaylar hem de hemen hemen tüm doğa olayları (sel vs.) evin içinde yaşanıyor.

      Bu bahsettiğiniz son diyalog yaratan ile yaratımı arasındaki ying yanga alegorik bir gönderme. Yaratan ve yaratımı arasında doğal oalrak bir ikilik vardır. Bu ikilik olmak zorunda çünkü bu sayede tüm yaratım tezahür edebiliyor. her şey zıttıyla var. Yaratana olan sevgimiz varsa yaratana olan nefretimiz de var zaman zaman. Var oluşun sancısı insanın doğa üzerinden tanrıya çektirmek istediği acı… Belki de o nedenle doğaya bu kadar saygısızız. İnsan ile tanrı arasındaki mücadelede doğa hep ara dayağı yiyen taraf oluyor 🙂

  11. Kurbağa sembolizmde arınma ve yeniden doğum anlamlarına gelir. Bu arınma ve yeniden doğumun amacı mutlak refaha ulaşma güdüsüdür. Kurbağa ayrıca incilde telef olan 10 hayvandan biridir. Yine güçlü bir değişim öncesi arınmayı simgeler. Bu da Mother için uygun bir sembol. Değişim yer altındaki gizli bir yerden yani bilinçaltından geliyor.

    • The fountain filmini her izleyişimde bir şey daha idrak ediyorum. O filmden blog yazısı değil kitap çıkar 🙂 Site formatı gereği güncel filmlerin analizini yapıyorum, eski filmlerin analizi için yeni bir site kuracağım, orada The Fountain’den Interstaller’e; Yapay Zeka filminden Truman Show’a tüm kült ve sistemi anlatan derinliğe ve gizeme sahip filmlerin analizlerini paylaşacağım. Bilgilendirmesini yaparım buradan, ilginiz için teşekkürler 🙂

  12. Gerçekten çok güzel yorumlamışsınız teşekkür ederim. Yalnız anlamadığım bir detay var. Filmin hem orjinalinde hemde Türkçe dublajında Alla-hu Ekber diye bir tekbir var. Bunun o sahnede neyi temsil ettiğini anlayamadım. Konu hakkında yorumunuzu sabırsızlıkla bekliyor olacağım.

    • Merhabalar Mustafa, değerli yorumun için teşekkürler. 🙂 Film bir dinler tarihi filmi. O nedenle içinde haham da var, Hristiyan rahip de var Müslümanlık ile ilgili doneler de var. Aksine Alla-hu Ekber olmasaydı garip olurdu. Yönetmen Müslümanlığı es geçmiş, görmezlikten gelmiş gibi olurdu.

  13. tanrı meryem’i döllememiştir. meryem kutsal ruh aracılığıyla gebe kalmıştır. ortada dölleme adına bir durum söz konusu değildir.

    • Merhabalar, değerli katkınız ve yorumunuz için teşekkürler. 🙂 Elbette gerçek anlamda bir dölleme değil, metaforik konuşuyoruz. Gerçekten döllediğini düşünmeniz ilginç. 🙂

  14. Merhabalar, ben teşekkür ederim güzel yorumunuz ve katkınız için. 🙂 Diğer film analizlerime de göz atabilirsiniz. Bu bir tür refleks ya da zihin kası sanırım, istem dışı olarak görüyorum, yönetmen gibi düşünebiliyorum 🙂

  15. Film hayranı ve çok sık film izleyen biri olarak bu filmi anlamadığım için kendime çok kızmış,bu oyuncular bu yönetmen ile bu film bu konu sandığım gibi saçma olamaz bi manası olmalı demiştim.Filmin senaristi gibi anlatmışsınız tek tek sahne sahne inanılmaz hepsi yerine oturdu…Bakış açınıza,bilginize ve kültürünüze hayran kaldığım gibi kendimi de boş hissetmeme sebep oldu.Çok başarılısınız gerçekten hayran olmamak mümkün değil tebrik ederim.

