- Hepimiz kalplerimizin cesaretiyle ölçülürüz.
- Gerçek şiddet, kendimiz olduğumuzdan korktuğumuz zaman kendimize yaptığımız şiddettir.
- Bir bağımlıyı bağımlı yapan uyuşturucular değil, gerçeklerden kaçma ihtiyacıdır.
- Kendimi dünyanın geri kalanından ayırmak için elimden gelen her şeyi yaptım. Müzik, kitaplar, içki… Sonunda kendimi korunmuş ve güvende hissettim. Ama aynı zamanda tamamen yalnız hissettim…
- İnsanlar, ortak noktalarımızdan çok farklılıklarımız hakkında ilgilendiğinde hep kötü şeyler olur.
- Dünyayı değiştirmeye çalışmak acıya sebep olur. Tek değiştirebileceğimiz şey kendimiz.
- Ya sistem senin yaşam tarzını belirler , ya da sisteme başkaldırış şeklin.
- Yaşam ve ölüm, iyi ve kötü… La Parka Negra bir sembol. O hayatlarımızdaki şeytan. Bazıları için hükümeti simgeler, her türlü baskıyı. Ama çoğumuz için yüzleşmekten korktuğumuz korkularımızdır. Ringdeki mücadele kalplerimizdeki mücadelenin bir yansıması. Hepimiz kendi parka negramızla karşılaşıyoruz. O korktuğumuz, olabileceğimiz şey olmamızı engelleyen şeyin ta kendisi. Onu mağlup edene dek huzur nedir bilmeyeceğiz.
Sense8 Dizisi
Sense8 dizisinde karşımıza çıkan bu replikler bize yeniden edindiğimiz onca bilginin, tecrübenin, hayat görüşünün aslında ne kadar kişisel olduğunu hatırlatıyor. Olay ben ve senle ya da ben ve onlarla ilgili değil, olay tamamen benle ilgili. Çünkü ben demek biz demek, biz demek ben demek…
Bu yazımızda Sense8 dizisi üzerinden morfogenetik alan teorisini, insan evriminin sürecine farklı bakış açılarını, anlamanın gerçek anlamda ne demek olduğunu ve insan olmanın ne demek olduğunu yorumlamaya çalışacağız. Bu bağlamda yazı diziyi izleyenlere de izlemeyenlere de hitap edebilir ama diziyi izleyip bu analizi okumak daha çok şey idrak etmenizi sağlayacaktır.
Sense8, Matrix filminin yönetmenleri Wachowski kardeşler tarafından yaratılan bir dizi olduğu için diğer diziler gibi salt kurgu olarak yaklaşmak mümkün değil. Nitekim alt metinlerinin derinliği ve dizi içinde yapılan göndermeler gerçek verilere dayanıyor.
Öncelikle birbirleriyle telepati kurabilen 8 kişi diyerek bu 8 insanın arasındaki bağı yüzeyselce tanımlamak yanlış olur. Bu salt telepati ya da doğaüstü bir güç değil. Aksine bizzat doğal bir süreç. Kişisel olarak diziyi izlerken hiç doğaüstü bir kurgu izliyormuşum gibi hissetmedim çünkü söz konusu 8 kişi arasındaki bağın nasıl işlediğini anlatan bir sürü kaynak mevcut…
Varoluşçu Kitaplar Listesi yazımızda da önerdiğimiz “Niyet Deneyi” adlı bir bilimsel araştırma kitabında şöyle bir deneyden söz edilir: Birbirlerinden farklı odalarda bulunan iki aynı bitki (deve tabanı bitkisi), yalan makinesine benzeyen ve hassas ölçümler yapabilen bir cihaza bağlanırlar. Bitkilerden birinin bir yaprağı kesilir ve bitkideki elektromanyetik değişimler gözlemlenir. Diğer odadaki bitkiye hiçbir şey yapılmamasına rağmen aynı elektromanyetik değişimlerin onda da gözlemlendiği bulunur. Deneyler farklı şekillerde tekrarlanır ve her defasında iki bitki arasında bir iletişim odluğu gözlemlenir. Bu da bitkilerin acı çektiği görüşünü ortaya çıkarmıştır. Daha da önemlisi bitkilerin kendi aralarında bu tür bir iletişime sahip olmalarıdır. Başka bir araştırmaya göre ormandaki mantar kolonilerinin belirli koşullar altında farklı davranışlar gösterdiğini ve bunu diğer kolonilere de aktarabildiklerini göstermiştir. Yine aynı şekilde bir hayvana bir şey öğretildiğinde kendi grubundaki diğer hayvanların da o şey onlara öğretilmese de o şeyi çabucak kavradıkları gözlemlendi (100. Maymun Deneyi)…
Morfogenetik Alan
Örnekler çoğaltılabilir, asıl gelmeye çalıştığımız nokta canlıların ses, görüntü, koku, dokunma ve tatma dışında bir başka iletişim türüne daha sahip olduğu gerçeği. Üstelik bu iletişim türü diğer 5 iletişim türünü içinde barındıran, onların oluşmasını sağlayan bir ALAN.
