Semptomlar

Ortalama okuma süresi 7 dk.

lights_lanterns_buddhism_sitting_symmetry_monks_buddhist_1366x768_21202

Tanrı kendini bilmek istedi ve insanı kendi suretinden yarattı…

Hepimiz bilmek istiyoruz, arıyoruz… Eğer bu blogu düzenli takip edenlerdenseniz ya da anahtar kelimelerle bir şekilde bu yazıya ulaştıysanız siz de arayıştasınız demektir.  Öğrenci hazır olduğunda, öğretmen ortaya çıkarmış. Arayışımız boyunca karşımıza çıkan bilgiler, işaretler, tanıştığımız iyi ya da kötü her insan bizim öğretmenimizse eğer, artık klişeleri bırakıp bir sonraki levele atlamaya ve dersleri geçmeye başlamanın vaktidir…

Son zamanlarda nasılsınız? Bir boşluk hissine kapıldığınız oluyor mu? Varlığınız, bedeniniz, zihniniz, benliğiniz ve hatta kalbiniz ifadesizce nefes alıp veriyor mu?  Yoksa tam tersi vücudunuz dalgalanıyor, aniden etrafınızdaki nesneler sanki titreşip kayıyor, zihninize bildiğiniz bilmediğiniz saçma ya da mantıklı düşünceler doluşuyor,  kim olduğunuzu sorguluyor ve hatta kalbiniz yerinden çıkarcasına atıyor mu? Gecenin tam ortasında sebepsizce uyanıyor ve yalnız olmadığınız hissine kapılıyor musunuz? Rüyalarınız kendi hayal gücünüzü de aşıyor ve size bir şeyler anlatmaya başlıyor mu? Rüyalarınızda kayma hissiyle mi uyanıyorsunuz ya da çok yorgun bir şekilde? Baş ağrılarınız normla ağrıdan daha mı farklı? Hayatınızda bir değişimin eşiğine geldiğinizi hissediyor ve ya fırtına öncesi sessizliktesiniz gibi bir durağanlık algılıyor musunuz? Sizce de garip değil mi bu hisler? Tarif etmesi zor şeyler diyor musunuz?…

Kesinlikle öyle. Zor ama imkansız değil. Varoluşu zaman ve madde düzleminde irdeleyen, bunu yaparken de soyut ve somut arasındaki rasyonel ilişkileri sorgulayan, madde ve madde üstünü barıştırmayı çabalayan (yukarıda ne varsa, aşağıda o vardır) bu küçük blog vasıtasıyla pek çok güzel insanla tanıştım ve bana deneyimlerinden bahsettiler. Farkettim ki deneyimlerin pek çoğu ortak ve çapraz sorgulamalar, yabancı kaynak araştırmalarıyla benzer deneyimlerin frekansını araştırdım. Aynı semptomları gösteren yabancı kullanıcılar da forum sitelerinde ve bloglarda bu deneyimleri detaylandırmışlar. Mesela gece saat 3,5 civarı uyanma neredeyse global bir fenomene dönüşmüş durumda. Rüyaların gerçeğe çıkması, haberci rüyalar ise hemen hemen her gün etrafımızdaki insanlardan duyduğumuz bir şey. Benzer rüyalar örneğin deniz, tsunami, tufan ya da depremle ilgili rüyalar görmek bir başka sıkça duyduğumuz rüya örneklerinden. Çok fazla dillendirilmeyen ama eminim okuyucuların da duyunca hemen aa evet bu bende de var diyecekleri bir başka semptom ise bir kitabı ya da yazıyı okumaya başlamadan önce o yazıdaki bilgileri zaten biliyormuş hissine kapılma ve okumak istememe, yarım bırakma… Bunu mesela kişisel olarak kollektif bilinç ile açıklıyorum. Uzun zaman önce blogta bir okur bir yazımın altına yazılarınız Krishnamurti’nin görüşlerine benziyor demişti. O güne kadar hiç Krishnamurti okumamıştım, iki hafta sonra doğum günümde bana bloğumdan haberi dahi olmayan bir arkadaşım tarafından Krishnamurti’nin “İç Özgürlük” adlı kitabı hediye edildi. Bu da ayrıca bir semptomdur, etrafınızda eş zamanlı dediğimiz olaylar artmaya başlamış olabilir… Kitabı açıp önsözünü okumaya başladığımda daha ilk cümlelerinden biri gerçekten de benim blogta kurduğum bir cümleyle birebir aynı idi. Bu bazı icatların dünyanın farklı bölgelerinde birbirinden habersizce aynı anda yapılmasına benziyor. Yani iki kişi aynı anda aynı bilgiye vakıf olabilir ve bu daha önceki yazılarımda altını çizdiğim kuantum dolanıklık ile mümkün.

