Bir ağacın hayatı ile bir insanın hayatı birbirine ne kadar benzer…
Önce tohum vardır, toprakta, görünmeden büyür, ardından topraktan baş salar, gövdesi olur, daha da büyür ve yapraklarıyla çevereyle etkileşimde bulunmaya başlar ve sonra meyve verir. Meyvesinin çekirdeği toprağa düşer ve o çekirdek tekrar bir ağaç olur. Yuvarlak bir döngü gibi sanki… Sonsuz bir ölüm ve yaşam dansı. Her ölen ağaç geriye yenilerini bırakıyor.
İşte bu döngünün eşsiz güzelliğini anlatmak istedi Darren Aronofsky ” The Fountain ” ( Kaynak ) filminde. Ölümü; kendi sözleriyle diğer hastalıklar gibi bir hastalık olarak gören ve ölümle savaşan, ölümsüzlüğü arayan bir adamla onun çok sevdiği, ölümü bir huzur olarak gören karısı arasındaki fikir ayrılığını, çok özel bir mitolojik hikayeyle süsleyerek ölümle yaşam üzerinden sonsuzluğu arayan bir film…
Bir maya kralının dünyayı kurtarabilmek için ölmesi gerekmektedir. Ölür ve içinden bir ağaç çıkar. Maya kralı artık bu ağacın kökleri olmuş, içerisinden geçmiş ve ağacın kendisi olmuştur. Eğer bir gün bir kuş o ağacın meyvesinden yerse, özgürlüğüne kavuşacaktır. Her bitiş, yeni bir başlangıç, her başlangıç da bir sondur. İçerisinde yüzdüğümüz zaman denizi aslında sonsuzluğun kendisidir ve bu denizde sonlar ve başlangıçlar aynı noktada, anda bulunur. Bir tohum toprağa yeni düştüğünde çoktan ağaç olmuş ve ölmüştür bile…
İnsan da doğduğu andan itibaren aslında ölüme doğru yolculuk yapar. Ölmek için doğmuşuz denir ya… Bazen bu yolculuk çok kısa sürer. Bir kaç dakika belki de… Anne karnından çıkar çıkmaz. Bazen de yüz yılı aşar. Yine de en nihayetinde doğan insan ölür. Bu gün dünyanın en yaşlı insanı 127 yaşındadır ve bundan 127 yıl önceki insanların tamamı bam başka insanlardı, bu gün dünyada hiçbiri yaşamıyor. Peki 4 dakika yaşayan insan ile 127 yıl yaşayan insan arasındaki fark nedir? Bütün dini görüşleri şimdilik bir kenara bırakırsak, dünya gezegeninde sürdürdüğümüz bu hayat için tek koşul yaşıyor olmaksa eğer ve ölüm de bir gün bizi buluyorsa yaşanılan onca iyi ve kötü deneyimin ya da yaşanamayan onca şey ne anlam ifade ediyor?
Tüm bu “zaman”a bir anlam yükleyebilmenin tek yolu ölüm sonrasıdır. Yani zamanın “ben” dediğimiz kavram için devam etmesi. Yani zamanın durmaması. Çünkü zaman durursa biz de olmayız. Bir önceki bilinç ve zaman yazısında da bahsettiğimiz gibi bilinçli değilseniz, zaman da yoktur. Zaman yoksa, bilinçli olmadığınız anlamına gelir.