    • Rica ederim, o kadar da değil aslında, sadece büyük resimden bakmaya çalışıyorum eserlere. Sizin başarı dediğiniz de sadece analitik zihnim. Muazzam bir analiz yetisi var zihnimin ve bu bir lütuf mu yoksa lanet mi emin değilim 🙂 Bazı insanlar vardır sadece bilirler. Bilgiye analiz etmeden irdelemeden ulaşırlar. Onlardan olmak isterdim. Kalpleri açık insanlar…

      O nedenle kendinizi boş filan hissetmeyin, sizden de başka başka manalar yayılıyordur bende olmayan. Hepimiz birbirimizi tamamlıyoruz.

      Yorumlarınızla ve farklı bakış açılarınızla yazılara eşlik ederseniz çok mutlu oluruz. 🙂

  16. iyi de bu yazının aynısı ingilizce halde sitelerde var. orjinali o. Birebir kopyalanmış. Ortada yorum ya da keşif yok ki. hayret birşey.

    • Merhabalar Merve. Bu blogtaki hiçbir ama hiçbir yazı ne ingilizce ne de başka bir dilden çeviri, kopya ya da çalıntı değildir. Beni bilen bilir, kopya içeriğe karşı hatta kopya içerikle savaşan biriyim. Bu yazının aynısının ingilizcesini başka bir sitede görmüşseniz bu siteden alınıp çevirilip paylaşılmıştır. Kopya içerik konusunda mağdur olan ve yazıların orijinalliğini korumaya çalışan bir dijital medya uzmanıyım. Bu yazının aynısının birebir ingilizcesini bulup burada herkese açık halde link olarak paylaşırsanız sevinirim. Paylaşırken de yazının yayımlanma tarihine dikkat edin…

      • https://www.google.com.tr/amp/collider.com/mother-movie-explained/amp/ bu bitanesi mesela .sanmıyorum ki filmin yapımcısı olan ülkelerin insanları yani anadili İngilizce olan insanlar Türkçe bilip bir de ustune sizin blogunuzu bulup da kopyalamaya kalksinlar. yani saygısızlık etmek istemem ama yorumları görünce yazmadan edemedim bunların aynısı daha fazlası ve detaylisi zaten İngilizce sitelerde var.kimsenin bilmediği birşeyi kesfetmissiniz gibi konuşulmuş da .. normalde pek de yorum yazan biri de dilimdir yani.

      • Gönderdiğiniz linkte görüldüğü üzere aynısı değil hatta fikir ayrılıkları olan bir analiz. Bu gönderdiğiniz linkte yazan bazı detaylı analizleri ben de blmiyordum, farklı bakış açıları var. Yani dediğiniz gibi elbette daha fazlası başka sitelerde vardır. İnternet özgür bir mecra, burası da özgür bir blog. Kopya içerik olmadığı sürece internet mecralarında herkes bir film hakkında yorumunu yazabilir.

        Bu gönderdiğiniz ingilizce analiz yazısında mother earth ve noah kelimelerini görünce sanırım aynısı dediniz ama yazının aynısı değil, direkt çevirisi de değil. Yani yan yana getirip bakabilirsiniz. Neden birebir kopya dediğinizi anlamaya çalışıyorum da… Noah filminden ben de bahsettim yazımda çünkü Noah filminin de analizini yaptım. Bakın bakalım ona da başka sitelerden mi kopyalamışım. Mother Earth yorumunu daha filmi izlerken keşfetmiştim. Dinler tarihine, inicle hakimim. Aronofsky’nin de yönetmen kimliğini iyi tanıyorum, onun gözünden, hayat duruşundan yorumlamaya çalıştım.

        Mother filmi Türkiye’de sinemaya ilk girdiği hafta koca sinema salonunda gece yarısı tek başıma izleyenlerden biriyim. Nitekim akabinde analizini yazdım. Yani interneti didik didik edip bu analiz yazısını yazmadım.

        Farklı kişilerin benzer yorumları yapması olağandır çünkü film analize muhtaç ve pek çok kişi tarafından anlaşılmayan, yarıda bırakılıp salondan çıkılan bir filmdi. O nedenle konuya hakim olanlar yerli yabancı bloglarda analiz yazılarını yazmaya başladılar ben de onlardan biriyim. Haliyle benzer içerikler, yorumlar olacaktır ama kopya deme hakkınız yok. Eğer bir yabancı bir yazı getirseydiniz buraya yan yana bu blog yazısıyla koyduğumuzda birebir çevirisi olsaydı o zaman kopya deme hakkınız vardı.