Bu alanın pek çok ismi var… Birleşik alan, morfogenetik alan ya da akaşa…
Söz konusu alan aslında 3 boyutlu klasik fizik evreniyle açıklanamayacak bir alan çünkü bu alanda klasik fizik kuralları işlemiyor. Mesela ışık hızından daha hızlı, anlık bir iletişim söz konusu olabilir. Ya da zamanı ve mekanı aşan iletişim mümkün. Yani burası bir kuantum alanı.
Homo Sensorium
Diziye geri dönersek, söz konusu 8 kişi aslında bu alanla BİLİNÇLİ iletişim kurabilme yetisine sahip insanlar. Dizide bu insanlar özel yetenekli değil de evrimsel bir sonuç olarak yaklaşılması benim ayrıca hoşuma giden bir detay. Çünkü dizideki senaryoya göre homo sapiens türünden önce homo sensorium türü vardı ve bu tür özünü kaybetmemiş bir türdü. Yani homo sensorium yukarıda saydığım bitkilerin ve hayvanların bu farklı iletişim türünü bilinçli olarak yapabilen bir türdü. Sonra neandarteller ve homo sapiens gibi melez ırklar türedi. Homo sapienste olmayan (ya da çekinik olan) bu morfogenetik alanda iletişim yetisi onun yalan söyleme gibi bazı özelliklerinin gelişmesine yol açtı. Çünkü morfogenetik alan içerisinde iletişim kuran canlılar yalan söyleyemez, çünkü direkt anlak yoluyla iletişim kurarlar ve yalan söylemeleri mümkün değildir ki zaten yalan söyleme ihtiyaçları da yoktur. Tamamen doğal bir hayat yaşarlar. Homo sapiens bu özelliğini kaybederek yalan söylemeye ama en önemlisi kendisini diğer insanlardan ayırmaya başlamıştır.
İnsanoğlu ilk defa “bu toprak benim, bu arazi benim” diyerek yaşam alanının etrafına çit örmeye başladığından beri dünyada savaşlar var. Çünkü kendisini bütünün parçası olarak hissedemediği için kendisini ayrıştırıyor ve biz – siz, ben – onlar dualitesini yaratıyor.
Oysa dizideki 8 kişi için, yani birbirlerinin sevincini, hazzını, sevgisini, acısını, düşüncelerini vs. her şeylerini hisseden bu 8 kişi için ben ve sen yoktu. Birinin sorunu diğerinin de sorunuydu. Tüm dünyanın böyle olduğunu hayal edebilirseniz, dünyanın tam manasıyla cenneti yaşayacağını da tahmin edebilirsiniz. O nedenle bunu istemeyenlerin olması da doğal karşılanabilir bir şey… Barıştan korkan, ayrışmadan beslenen ve her kesin bir araya gelip homo sapiens ırkını yok etmesinden (homo sapiensin de bir zamanlar neanderhalleri soykırıma uğratması gibi…), yeni bir ırkı başlatmasın korkanlar var. O nedenle günümüzde medya ve siyaset kurumları ayrıştırmayı arttıran şeyleri daha ön plana çıkarmak için uğraşıyorlar.