Doğmadan önceki halinizi hatırlıyor musunuz? Siz doğmadan önce anneniz ve babanız nasıl insanlardı? Neler yapıyorlardı? Siz “yok”ken onlar ne yapıyordu? Ben yokken dünyada neler oluyordu?… Bu soru bana çok sihirli bir soru gibi gelmiştir hep. Ama ne yazık ki diğer özel sorular gibi asıl noktası görülemez. Aynı “Geçmişi hatırlarız da geleceği neden hatırlamayız?” sorusu gibi. Bu aslında retorik bir soru, cevaplanması beklenmiyor ama insanlar cevaplamaya çalışıyorlar. “E salak mısın geleceği henüz yaşamadığımız için tabi ki.” diye tepkiler alıyorum. 🙂 Ama sorudaki “hatırlama” kelimesini atlıyorlar. 🙂 Gelecek hatırlanır mı? Ya da gelecekten hatırlamak diye bahsedebilir miyiz? Eğer semantik bir eleştiri olacaksa ben bundan dolayı bir eleştiri beklerdim, yani orada hatırlamak değil bilmek olmalı diye. Çünkü gelecek hatırlanmaz, gelecek bilinir, tahmin edilir… Kuşkusuz hatırlamak kelimesi bir ironi için bilerek konmuştur. Zamanın doğrusallığından öte noktasal olduğunu göstermek, en azından bunu sorgulatabilmek için. Ama çoğumuz salt şekle takılı kalıyoruz. “Ben yokken dünyada neler oluyordu?” sorusu da bunun gibi bir soru. İnsanlar aç tarih kitaplarından oku derler. Ama “ben yokken” kısmını hep es geçerler. Sanırım insan yok olduğu, bir zamanlar varlığının olmadığını düşünmek istemiyorlar. Sanki hep vardık, öldükten sonra da var olacağız… Ama bir zamanlar yoktuk, aynı bilinçsiz durumdayken, baygın durumdayken kim olduğumuzu, ne olduğumuzu bilmediğimiz gibi. Siz baygınken yoksunuz. Varlığımızı hissedemiyorsak bir et bedenden öte değiliz. Ölüm de böyle bir yok oluş. En azından bu bedenden, bu gezegenden, bu zamandan, bu evrenden… Ölen yakınlarımız bir daha hiç bizle konuşmaz, varlıklarını göstermezler, o zaman “varlıkları” neredeler? Bu, bu varoluş seviyesinde cevaplandıramadığımız bir soru. Sadece inandığımız şeyler ve tahminlerimiz var. Belki de bir başka paralel evrende, belki bir başka boyutta, bir başka hayatta ya da bir başka hayal bile edemeyeceğimiz oluşumun içerisindeler. Tek bildiğimiz, ölümden sonra hayat varsa, o hayatın bu varoluş düzleminde olmadığı. Yani benlik dediğimiz şey bu evrende değil, bir başka yer ya da şeyde. Eğer ölümden sonra hayat devam etmiyorsa, benlik dediğimiz kavramın ölümle birlikte aynı bir yapbozun parçaları gibi bütünlüğünü kaybedip dağıldığını, fakat bunu yaparken aynı ağacın tohumları gibi yeni varoluşlara fırsat sağladığını düşüneceğiz. Bence insanlık olarak geldiğimiz bilgi birikiminde; öldükten sonra öğreneceğimiz ilk şeyin bu iki olasılıktan biri olduğundan eminiz. Ya bir başka boyutta “varlığımız” devam edecek ya da tam manasıyla, mecazsız olarak, dağılıp toprağa karışacağız. Her iki olasılıkta da dünya üzerindeyken geçirdiğimiz zaman fiziksel olarak sadece bu et bedeni ilgilendiriyor. Eğer yok olursak zaten bedenle birlikte çürüyeceğiz. Varlığımız devam ederse bu bedenden bağımsız olacağız. O zaman bu fikir yürütmede emin olduğumuz ikinci şey, maneviyatın önemi. Her iki olasılıkta da fiziksel varlığımız tarihe karışacak. Ama bunu bilmemize rağmen kitap okumaktan, kendimizi geliştirmekten çok evimizi büyütmeye, pahalı ve gereksiz şeyler almaya devam edeceğiz. Nitekim ölümsüzlüğü, dünyaya güzel eserler bırakıp gitmek olarak görmek de eksik bir bakış açısıdır. Çünkü dünyada bıraktığınız her şey de bir gün yok olup gidecektir. Malum mutlak entropi… Peki nedir sonsuz olan? Eğer ölümden sonra hayata inanıyorsanız sonsuzluğun bizzat kendiniz olduğunu idrak etmeniz gerek. Dediğimiz gibi bedenimiz çürüse de varlığımız bir başka boyutta devam edecek demek oluyor bu.