İlgili yazı:   Kutsal Savaş

Kuantum dolanıklık meselenin özeliydi, geneline baktığımızda yani tüm bu dolanık partiküller neyi meydana getiriyor ona baktığımızda ortaya kollektif bilinç dediğimiz olgu çıkar. Her kes birbirine bağlıdır ve bir partikülün kuantum durumu değiştirildiğinde bu aynı anda diğer uyumlu partiküllere de sirayet edebilir. Burada anahtar kelime uyumlu kelimesidir kuşkusuz… Bir veri parçası ya da enerji bir atom partikülünde form bulduğunda diğer birbiriyle bağlı partiküllerin bu veri bitini alabilmesi için o veriye uyumlu olmaları gerekir. Bir nevi yapboz… O nedenle bazen bir şeyi A kişisi hemen anlarken aynı şeyi anlattığımız B kişisi o şeyi anlamamakta diretir. Çünkü yapboz parçaları uyumlu değildir. Eş zamanlılıkların artması fenomeninin açıklaması da budur. Yani her geçen gün daha fazla birbiriyle uyumlu parçacık meydana gelmekte ve aynı frekansta titreşmeye başlamaktadır. Siz sabah evden çıkarken aklınıza bir şarkı geldiğinde aynı şarkıyı yoldan geçen birinin dinlediğini duymak ya da gün boyu her yerde o şarkının karşınıza çıkması da bununla açıklanabilir. Artık o parçaya akort olmuşsunuzdur …

Tekillik yazımda insanlığın gitmekte olduğu yolun  nihai sonundan bahsetmiştim yani tek bir bütün olmak. Bu eğer böyleyse bunun için ilk önce bireylerin bireysellikten çıkıp ortak bir bilinci, bir olma bilincini deneyimlemesi gerekecektir. Bireyden bire giden bu yolda ortak deneyimler bu frekans uyumlanmasıyla başlayıp kollektif bilinç yani tek bir veriyi herkesin paylaştığı, dahası herkesin artık o veri olduğu ve ayrılığın olmadığı bir gerçeklik paradigmasıyla yüzleşilecektir. Bu neden böyle olmalıdır sorusuna geleceksek elbette evrimsel bir gereklilik olduğunu kabul etmemiz gerekecektir. İletişim konusundaki evrimimizin hızı ortada. Telgrafın icadından çok kısa bir süre sonra geldiğimiz noktada artık dünyayı geçtik, uzay üssündeki bir astronotla bile anlık görsel iletişim kurabiliyoruz. Uzak galaksilerden sinyaller alabiliyoruz ve sabah saat 8‘de olan şey, 8:15’te tüm dünya tarafından bilinir hale geldi. Bunun sonunu kestirmek zor değil. Artık iletişim daha fazla gelişemeyecek bir noktaya gelecek ve veri ışık hızının da ötesinde, kuantum anında bir bilinçten diğerine akacak, böylece herkes tek bir ortak gerçekliği deneyimleyecek, şüpheye yer bırakmayan bir gerçeklik…  İletişimin teknolojik ayağını anlatma sebebim örnekleme içindi, elbette bunun aşılması illa teknolojiyle mümkün diye bir şey yok. Yukarıda bahsettiğim ve pek çok insanın yaşadığı deneyimler herhangi bir alet kullanılmadan, bu güne kadar yaratılmış en süper bilgisayar olan beyin ya da daha genel ifadeyle insan benliği ile mümkün olagelmiş şeyler… Bu cihaz arada bir kendi kendine çalışıyorsa acaba farkında olarak onu bilinçli bir şekilde çalıştırıp kollektif bilince yönlendirebilir miyiz?…

Aslen internet tamamen bu işe yarar. İnternette şu anda yaptığımız şey budur. Bir insan bir veri girer ve onu ortak paylaşıma sunar. Kollektif bilinç burada serverlardır. (Sunucular) Her bir birey bu serverlara bağlanarak ortaya paylaşıma konulmuş veriyi alarak özümserler. Böylece bilgi kollektif bilinçte salınmaya başlar ve toplumu oluşturur. Kanıları değiştirir yerleşik düzeni bile değiştirebilir. O hep beklenen altın çağ, yeryüzündeki cennet de böyle bir şey değil midir zaten tasvirlerde? Ortak bir bilinçle hareket eden, mutlak eşitlikçi insanlar… Bunun ön koşulu olan kollektif bilincin bir yansıması da teknik olarak internettir.