Tüm bunlar dizi boyunca öylesine güzel serpiştirilmiş ki senaristlerin bu cesaretine hayran kalıyorsunuz çünkü gerçekten de insanları birleştirmeye çalışan, aslında aynı ortak alanı, aynı zihni paylaşıyoruz diyen insanların ayni dizideki gibi avlandığı, öldürüldüğü bir yüzyılda yaşıyoruz. Oysa hakikat bu… Sadece bunun farkındalığını kaybettik. Mitoloji ve bazı spritüel kaynakları okumayı seven okurlar anımsayacaktır, şöyle derler: “Bir zamanlar 12 sarmallı DNA’ya sahipti insanlık, sonra bu bilerek 2 sarmallı DNA’ya düşürüldü ve insanın düşüşü başladı…” Bu bilgi ister gerçek olsun ister sadece öykü, işaret ettiği şey çok net: Bizi biz yapan, doğanın parçası olduğumuzu idrak ettiren yetilerimizden mahrum kaldık.
Geçtiğimiz haftalarda kendisini tamamen şehirden soyutlamış, doğanın kalbinde ağaçlar ve her türlü hayvanın arasında yaşamını sürdüren birinin evine konuk oldum. Asla yabani hayvanlardan korkmadığını, evine gelen yılanları nasıl misafir edip yolcu ettiğini, kurtları, çakalları, fare ailelerini, domuzları anlattı… Tek başına yaşayan bir kadın için korkutucu gelebilir kulağa ama o kadar doğal karşılıyordu ki bunu; zaten bu ağaçlarla aramdaki bağı hissedebiliyorum dedikten sonra aslında korkulacak bir şey olmadığını anlıyorsunuz.
Korku tam da böyle bir şey. Morfogenetik alandan bize sirayet eder. Mesela karanlık korkusu… Hiç karanlıkla ilgili korkutucu bir deneyimimiz olmamasına rağmen karanlıktan bize gelecek bir şeyden korkarız. Muhtemelen bu birleşik alana sirayet etmiş bir korkudur yaşadığımız. Bazı mekanlarda bu korkumuz daha yüksektir. Yılan korkusu da aynı sebepten insanlığın ortak bir korkusudur. Yani biz inkar etsek de aslında morfogenetik alan içerisindeki bilgilere maruz kalıyoruz.
Bu bazen de şu şekilde olur, bir kitabı hiç okumamış olmanıza rağmen o kitabın içindeki bilgilere haiz olduğunuzu hissedersiniz. Hiçbir yerde okumadığınız bir bilgiyi bildiğinizi farke dersiniz. Bu tam manasıyla insanın kendi kendisini okumasıdır. Çünkü bilgi dışarıdan gelmez. O kitapları yazan insanlar biz aslında aynı ortak alanın, havuzun içerisindeyiz.
Bazı ünlü duru görürler bu ortak alana bilinçlice girip oradan veri toplamanın yollarını keşfetmişlerdir. Mesela Rudolf Steiner tarihsel olayları sanki bir kamerayla çekilmiş gibi detaylı anlatır kitaplarında. Dahası çok eski zamanlara, Atlantis ve mu kıtalarında yaşam sürülen zamanlara ve hatta dünyanın oluşması anına kadar gidip gördüklerini detaylarıyla anlatır. 1900’lerde yazdığı kitapları halen bilimsel verilerle örtüşmektedir.