Yaşam süremize geri dönersek, peki neden dünyaya geliyor ve gidiyoruz? Neden dünyadan geçiyoruz? Eğer sonsuz olan, aslolan, ben ise, varlığımız ise amaç ne? Amaç kişisel gelişim olmalı en kaba tabiriyle. Ama bu NLP kitaplarında bahsedilen kendinize inanın, başarının anahtarı denen sahtekarlıklar değil. Onların başarıdan anladığı nasıl daha çok zengin olup, materyalizme daha çok bağlanabilirsinizdir. Unutmayın, başarı dediğimiz kavram bu dünyada ahlaksızlığın eşitidir çoğu zaman. Ne kadar çok sisteme ayak uydurursanız, o kadar başarılı olursunuz. Neden yahudiler zengin ve başarılı tüccarlardır?…
Hayatın amacı bu sonsuz benliğe eklemeler yapmak olmalı. Hiç düşündünüz mü? Yeni bir şey öğrendiğinizde kendinizi biraz daha farklı hissedersiniz. Biraz daha büyümüş, biraz daha “farkında”, biraz daha “kendiniz” hissedersiniz. İçinizdeki meşhur boşluk bir nebze dolar. Ama ne kadar çok araba, iphone alırsanız alın içinizdeki boşluk dolmayacaktır.
Daha önceki Entropi & Zaman yazısında, zaman acaba bağımsız bir şey mi yoka maddenin entropisi, yani çürümesi, dağılması, bozulması, evrenin genişlemesi mi zamanı oluşturuyor diye sormuştuk. Einstein’in teorisi zamanında ne kadar işe yarasa da kuantum zaman teorilerini alt edecek gibi görünüyor. Yeni araştırmalar evrenin genişlemesinin zaman olgusunu oluşturduğu yönünde. Nitekim atom altı parçacıkların davranışları da bunu doğruluyor. Eğer bu kesinleşirse, zamanı entropinin yarattığını anlayacağız ve bu olursa, maddeden soyutlanma demek, yani ölmek demek=sonsuzluk demek olacak. Sonsuzluk ise bu boyutta vuku bulamayan bir şey. Başka boyutların kapısı demek.
Peki tüm bu bilgiler ışığında, dünyada geçirdiğimiz “zaman”ın, yani hayatın amacı SİZCE nedir?
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Bence hayatın iki temel amacından biri bahsettiğin gibi insanın kendisini öğrenmesidir. Yaşam ve getirdiği tecrübelerle insanın içindeki boşluk kısmen de olsa bu bilgi birikimiyle dolar. Hayatın ikinci amacı yine bilmektir ama bu defa kendinden daha ötesini, evrenin mimarını bilmek; ya da anlmaya çalışmak!
İkisini de kısmen bir tutuyorum. İnsan kendini anlarsa her şeyi anlar gibi. Ama bu bahsettiğiniz ikinci amaç günümüzde çoğu zaman ne yazık ki birincinin önüne geçiyor. Hatta o evrenin mimarını anlamaya çalışmıyorlar bile çoğunluk. İbadeti bir anlamaya çalışma eylemi olarak görmüyorum. Tasavvuf, evet kesinlikle olması gerekendir ama salt bazı fiziksel uygulamaları yerine getirmeyi hayatın amacı sanan bir çoğunluk var. Kendini eğitmeden, hatta bundan kaçan, stabil yaşamak isteyen, farklılıklardan korkan, kaçan, sadece fiziksel varlığını sürdürme amacını güden… “Sadece yaşamaya devam edeyim ölene kadar… ” O nedenle farklı fikirler bu gün özellikle içinde bulunduğumuz toplumda şiddetle yasaklanıyor, hapse atılıyor. Oysa farklı bir bakış açısı sunduğu için her fikir değerlidir.
Kısacası dediğinize katılıyorum fakat bunun dozunun iyi ayarlanmadığını düşünüyorum. Eğer salt yaratıcıya adanmışlık olsaydı hayatın amacı, dini metinlerdeki gibi yaratıcının etrafındaki o iyilik ve kötülük nedir bilmeyen meleklerden olurduk. Onların tek amacı hizmettir ama özgür iradeleri de yoktur malum. Ama yazılıp çizilen odu ki, yaratıcı bizi yarattığı tüm varlıklardan üstün kılmış. Eğer sadece bir melek olsaydık dediğiniz doğruydu. Ama bizi üstün kılan özelliklerin başka amaçları da olmalı…
Bence bu hayatı o kadar da dikkate almamalıyız çünkü hiç birimiz bu hayattan sağ olarak çıkamıyacağız.