        Kimsenin bilmediği bir şeyi keşfetmedim, herkes kendi kitlesine seslenir, blogların da amacı budur. Ben de Zamanın Ötesi blog okurlarına anlattım. Yani blog mantığı böyle çalışıyor. Kopya içerik olmadığı sürece de bunun böyle olması çok doğal. Film yeni yayınlandığında bu yazıyı yayımladığım için, film analizlerini ilk bu yazıdan okuyanlar sizin tabirinizle “kimsenin bilmediği bir şeyi keşfetmişim gibi” konuşmuş olabilirler. Buranın altını çizmek isterim. Filmin yayında olduğu hafta bu analiz yayınlandı.

        Hassasiyetiniz için çok çok teşekkür ederim çünkü ben de sizin gibi tepkisel yaklaşıyorum bu gibi durumlara. Bu güzel bir duyarlılık 🙂 Bu arada geç oldu ama hoş geldiniz 🙂 Başka analiz ve yazılarla ilgili görüşlerinizi de paylaşmaktan çekinmeyin.

  17. “Terk eden aslında, ilk önce önce terk edilendir.” alıntısı güzel bir bakış açısı oldu. Bu açıdan bakmamıştım evet. Sevgi ihtiyacını anladığım kadarıyla Mother tatmin edemiyordu diyorsunuz. Çok büyük bir açlığı olduğu için bunu dışarıdan da gidermeye çalışıyordu, bu çok mantıklı çünkü dışarıdan gelen herkesi kabul ediyordu onu herkesins evmesini istiyordu. Nitekim ev bir kara deliğe döndü… Sevgi kara deliğine 🙂

    Kim bilir belki şu an yaşamakta olduğumuz hayat da koca bir kara deliktir. Kara delikten çıkmak için çaba mı sarf etmeliyiz yoksa kendimizi bu girdaba bırakmalı mıyız muamma… 🙂

  18. Merhabalar Murtaza, değerli katkın için teşekkürler 🙂 Sembolik atıflarına itirazım yok ama bu filmi bir propaganda filmi olarak konumlandırmana itirazım var çünkü yönetmeni tanıyorum. Bu filmin senaristi ve yönetmeni Darren Aronofsky tam bir doğa aktivisti. Bu filmi bir propaganda filmiyse ancak doğayı koruma üzerine bir propaganda yapıyordur. Aronofsly bu filmden hemen sonra “Sıradışı Bir Kaya” adında bir belgesel serisine başladı. Şu an national geographic kanalında yayında bu belgesel serisi. Bu belgesel boyunca, Aronofsky bize dünyanın yaşayan bir canlı olduğunu gösteriyor. İnsanlığın bunu idrak etmediği sürece doğayo, yaşayan bu canlıyı öldürmeye devam edeceğimizi gösteriyor. Ve doğa ananın canlılığı nasıl meydana getirdiğini gösteriyor. Gerçekten inançsız olanı inançlı yapacak bir belgesel çünkü doğanın bu ihtişamı karşısında büyüleniyorsunuz. Pagan ya da satanist değil, panteist bir yaklaşımdır bu. Yani doğa tanrıdır, evren tanrıdır yaklaşımı… Ayrıca film incil ve doğa ilişkisini sanatsal bir dille anlatıyor yani illa bir propaganda yapmak zorunda da değil. Sanat sadece ifade dilidir. Bir şeyi savunmak zorunda değildir.

  19. Mother filmini izledikten sonra kafamda oluşan parçaları birleştirmede zorlandım ancak internet üzerindeki araştırmada sizin yazınıza ulaştığımda taşlar yerinde oturdu. Yazınız için sizi tebrik etmek istiyorum. Beni içinde bulunduğum durumdan kurtarması, film ile ilgili kafamdaki karmaşıklığın kaybolması tarif edilemez bir duygu.