İlgili yazı:   Sevgiyi Yaşamak (Kısa Öykü)

Peki, başka neden yukarıda saydığımız fenomenleri yaşarız? Ya da neden bazı insanlar bunları yaşarlar? Dünya üzerinde aynı anda pek çok farklı medeniyet yaşamıştır. Bazı topluluklar demir çağındayken diğerleri halen taş devrinde çakılı kalmışlardır. Bu demek değildir ki taş devrindekiler umutsuz vakadır, aksine onlar da gelişimde bir basamağı oluşturmuşlardır ve gelişim mutlak yönde ilerlemiş, her medeniyet kendine düşen vazifeleri yerine getirmiştir. Tesla her şeyin titreşimlerle yani frekansla açıklanabileceğini savunmuştur ve gerçekten de sicim teorisi yani titreşimlerin fiziği, fiziğin mutlak kanunu olma yolunda ilerlemektedir. Her şeyin teorisi…  Titreşimlerin artması, frekansın yükselmesi bireyde farklı oluş biçimleri yaratabilir. Bu önce kendini farklı algılama, düşüncelerinde ve benlik algısında, kişiliğinde değişme ve sonra etrafında, hayatında kökten değişiklikler olarak tezahür eder. O nedenle bazı kişiler bu semptomları yaşayabilir.  Dahası bir kişinin beyin frekanslarındaki değişiklik, diğer kişileri de etkileyebilir çünkü beyin dalgaları cortexten çıkarak bir radyo yayını gibi önce iyonosfere çarpar oradan dünyaya geri yansır. Böylece her bir birey aynı anda hem alıcı hem de verici yani birer internet sunucu olmuş olur.  Başkalarıyla aynı anda aynı şeyleri düşünmeniz ya da bir yazarlar o yazarı okumadan aynı fikrine sahip olmanız, aynı anda aynı kelimeleri söylemeniz aslında sizin yayınladığınız frekanslarla aynı hızda ve oranda titreşen insanlar olduğunun göstergesidir. Daha büyük resme baktığımızda dünya şu an 7,8 hertz frekansında titreşir ve dünyayı ve kendimizi hepimiz aynı algılarız. Ama anlaşılan o ki frekansları değişmeye başlayanlar bu ortak deneyimi farklı algılamaya başlıyorlar…

Tüm bunları açıklama sebebim benzer durumları ve fazlasını yaşayan okurlar varsa kendilerini yalnız hissetmemeleri içindir. Siz de yaşadığınız sıra dışı durumları buradan ya da blogun facebook sayfasından paylaşabilir ve kendi çıkarımlarınızı yazabilirsiniz, kollektif bilinci oluşturabiliriz!.. 🙂 Öte yandan bu konuya şüpheci yaklaşanlar da fikirlerini paylaşabilirler çünkü onlardan biri de benim! 🙂 Çünkü ben bu semptomların çoğunu yaşamadım. Ama benim ya da sizin yaşamamış olmanız bunları görmezden geleceğimiz anlamına gelmiyor. O nedenle anlamak için bakmak ve görmek gerekiyor. Şüphecilik yok saymak değil aksine üzerine gitmektir.


Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

9 yorum yapılmış, sen de yazsana :)

  1. Merhaba Ahmet bey, konuyu fevkalade güzel özetlemişsiniz. Yazınızı çok beğendim ve tamamen katılıyorum. Frekans, niyet, odaklanma bu tür mesajların alış/verişi için önem arzeden edimler. Sizin de dikkat çektiğiniz gibi her kişi temelde bu paylaşımı az ya da çok yapıyor ve tabi kendi şifre kırıcıları ile anlamlı şeylere dönüştürüyor, bu nokta önemli. Belki bu sebeple yaşadığımız doğaüstü sayılabilecek olayları birbirleriyle karşılaştırmak da artık bana anlamlı gelmiyor, çünkü esas olan alınan titreşim olduğuna göre aynı titreşim bir alıcıda deprem görüntüsü, diğer alıcıda kanallık bilgisi, bir diğerinde uzaylı ziyareti olabilir! Komik değil mi? Aslında eskiden bu tür 2.farkındalık düzeyindeki işlemleri gereğinden çok ciddiye aldığımı düşünüyorum artık 🙂 Sevgi selam

    • Değerli katkınız için çok teşekkürler 🙂 Evet belki bir seviyede bu yaşanılanlar sadece bir basamaktır ama geçiş aşamasını temsil ettiği için ben yine de bu perspektiften baktığımda önemli buluyorum. Her aşama önemli olmalı, lotus çiçeği sembolizmindeki gibi…

  2. Önemsiz demiyorum, hatta gayet heyecanlı, sevimli bir alan olduğunu kabul ediyorum, ben sadece “gereinden fazla” ciddiye almışım diye belirttim çünkü eski ustalar ya da onlardan bize aktaranlar işin yaratıcılık/oyun ve heyecanı üzerinde durmamışlar ve bunu güç oyunlarına çevirmişler. Bilmem anlatabildim mi 🙂

    • Çook güzel anladım ve beni can evimden vurdunuz, işte bu! 🙂 Oz büyücüsü masalında denir ki Dorothy Oz şehrine varmak için yolun zevkine varmalıdır. Kesinlikle yol heyecan verici ve eğlenceli olmalı aynı şeyi arkadaşlarıma söylemiştim, eş zamanlılık! 😀

  3. Yazının sonuna geldiğimde; hep kullandığım cümlenin bir değişik versiyonunu görünce “bir şeyin var olduğunu bilmememiz o şeyin yok olduğu/hiç var olmadığı anlamına gelmez.’ Cümlemi anımsadım. Cümle arasında ki yaklaşımı fark edince; Zamansal kaos durumu mümkün olabilir mi ? Diye düşünmekten kendimi alamadım. Nedenini henüz çözemesemde; tekillik konusunda hep bir kinaye seziyorum. Neden çoğul olmaktan korkuyoruz ki 🙂
    Bu arada denk geldikçe okuyorum, çok güzel beyin fırtınalarına sebep oluyor. Sevgiler..

    • İlginiz için çook teşekkürler 🙂 Zamansal kaos yaklaşımınız bence yerinde bir yaklaşım, bilgi felsefesinin en derininde bu olgu yatar. Yani bilmek ve yaratmak… Frequencies filminden şu replik bu konuyla ilgili çok hoşuma gider: Bilgi kaderi belirler… Diğer konuya gelince çoğul olmaktan korkmuyor aksine zevk alıyoruz, bu aşikar 🙂 Ama ben kişisel bir şeyden değil evrenin evriminden bahsediyorum tekillik derken daha çok. Yani evrenin oluşum serüvenine ve bu yönde gelecekte varacağı noktaya baktığımızda başımıza gelecek nihai son ve bu da korkulmaması gereken bir son. Tekilliği bir yok oluş olarak görmemek gerek çünkğ benliklerimizin bie potada erimesinden bahsetmiyor, aksine tek bir süper benlik olmaktan bahsediliyor bu görüşte. Özetle sen bensin, ben de senim, ayrı değiliz. Bunu idrak etmek güç çünkü ben de sadece biliyorum bunu hissedemiyorum ama hissedenler var mı? Var ve onları çok kıskanıyorum. 🙂 O nedenle zaten amacım benim gibi tüm hayatı sadece maddi boyutta yaşayan (dünyanın çoğunluğu böyle) ve daha fazlasını isteyenlerle hayatı ve varoluşu bu minvalde yaşayabilen, hissedebilenleri barıştırmak istiyorum.