Yazının çoğu bölümüne katılıyorum ama bir cümle bana ırkçı yaklaşım geldi yanlış anladıysam düzeltin lütfen. Başarıyı ahlaksızlıkla ilişkilendiriyorsunuz ve yahudilerin de ne kadar başarılı tüccar olduğunu belirtiyorsunuz, açıklarsanız sevinirim.
Buna bir elestiri gelecegini yazimi sonra tekrar okudugumda tahmin etmistim ama duzeltmedim cunku irkc bir niyetle yazmadim,o bir ornekleme ve tarih bilenlerin iyi bilecegi hatta siyonizm karsiti yahudilerin de bu cumleme hak verecegi bir örnekleme. Yahudileri en cok savunan hatta internette forum sitelerinden atilmama sebep olacak kadar cok savunan biriyim,savunusumun sebebi de humanist olmamdan kaynaklidir. Hatta arzu ederseniz bu tartismalarin linkini de verebilirim. Mavi kutu adli bir komplo teori sitesinde yazilarim halen duruyor. Yahudi karsitligina sahip insanlarin yuzlerine carparim iki yuzluluklerini.Cunku bu dunyaya gelirken hangi medeniyette hayat bulacagimizi bilemeyiz.o elestiren yahudi karsitlari yahudi olarak da dogabilirdi.Bu tarz bir irk ayrimciligina sadece karsi degil proaktif bir sekilde tutum sergileyen biriyim. Gectigimiz yillarda israilde buyuk bir eylem yapildi.Pankartlarda su yaziyordu: Yahudi demek siyonist demek degildir! Siyonizm ezelden beridir her turlu yola basvurarak yahudilik catisi altinda dunyaya yon veren seyler yapiyorlar.Buyuk sermayeler bu gruplarda.Oysa gercek yahudiler insani kamil olmanin ne demek oldugunu bilirler ve bu asla cok para kazanip baska insanlari somurmek degildir. Bu baglamda lafim sadece yahudiyim diyen buyuk sermayedarlara degil tum dunyadaki asiri zenginleredir.Mesela baska yazilarimda da yazdim burada,bir muslumanin hem muslumanim deyip hem de tripleks villarda kalip pahali jiplerle dolasmasi bana cok absusrt geliyor.Bu dunyaya gelmis butun peygamberler sefalet icinde ölmüşlerdir ve daha fazlasina tamah etmemislerdir. Umarim demek istedigimi anlatabilmisimdir yine de karsi oldugunuz bir gorusum varsa dinlemek isterim,katiliminiz icin tesekkurler
Deneyim kazanmamızın tek gerçek amaç olduğuna inanıyorum ister bu geri kalmış Dünya’da isterse daha gelişmiş ve idrakimizin tahayyül edemediği dünyalarda
Kesinlikle Şeyda hanım. Benim de tek emin olduğum şey deneyim kazanma amacı… Farkındalıkla yaşadıklarımıza odaklanınca, günlük hayatta yaşadığımız olaylara bile dikkat edince bu bariz görünüyor.
Yaratılmış en üstün varlık olarak bu zamanı ve sonsuza kadar zamanı yaratan için deneyimlemek . Sonsuz hayat deneyimleriyle mecburen tekamül edip yaradan ve tek olan kaynağa doğru yol almak. Bu yolculuğu yaparken kısmen özgür olan iradeyi doğru kullanmak. Tüm yaratılmışlardan farkımız olan Yaradanın sadece insanın hamuruna fıtratına yüklediği isimlerin hakkını vermek… ve daha söylenebilecek pek çok şey…sevgilerimle…
Bu kadar az cümleyle bu kadar çok şeyi ifade etmişsiniz, daha söylenebilecek pek bir şey kalmamış gibi sevgili Göksel 🙂 Teşekkürler içten yorumun için.