    • Rica ederim, siz de kendi bulgu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz filmle ilgili. Dediğim gibi film aslında tek bir yoruma sahip değil. Herkes kendi manasına ulaşabilir. Fakat yönetmeni iyi tanıdığım için yönetmen gibi düşünmeye çalıştım. Bir filmi yorumlayamadığınızda bazen yönetmenin hayat görüşünü araştırın derim. 🙂

  20. Güzel bir film analiz olmuş.Size bir şey sormak istiyorum size de Tanrı çok kendisine hayran kitlesine karşı zaaflı bencil tapılmaya ihtiyaçlı gelmiyor mu ?

    • Tabi ki film de kitaplarını okuyan, kendisine hayran kişilere karşı zaafı olan egoist bir yazar gibi..Gercek hayatta da eger bir Tanrı varsa neden kendisine bu kadar tapinilmasini istiyor neden bu kadar egolu diye de düşünmüşümdür hep.

    • Merhabalar Jamelika, hoş geldin 🙂

      Eğer filmdeki tanrı sembolündan bahsediyorsan evet öyle gibi gösterilmiş fakat bu blog boyunca kendimce anlatmaya çalıştığım tanrı ideası bir kişi gibi değil. Yani bir insan gibi kişiselleşmiş, gökten bakarak insanlara ödüller ve cezalar yağdıran, kendi canının istediğini yapan bir tanrının var olduğuna inanmıyorum. Tanrı kavramı insandan bağımsız düşünülemez bana göre. Yani bizden ayrı, orda bir yerlerde oturup bizi izleyen ve tapınılmak isteyen kişiselleşmiş bir tanrı bana göre yok. Tanrı bütündür. Bu bağlamda bir taş da tanrı (ya da allah, god adına her ne dersek) kurbağa da tanrı, kedi de tanrı sen de tanrısın ben de tanıyım. Daha doğrusu tanrının parçalarıyız. Hepimiz bir bütün olarak tanrıyı oluşturuyoruz ve bizden bağımsız bir karar veren sistem yok. Sistem biziz. Eğer insanlık savaş isterse savaş çıkar mesela. Yani tanrı istediği için savaş çıkmaz çünkü öyle isteyen kişisel kararlar veren bir tanrı yok. Kolektif bilinç konusunu araştırabilirsiniz bunla ilgili.

  21. Evet, bence de bir film ya da yönetmen bir şeyi savunmak, propaganda yapmak zorunda değildir, ama sinema tarihi boyunca çok fazla sayıda film ve yönetmen bunu yapmıştır. Biraz derin araştırmayla ulaşılabilir. Derin derken, kendi ön kabullerimizden sıyrılıp incelemekten bahsediyorum. Şu paradigma benim paradigmama uygun değil, ama ya gerçeği işaret ediyorsa, ya ben kendi algı dünyamda sıkışmışsam, derim. Ben hep öyle yapıyorum. Daha önce çok güvendiğim ya da beğendiğim bir sanatçı bile olsa, bu tarz bir yapıma imza attığında, hemen derin incelememi ona da yaparım.

    Filme dönecek olursam, bir tespitinizde, hem de en temel, üzerine kurduğunuz film yorumunu temelden sarsan, çok önemli bir noktada bence yanılıyorsunuz: Filmin, insanın suçunu göz önüne sermek için çabaladığı iddiası.

    Film bariz bir şekilde yaratıcıyı suçlayıp, tüm suçun onda olduğunu iddia ediyor. Ve alternatifi olarak karşısına “mother”ı koyuyor.

  22. Ouroboros ile ilgili yazıyı okuduktan sonra mother filminin analizi adlı yazı gözüme ilişti. Yazının giriş kısmından sonra filmi izleyip okuma kararı aldım. Bu siteyi daha yeni farkına vardım ve beğendim. Yeni bir takipçi kazandınız. Emekleriniz için teşekkürler.