Bu konsepti ruh ailesi konseptiyle de karşılaştırabiliriz. Yani konuya spritüel yoldan da baksak bilimsel yoldan da baksak bir karşılık buluyoruz. 100. maymun deneyi ve arılarla yapılan çalışmalarda görülen kollektif bilinç bulguları ile bilimsel temelleri açıklanabilen bu morfogenetik alanlar teorisi ruh ailesi kavramını da açıklamada kullanılabilir çünkü aynı ruh ailesine bağlı olan insanların aralarında farklı bir çekim, iletişim ve bağ olduğu yazılıp çizilir.
Peki bu bilgi ne işimize yarar? İnsanlık olarak ortak bir ağ içerisinde olup bunun farkında değilsek, bunu bilmek bize sadece acı vermez mi? Bir bakıma evet… Bunu zaten aranızda içsel olarak bilenler var ve bu bilgi onlara acı veriyor çünkü etraflarındaki insanlar bu bilgiden yoksun, anlatılsa da inkar edecekler… Ve bu insanı yalnızlaştıran bir şey. “Ben mi garibim, ben mi anormalim” gibi cümlelerle insanı kendisine yalnızlaştıran bir şey… Tıpkı sense8 dizisindeki 8 kişinin yaşadığı yalnızlık gibi…
Burada ilham almamız gereken şey bu 8 kişinin bir araya geldiklerinde hiç de yalnız olmadıkları aksine hayat dolu ve çok güçlü oldukları gerçeği…
Kısaca…. Yalnız değiliz! 😊 Ortak bir alanı paylaşıyoruz ve bizi insan yapan da bu bilgi. Çünkü insan demek elimiz kolumuz bacağımız hatta düşüncelerimiz değil… İnsan demek bu birlikte yaratım halidir. Hepimiz sanatçıyız ve hepimiz varoluş sanatının bir parçasıyız. Farklılıklarımız bu sanatı bir şahesere dönüştüren muazzam enstrümanlar, o nedenle bizim gibi insanlar farklılıklardan haz duyarken henüz ortak bir bilincin parçası olduğunu idrak etmeyenler (idrak etmek istemeyenler) farklılıklardan nefret ediyorlar. Fark ettiğiniz üzere bu farklılıklar bilerek varlar ve çok güzeller… Bunları görüyor olmanız sizi yalnızlaştırmaz aksine bütün yapar, bütünü gören diğerleriyle birlikte gülümsemenizi sağlar 😊
Yalnız değiliz ve birlikte bütünüz, güçlüyüz!
“Hayır anlamaya çalışmıyorsun. Çünkü etiketlemek, anlamanın tam tersidir.
İnsanın ten rengi ile cesaretin ne ilgisi var?
Filmleri seven küçük bir çocuktum. Ve izlediğim kahramanlar, kendimi olduğumdan daha cesur, daha komik, daha akıllı hissettiriyordu. Yapabileceğimi düşünmediğim şeyleri yapabileceğime inandırıyordu. Ama annesi, büyükannesi ve teyzeleri ile ile televizyon izleyen o çocuk, aktör/şoför olan o adam değil. O aktör/şoför, karşınızda gördüğünüz kişi ile aynı değil.
Ben kimim? Yani nereli miyim? Günün birinde ne mi olacağım? Ne mi yapıyorum? Neler mi yaptım? Neyi mi hayal ediyorum? Yani… gördüğünüz kişi mi yoksa benim gördüğüm mü? Nelerden mi korkuyorum ya da neyi mi düşlüyorum? Yani kimi mi seviyorum? Yani kimi mi kaybettim? Kimim ben?
Bence sizin olduğunuz kişiyle tamamen aynıyım. Ne daha fazla, ne daha eksik. Çünkü tamamen sizinle ya da benimle aynı olan bir kimse ne oldu, ne de olacak.”
Zamanın Ötesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Yazılarınızı çok uzun zamandır takip ediyorum. Kattığınız her şey için çok teşekkür ederim. Umarım bir gün sizin kaleminizden enfes kitaplar okuma fırsatım olur.