  4. Milyonlarca hücre bir araya gelerek bir canlıyı meydana getiriyor;örneğin insan dediğimiz canlı atomlar,moleküller,hücreler,organlar bir bedeni oluşturuyor.
    Yetmiyor tüm bunları bir enerji yönetiyor,şuurlu bir enerji adına ruh diyoruz.İşte çoklukta teklik Tüm kainat sonsuz bir çeşitlilik ve çokluktan oluşurken aynı şuurlu enerji ile hayat buluyor. Sizinde yukarıda bahsettiğiniz gibi teklik bir yok oluş değil aksine gerçek anlamda varoluştur İnsanı oluşturan tüm hücreler gibi kainata dahil olup gerçek üst benliği hissetmek tanrısallığa dahil olmaktır.
    Bunu gerçekleştirmenin yolu ise islam tasavvufunda,musevi kabalasında,Budanın budizminde vs. gibi çeşitli arınma ve ruhsal yükselme yollarında ve eğitimlerinde olduğu gibi bütünü hissetmek ve hiç olmayı başarabilmektir.
    Bunu yapabilirseniz eğer evrenin sesini duyabilir neden niçin nereden nereye gibi soruların cevaplarına ulaşabilir, ve akdinizi yerine getirerek kaynağa ait olduğunuz yere sonsuzluğa ulaşabilirsiniz.
    Tek şifre koşulsuz sevgidir sorularınıza cevaplar mutlak gelecektir yeterki farkındalığınızı yükseltmeye çalışın,yine yukarıda yazdığınız gibi “Tanrı kendini bilmek istedi ve insanı kendi suretinden yarattı…” Bir kamil insanın söylediği gibi insan öyle cihazlara sahiptirki bir çoğu bu cihazların birini bile kullanmadan bu dünyadan göçüp gider.Onlardan olmamak dileği ile sevgiyle kalın.

    • Oğuz Bey; sizi hiç tanımasam da mesajlarınız şahsım için çok önemli, değerli… Üzerinde yürüdüğüm yol evet yalnız yürünmesi gereken bir yol, bu nedenle inziva diye bir disiplin var zaten ama bütüne ulaşmak için gidilen bu yolda bazen kendimizi çok yalnız hissediyor, yanlış yollara girdiğimiz hissine kapılıyor, dahası kayboluyoruz… Ben de son cümlenizdeki gibi düşünmüşümdür hep, sahip olduğumuz cihazlara erişmeden, akdi tamamlamadan göçüp gitmekten çekinmişimdir… Dahası tamamen boşa geçmiş bir ömür ve yeniden, yeniden ve yeniden bu dünyaya gelecek olmaktan kaçınmışımdır, halen de bu endişeyi yaşarım çünkü artık misyonu tamamlamak isterim. Gelin görün ki dediğim gibi çok yalnızız, pek çok üstad artık bu çağda örgütlerin toplulukların miladının dolduğundan bahsediyor ama bu yol üstatsız çok karanlık. Keşke diyorum o 1900 larin başlarında ortalarında olsaydık en azından, insanların bir araya geldiği, gizli ya da açık örgütlendiği ve birbirlerinin yollarını aydınlatabildiği o döneme… Günümüzde ya böyle oluşumlar hiç yok ya da ticari kaygılarla var. Benim gibiler de kendi sınırlı çabalarıyla hele ki bir de maddi kaynakları sınırlı ve etrafında nüfuzlu kişiler yoksa tamamen körlemesine bir uçurumun kenarında yürüyorlar. Bilemiyorum belki de gerçekten de bu devir üstatlar devri değildir, herkes kendi yolunda yalnızdır ama zaman giderek hızlanırken insan, gelişimin de hızlanmasını bekliyor ister istemez… Yükselmek ve bilmenin ötesinde bilgiyi hissetmek, birinci elden, kaynaktan sözsüz olarak bilgiyi alabilmek için yapageldiklerimiz artık deneme yanılmalara döndü ve biliyorum yol bu değil gene de yoldan zevk almaya çalışıyorum. Lakin gün geçtikçe bu muazzam cihazlarımız atıl kalmaya devam etmekte… İlginiz için tekrar teşekkürler ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