    • Emre hoşgeldin 🙂 İlgin ve beğenin için çok teşekkürler. Fark ettiğin üzere bu etkileşimli bir blog. Yani sen de fikir ve görüşlerini yazıların altında paylaşabilir, kendini ifade edebilirsin. Öyle ki, senin gibi güzel okur kitlesi sayesinde bazen yorumlar yazılardan daha etkili olabiliyor 🙂 Tekrar hoşgeldin, iyi okumalar 🙂

  23. Gerçekten harika bir analiz olmuş. Bende filmi izlediğimde bu kadar olmasa da tabi bana da tanrı doğa ve patavatsız doğaya saygısız insanlari çağrıştırdı. Aklıma İncil gelmemişti şöyle bir bakayım dedim ve karşıma bu site çıktı. Gerçekten harika

  24. Otobüs yolculuğunda Javier Bardem’i görünce izlediğim ve hiç anlamlandıramadığım film için arama yapınca karşılaştım. Ben düz bir izleyici ve sosyal zekası düşün biri olarak bu yorumları nasıl çıkarabildiğinizi bilemiyorum ve hayret ediyorum. Neyse sadete geleyim. Filmi anlamamı sağladığınız be güzel yazı İçin teşekkürler.

    • Merhabalar sevgili Yaşam 🙂 Zamanın Ötesi’ne hoşgeldin. İlgin ve yorumun için çok teşekkürler. Çoğu okur da senin gibi Google sonuçlarından bu film analizine ulaşıyorlar. Genel olarak blogun Google’da üst sıralarda görünme oranı yüksek. Bu çok güzel çünkü bu sayede sadece arayan kişiler bu bloga ulaşabiliyorlar. Bu da burayı özel kılan şeylerden biri. Sadece doğru kelimeleri, cümleleri aratanlar, yazanlar siteyi görüyorlar. Sihir gibi 🙂

      Sosyal zekadan bahsetmişsin ama emin ol burada sosyal zekası en düşük kişilerden biri benimdir. Hatta online ama uluslararası geçerliliği olan bir EQ yani sosyal zeka testine göre benim EQ puanım 70. Oysa Türkiye’de EQ puanı ortalaması 120 🙂 Fakat IQ puanım ortalamanın hayli bir üzerinde. O nedenle analiz yetim yüksek. Hatta haddinden fazla yüksek, o nedenle duygusal ve sosyal zekada bu bir dengesizlik yaratıyor. Yani demem o ki bu tür yorumlar ve analizler yapmak ya da bir filmi anlamanın sosyal zekayla ilgisi yok. Sadece iyi gözlem yapan biriyseniz ve bilgiler arasında ilişkisel bağlar kuruyorsanız doğal olarak bir film ya da bir hikayenin muazzam derin anlamlarına inebiliyorsunuz. Herkes farklı bir melekeyle doğuyor. Yaratım gözlem ve analiz yeteneğini çok yüklediğinde diğer yerlerden alıyor. Kimbilir sizin de başkalarında olmayan ne yetileriniz vardır. Olay da zaten bu, yani herkesin birlikte bir bütünü oluşturabilmesi. Yazıları takipte kalın ve sitedeki diğer film ve dizi analizlerine de göz atın. Yorumlarınızla da bu kolektif bilince katkı sağlarsanız çok mutlu oluruz. Teşekkürler, iyi yolculuklar 🙂

  25. Bahsi geçen filmi daha önce duymamıştım dolayısıyla henüz izlemedim. Başka bir şey araştırırken bu yaziniza denk geldim ve iyikide gelmişim okumusum böyle bir filmi kaçırmış ve izlememis olmak bir eksiklik . Yorumlarınizdan yola çıkarak vardığım kanı şu ki; film bir sinema filminden daha öte bir yapım olmalı ve insanı düşünmeye iten sorgulama gereksinimi uyandıran bir film olduğu aşikar kesinlikle herkesin izlemesi gerekir.

    • Merhabalar Esra, Zamanın Ötesi’ne hoşgeldin 🙂

      Evet, kolay yoldan bilgi veren değil insanı düşünmeye zorlayan bir film. Aslında pek çok sanat filmi böyledir ve filmin mesajlarını çözmeye çalışmak zevkli bir bulmaca gibidir. Blogta daha başka pek çok dizi ve film analizi bulabilirsin. Film analizleri haricindeki blogtaki pek çok yazı da düşünmeye ve insana kendisini keşfetmeye davet ediyor. Keyifli okumalar 🙂 Bu güzel yorumundaki gibi ilgini çeken başka yazılarda da yorumlarını eksik etme lütfen.