İlginiz için çok teşekkürler. 🙂 Kendimi o yetkinlikte gördüğümde ve elbette ilham geldiğimde o da olacak 🙂
Diziden çıkarılabilecek tüm görüşleri ve mesajları toplayıp bununla alakalı anlaşılabilir bir yazı yazmanız çok güzel
Çok teşekkürler sevgili Sonat 🙂 Sen de kendi çıkarımlarını paylaşabilirsin diziden. Ya da diğer yazılar hakkındaki görüşlerini de yorumlarda paylaşırsan sevinirim. Zamanın Ötesi’ne hoş geldin. 🙂
Reenkarnasyon hakkında ne düşünüyorsunuz.
Reenkarnasyona inanma eğilimindeyim çünkü pek çok havada kalan soruyu cevaplıyor. Çok mantıklı bir görüş. Reenkarnasyonla her şey yerli yerine oturuyor. Ama bir de bilgilerin genetik kodlarla taşınması mevzusu var. Yani benim genlerimde atalarımın yaşadığı olaylar da saklı olabilir. Bu bağlamda karma denen şey genlerimden açığa çıkan travmalarım olabilir. Bu ikü görüşe de eşit mesafedeyim ama geçmişin bir şekilde (genlerle ya da reenkarnasyon ruh döngüsüyle) geleceği etkilediğine inanıyorum. Amacımız ise bu geçmişin zincirlerini kırmak ve her anlamda anda olmak 🙂
Ben daha çok yaşanılan olayların bi şekilde ulaşılabilir durumda (zihinsel deneyimin dünyada bi şekilde elektromanyetik alan gibi) olduğuna inanıyorum. Ciddi manada geçmişten bazı olayları anlatan insanlar mevcut. Henüz nasıl olduğu bilinmiyor. Reenkarnasyon a farklı bi alternatif olabilir. Pek çok havada kalan görüş dedikleriniz nedir acaba? Sakıncası yoksa neden mantıklı bulduğunuz sorabilir miyim? Ayrıca yazı çok güzeldi emeğinize sağlık.
peki ya gercekten varlarsa
Harika bi yazı olmuş teşekkürler…
Rica ederim! 🙂 Beğeniniz ve yorumunuz için ben teşekkür ederim.
Yorumlarınıza hayran kaldım
Teşekkür ederim. Kollektif bilinçten akan ilhamlar… 🙂
Mr.Nobody filmini de yorumlarsanız çok sevinirim
Yorumlarınız harika ve aile dizimi hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum.Gerçekten atalarımızdan aktarılan olumsuz travmaları kırmamız mümkün mü sizce?
Aile dizilimi terapisi hakkında bilgim var ve üzerine araştırmalar yapsam da birebir hiç deneyimlemedim. Yöntem olarak doğru gelse de by tekniği kimlerin, hangi uzmanlık ve tekniklerle uyguladığı yani güven meselesi sanırım önemli. O nedenle hem meraklı hem dr temkinliyim bu tekniğe.
Öte yandan kişisel yolculuğum ve tefekkürkerimde vardığım sonuç şu oldu; atalarımızdan aktarılan travmalara çok da odaklanmayıp iu ana ve özde ne istediğimize, özde ne olduğumuza odaklanmamız gerek. Yani aslında basit bir şey söylüyorum: Geçmişe takılıp kalmamak gerek. Bu güdüyü, yani “atalarımdan bana bir sürü travma kaldı” güdüsünü çok köpürtür ve büyütürsek manipulatif zihnimiz bizi bu silahla bizim bile farkında olmadığımız bir şekilde vurur. Zihnin bu oyununa gelmemek gerek. Bir tanıdığımızın ergenlik yaşındaki kızı bir akrabasında gördüğü obsesyonu (şeftaliye ya da genel olarak tüylü şeylere dokunamamak) demek ki bu atalarımızda var diyerek benimsemiş ve obsesyon yaratmıştı kendinde. 🙂
O nedenle insanın kendisinin farkında olması anahtar diye düşünüyorum.