Hakikat yolunu kavramak gerçekten kelimelerle tarif edilemeyecek kadar kusursuz bir eylem ve hal:))
Yine de hakikati kendimizden uzaklaştırmamak, içimizde, özümüzde olduğunu hatırlatmak için hakikati, yolu kelimelere dökme çabasını değerli bir çaba olarak görüyorum 🙂
Yukarıda ne varsa aşağıda da o var, o nedenle kelimeler de hakikati barındırabilir… Üstü kapalı da olsa 🙂
Teslim ol!teslim OL da esmalar seni nerede isterse orada oluverirsin sorgulama,yargılama casinoda,clubta camide hacıda phukette OL manın vardır bir nedeni,ya biri sayende kurtulacaktır ya da teslim olucaktır vardır bir nedeni,taş ol ursun takılıverir,çiçek olursun koklayıverir vardır bir nedeni anlamazsın ama olursun,rüzgar olursun yıkar geçersin ya da kurtarırsın sinek olursun kanadınla arşı sallarsın anlamazsın koparırsın kıyameti esmalarda bir olursun da çıkarıverirsin varlığını aradan seyredersin hakkı,teslim ol!yorma kendini hakkın varlığı dışında bir varlık asla yoktur.fiilin manaların sıfatın zatın herşey hakkındır,yorma kendi hakkın varlığında bile var olmadın,var olan yalnız haktır!
Sevgili zero kardeşim,tam anlayamadım,yani ben bir fincan kahvemi içerken hak mı içmiş oluyor yada günahkar bir ortamda alkol içerken genemi hak içmiş oluyor yoksa içenimi uyaran hak uyarmış oluyor tam kavrayamadım biraz açarmısınız konuyu yada zamanın ötesi zero nun ne anlatmak istediğini açıklarmısınız.teşekkürler
hak kardeşim:)seni etkileyenlerden kurtul ilk başta(kötü alışkanlıkların,negatif düşüncelerin,hırs,kıskançlık,kibir…vs):aynaya bak kendini sevmeye çalış,başkalarınıda sev,umarım düzenli bir işin vardır ve 7-8 saat çalışıyorsundur,işini ve iş arkadaşlarını çook sev,hobiymiş gibi düşün,günlük sporunu yapıyorsun;iş arkadaşlarınla koşulsuz yardımlaşıyor ve onlara saygı duyuyorsun ve seviliyorsun,iş dışındada ailenle yada arkadaşlarınla her anın tadını çıkarmaya bak,içtiğin bir bardak suyun tadını almaya çalış,her hareket ve halin için şükret ama her hareket ve halin için burası çok önemli,teşekkür yada şükretmek,başlangıç olarak bunlarla devam et bakalım ine değişecek hayatında hak kardeşim,anlatır sorarsın gene:)teşekkürler
Hayatın amacını anlamak için
Kurulmuş bu mükemmel, eksiksiz, kusursuz sistemi öğrenmek gerek.
Bunun içinde maddenin ve mananın ilk oldukları hali iyi okumak gerek.
İçinde olan dışını, dışında olan içini görür. sonuca ulaşmaksa ancak her ikisini görerek olur.
Güzel bir yazı olmuş , sonu tam olarak bağlanamamış olsada. İnsan ve tüm varlıklar evrene aittir , ölüm bilinçle ürettiğimiz bir kavramdır , fiziken ( şekil olarak evet ) esasen yok olmuyoruz , sadece atomlarımıza ayrılıyoruz ve yendien başka formlarda devam ediyoruz. İnsanın düşünebilmesi onu kibirli bir hale sokmuş ve kendini merkezde görmek gibi bir psikolojik rahatsızlık doğurmuştur , esasen var olan hiçbir şeyden farklı değildir. Sanıyorum bu da evrimin bir sapması olabilir ( insan türü özelinde ). Netice itibariyle dönüşüm her daim devam eder ( enerjiden maddeye maddeden diğerlerine ).
Dinsel olarak bakarsanız olaya cevap net; yani insanoğlu bazı sırlara vakıf değil, ki buda ayet el kürsüde açıklanmıştır ( onlar ise dilediği kadarının dışında onun ilminden sırrından vakıf olamazlar ) buda benim şahsi fikrim…ve inandığım bir şey saygılarımla
Saygılar bizden efenim 🙂 Çok teşekkürler değerli katkın için. Elbette, insan bazı sırlara vakıf olmamasıyla çok aciz bir varlık. Buna karşın sınırlı varlığıyla sınırsıza ulaşma arzusu da takdire şayan ve üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir şey. Yani asla yolun sonuna ulaşamayacağız diye hiç yola çıkmamazlık yapmıyoruz, aksine yolda olmaktan, bu arayıştan keyif alıyoruz. 🙂
Yakınlaşmak,hayatın gerçek manası budur.salt bir yalın hal.arınmak homojen olmak.
Çok güzel bir bakış açısı.