  5. Sevgili kardeşim;
    öncelikle yorumlarımı değerli bulmanız beni çok mutlu etti.
    Evrende her canlı hem öğretmen hem öğrencidir,her üstat aynı zamanda öğrencidir
    Çünkü bilgi sonsuzdur.Bu her canlı için değişmez kuraldır adına evrim dediğimiz olguda bir çeşit öğrenmedir,varlık öğrenir ve kendisini mevcut duruma göre geliştirir.
    Şimdi yapmamız gereken farkındalığımızı yükseltmek,çünkü her an farkında olarak baktığımızda çevremizdeki her canlıdan bilgi alabiliriz telepatik olarak düşünce gücümüz,titreşimimizi istediğimiz varlık ile aynı frekansa eşitler,tabii korkularımız egolarımız ve ön yargılarımız yoksa eğer,iletişime geçersiniz.
    Evren sürekli bir titreşim halindedir,canlı cansız atomları ve elektronları olan her şey sürekli iletişim halindedir sen tüm kararlılığın ve samimiyetinle iste yeter tek sır budur, çünkü bedenindeki sistemler seni samimi isteklerine ulaştırmak üzere dizayn edilmiştir.

    Tabiiki unutmamamız gereken bir ayrıntı vardır, bu gezegende var olmak için kullandığımız bedenimiz hepimizin bildiği gibi organik bir metabolizmadır çalışma sistemi tamamen temel organik canlıların yaşam standartlarına ve kurallarına göre çalışır maksimum faydayı sağlayabilmenin yolu bir çeşit bedenin el kitabı, kullanma talimatı, yaban hayatı iyi incelemek ve kısmen de olsa uygulamaktır, çünkü organik yaşamın önemli bir parçası olduğumuzu unutmamalıyız bitkilerden ve hayvanlardan öğrenebileceğimiz çok şey var insan oğlu modern yaşamı oluşturduktan sonra eko sistemin prensiplerine göre yaratılan bedenin isteklerini yok saymış ve sezgilerini kaybetmiş bir çok hastalık yaratmıştır.Minik bir serçe bile deprem sel yada fırtına gibi bir doğal gezegen hareketini fark ederken, insan maalesef daha gelişmiş donanımlara sahip olduğu halde sezgilerini kullanmayı unutmuştur.

    Şimdi size izninizle yukarıdaki sorularınıza cevap olabilmesi için bir ayna tutmak istiyorum.
    Bu bloğu yaşamın sırlarını,gizlerini öğrenme isteğiniz doğrultusunda hazırladınız,seçtiğiniz konular ve son derece samimi yorumlarınız ve bilimin ışığından ayrılmadan titiz bir şekilde çalışarak ürettiğiniz makaleleriniz ile bizleri bilgilendirdiniz.Bizlerde dağarcığımızda olanları takipçileriniz ile paylaştık.
    Başlattığınız bu birliktelik yukarıda bahsettiğiniz 1900’lü yılların üstat ve talebe organizasyonlarının günümüzdeki versiyonudur.
    Tasavvufda şöyle bir olgu vardır mutasavvıf mutasavvıf doğar derler sonradan olmaz,her nerede irşad edilecek birisi var ise bizden biri gider onu bulur ve irşad etmek için dokunur.
    Kıssadan hisse bilgi sonsuzdur sen yeterki öğrenmek iste mutlak bir şekilde bilgi seni bulur.
    Yükselmenin birinci yolu tabiatın bir parçası olduğumuzu unutmadan doğada olmak önce doğanın sesini duymak mükemmelliğini hissetmek.
    Örneğin ofisimin kapısında kışın bulduğum yeni doğmuş kedi yavruları ile ofiste geçirdiğimiz üç ya sonunda kedilerden öğreneceğimiz yaşam ile ilgili çok şey olduğunu fark ettim, bu birliktelik, sonunda yeni aldığım otomobilimin motor kaputunu hiç gerek yokken içimiden gelen bir dürtü ile açtığımda hasta bir kedinin motorun içine sığınmış olduğunu gördüm,kısacası kedinin yardım titreşimlerini düşünce boyutunda algılamıştım.
    Bu ve bunun gibi örneklemeler artık hayatımda hep var ve bana özel bir şey değil herkes gün içerisinde farkında olmadan bu tür şeyler yapıyordur,ama tüm bunları istediğiniz zaman yapmak kendinizi bu konuda eğitmek ile olacaktır, çünkü bu donanıma hepimiz sahibiz.”SADECE TÜM SAMİMİYETİNİZLE İSTEYİNİZ”.evren
    size bu konuda gerekli birikimi aktaracaktır.Örneğin sizin bloğunuz.
    Sevgiyle kalın.

Lütfen düşüncelerini yaz, bu yorum alanı senin için :)