  26. Yanlız bir şeyi açıklamamışsınız ölen oğlun kanı geçmiyor ve o kan parkeyi duvarları deliyor ne özelliği var kanın duvar delindiğinde açılan yer ne oluyor niye filmin sonunda orada bir patlama oluyor kıyamet mi bu? Birde mesih inancı var mı filmde kapı tokmağı ne anlama geliyor niye öldüren oğul geri geliyor bunlar muğlak kalmış son olarak 911 araması saçma olmuş biraz sanki

    • Merhabalar. Mahzenden bahsetmiştim yazıda. Kan parkeyi duvarları deldikten sonra yer altındaki mahzene bir delik açıyor. O delikte de evi ısıtmak için kullanılan petrol, yakacaklar vs. var. Doğa ile ilgili bir film aynı zamanda… Bu ilk günah yani habil kabil savaşından sonra bir tür kan davası başlıyor doğa ile insan arasında. Nihayet günümüzde petrol sömürüsüyle doğayı ölümüne tahrip etmeye kadar geliyor bu kan davası. Finalde de doğa ana petrolü yani doğanın, dünyanın kanını yakarak buna bir son veriyor. Evet bir tür kıyamet diyebiliriz. Filmde mesih inancı yok. Tıpkı dindeki gibi asla gelmeyecek bir kurtarıcıyı bekleme var sadece. Ki onun uğruna verilen savaşlar vs… 911 saçma olmuş olabilir ama en nihayetinde bu bir ev. Çok katmanlı okunabilir konu yazımda da bahsettiğim gibi.

  27. Filmi yeni bitirdim , göremediğim bazı tarafları da sizin sayenizde görmüş oldum şimdi , yazı icin çok teşekkürler

    • Rica ederim 🙂 İlginiz ve yorumunuz için çok teşekkürler. Blogta başka film ve dizi analizlerine de göz atabilir, yazılar hakkındaki fikir ve görüşlerinizi paylaşabilirsiniz. Zamanın Ötesi’nden selamlar 🙂

  28. Tevratta geçen on bela’ya atıf olduğunu düşünüyorum Kurbağa’nın, ayrıca önceki sahnelerde cam kenarında ölen sinek de yine on bela içerisinde.

  29. Filmi izledikten sonra bu blogu bulduğum için çok şanslı hissediyorum.Film ile ilgili karanlıklarımı aydınlattığınız için teşekkürler

    • Rica ederim, ben teşekkür ederim ilgi alakan ve yorumun için. 🙂 Diğer film / dizi analizlerine ya da yazılara da göz atabilirsin. Yazılar hakkındaki kişisel görüşlerini de bu şekilde yazmaya devam et. 🙂

  30. merhaba film analizinizi çok başarılı buldum ama yorumlarda kaybolurken bir sahne geldi aklıma. kadın doğurmak üzereyken evde çıkan kargaşa sırasında biri kadını tutup ağzını zorla açıp bir şeye bakıyor ve arkadan biri ”yahudi olmayanları kontrol et” diyordu. yönetmenin de yahudi kökenli olması da var elimizde ama yine de bu sahneyi anlayamadım. var mı bununla ilgili bir fikriniz? teşekkür ederim.

    • Merhabalar. İlginiz ve yorumunuz için çok teşekkürler. 🙂 Evet güzel bir detay yakalamışsınız. Malum senaryo hem incile hem de tarihi olaylara referanslar içeriyor. Aslında dünya tarihinin bir yeniden oynanmasını görüyoruz evin içinde. Bu bağlamda bahsettiğiniz sahne tarih boyunca süregelen ve pek çok kez yaşanan yahudi soykırımlarına gönderme. Bu soykırımlarda toplanan yahudilerin ağızlarındaki altın dişlere bakılır ve varsa sökülüp alınırdı. Yönetmen dediğiniz gibi yahudi olmasının da etkisiyle bunu özellikle işlemiş.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)